Gündem

MAKALE – YEREL SEÇİMLER VE DEVRİMCİ SORUMLULUK

Devrimci hareket

 

Sınıflar mücadelesi ve dönemsel nitelikler

Kapitalizm, sürdürülebilirliğin sınırına dayanmış durumda. Buna paralel ve alternatif zeminlerin zayıflığı oranında burjuva demokrasisi olarak tanımlanabilecek işleyiş, kurumları ve yasaları ile giderek tasfiye ediliyor, tamamen biçimsel boyutlara doğru zorlanıyor. Bu çözülme, bizimki gibi demokrasinin değil nispi demokratik unsurların olduğu ülkelerde daha kolay izlenebiliyor. Özetle bırakalım halkın katılımını, burjuva anlamda da olsa bir temsilden söz edilemez aşamaya gelinmiştir. Son zamanlarda Can Atalay’ın tutukluluğu üzerinden yaşanan tartışma gerçekte bir bütün olarak sistem tartışmasıdır; bir dönemin sonuna gelindiğinin, sermayenin kendi koyduğu yasalara tahammülünün kalmadığının ifadesidir.

Olgunun ekonomi politiği bize sorunun bir vekilin tahliye edilmesinden çok daha öte, kişisel değil sistemsel olduğunu anlatıyor. Sermaye güçleri dünya ölçeğinde tam ve kesin hakimiyet için her yola başvuruyor. Bu, onların kendi iç kavgasını da büyütürken, emek güçlerine ve halkların kazanılmış haklarına karşı ortak tavır alışlarını önlemiyor. Ve giderek emperyalist kapitalist bir ülke ile yeni sömürge bir ülke, rejimin niteliği açısından birbirine yaklaşıyor; aradaki makas kapanıyor.

Bugün Türkiye’de yaşananlar gelmekte olanı somut biçimde izleme şansı veriyor. Mesele 100. yıl vb. sembollerin ötesinde, emperyalist kapitalizmin dünya ölçeğinde geldiği aşamayla, sınıflar mücadelesinin dönemsel nitelikleriyle ilintilidir.

Feodalizmden kapitalizme geçiş aşamasında halkları yedeğine alan burjuvazinin, halkların rızasını alma, meşruiyet vb. nedenlerle geliştirdiği kurumsallaşma ve işleyiş çeşitli aşamalardan geçmiş ve bugün artık deyim yerindeyse burjuvazi için bir yük, bir ayakbağı haline gelmiştir. Tabii ki bu süreç “ha” deyince tasfiye edilecek türden değildir ancak ülkemizde görüldüğü gibi kağıt üzerinde varlığını korusa da uygulamada parlamento, kuvvetler ayrılığı vb. sembolik anlamını bile yitirmiş; sendikalar, dernekler, meslek örgütleri gibi kurumlar ise ya iktidar imkanlarıyla yandaş hale getirilmiş ya da büyük oranda yetkisiz/işlevsiz kılınmıştır.

Devrimcilerin, bir taraftan devrimci bir dönüşüm için örgütlenip mücadele ederken diğer taraftan sistem içinde kendine alan açmaya çalışması mücadelenin çeşitliliği vb. bağlamında doğru ve gereklidir. Gelecek/alternatif toplumlarda halkın doğrudan katılımı amaçlanırken, mevcut sistem içinde temsil imkanları mümkün olabildiğince bir basamak olarak değerlendirilebilir. Ne var ki bugün gelinen aşamada bu alan giderek daralmakta ve işlevsizleşmektedir. Böyle bir konjonktürde bir taraftan sistemin çarpıklığı teşhir edilirken diğer taraftan alternatif toplum için bugünden tasarımlarda bulunmak, yaşanan deneyimlerden dersler çıkarıp geleceğin fikrini oluşturmak ve küçük de olsa somut adımlar atmak büyük önem taşıyor.

Devrimi hafife değil ciddiye almak

Bugün karşımızda en somut ve en öğretici deneyim olarak Küba duruyor. Elbette her devrim deneyimi kendine has nitelikler taşır ve hiçbiri bir diğerinin alternatifi değildir. Bizim Sovyetler’den de Çin’den de Vietnam’dan da alacağımız öğretici dersler var. Ancak Küba bir anlamda diğer deneyimleri de içererek gelişmiştir. Örneğin Castro’nun devrimin ilk yıllarından itibaren doğrudan katılıma verdiği önem, önceki deneyimlerden bağımsız değilse de büyük öneme sahiptir. Örneğin devrimden hemen sonra Küba Kadın Federasyonu’nun kurulması, atılmış sağlam temellerden biri olarak görülmelidir. Bu federasyonun 10. kuruluş yıl dönümünde Castro, yaptığı konuşmada devrim sürecinin, milyonların sorumluluk aldığı bir siyaset okuluna dönüşmesinin gerekliliğine ve yöntemine dikkat çekiyordu.

