Genelİşçi-Sendika

Çok Partili Dönemde Sendikacıkık

Kadıköy Belediyesi işçilerinden, iş bırakma eylemi - İSTANBUL

Erdoğan ATEŞİN

İkinci dünya savaşından hemen sonra 1946-1950 dönemi, çok partili döneme geçiş sürecidir. Bu süreçle birlikte 5 Haziran 1946’da çeşitli mücadeleler sonucu, Cemiyetler Kanunu değiştirilerek kısmi bir takım sendikal haklar yeniden kazanılır.

Bu süreçte çok uzun sürmez, ve 17 Aralık 1946’da Sıkıyönetim ilan edilir ve kurulan bütün sendikalar kapatılır, Şefik Hüsnü’nün başında olduğu Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ve Türkiye Sosyalist Partisi kapatılır ve kurucu ve üyeleri çeşitli adli kovuşturmalara muhatap olurlar. Sendikaların yasaklanmasına ilişkin yeni kanun çıkarılır.

Çıkarılan kanunun 5 madde’sinin metni aynen şöyledir.”İşçi ve iş veren sendikaları, sendika olarak, siyasetle, siyasi propaganda ve siyasi yayın faaliyetiyle iştigal edemezler ve her hangi bir siyasal teşekkülün faaliyetlerine vasıta olamazlar’‘ Komprador burjuvazi ve Toprak ağalarının sözcüsü Demokrat Parti, hiç bir sendikal faaliyete tahammül edememiş, sadece kendi politik çizgisine uygun sendikacılığı işçi sınıfına dayatmıştır.

1950’de ikinci dünya savaşı sonrası baş gösteren derin ekonomik kriz, Demokrat Parti’nin vatan millet demagojileri sonucu, işçileri bu faşist partinin etrafında kısmende olsa toparlamıştır. 1949’da İşsizlik şeklinde baş gösteren krize karşı, başta Mensucat Sanayii işçileri sendikası olmak üzere bazı sendikalar, çeşitli nümayişlerle ve açık hava toplantılarıyla, dönemin Hükumetine karşı mücadelelere girişirler ancak, karşılarında Demokrat Partinin etkilediği İstanbul İşçi Sendikalar Birliğini görürler.

Bütün bu komplo ve saldırılara işçiler direnir ve 4 Eylül 1949 tarihinde bir açık hava toplantısıyla, Hükumetin faşist baskılarını teşhir ederler. Bu süreçten 1960’lara kadar bir tek işçi eylemine rastlanmamaktadır.

Dönemin en sert tavrı genellikle Tekstil Sanayi İşçileri Sendikasından gelmiştir, sendika içinden bir gurup 20 Ocak 1950’de ayrılarak, Hür Mensucat Sanayi İşçileri Sendikasını kurmuşlardır. Bu süreç Türkiye sendikacılık tarihinde bir kırılma noktasıdır ve yeni bir sürecin başlangıcıdır, ve bu süreçte Amerikancı politikaların büyük rolü vardır.

Direk Amerika’nın kontrolünde olan Demokrat parti’nin bu sürecinde işçi hakları ve sendikacılık konularında hiç bir adım atılmamış, mücadeleyle kazanılmış haklara karşı da amansız saldırılar vardır. Demokrat Partinin 15 Ekim 1951’deki programında işiçi hakları ve toplu sözleşmeden asla bahsedilmemiştir.

Bu süreçte Türkiye sendikacılık tarihinde önemli bir yer tutan gelişme olur, 2 Mayıs 1954 de genel seçimler yapılır, bu seçimlerden çok kısa bir süre önce, İşçi ve İşçi Dostu Milletvekillerini Destekleme Komitesi Hareketi kurulur. Komite 10 sendika önderi tarafından kurulmuştur. Komite kurulur kurulmaz işçilere şöyle bir çağırıda bulunur.

”İşçilikten yetişme ve işçi dostu Milletvekili adaylarını desteklemek için, işçi temsilcileri tarafından bir komite kurulmuştur. Büyük Millet Meclisinde işçi davasının müdafaa edilmesini istiyorsan seçim sandıklarına komitenin dağıtacağı pusulaları at’‘ Bu süreçte 40 aday gösterilir ve hepsi hakkında da faaliyetlerine fırsat verilmeden adli kovuşturma başlatılır.

Demokrat Parti, bütün siyasetlerinde, en basit bir sendikacılık hareketine karşı amansız bir tahammülsüzlük gösterirken, diğer yandan da işçileri ve işçi hareketlerini kendi çizgisinde politize etmek için yoğun bir çaba içine girmiştir.Bu politika TÜRK-İŞ’in ilk kongresinde başarılı olmuştur.

TÜRK-İŞ’in ilk kongresi 1952 de İzmir’de toplanır ve bir CHP’li sendika başkanlığına seçilir, bir yıl sonra toplanan Olağan Üstü Kongrede, CHP’li başkanı kongrede eleyerek başkanlığa Demokrat Partili biri getirilir. Bu durum, Demokrat Partinin sendika üzerindeki etkisini anlamak için yeterli bir neden. Birde Demokrat Partinin meşhur ,”Küçük Amerika olacağız”sloganı unutulmamalıdır.Sendika başkanlığına getirilen kişi kısa bir süre sonra Demokrat Parti İstanbul Milletvekili seçilir.

Demokrat parti, Amerika desteğinde iktidar olanaklarını kullanarak, egemenlerin kontrolünde kendisine bağlı sunni bir sendikacılık yaratmak istemiştir. Bütün bunlardan ötürü TÜRK-İŞ, D.Parti iktidarının son yıllarında tamamen teşhir olmuş, aydınların gözünde tamamen işbirlikçi, karşı devrimle uzlaşmış bir hareket olarak görülmüş aydın ve bilinçli işçilerin gözünden düşmüştür.

Bu süreçte Türkiye sendikacılığının siyasal özelliklerini Amerikancı siyasetler tamamen etkilemiş ve bu sendikaların işleyişine tamamen yansımıştır. Turuman Doktrini ve Marshall Planı uygulamalarının bir parçası olarak Amerika’nın, çeşitli ülkelerdeki sendikacılık hareketlerine, kendi uluslararası çıkarları bağlamında bakmış ve çıkarlarına uygun bir sendikacılık yaratmıştır kendisine bağımlı ülkelerde. TÜRK-İŞ böyle bir girişim sonucunda kurulmuştur.

Bu oluşumda özellikle AFL(Amerikan İş Federasyonu) CIO (Sanayi Örgütleri Kongresi) uluslararası ilişkiler dairesi başkan yardımcısı Irwing Brown önemli roller oynamıştır. Bu süreçten sonra her yıl bu sendikadan yöneticiler,eğitilmek üzere ABD’ye götürülmüştür ve hala götürülmektedirler ve büyük oranlarda da finanse edilmektedirler.

Buna HAK-İŞ ve DİSK gibi sendikalarda dahildir. Bu süreç, 1960’lardan sonra TÜRK-İŞ le başlamıştır. Dönemin ABD büyük elçiliği çalışma ataşesi olarak Türkiye’de görev yapan Millen, 1968’de yazdığı bir makalede durumu aynen şöyle anlatmaktadır.”Şüphesiz ben deniz, diğer gelişmekte olan ülkelere nazaran Türkiye’de Amerikan sendikacılık modeline daha yakın bir benzerlik görmekteyim. Bunun,ABD modelinin şuurlu bir taklidi sonucunda doğduğunu sanmıyorum; bana öyle görünüyor ki bu benzerlik belirli bazı tarihi faktörlerden ileri gelmiştir. İçinde bulunduğumuz dönemde bu kavrama zıt yönde bir akımın doğmuş olması ilgi çekicidir; ancak benim kanaatime göre, politik bünyede önemli bir değişme olmadığı taktirde, bu yeni tecrübe raisond’etre’e (hikmeti vücuda) sahip değildir” .

Süreç incelendiğinde Türkiye’de, Amerikancı modelin şuurlu olmayan bir taklidinin Türkiye sendikacılık hareketinin önemli bir kesimine damga vurduğu görülecektir. İkinci dünya savaşı sonrası Turuman Doktrininin Türkiye sendikacılığı üzerindeki etkilerini belirtmek sanırız yanlış olmaz.

Bu sürece kadar işçi sendikalarına yapılan yardımlar Çalışma Bakanlığı üzerinden yapılıyorken, 1962 yılından itibaren yardımlar, TÜRK-İŞ’in direk kendisine yapılmıştır. Süreci, dönemin Çalışma Bakanı Bülent Ecevit şöye açıklamaktadır.”–Bilindiği gibi bir kaç hafta önce aldığımız bir kararla, bu güne kadar Çalışma Bakanlığı ile ABD desteğinde yürütülen ”İşçi Eğitimi Projesi” .

İşçi Sendikaları Konfederasyonuna tam yetki ile devredilmiştir. Eğitim bakımından yurt dışında ki dost müesseselerle bile ilişkiyi TÜRK-İŞ kendisi düzenleyecektir. Bu karma hükumetin Türk sendikacılarına güvenin bir belirtisidir”, diyerek bir nevi kendisini teselli etmiştir.1960-1970 aralarında yapılan TÜRK-İŞ Kongreleri hesapları incelendiğinde bu dönemde Amerika’dan TÜRK-İŞ hesaplarına geçen para aynen aşağıdaki gibidir.

Bu süreçte toplam; 13,447,614,03 tl dir. Yine dolaylı Amerikan yardımı olan OECD yardımı ;382, 076,16 tl dir. ICFTU( Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu) 733,005,00 tl dir. Yine bu süreçte Çlışma Bakanlığından da, 938,000,000tl para almıştır. Bu yöntemlerle Türkiye sendikacılığına belli bir doktrin, belli bir dünya görüşü ve beli bir sendikal eylem türü geliştirilmiştir.

Dönemin ABD Türkiye çalışma ataşesi Millen, ABD Çalışma Bakanlığı Siyaset Planlama ve Araştırma Dairesine atandıktan sonra yazdığı bir makalede ”Amerika Birleşik Devletlerinin, taktik, teknik ve hatta felsefe olarak sağladığı unsurların pek çoğunun, yalnızca TÜRK-İŞ in değil, fakat aynı zamanda ilk sendikacılık deneylerini ”ücret bilincine”dayalı sendikacılık içinde geçirmiş olan üyelerin meydana getirdiği DİSK’in politikasını muhtemelen etkilemekte devam edeceğine”dair net bir şekilde düşüncelerini ortaya koymaktadır ve sonuçta öyle de olmuştur.

TÜRK-İŞ eğitim koleji ve TÜRK-İŞ’e bağlı sendikalara, ABD tarafından finanse edilen ”Amerikan İnceleme Gezileri’ o günden başlayarak, hala düzenli bir şekilde devam etmektedir. 1967-68 yıllarında sendika temsilci ve yetkililerinden 200 kişi bu geziye katılmıştır ve bütün finansmanı ABD tarafından yapılmıştır. 1961 yılından sonra her yıl TÜRK-İŞ 30 kişi ABD’ye göndermiştir.

1961-71 yıları arasında ABD’ye 600 sendikacı gönderilmiştir. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Türkiye sendikacılığının siyasal yapısının eğilimleri değişme içine girmiş ise de,etkili olamamıştır. DİSK bu sürecin bir ürünüdür ve Türkiye İşçi Partisi bu süreçte etkili olmuştur. TÜRK-İŞ ‘ten türeyen farklı akımlarda bu sürecin ürünüdürler.

O dönemde 274 sayılı kanundaki değişiklikle DİSK’in faaliyeti engellenmek istenmiştir. 1963 tarihli toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt kanununun 55 maddesi ile grev ve lokavt yasaklanmıştır. 12 Mart darbesiyle ,darbeciler yine bütün akademik ve demokratik hakları rafa kaldırmışlardır, grev,toplu sözleşme vs. yasaklanmıştır.

Bu süreçle başlayan ve hala var olan grevlerin 90 gün ertelenmesi Amerikancı bir uygulamadır. Türkiye’de sendikacılık sürekli kontrol altında tutularak, sistemin ekonomik ve siyasi çıkarları dışına çıkarılmamıştır ve buna asla müsaade edilmemiştir.

Zaten emperyalizmin ve onun işbirlikçileri kontrolünde gelişen bir sendikacılığın, böyle bir yola yönelmesi mümkün değildir. Devrimci doğru yönelim, ancak doğru bir sınıf sendikacılığıyla mümkündür. 1980 sonrası özelleştirme politikalarına sendikalar direnememiş ve sistemin özelleştirme politikalarına teslim olmuş ve başta TÜRK-İŞ olmak üzere bütün sendikalar kayıtsız şartsız sistemin yedeğinde hareket etmişlerdir.

Afganistan, Irak, Yugoslavya, Filistin, Suriye ve Kuzey-Kürdüstan’daki katliamlara, Kısmen KESK hariç, Türkiye’deki bütün sendikalar seyirci kalmayı yeğleyerek sermayenin kuyruğuna takılmışlardır.

KESK ise, milliyetçi politikaların etkisinde kalarak, hiç bir sınıfsal varlık gösterememiştir.

Dolayısıyla Türkiye’de ve Türkiye gibi ülkelerde sendikaların yürüttükleri veya katıldıkları siyasal eylemin -biçimi ne olursa olsun-sınırı, içinde oluştukları sistemin sınırlarıyla belirlenmiştir, onun dışına çıkamazlar. Bu tür sendikalarda Marksist, bir sınıf bilinci yoktur.

Sendikalar, Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerde sermayenin ve uluslararası sistemin kontrol kuleleridir. Bu kulelerden işçi sınıfı kontrol edilir, emekçilerin mücadelesi bu barikatlarda sistemin kendisine kanalize edilir. Toplumda ki birikim ve öfke, sıkışan gazlar buralarda boşaltılır ve bütün çabalar buralarda tolore edilir. Sendikalar ise uluslararası sermayeden ve yerli işbirlikçilerden beslenmeye devam ederler…

[email protected]

Erdoğan Ateşin

Profilinizi oluşturmak için, biraz hayat hikayenizi anlatın. Bu alan, herkesçe görünebilir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu