Seçim süreci üzerine notlar
Seçimlere doğru, herkesin ilgi odağında seçimler, listeler, seçim güvenliği gibi konular olduğu ve bu konularda yazan ve konuşan çok olduğu için ve seçimler öncesinde muhalifler arası tartışma konularında değerlendirmelerimi paylaşmak istemediğim için, sanki yazmaya ara vermiş gibi oldum.
Salih Zeki Tombak / 7 Mayıs 2023
Haftaya şu sıralar oyumuzu kullanmış olacağız.
Seçimlere doğru, herkesin ilgi odağında seçimler, listeler, seçim güvenliği gibi konular olduğu ve bu konularda yazan ve konuşan çok olduğu için ve seçimler öncesinde muhalifler arası tartışma konularında değerlendirmelerimi paylaşmak istemediğim için, sanki yazmaya ara vermiş gibi oldum.
İç metinler, dar bir çevrede görüş alışverişi metinleri hariç, haliyle.
Bugün seçimler veya seçim sürecinde yaşadıklarımız üzerine, HDP Üsküdar İlçe örgütü üyesi, Yeşil Sol Parti taraftarı ve Emek Özgürlük İttifakını destekleyen biri olarak, kısa kısa bir kaç not paylaşmak istiyorum.
1.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi için ve birinci turda seçilmesi için, elimizden gelen her şeyi yapmalıyız ve yapıyoruz. Bana kalırsa bunu başarıyoruz.
2.
Emek Özgürlük İttifakı’nın listelerinde seçilecek yerlerde önemli bir grup oluşturulmuş olduğunu düşünüyorum. Bu gruptaki isimlerin belirlenmesinde, Kürt sorununun çözümü yönünde TBMM’de bir süreç başlatılırsa, sürece katkı sağlayacağı öngörüsünün temel alındığı kanaatindeyim. Hasan Cemal ve Cengiz Çandar, “parti dışından”, başkaca vasıflarıyla birlikte bu sürece katacakları olduğu için davet edilmiş olmalıdır. Sırrı Süreyya Önder açılım sürecinin hafızasıdır. Eşbaşkan Pervin Buldan da, eşbaşkanlık deneyiminin yanı sıra açılım sürecinin hafızasına sahiptir. Her türlü müzakere ortamında nüanslı düşünen, nüansları gören ve ortak metinlere bu nüansları taşıyabilen iki ismin listede birinci sıra adayı olduklarını görüyorum. Öcalan’ın avukatları arasında yer almış bir isim de birinci sırada. Tabii böyle bir süreç meclis üyelerinin yanı sıra, parti içinden, sivil toplumdan, demokrasi güçlerinden, güçlü bir katkı ve katılımla gerçekleşecektir. Elbette bu sürecin gerçeklik kazanması ve derinleşmesi, TBMM içinden dışından bütün siyasi partilerin; en tepelerine Saray’ın adamları konularak deforme edilmiş devlet kurumlarının ve bu tasalluttan kurtulmuş “devlet aklının” sürecin bir parçası olmasıyla mümkün olacaktır. Umarım seçim sonuçları Türkiye’ye bu yolu açar; bir an önce açar.
3.
Emek ve Özgürlük ittifakının Yeşil Sol Parti listelerinden en büyük başarıyı göstererek, güçlü bir grupla TBMM’ye girmesi için hepimiz canla başla çalışıyoruz. Umarım o konuda da başarılı bir sonuç alırız.
Ancak Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinin birlikte, ittifak halinde bir kampanya yürüttüğüne dair bir tek gözlemim olmadı. Türkiye İşçi Partisi’nin 49 il ve 52 seçim bölgesinde kendi adaylarıyla ve İttifak çatısı altında seçimlere katılması çok tartışıldı ve şüphesiz, seçimlerden sonra bu tartışma devam edecek. Ancak İttifak bileşeni sol/sosyalist partilerin tamamına yakını seçim dönemi boyunca kendi adları, amblemleri, bildirileri, sembolleriyle kendi kampanyalarını yürüttüler, yürütüyorlar. Herhalde “bu nasıl bir ittifak?” konusu üzerine de düşünmemiz gerekiyor. Bir yandan “ittifakımız toplumsal bir ittifaktır, seçim ittifakı değildir” diye büyük cümleler kurmak ve diğer taraftan bırakalım toplumsal alanı, seçim kampanyasında bile herkesin “kendi işine bakması”; bu ittifaktan acaba aynı partinin listesinden seçime girmeyi ve TBMM’de ittifakı sürdürmeyi mi anlamalıyız sorusunu sorduruyor.
