CUMHURBAŞKANI KABİNESİNİN POLİTİK ANOTOMİSİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni bir bakanlar kurulu atadı. Doğal olarak bu bakanlar kurulunun kendine özgü bir kısım özellikler taşımaktadır. Mevcut kabine ile geçmişteki kabineler arasında bir kısım farklılıkların olduğunu söyleyebiliriz.
Geçmiş bakanlar kurullarının bir kısım temel özellikleri ve bazı isimlerin kenara alınması
Birincisi, Bakanlar arasında güç çatışması açık bir şekilde yansıyordu. Örneğin İçişleri Bakanı Soylu iç politik dengeler içerisinde önemli bir gücü oluşturuyordu. Erdoğan birçok kez görevden almak istemesine rağmen oluşturduğu ‘derin’ bağları nedeniyle bunu başaramadı. Devlet Bahçeli’nin destek verdiği Soylu, kendi kadrosunu oluşturma konusunda önemli adımlar attı. Yeni dönemde Bahçeli’nin Soylu’ya verdiği desteğini çekmesiyle ve kabine dışı kaldı.
İkincisi, 15 Temmuz 2016’de darbe girişimi döneminde Genelkurmay Başkanı olan Hulisi Akar, orduyu önemli ölçüde kontrol eden bir güç odağı olarak değerlendirilmekteydi. Erdoğan’ın doğrudan yönlendiremediği Akar’ı kabine dışı tutarak etki alanını kırmaya karar verdi. Bunun ne kadar etkili olacağını göreceğiz.
Üçüncüsü, Damadı olan eski Maliye Bakanı Beraat Albayrak, istifasından sonra rekabette denklem dışında kalmış gibi görünse de ekonominin stratejik kurumlarında etkinliği devam etmekteydi. Erdoğan ailesi ile Albayrak ailesi arasında ‘aile içi’ meselelerde yaşanan gerilim aslında herkesin bildiği bir durum. Cumhurbaşkanı Erdoğan, damadı Albayrak’ı gözden çıkartarak kurumlardaki kontrolünü kırmaya başladı.
Kamuoyunda sıkça tartışılan ve bir bakıma dejenere olmuş ancak AK Parti’nin yönetim kadrolarında yer almış kişilere, parti yönetiminde ve meclisteki görevlendirmede yer vermedi. Meclis başkanlığına Numan Kurtulmuş’un getirmiş olması, Ak Parti Grup Başkanlığına ve Başkan vekilliklerine bugüne kadar ki dengelerin dışında kalan kişiler tercih edilmiş olması, kamuoyuna ve özellikle seçmene verilen bir değişim mesajı olarak değerlendiriliyor. Özellikle Peker ve Muhammed Yakut’un açıklamalarında ismi geçenlerin önemli bir kesiminin kenara çekileceği anlaşılıyor.
Yeni kabinenin bazı özellikleri
Kamuoyunda yapılan tartışmaları ve eleştirileri dikkate alarak kabineyi yenileme kararı alan Erdoğan, hangi mesajları verdi.
Kabinenin kendi içerisinde gruplaşmasına, güç haline gelmesine ve farklı eğilimleri temsil etmesine izin verilmeyecek. Herkes tam uyum içinde Erdoğan’ın etrafında bütünleşecek.
Bugüne kadar iktidarın en çok eleştirildiği konulardan biri liyakata uygun davranılmamasıydı. Bakanlar görevlendirilirken liyakatın esas alındığı mesajı verildi. Örneğin Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler Milli Savunma Bakanlığına, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya İçişleri Bakanlığı’na, Hukukçu olan Yılmaz Tunç Adalet Bakanlığına, Geçmişte de Maliye Bakanlığı yapan Mehmet Şimşek’in de yeniden Maliye ve Hazine Bakanlığına atanmaları liyakata yönelik eleştirilere pratik olarak verilen bir cevap olarak değerlendirebiliriz.
Özellikle milliyetçi ve cemaatçi özellikleri ile ön plana çıkan ve tartışma konusu olan kimseye kabinede görev vermemesi aynı şekilde muhalif seçmene yönelik bir mesaj olarak okundu.
Erdoğan, kabine üyelerini kendi politika alanını örgütlemeyecek daha çok görev adamı misyonunu yerine getirecek kişilerden oluşturuldu. Yeni kabineyle iç çatışma ve rekabet gibi sorunları ortada kaldırılacağı düşünülüyor.
Kabini de dikkat çeken bir kaç bakan ve yeni model
Erdoğan yeni kabineyi belirlerken, sadece uyumlu çalışabilecek bir kabine oluşturmadığı hem iç politik dengeleri yeniden tanımlamayı hem de bölgesel ve uluslar arası ilişkilerin yeni yol haritasını belirlemeyi hedefliyor.
Oluşturulan yeni kabine bir bakıma Amerika’daki kabine sistemine benzetilmeye çalışılmış. Bunlardan belli başlı birkaç noktayı belirtebiliriz. Amerika’da CIA’nın, uluslararası ilişkilerde ve dış politikada belirli bir ağırlığı olduğu bilinir. Bu bakımdan CİA hemen her dönem Beyaz Sarayın dış politikasının merkezinde bulunur. ABD’de CİA Başkanları sık sık Dışişleri Bakanları ya da Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atanırlar. Erdoğan da bu modeli bir biçimde uygulanmaya koydu. Devletin stratejik kodlarının bilgisine sahip olan ve dış politikada arka planda aktif rol alan MİT Başkanı Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesi, cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın tersten MİT Başkanlığına atanması, ABD modelinin Türkiye’ye uygulanmasının ilk adımı olarak değerlendirebiliriz. Bunu başka bir anlamı yeni Dışişleri Bakanı Fidan’ın çok daha aktif olacağını gösteriyor. Fidan ve Kalın’ın geçmişten beri ABD ile olan ilişkileri dikkat alındığında, ikilinin kendi alanlarında tahminlerimizden çok daha fazla aktif olacaklarını söyleyebiliriz.
Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’in Savunma Bakanı olarak atanmasını yine Pentagon modeli olarak değerlendirebiliriz. ABD’de Savunma Bakanları genellikle emekli generallerden oluşur. Böylelikle ABD’nin küresel askeri savaş stratejisinde önemli bir rol oynayan Pentagon ile Beyaz Saray yönetimi arasında bir uyum sağlamış olur. Erdoğan’ın Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’i savunma Bakanı olarak atması bir akıma ordunun özellikle askeri stratejilerin belirlenmesinde etkin olmaya devam edeceğini gösteriyor. Böylelikle önümüzdeki süreçte SADAT gibi kurumların işlevinin giderek zayıflayacağını söyleyebiliriz.
Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanı olarak görevlendirmesi yani Bakanlığı ve bürokrasisini iyi bilen birinin atanmış olması, liyakatın önemsendiği mesajıdır. Yerlikaya’nın ilk yapacağı iş daha çok İçişlerindeki bölünmüşlüğü, gruplaşmayı ortadan kaldırmaktır. Burada arka plan çatışmasının kaçınılmaz olarak gündeme geleceği tahmin ediliyor. Soylu, İçişleri Bakanı olmasa da ciddi bir örgütlemeye gittiği ve merkezde kendisine bağlı ekipler oluşturduğu basında sıklıkla tartışılan bir konudur. Yerlikaya, iç düzeni sağlarken doğal olarak Erdoğan’ın etki alanını çok daha fazla arttırma ve tersten Soylu’nun ekibini tasfiye etme planını uygulayacaktır. Bu nedenle Yerlikaya’nın liyakta göre atanmış olması, iç rekabeti ve çatışmayı ortadan kaldırmaz.
Türkiye’nin en önemli sorunu haline gelen ekonomik krizin mutlak bir şekilde çözülmesi son derece önem arz ediyor. Erdoğan’ın 2018 yılı öncesinde açık bir biçimde küçültücü ve aşağılayıcı cümlelerle görevinden almış olduğu Mehmet Şimşek’i yeniden Maliye ve Hazine Bakanlığına atmak zorunda kalmasının temel nedeni; Küresel şirketlere ekonomide geleneksel politikalara dönüşünün mesajıdır. Şimşek’in bakan olarak tek başına yeterli olmayacağının altı özel olarak çiziliyor. Şimşek’in konomik politikaların uygulamasında tam yetkili olacağı bir bakıma Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sürece hiçbir şekilde müdahale etmeyeceğinin güvencesi verilmiş durumda. Örneğin Merkez Bankası Başkanının Şimşek tarafından atanmasının ve kesinlikli görevinden alınmamamasının Erdoğan tarafından kabul edildiği belirtiliyor.
Özellikle Batı ile olan ilişkilerin diğer önemli bir konusu da demokratikleşmedeki sorunlar ve Adalet sistemine yönelik eleştirilerdir. Erdoğan’ın AB sürecini fiilen askıya alması, AB üyelik kriterlerini uygalamaması ve özellikle AHİM’nin kararlarını tanımaması Türkiye’nin önüne sürekli çıkartılan sorunlardan bir kaçıdır. Erdoğan’ın iç politikadan çok, uluslararası alandaki eleştirileri dikkate alarak adalet sisteminde bazı değişikliklere gitmesi ve özellikle AİHM kararlarını uygulamada bazı adımları atması sürpriz sayılmaz. Bu neden hukukçu olan ve uyumlu bir kişiliği olduğu söylenen Yılmaz Tunç’un Adalet Bakanlığına atanması özellikle uluslararası ilişkilere verilen bir mesaj olarak algılandı. Adalet Bakanı’nın yaptığı ilk açıklamalarda demokratik bir anayasa ve demokratikleşme vurgusunun ne kadar objektif ve gerçekçi olduğu konusunda bir karar vermek çok erken. İktidarın 2015’ten sonra izlediği politikanın bir anda terk etmesi beklenmiyor ama aşamalı olarak özellikle küresel sermayinin politik kaygılarını gidermeye yönelik bazı adımların atılması pek ala mümkündür. Verilmek istenen bütün pozitif mesajlara rağmen bundan sonra nasıl bir değişimin olabileceği konusunda ciddi güvensizlikler ve kuşkular var.
Bölgesel ve uluslararası ilişkilerde politika değişikliği
Kabine içerisindeki bazı aktörler hem uluslararası alanda hem de iç politik dengelerin yeniden kurulmasında bir rol oynayacak gibi görünüyor. Özellikle Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlarının öncelikli olarak NATO’nun genel stratejisine uygun bir konum alacakları ve ABD ile kırılan ve bazen krize dönüşen ilişkilerin yeniden dizayn edecekleri tahmin edilmektedir. NATO’nun geneleksel politikalarına çok daha fazla uyum sağlanacağına dair uluslararası alanında bir beklenti oluştu. ABD ile çatışmadan, bölgesel politikalarına daha uyumlu askeri ve politik bir planlama yapılarak ortak çalışma alanları geliştirilecek.
Türkiye’nin belirlediği ve uyguladığı Ortadoğu politikası önemli oranda başarısız kaldı. Dışişlerin yeni politikası hem Ortadoğu’daki dengelerin yeniden belirlemek ve buna uygun yeni bir strateji oluşturmak hem de ABD’nin mevcut politikalarına uyumlu adımlar atmak gibi bir sürecin başladığını söyleyebiliriz. Suriye’deki krizin aşırılarak hızlı bir şekilde geri çekilme için ön hazırlıkların çok daha erken başlayabilir. Esad’ın Arap Birliği toplantısına davet edilerek yeni bir sürecin başlatılmış olmasına karşılık Dışişleri ve Savunma Bakanlığının ortak planlamasıyla çekilme sürecini hızlandırabilirler. Başta Mısır, S.Arabistan olmak üzere Arap dünyası ile yeni bir sayfa açmak isteyen Ankara, Hakan Fidan’a çok önemli bir misyon ve rol biçiyor.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler, Erdoğan’ın çok hassasiyetle önem verdiği bir alandır. Erdoğan, Putin ile ilişkileri bozmadan yeni bir denge politikası oluşturmaya çalışacaktır. Savunma ve Dışişleri Bakanları, Rusya ile çatışmadan NATO’nun özelliklerini de dikkate alarak yeni bir diplomatik ve askeri ilişki geliştirecekleri söylenebilir. Özellikle S-400’lerin bütünüyle rafa kaldırılması kimseye sürpriz gelmemelidir.
Dışişleri ve Savunmak Bakanları, NATO merkezli askeri ve politik stratejiyi geliştirecekleri ve uygulayacaklar açıktır. Örneğin Rusya’nın İsveç’in NATO’ya üye edilmesini engellemek için Türkiye ile kurduğu ekonomik, politik ve diplomatik ilişkilerin boyut düşündüğümüzden daha kapsamlıdır. Ancak Fidan ve Güler, İsveç’in NATO’ya üyelik sürecini kesin olarak onaylayıp hayata geçireceklerdir. Ankara için enerji, turizm ve ekonomik alanda Rusya vaz geçilmezdir. Bu nedenle NATO/ABD-Rusya dengesinin nasıl sağlanabileceği halen kaygı taşıyan ve çözümsüzlük üretebilecek bir alan olduğunu söyleyebiliriz.
Politikada çok hızlı ve niteliksel bir değişiklikle gidilmeden aşamalı bir kısım adımların atılacağını söyleyebiliriz. Uluslararası alandaki değişikliklerle iç politika arasında bir uyumun sağlanması bir bakıma zorunludur.
Dışişleri Bakanı Fidan, Kürt sorununun çözümünde inisiyatif alabilir mi?
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın geçmişte hem İmralı hem de Kandil’i ile başlattığı süreç özellikle Oslo görüşmelerden doğrudan Erdoğan’ın temsilcisi olarak bulunmuş olması bir avantaj olarak değerlendirilebilinir. MİT Başkanlığına atanan Kalın’ın da Kürt sorunu çözümünde atılacak bir kısım adımları destekleyeceği söylenebilir. Oslo’dakine benzer bir çözüm olmasa da uluslararası ilişkiler dikkate alınarak bazı adımların atılması kimseye sürpriz gelmemelidir. Her ne kadar Kandil’in Erdoğan karşıtlığı üzerinde kurduğu seçim politikası, iktidarda çok ciddi bir tepkiye ve öfkeye yol açmış olsa da yeni alternatifler gündeme gelebilir.
Erdoğan’ın iki dönem kuralı nedeniyle cumhurbaşkanlık süresi uzamayacak
Bugünkü politik veriler içerisinde Erdoğan’ın artık iki dönem kuralı nedeniyle üçüncü kez Cumhurbaşkanı adayı olamayacağı biliniyor. Parlamento aritmetiği dikkate alındığında 367 sayısına ulaşıp anayasal bir değişiklik pek mümküngörünmüyor. Aynı şekilde Mart 2024 tarihinde Yerel Seçimler var. Erdoğan büyük şehirlerin önemi bir kısmı da geride kaldı. Yerel seçimlerde AKP’nin güç kaybetmesi ve özellikle İstanbul ve Ankara’da Belediye Meclislerinin çoğunluğunu kaybetmeleri, erken genel seçimleri zorlayan bir sürecin başlangıcı olabilir. Kürt seçmeninin tercihi dengeleri doğrudan değiştirebileceği biliniyor. Bu nedenle Yeşil Sol Parti’nin önümüzdeki yerel seçimlerde belirleyeceği politika oldukça önemlidir. AKP ve cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürt seçmenini CHP ile ittifaka zorlayacak adımlardan kaçınabilir ve hatta Yeşil Sol Parti/HDP ile yeniden görüşmelere başlayabilir. HDP’nin kapatılma davası, Kobani davası gibi davalar, Kayyum politikasında değişim sinyalleri gibi bir kısım faktörler, politik ilişkileri ve dengeleri yeniden belirleyebilir.
İktidar, devletin bütün olanaklarını sınırsız ve koşulsuz kullandığı halde seçmenin yine yaklaşık %50’si Erdoğan’a oy vermedi. Devlet kurumları tam bir tarafsızlık içinde hareket etmiş olsalardı belki de bugün Erdoğan Cumhurbaşkanı değildi. Erdoğan bütün bu faktörleri dikkate alarak hiçbir şey olmamış mevcut siyaseti olduğu gibi devam ettirmesi mümkün değildir. Bu bakımdan bazı değişikliklerin olması kaçınılmazdır. Ekonomik göstergelerin son derece kötü olduğu gerçeği dikkate alındığında bunun iç politikada yansımaları kaçınmaz olarak hissedilecektir. Olası bir ekonomik krizin politik krize dönüşmesinde şu an kullanılan ‘terör, ülkenin birliği bütünlüğü’ gibi argümanları bütünüyle işlevsizleştirebilir. Böyle bir durumda da erken genel seçimin gündeme gelmesi de kaçınılmaz olur.
Erdoğan’ın kurduğu ‘yeni’ kabine ile politik hakimiyetini ciddi oranda sağlamış gibi görünse de, hem içte hem de uluslararası alanda politika değişikliklerinin mutlak olarak göndeme gelmesi kaçınılmaz görünüyor. 2024 yılı çok hızlı ve politik kartların yeniden dizildiği bir süreç olacaktır ve bugünkünden çok daha hız ve heyecanlı bir dönem olacaktır.
Dr. Mustafa PEKÖZ
Küresam