“Bu sorunların birçoğuyla ilgili kararları kitlelerin ellerine teslim edecek mekanizmaları yaratıyoruz. Bunu nasıl akıllıca, verimli şekilde başarabileceğimize ilişkin yollar arıyoruz. Ki halk, gerekli ödevlerin yerine getirilmesi noktasında siyasi örgütlerine ve liderlerine güvenmekle yetinmesin; devrim süreci, milyonların sorumluluk almayı ve hükümet sorunlarını çözmeyi öğrendikleri gerçek bir siyaset okulu haline gelsin.”
Aynı Castro’nun “Birisi bize devriminin gizemi ne diye sorsa, örgütlü topluma dayandığı gerçeğinden başka cevap olamaz” dediği bilinir. Halk katılımı ve örgütlü toplum Küba’yı bir taraftan emperyalist kuşatmaya karşı korurken diğer taraftan bürokratikleşmenin değil demokratik işleyişin örnek modelini oluşturmuştur.

Bugüne kadarki deneyimler, ve bugünkü tablo, devrimi önce kazanmak, sonra da savunmak, yaşatmak ve ileriye taşımak için doğrudan katılıma imkan veren kendi organlarını oluşturmuş örgütlü bir halkın olmazsa olmaz önemde olduğunu gösteriyor. Bu, Devrimi, devrimciliği ve alternatif toplumu hafife değil ciddiye almaktır. Diğer bir ifadeyle mücadele alanlarının çeşitliliğinin bilincinde olmak, günü geleceğe feda etmeden ve nicel kazanımları nitel kazanımlarla karşı karşıya getirmeden yol alabilmektir.

Devrimi Savunma Komiteleri (CDR) Küba’da bütün bir toplumun örgütlü davranmasını, söz ve yetki sahibi olmasını sağlarken aynı zamanda devrimin hem gözü hem kulağı hem de koruyucusu olmuştur. CDR’lerin sloganları “her mahallede devrim”dir. Buradan elde edilecek dersleri farklı bir coğrafyaya, farklı bir toplumsal zemine olduğu gibi taşımak elbette mümkün değildir. Ancak bilinir ki deneyimler zaten bir “şablon” değildir; incelerken öğrenenler, öğrenirken ders çıkaranlar elde ettikleri birikimi mücadelenin farklı ihtiyaçları için de işlevsel kılma becerisi gösterir. İşte tam da bu bağlamda, burjuva sistemin kurumsal yapısındaki işleyiş problemleri yerel seçim süreci ile iç içe geçmişken Küba’nın da Devrimci Hareket’in de (Fatsa dahil) dersleri bugünün sorunlarını karşılamak açısından büyük önem taşıyor.

Yerel seçimler, devrim ufku ve Fatsa

Mayıs 2023 seçimlerinde sıkça değindiğimiz, dikkat çekmeye çalıştığımız gibi seçimler, konjonktüre göre ne denli önem taşısa da (yerel olanı dahil) devrimcilerin temel çalışma alanı olamaz; taşlar buna göre dizilemez, çalışma tarzı, hedefler ve kadrolaşma buna göre biçimlenemez; sol içindeki saflaşmanın ve ayrışmanın ölçüsü haline gelemez; gelmemelidir.

Devrimci ufuk, güncel olanı dahil her adımın son tahlilde stratejik hedefe güç katacak şekilde karşılanmasını/planlanmasını gerektirir. Bu, güncel veya kısa erimli olanın önemsenmemesi değil doğru işlevlendirilmesidir; taktiğin önemsenmemesi değil stratejinin bir parçası olduğunun unutulmamasıdır.
Devrimciler, her yerde ve her konuda sınıf karşıtlarından ayrılır, onlara benzemezler. Seçimlerde aday tercihleri de ittifak anlayışları da son tahlilde seçime verdikleri önem veya kazanımdan ne anladıkları da farklıdır. Arada nicel değil nitel fark vardır; bu fark, amaçtan da çalışma tarzından da aday seçimi vb.den de rahatlıkla izlenebilmelidir.

Bugün, yerel seçimler öncesi süreçte karşılaştığımız tablo, tanık olduğumuz gelişmeler; aday tercihleri ve ittifak anlayışları ne yazık ki ya geçmişten öğrenilmediğini ya da pragmatizmin, günü kurtarma hesaplarının her şeyin önüne geçtiğini gösteriyor.

Öyle bir kafa karışıklığı var ki “beldiyecilik” anlamında bile başarısı tartışılabilecek örnekler Fatsa deneyimiyle kıyaslanmakta/eşitlenmekte, gerçekte bir belediyecilik olmaktan çok daha öte kapsam, içerik ve hedeflere sahip olan bu deneyim daraltılarak gerçek niteliği gölgede bırakılmaktadır.

Gerçekte ise Fatsa, herkesin durduğu yerden keyfine göre tanımlayacağı bir pratik değil, farklı bir çalışma tarzının, devrim ve örgüt anlayışının yereldeki ifadesidir. Bu konudaki tartışmalar, Fatsa’nın ilk günlerine dek uzanır; Direniş Komiteleri tartışmalarıyla paralellik taşır. Bugüne dek Fatsa’ya ve Direniş Komiteleri’ne dönük birbiri ile uyumsuz bir yığın eleştiri yapıldı. Gerçekte o eleştiriler de Fatsa ile özerklik, belediyecilik vb. arasında benzerlikler kurulması da Fatsa’nın ne olduğunun anlaşılamamasıyla, kavranamamış olmasıyla ilintilidir. Bu konuda düşülen yanılgılarda temel sebep, Fatsa’nın farklı bir devrim anlayışı içinde işlev yüklendiğinin yok sayılması, “belediyeciliğe” indirgenmesidir. Nitekim 1980 öncesinde de Direniş Komiteleri’nin halk savaşındaki yeri ve devrim ufuklu olması kavranamadığı için, “sivil toplumculukla” ve “devrimin reddiyle” suçlanmıştı. On yıllar sonra gelinen aşamada ise devrimi yatay bir geçişle ikame eden bir anlayış kapsamında “ilan edilen” özerklikle benzerlikler kurulmuş olması tüketilmiş bir tartışmayı tekrar ihtiyaç haline getirmesi bağlamında düşündürücüdür.

Daha önce de çeşitli biçimlerde değindiğimiz gibi Fatsa, bir “özerklik” modeli olmadığı gibi bir “belediyecilik” de değildir. Dolayısıyla Hopa, Ovacık, Dersim vb. benzetmeler de zorlamadır. Fatsa, hakla beraber adım adım örgütlenen bir alternatifin nüvesi, örnek biçimidir; Direniş Komiteleri’nin, belediye seçimlerinin de kazanılmasıyla beraber bölgeye has somut bir pratik üretmesi, özgün bir deneyime dönüşmesidir. Bu özgünlük, Direniş Komiteleri’nin farklı bölgelerde farklı işlevler yüklendiğini gösteren Tariş, Yeni Çeltek, Çorum direnişleri için de geçerlidir; devrim perspektifiyle (stratejik ufukla) değerlendirilmeden anlaşılması olası değildir. Bu bağlamda bağımsız aday Fikri Sönmez’in tek başına burjuva partilerin toplamından çok daha fazla oy alması da 19 bin nüfuslu ilçede 11 mahalle komitesinde yaklaşık 4 bin kişinin yönetime doğrudan katılabildiği bir işlerliğin oluşması da bir tesadüf değil, sürecin her aşamasında halk katılımına imkan veren bir devrim anlayışının ve çalışma tarzının ürünüdür.

Kısacası, Direniş Komiteleri, halk savaşı perspektiflidir; stratejik ufuklu bir çalışmanın ana/bölgeye izdüşümüdür. Genelde devrimcilerin özelde Devrimci Yol’un o günkü güç ve imkanları eşliğinde, cephesel örgütlenmenin örgütsel alt birimleri, demokratik halk iktidarının nüveleri olarak düşünülmüştür. Bu nüveler, geliştiği oranda halk komitelerine dönüşecek ve halk savaşçılarıyla eşgüdüm içinde tamamlayıcı rol oynayacaktır. Doğru anlaşılmayı kolaylaştırmak açısından mesela Nikaragua’da devrime giden yolda rol alan “Sandinist Savunma Komiteleri”ne benzetilebilir.

Bu gerçekler ışığında bir kez daha ve ısrarla anımsatıyoruz; lokal cephesini Ukrayna’da, fragmanını Gazze’de gördüğümüz paylaşım savaşı, küresel boyutta yıllarca sürecek irili ufaklı saldırıların ve yıkımların habercisidir. Olası saldırıların boyutu, ona uygun araç ve yöntemlerle donanmayı, kolaya kaçmamayı ve sınıf gerçeklerini yok saymamayı gerektiriyor; bu, hiçbir gerekçeyle ertelenemeyecek ve öznel hesaplarla ikame edilemeyecek bir sorumluluktur.

 

  • https://www.devrimcihareket.info/  makalesidir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu