Öne Çıkan

SİSTEMİN KÖR BALTASI ANARŞİZM…

Erdoğan ATEŞİN

 

SİSTEMİN KÖR BALTASI
ANARŞİZM…
 
Bireycilik, bencillik, yalnız başına yıkıcılık, geleceği inşa etmeye çalışan gerçeğin karşısında da yıkıcıdır. Devrimlerin ikili bir karakteri vardır. Sosyalist ve giderek sınıfsız toplum yaratmak iddiasında olan devrimlerin temel felsefesi, daha ileri bir toplum kurmaktır. Bu, eskiyi yıkma, yeniyi kurma eylemidir ve burada belirleyici olan kurmaktır. Yeni bir şey kuramıyorsanız yıkmak hiç bir anlam ifade etmez, ve bu insanlık tarihinde geri bir adım olarak kalır.
ANARŞİZM’in yıkmak eylemi daha da farklıdır, orada bir sistem yıkıcılığı da yoktur, bu güne kadar yıktığı bir sistem de olmamıştır, yıkıcılığı bir niyet olmaktan öteye geçmemiştir bir slogan, karşılığını bulamayan bir çağrı olarak kalmıştır. O nedenle anarşizm geleceği asla temsil etmez, anarşizm, ileri değil, geriyi temsil eden gerici bir doktrindir, bir ideoloji değildir. Anarşizm, sınıflı kapitalist sistemin çatallı kazması ve kör baltası dır. .
İdeolojiler sistemlere ve sınıflı toplumlara özgüdür ve ideolojiler, düşünce adamları tarafından yaratılan şeyler değildirler, sınıflı toplumlar tarihinin ürünüdürler. Yani ideoloji ait olduğu sınıflı toplumsal formasyonun bütün düşünsel ve değerler toplamıdır, ait olduğu sınıfın düşünce ve değerlerinin bir ürünüdür. İdeoloji tarih içinde oluşur ve düşün adamı, aydın, bilim adamı ortaya çıkan bu malzemeyi şekillendirir ve ona biçim verir.
Doğada ve tarih içinde var olanı keşfetmek ve ona biçim vermek gibi de algılayabiliriz. O nedenle anarşizm asla bir ideoloji değil bir doktrindir, ve anarşist bir sistem olamaz ve bunun tarihte karşılığı yoktur. Çünkü, yıkacağını iddia ettiği şeyin yerine bir şey koymuyor ve sadece yıkmak iddiasındadır. Yeniden yaratıcı, yapıcı ve üretken özelliği olmayan bir yıkıcılığın ne anlamı olabilir ki ?
Üretici güçler, üretim ilişkileri, bir toplumun üretim biçimini oluştururlar. Sınıflı bütün toplumların ve üretim biçimlerinin üst yapısının mutlaka bir ideolojisi vardır ve egemen sınıflar ve ya sınıf, egemenliğini kontrol ettiği silahlı kurumları ve ideolojisiyle sürdürür. İdeolojiler bu tür toplumsal süreçlerin yaratımıdır ve tarihseldirler.
Doktrin ise, düşün adamının işidir, kişi yada kişiler yapar. Düşün adamı da tarihin içindedir ve mutlaka bir ideolojisi vardır. Ancak o ideoloji kendi yaratımı değil, mensubu olduğu sınıfın düşünce ve değerler toplamıdır. Bundandır ki, bütün doktrinlerin mutlaka bir sınıfsal kökü ve kaynağı vardır ve bütün doktrinler belli ideolojilerden kendilerine yakın ve ya savundukları sınıf ideolojiler karakteri taşırlar ama, tarih içinde oluşan ideolojilerin kendisi olamazlar. Doktrin, mutlaka belli sınıfların veya sistem hizmetindedir, asla ideolojinin kendisi değildir.
Bütün bunlardan ötürü anarşizmin geleceğe dair insanlığa katacağı hiç bir değer yoktur. çünkü anarşizm, kurmak için yıkmıyor, kurmayı kesinlikle reddediyor. Bu yıkıcılığın hiç bir devrimci karşılığı yoktur, sadece yıkanlar devrimci olamazlar. Yeniyi kurarak eskiyi yıkanlar devrimcidir.
Devrimciler yalnız başına yıkıcı değil, yeniyi kuranlardır. Her otorite karşıtı yıkıcılık devrimcilik değildir, devrimler çürümüş günün ihtiyaçlarına yanıt veremeyen, üretemeyen asalak sistemleri yıkarlarken onun yerine yeniyi koymak iddiasındadırlar. Kuruculuğu reddedenler toplumu reddederler ve insanı, bireysel yıkıcı barbar sürülere dönüştürürler.
Sınıflı toplumlar ancak devrimci ve yeniyi yaratacak örgütleriyle geleceklerini inşa edebilirler. Hiç bir başı bozuk, hiç bir marjinal ve dogmatik yapı, kurmak iddiasında değildir ve bu yetenekleri de yoktur. Bu tür kurum ve oluşumlar ancak bu yıkıcılıktan beslenirler, onun yerine geleceğe dair bir şey koyamazlar ve böyle bir niyet ve kapasiteleri de yoktur.
Oysa ki insanlar toplumsal olarak yaşamlarını idame ettirmek ve biyolojik olarak varlıklarını devam edebilmek için üretmek ve yeniyi yaratmak zorundadırlar. İnsan yaşamak için zorunlu olan temel tüketim maddelerinden, sosyal bütün yaratımlara kadar, hepsine ihtiyaç duyar. Yiyecek, içecek, sağlık enerji, ulaştırma, eğitim, konut, doğanın korunması, kaynakların kullanımı, insan ilişkilerinin düzenlenmesi v.s. her konuda mutlaka bir yapıcılık gerekiyor. Bütün bunları yeniden yapmadan yıkmaya çağıran bir mantığın devrimci bir iddiası olabilir mi ?
Sömürü ve sınıfsal farklılıklar dışında bu gün yaşadıklarımızın ve ihtiyaç duyduklarımızın hepsine yarında ihtiyacımız olacak. Yarınlarda insanı değil, toplumsal olarak malları yönetmek ve bölüşmek için, yine toplumsal olarak kendimizi yeniden kurmak zorundayız. Bugünü yıkarken bütün toplumsal işlevlerin toplum yararına yapılması için kurmak zorundayız.
Toplum bir kolektif örgüttür ve bütün kolektiflerin ve ortak yaratımların toplamıdır. Hayvanların büyük bir kısmı bile toplu hareket ederler, yaşamak için. Ama bizi hayvan sürülerinden ayıran tasarlamak bilinçli üreten yanımızdır. Toplumsal birliktenligi ve kuruculuğu reddedenler, bütün teorilerini sadece yıkım üzerine programlamış yapılar geleceği yaratamazlar. Toplum, kuracak bir yıkıcılığın teminatıdır, salt yıkıcı olanın peşinden gitmez ve onları toplumun ve tarihin dışına atar.
Yıkıcılık ve yapıcılık ta bütün koşullarda geçerlidir diyemeyiz. Bir toplum yıkmaya hazır sosyal, siyasal, kültürel ve pratik bir aşamaya gelememişse, yıkacağı şeyin yerine aynısını koymaktan öteye geçemez. Devrimciler, yeniyi kurmak iddiasını hayaller aleminde gezinerek değil, gerçekle, verili sürecin gerçekleriyle temas ederek gerçekleştirirler, yani olabilecek gerçekler üzerinden hareket ederler. O nedenle eskiyi yıkarak, yeniyi kuranlar devrimcidir, ve devrim diğer anlamıyla kurmaktır.
Bugünün temel sorunlarından biri de, kurucu devrimcilerle, yıkıcılıktan öteye ufukları olmayan yıkıcıların, marjinal başıbozukların doğru anlaşılmasıdır. Bu ayırım doğru yapılmadıkça, gerçekler zemininde kalmak zorlaşacaktır. Yıkma çağrısında bulunan ve yapmayı reddeden bütün başı bozuklar, toplumun önüne sadece imkansızı, yıkıcılığı koyarlar ama yıkamazlar da…
İdeolojisi olmayanların, yıkmak dışında bir amacı olmayanların, geleceğe dair üretebilecekleri ne olabilir ki ? O nedenle ideoloji ve doktrin kavramlarını çok iyi ayırt etmek zorundayız. Bütün öğretiler, ideolojik kavramların ürünüdürler. İdeoloji, esasta sistemlerin üretim ilişkileri tarafından belirlenir ve mutlak bir sınıfın, bir sistemin, toplamda manevi değerlerinin, düşün ürünlerinin, ahlakının, siyaset, hukuk üst yapı kurumlarının toplamıdır. O nedenle ideoloji toplumsal süreçlerin üretim ilişkileri ve üretici güçlerle olan ilişkisi içinde oluşur.
İdeolojiler, öğreti-doktrin olmadıkları için yalnız başına tek düşünürlerin çabasıyla oluşmazlar, İdeoloji, sınıfın veya sistemin bütün manevi ve kültür üreticileri tarafından işlenir. İdeolojik etkinliğin omurgası ve tarihsel maddesi o sınıfın üretim içindeki faaliyeti tarafından belirlenir.
Bilim yapmaya çalışan insan, insanlığın sınıflı topluma geçişiyle birlikte, kendisi de ideolojinin bizat içindedir artık. O nedenle her insan bir ideolojiye, bir manevi kültürler ve değerler sistemine sahiptir ve bütün sınıflı toplumlarda her insan ideolojiktir. Ve her insan bir ideolojik değerdir ve öznedir.
Devrimci komünist partiler toplamda, sınıfsızlıkla birlikte ideolojik değerleri ortadan kaldırmanın aracıdırlar. Yani sınıfsızlıkla birlikte ideolojilerde ortadan kalkar. Ancak sınıfsız toplumunda manevi kültürel değerleri olacaktır, bu değerler ideolojik olmazlar.
Felsefi olarak, yıkıcı başı bozukla, kurucu devrimci arasındaki çatışma, idealizmle materyalizmin çatışmasıdır. Anarşizmin içine düştüğü idealizm, dinler idealizminden daha da tehlikelidir ve hiç bir yapıcı iddiası yoktur. Dinler ise sınıflı toplumlarda üretim sistemlerine dayanarak, onlar üzerinden tutunmaya çalışmışlardır.
Dinlerde gökyüzü kutsaldır ve dinler gerçeği gökyüzünde ararlar. Bu dünyada var olan ezen ezilen, efendi kul ilişkisini, toplumun gerçek maddesini göklere çıkararak idealizme teslim olurlar. Anarşist ve başı bozuğun gök yüzüne taşıyacağı bir şey de yoktur, çünkü o yapmak gibi bir eylemle karşı karşıya değildir. Onun felsefesi sadece yıkıcıdır, yapıcı değildir. O yıkarak sonrasında ki bütün sistemleri ve toplumu reddeder, o nedenle göğe taşıyacağı bir şey de yoktur, ve dinlerden daha idealist bir doktrindir.
Anarşizm deki yıkıcılık, hiç bir sınıflı toplumdaki yıkıcılığa benzemez. Çünkü, köleci, feodal ve kapitalist toplumların ilerici tüm sınıfları, yıktıkları sistemin yerine yenisini ve daha ileri olanı koymuşlardır. Feodal bey köleciliği ortadan kaldırarak, yerine daha yeni bir sistem koymuştur.
Burjuvazi feodaliteyi yıkarak daha özgür insan tipi yaratmıştır. Proletarya kapitalist sistemi yıkarak yerine daha ileri bir toplum modeli koymak için mücadele eder. Anarşizmin böyle bir iddiası ve düşü asla yoktur, yıkıcı ve bozguncudur. Bütün eski sınıflı toplumlar, eskiyeni ve o günün koşularına cevap veremez hale gelen toplum biçimini yıkarak yerine daha üst ve daha ileri bir toplumsal biçim koymuşlardır. Geçmiş toplumlara mensup bu sınıfların kendilerinden önceki sistemlere karşı tavrı yıkıcıdır; ancak bu yıkıcılık yeniyi kurmak yönünde bir yıkıcılıktır. Burada yıkıcılık yapıcılıkla buluşur.
O nedenle feodal toplum köleciliğe göre ilericidir, kapitalist toplum da feodal toplumdan ileridir. Bu sistemlere ait değişime önderlik eden sınıflar eski toplumu yıkarlarken, onun yerine yenisini, daha ileri olanı koymuşlardır ancak, anarşizmin böyle bir yapıcılığı yoktur, sadece yıkmakla yükümlüdür.
Köle sahibi, feodal bey, burjuvazi ve işçi sınıfı, çürüyen sistemlerin ürünüdürler. Anarşizmin yıkıcılığı, yeniyi yaratmak amaçlı değil, sadece yıkmakla görevlidir. O nedenle anarşizm ilerinin değil, gerinin doktrinidir. Anarşizm,19. yüzyıl çürümüş asilzadelerinin ve cadı kazanlarının kaynadığı Orta-çağ gerici loncalarının geleceğe dair hiç bir umudu kalmamışların umutsuzca yıkıcılığıdır.
Yıkıcı özellikleriyle devrimci saflarda gözükmüş ise de, asla devrimci bir rol oynamamıştır. Bu yıkıcı özelliklerinden dolayı bir dönem devrimciler içinde bir sapma olarak değerlendirilmiş ancak daha sonra Marx ve arkadaşları tarafından teşhir edilerek, devrimci saflardan uzaklaştırılmıştır.
Proudhon’un, işçilerin kurşunlanmasına alkış tutan soytarılığına dönemin komünistleri ideolojik olarak devrimci duruş sergileyerek anarşistleri devrimci safların dışına atmışlardır. Bütün bunlardan ötürü anarşizm, kapitalizm karşıtı asla olamamış, tersine kapitalizmin işçi sınıfı içindeki destekçisi olmuştur. Marx Grundrisse’de,”en ileri derecesinde yalnızlık vahşiliktir ve yaptırıma ve zora dayanan birlik bir barbarlıktır”der.
Bunca açık ifade etmesine rağmen anarşistler, yinede Marx’ı aşağılamışlardır. Kapitalizmin barbarlığı ve hoyratlığı karşısında, çaresizce çırpınan burjuva bayların kararsızlığı ve teslimiyeti, boş bir fanteziye dönüşerek yıkıcı bir karakter kazanmıştır. Bütün siyasi akımların tarihte belli rolleri vardır.
Devrimciler devrim yaparlar ve yeniyi yaratırlar, yeninin temsilcileridirler ve tarihin içindedirler. Muhafazakar tutucular ise var olanı korurlar, değişime direnirler çaresizce. Bunlarda tarihin içindedirler ve değişime çaresizce direnirler. Anarşist ise, bu verili süreçte sadece yıkmaya programlanmış bir hiçtir. Örgütlenmeyi reddeder ve hiç bir organik bağa sahip değildir, yalnızdır, çaresizdir, intihar etmiştir bir anlamda. İradesi yoktur, her türlü iradeyi reddeder.
Anarşizm tarih yapan insanın yanında değildir, tarihin ideolojik inşasının dışındadır. Aslında Anarşizm bir yönüyle de sınıfsızdır, sınıfı yoktur. Tarihi insanlar yapar, yıkarak yapılan ve sürekli ilerleyen bir süreç. O nedenle yenilerek çaresizliğe itilmiş bir insanın tipik ruh halidir anarşizm.
Dikkat edilirse devrimci mücadele içinde yenilmiş ve geleceğe dair hiç bir umudu kalmamış insanların son sığınağıdır. Marjinalize olmuş gurup ve gurupcukların en son sığınağı, çaresizce ve delice sağa sola, anlamsızca saldıran bir ruh halinin dışa vurumudur. Onun için gelecek kalmamıştır, geleceğini kaybetmiş bir maceracılığın umutsuzca sağa sola saldıran ruh halinin hezeyanlarını anlamamak mümkün değildir.
Tarihte bütün toplumların mutlaka belli sistemleri olacaktır. Sınıfsız toplumda bir sistemdir ve orada da üretmek ve tüketmek olacaktır. Doğa yine orada insanın hizmetindedir. İnsan yine üreticidir ve artık eşyalar yönetilir bu bolluk toplumunda. Sistem yine insan iradesiyle işletilecektir. Kendiliğinden yürütülecek bir sistem olamaz .Sistemler kendiliğindenci değildirler, onları işleten insan emeğidir, emek bu aşamada billurlaşmış toplumsal mülkiyettir.
Ancak hiç bir sistem sonsuz kalıcı değildir. İnsan bilinci, içine doğduğu doğa içinde yaratmaya programlanmış ve sürekli yeniyi yaratmak için eskiyeni yıkar. Sınıfsızlık yarının daha ileri insanı tarafından aşılarak başka bir sürece evrilecektir. Bu süreç sınıflı toplumlar sürecinden daha farklı gelişerek, insanın evreni en insanca kullanılabilir şekilde keşifleriyle devam edecektir.
Yeni yaratımlar ve yeni keşifler asla bitmeyecektir, bütün yıkılışlar yeni bir hayatın başlangıcıdır. Hayat durağanlığı reddeder ve sürekli bir akışkanlıktır yaşamı yeniden ve yeniden var eden. Sistemlerde insanlar gibi doğar, büyür ve ölürler. Sistemler hayatla karşı karşıya geldiklerinde, gerçek hayata yanıt veremediklerinde yıkılırlar. Toplumsal yıkımların nedeni toplumların kendi iç çelişkileridir. Bu yasa doğada da böyle işler.
Doğada yaşanan bütün olayların çelişkileri doğanın kendi içindedir. Bütün doğal afetlerin doğal nedenleri vardır ve bütün toplumsal iniş ve çıkışlarında kendi toplumsal nedenleri vardır. Ve toplumsal yıkıcılık, yapıcılığa yönelik yıkıcılıktır. Anarşizm bunların hiç birine uymaz ve böyle bir ideolojik yönelimi yoktur bu yönelimden mahrumdur.
Tarihi insanlar yapar ve tarih, sınıflı toplumlarla birlikte devlet olma mücadelesi niteliği kazanarak devlet olma yönünde işlemiştir. Çok sınıflı toplumlarda sınıflar devlet yaparlar, işçi sınıfı da devlet yapar ve sonra kendisini de bir sınıf olarak zeval ederek, sınıfsız ve devletsiz bir toplum yaratır. Burada ki yıkıcılık toplumsal mülkiyet olma bilincidir. Yani bu aşamada herkes yeteneği kadar üretir, ihtiyacı kadar tüketir. Bu aşamada devlete de ihtiyaç kalmayacaktır.
Devlet üretim fazlasını kontrol ederek var olmuştur, sınıfsız toplumda üretim fazlası olmayacaktır ve ihtiyaçlar oranında bolluk olacaktır, yani o süreçte aç, varsıl, yoksul olmayacaktır. Ancak sosyalizm koşularında devlet bir zorunluluk olarak hala vardır, emeğin bölüşümü bu süreçte hala emeğe göredir, yeteneğe değil. Bu ilke kapitalist toplumdan kalma bir ilkedir ve sınıflar, devlet hala vardır.
Herkesin ihtiyacı kadar üretilmeden, herkese ihtiyacı kadar dağıtamazsınız. Bütün sorun sosyalizm sonrası bu toplumsal süreci yaratabilmektir, yani herkesin ihtiyacı kadar üretebilmektir. Bu durum sınıflar, sınıf farklılıklarını ve emeğe göre paylaşımı da sonlandırarak, sınıfsızlığı getirecektir. Herkesin ihtiyacına göre üretildiğinde ,devlete de ihtiyaç kalmayacaktır, çünkü devlet fazla üretilenin belli ellerde toplanarak korunması ve sömürü aracına dönüşmesi için bir zor aygıtıdır.