4.
Her seçim dönemi siyasi görüşlerimizin toplumsallaşması ve örgütlenmemizin atılım yapması için bir imkandır. Milletvekili seçilebilecek seçim bölgeleri için, liste oluşturulurken, kimi istisnai durumlar dışında gösterilen özenin; şimdilik Meclise vekil gönderme şansımızın olmadığı seçim bölgelerinde de gösterilmesi hayati önemde idi. Bu konuda, yakından takip ettiğim için, Batı illerinde ve Karadeniz’de gördüğüm kimi özensizlik örneklerini not etmek isterim.
5.
“Bileşenli Parti” fikrinin ve “bileşen hukukunun”, mücadeleye kazandırdığı dönemin çoktan sona erdiğini ve artık kaybettirdiğini düşünüyorum. Bundan sonra yeni bir partileşme yaşanırsa; o partinin “organik parti” olması yönünde çaba harcamak niyetindeyim.
6.
Seçimlerden muhalefet başarıyla çıkarsa ve Emek Özgürlük İttifakı Meclise güçlü bir grupla girerse, toplumun her alanda büyük beklentileri olmakla birlikte, özellikle yargı ve hukuk alanında “normalleşme”nin ilk sonucu, başta Selahatin Demirtaş olmak üzere, hukuksuz biçimde cezaevlerinde tutulan binlerce siyasi tutuklu ve hükümlünün, uzamamasını umduğum bir takvim içinde özgürleşmesi ve siyasete özgürce katılımları olacaktır. Diğer taraftan tamamen keyfi biçimde mutlak tecrit uygulanan A. Öcalan’ın da, keyfiliğin sona ermesiyle, mesajlarının topluma ve siyasete katkısı mümkün olabilecektir.
7.
Seçim sürecinin ertelenen tartışmaları; seçim sonuçlarının yaratacağı tartışmalar ve yukarıda işaret ettiğim faktörlerin siyasete dahil oluşuyla “Orta Dünya’da” ve değişik düzlemlerde yaşanacak “kartların yeniden karılması” sürecinin önemli sonuçlar yaratacağını düşünüyorum.
Tartışmanın merkezindeki sorun, toplumsal muhalefetle nasıl ve hangi araçlarla bağ kurulacağı sorunudur. HDK’nin kuruluşu döneminde Kürt coğrafyasında örgütlü bir halk muhalefeti mevcuttu. Batıdaki toplumsal muhalefetle Kürt Özgürlük dinamiği arasında bir bağ kurmanın yolu olarak Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin olabildiğince çok bileşeniyle bir araya gelmek ve toplumsal alanı birlikte örgütlemek; Batıdaki toplumsal muhalefete bu yolla “dokunmak” hedeflenmişti. Benim değerlendirmem odur ki, HDP’nin temsili demokrasi alanında gösterdiği büyük başarı, beklenenin aksine toplumsal mücadele alanlarında başarıya değil; dramatik bir zayıflamaya yolaçtı. Parlamentoda temsil edilmeye verilen şaşırtıcı büyüklükteki önem, temsil imkanını hızla ilaç olmaktan çıkardı, aşırı doza ve zehirlenmeye yolaçtı. Partiler, örgütler, her zaman mevcut olan devlet baskısının da katkısıyla toplumsal alandan çekildiler ve dikkatler temsili siyasette HDP çatısı altında yeralarak varolmaya odaklandı.
Kürt siyaseti, toplumsal alandaki zayıflamayı, solun HDP bileşenleri dışında kalan unsurlarıyla, çeşitli ittifak girişimleri üzerinden yan yana gelerek aşmaya çalıştı. Bu ittifak girişimlerinin sonuncusu Emek Özgürlük İttifakıdır. Bu ittifakın zayıflığının nedeni, TİP’in ayrı liste çıkarması değildir. İttifakın iç ve dış bileşenlerinin çoğunluğu toplumsal mücadele alanlarında etkisizleşmiş ve bunun sonucu olarak örgütsel bir daralma yaşamıştır. Solda her daralma bir dizi iç tartışma anlamına gelir. TİP ise daralmıyor; aksine hızlı bir büyüme içinde. Solda her büyüme iyidir, değerlidir.
Büyümenin karakterinin doğru anlaşılmasında fayda var. HDP’nin seçmen sayısında ciddi bir büyümenin yaşandığı yıllar boyunca bir yandan devletin saldırılarıyla, kapsamlı ve güçlü yönelmeleriyle toplumsal örgütlülükler zaafa, hatta akamete uğradı; bir yandan temsili siyasette kazanılan başarı ve seçmen sayısındaki artışlar, milletvekili sayısı, kazanılan yerel yönetimler bu zaafların anlaşılmasını perdeledi. Aksine toplumsal alandaki gerileme ile bileşenlerin yaklaşımlarında ve dahası partinin merkezi aklında temsili siyasete odaklanma aynı süreçlerin iki yüzü olarak gelişti. Örgütlülüğü zayıflayan halkta da siyasetin öznesi olma özgüveni zayıfladı, temsili siyasetten beklentili tutum gelişti. Bu süreçlere genellikle iç demokrasinin ihmalinin kanıksanması ve liberalleşme eğilimleri eşlik eder.
TİP ise, toplumsal mücadele alanlarındaki dirençli örgütlenmesinin ve mücadele birikiminin sonucu olarak kitleselleşmiyor. Böyle bir geçmiş mevcut değil. Parlamentodaki temsilcilerinin çalışkanlığı ve “restorasyon muhalefeti” Millet İttifakının medyasında, Halk Tv, KRT, Tele 1, Sözcü ve Cumhuriyet Gazetesi’nde esen rüzgarla üye sayısında bir artış ve üye sayısının da çok üstünde bir seçmen ilgisi yükselişi söz konusu. Bu desteğin arkasındaki “Kürt muhalefetinden ayrı bir sol” arayışını; restorasyonculuğu, muhalefetin solunu yeniden dizayn etme boyutunu da görmek gerekir. Bir başka sarmal ise, politik çizgide, ilginin yükselişine paralel bir “köşesizleşme”, köşesizlik arttıkça işaret ettiğim destekte de bir artışın yaşanmasıdır. İşin o tarafları seçimden sonra “inşallah”.
Sorun HDP’nin ve bileşenlerinin, gücünü halkın yerel örgütlenmelerden ve mücadelelerden alan ve halk örgütlerinin güçlü denetimiyle şekillenen politika zemininin zayıflaması ise; aynı sorun TİP için de geçerlidir. TİP’in halktan aldığı güç, şu anda seçmen desteğinden ibarettir.
Dolayısıyla Türkiye’nin batısındaki büyük toplumsal muhalefet potansiyeline, bir halk örgütlenmesi üzerinden dokunma ihtiyacının karşılanması ile Emek Özgürlük ittifakının ortaya koyduğu imkanlar arasındaki açı hala aynı şekilde duruyor.
8.
Dolayısıyla, toplumsal mücadele alanlarında halkı ve mücadeleyi örgütlemeyi başa koyan; hükümetlere karşı mücadeleyi değil, sisteme karşı mücadeleyi esas alan; yeni yaşamı bugünden kurmaya girişen bir sosyalist sola ihtiyaç daha da görünür hale gelmiştir. Seçim sürecinin ertelettiği ve seçim sonuçlarının daha da can yakıcı hale getireceği bir dizi tartışmanın, asıl bu ihtiyacı gören bir yaklaşımla yürütülmesi; ayrışmalar yaşanacaksa, ayrışmaların buradan gelişmesi önemlidir.
9.
Seçim gecesi, halkın sandığa yansıyan iradesi yok sayılmak istenirse ne olur? Böyle bir girişim olur mu?
Bu ve benzeri sorularla ilgili bir kısa yazıyı da bu az sonra sevgili editörümüz Ümit’e göndereceğim. Cehennemin kapılarını kapatmayı başardığımız bir 15 Mayıs sabahında görüşmek üzere.