Anarşizm devlet yıkıcılığı yerine bir şey koymadığı için ayakları havada ve soyut bir yıkıcılıktır, kuyunun dibidir. Anarşizm yıktığı şeyin yerine ne koyuyor,”şunu koyuyorum” diyemez çünkü, böyle bir projesi ve aklı yoktur. Kendiliğindencidir, yapmayan bir yıkıcılık. Her türlü insan örgütlenmesini reddeden kendiliğindenci bir başı bozukluktur. Her türlü insan örgütlenmelerini reddeden çaresizliğin varacağı yer çaresiz teslimiyettir.
Anarşistin kendiliğindenciliği hayatın ve gerçeklerin dışında bir kendiliğindenciliktir. Hayatın içinde olan bir kendiliğindencilik sistemi durmaksızın yeniden üreten kendiliğindenciliktir. Anarşizm her türden insan örgütlenmelerini reddettiği için tasarım yapamaz ve insanı hayvandan ayıran en temel özellik tasarımdır. Sonuçta her üretim bir tasarım ürünüdür. Dolayısıyla anarşizm, tasarım yapmayarak, kendisini insan olgusunun dışına atmıştır. Anarşizm bir özgürlük projesi değildir, özgürlüğün reddidir. İnsana özgü bütün değerlere düşmandır, bencil ve bireycidir, dogmatiktir, değişimi var olanı tahrip ederek reddeder ve insan ilişkilerinin dışına çıkar.
Gerçeklerden kopan insan, tehlikelidir, o artık gerçeklerin düşmanıdır ve komplocudur, yalancıdır, saldırgan kör ve arsızdır. Bütün bunlar bir yabancılaşmanın ürünüdürler, toplumsal yabancılaşma anarşisti kendisine yabancılaştırarak, insanın dışına atmıştır. Anarşist yel değirmenlerine saldıran Don Kişot’tan da geridir ve ilkeldir.
Kapitalist sistemin tasfiye ettiği küçük burjuvazinin karamsarlığı anarşizm olarak dışa vurmuştur. Avrupa’da çöken küçük burjuva aydın karamsarlığı anarşizm limanına sığınarak, orada hayat bulmaya çalıştı. Ama hayat bulmak için mücadele etmek, yeniyi yaratmak için asla mücadele etmedi. Sisteme küsmüşlerin, yenilenlerin yıkıcılığı Anarşistte hakim hale geldi. Anarşizm, sistemin dışında ve toplumun dışında olduğu için muazzam derecede bireycidir, paylaşmayı reddeder, üretime yabancıdır, en küçük insan örgütlenmelerine tahammülsüzdür.
Geleceğe dair hiç bir beklentisi kalmamış bir ruh halinin insanlığa sunacağı bir şey de olamaz. Anarşizm, yıkmak dışında hiç bir amacı olmayan, intihar doktrinidir. Çünkü anarşizm bütün değerlere düşmandır, değerlerin yok sayıldığı yerde insandan ve toplumdan da bahsedemeyiz.
Dönekliğin ve inkarın dizginlerinden boşaldığı bir erdemsizlik, kendine doğaya ve topluma yabancılaşma. Anarşizm, Avrupa’da yıkılan saray soytarılarının yıkıcı işbirlikçisidir. Tıpkı işçi sınıfı dışına çıkarak, işçi aristokrasisi yaratan bir ihanetin açıktan ilanıdır. Küçük burjuvazinin umutsuzca serüveni ve çaresizliğinin dip yaptığı bir iktidarsızlık doktrini, bir hiç.
Küresel düzlemde emperyalizmin yeni maşası ve oyuncağı, Avrupa gettolarında bedava geçinen, bedava yaşayan beslemeler, anarşizmin toplumsal dayanağıdırlar. Amerika ve Avrupa’dan geri ülkelerden ihraç edilen anarşizm, bugün dünyanın önemli bir kesiminde yıkıcılık görevlerini sürdürmektedir. Açlık ve sefaletin içine itilmiş çoğunluğun, çaresiz ve umutsuzca anarşizme yönelmeleri, acı ama bir o kadarda gerçek. Ama Anarşizm bir burjuva soytarılığıdır..
Erdogan ATEŞİN

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu