Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan
Bir ülkenin uluslararası alandaki stratejik önemi bulunduğu coğrafya, nüfus, etnik-kültür, içte ve dışta yürüttüğü siyaset, ekonomik-teknolojik gelişim seviyesi ve askeri kapasite ile ölçülür. Bir ülke ve devletin uluslararası alandaki önemini, bu başlıklar altında incelemek mümkündür.
Hata ülke olarak değerlendirdiğimiz Türkiye önemli bir coğrafya da bulunmaktadır. Hata ülke diyoruz çünkü sonradan zorla ele geçirilen ve suni olarak elde tutulan bir coğrafya oluşundandır. Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu, Körfez ve kuzey Afrika arasında yer almaktadır. Bu, bir taraftan ona bir stratejik üstünlük kazandırırken öbür yandan onun başına belalarda açmaktadır. Türk devleti bu konumunu güce dönüştürmek için kendisini “bölgesel güç” hatta bazen “küresel güç” olarak tanımlamaktadır. Bu zeminde kendini herkese dayatmaya çalışmaktadır. Buna güç yetirmese de bu konuda çok agresif davranmaktadır. Dediğim dedik mantığı ile herkesin bunu kabul etmesini istemektedir. Bu konu da dayatıcı olmaktadır. Uluslararası alanda kabul görülmeyende budur.
Bir ülkenin Jeopolitik konumu, işgal ettiği coğrafyanın önemine işaret eder. Bu konum ülkeye avantajlar sağladığı gibi dezavantajlarda yüklemektedir. Coğrafya bu nedenle ülkenin siyasal kaderini de belirler. Eğer insan, hak ve hukukun egemen olduğu, adaletin işlediği bir ülke, dünya sistemi ile uyum içindeyse dünya siyasetinde ciddiye alınır. Eğer çatışmalı bir bölge de ve politikasını saldırganlık üzerine kurmuş ise başı beladan kurtulmaz. Terör, katliam ve göç sorunlarıyla karşı karşıya kalır. Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu durum tamı tamına buna tekabül etmektedir.
Kuşkusuz bir ülkenin jeopolitik konumu sadece insan hakları sorunu ile izah edilemez. Bunun başka boyutları da vardır. Konu Türkiye boyutuyla incelendiğinde stratejik konumu önem kazanır. Önemli bir coğrafyada bulunmaktadır. Dünya ticaretine ulaşım kolaylığı sağlayan kara, demir, deniz, hava yollarına, boğaz ve kanallara sahip olması ve üç kıta arasında köprü oluşturması ona büyük stratejik önem kazandırmaktadır. Bu stratejik avantajından dolayı bu coğrafyalar üstünde hesabı olan küresel güçler daima Türklerle iyi ilişkiler kurmaya özen göstermişlerdir. Türk devletiyle kendi çıkarına uygun bir ilişki kurmayı politika edinmişlerdir.
Türkiye’nin sahip olduğu bu avantaj ona çok büyük bir önem kazandırmaktadır. Bunu bildiği için bu kozunu çok iyi kullanmaktadır. Özelikle Türkiye’yi kazanıp kendi rakiplerine karşı kullanmak için yaklaşıldığında Türk devleti kendini çok ağır satmaktadır. “Bak eğer bu avantajları bana vermesen aha rakibin pusuda bekliyor. Ona yanaşır istediğim avantajı sağlarım” tehdidini daima bir koz olarak kullanmaktadır. Bugüne kadar Türkiye bu kozunu çok iyi bir şekilde kullanmış ve kendini yaşatmıştır. Ona yaklaşan küresel güçlerin kendi aralarındaki rekabetinden sürekli kazançlı çıkan devlet olmuştur. Bugün bu avantajını Kürdistan’ın güneybatısını karadan işgal etmek için hem Rusya’ya hem ABD’ye karşı çok iyi pazarlamaktadır.
“Üç yanı denizlerle, dört yanı düşmanlarla çevrili Türkiye”, Türk devletine birçok avantaj sağlasa da birçok belayla da karşı karşıya getirmektedir. Avantaj sağlaması üç kıtayı birbirine bağlayan bir kavşakta oluşudur. Geçiş güzergahıdır. Belaya gelince dört yanı düşman olması yeterlidir. Hepsi ile kavgalıdır. Bu kavga yeni değil, Türklerin at sırtında heybelerinde kurutulmuş et, ellerinde kılıç kalkan ile gelişinden bugüne devam etmektedir. Çünkü işgal ettiği coğrafya onlara ait değil, sahipleri var. Bu sahipler soykırım dahil her türlü insanlık dışı uygulamaya tabi kılınmışlardır. Bu da bu toplumlarda bir travmaya neden olmuştur. Unutulacak bir durum değil.
Dikkat edin Türkiye’nin komşusu olan Bulgaristan, Yunanistan, İran, Suriye ve Irak ile şu veya bu temel de sorunları vardır. Dikkat edilirse dört yanı düşman devletlerle sarılıdır. Türkiye’nin dört yanı düşmanlarla çevrili olma gerçeği Türkleri sürekli çatışma psikolojisinden tutar. Bu hem sistem sahiplerinde hem toplumda hakimdir. Her ne kadar sistem sahipleri zaman zaman “komşularla sıfır promlem durumundayız“ dese de bu gerçeği ifade etmemektedir. Oysa Türk devleti sürekli tehdit üreten bir politika sahibidir. Düşman bir gün Ermenistan, bir gün Yunanistan, bir gün Suriye, bir gün İran olur. Bazen hepsi birden olur. Kürdler zaten her zaman düşmandır. Bunun felsefesinide oluşturmuştur. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur“(!) Bunda bir yerde haklılık payı olsa da aslından izledikleri politika nedeniyle Türk’ün Türk’ten başka düşmanı yoktur. Bu da sürekli bir savaş sendromu yaşamasının sonucudur.
Jeopolitik konum askeri savaşlarda da büyük bir önem kazanır. Söz konusu alanda daha doğrusu o coğrafyanın genelinde küresel güçlerin bir çatışması varsa jeopolitik konum daha da bir önem kazanır. Rekabet ve savaş içinde olan küresel güçler, alandaki coğrafyanın sahipleriyle ilişkisini mümkün mertebede hoş tutmaya özen gösterir. Yerli devlet kimden yana tutum takınırsa o küresel güç avantajlı duruma gelir. Bu nedenledir ki, Türkiye terörizmi desteklediği, terörist ihraç ettiği ve daha ötesi kendisi bir terör devleti olmasına karşın bir küresel güç rakibine karşı Türkiye’yi yanına çekmek için inanmasa da “Türkiye’nin meşru güvenlik endişelerini anlıyoruz” gibi şirinlikler yapar. Bu da Türkiye’ye kendini daha fazla dayatmasına yol açar. Şu an bu kozunu hem Rusya hem ABD’ye karşı kullanmaktadır.
Kürdlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak daha ötesi soykırımdan geçirmek için bu küresel güçlerin kapısını durmadan çalar. Bazen yok denilse de çoğu zaman desteklerini aldığını biliyoruz. Loazan’da Kürdlerin başına getirilen felaket bilinir. O günden bugüne başına gelen tüm felaketler bir yana son yıllarda Afrin, Gre Spi, Seri Kani’nin Türkiye tarafından işgal edilmesi bu destek nedeniyledir. Bununla yetinmeyen Türk devleti, Kürdleri bir soykırımdan geçirmek için Kürdistan’ın kuzey parçasındaki halka karşı izlediği zamana yayılı soykırım uygulamasının yanı sıra güney ve güneybatıdaki kazanımları ortadan kaldırmak için buraları havadan bombalamasının ötesinde bir kara harekâtı ile sonuç almaya çalışmaktadır. Bu konu da sahada olan küresel güç olan ABD ve Rusya’dan icazet almaya çalışmaktadır. Bu güçlerin kendi arasındaki çatışmasından faydalanmaya çalışmaktadır. Yararlanıyordu. Bu imkânı ona sağlayan işgal ettiği coğrafyadır.
Türk devletini kuranlar o süreçte dünya büyükleri olan başta İngiltere olmak üzere Fransa ve İtalya idi. Yok olan bir ülke, millet ve dil yarattılar. Yüzyıl önce bu kavramlar yoktu. Coğrafya Kürdistan, Anadolu, Laziztan ve Trakya olarak ifade edilirdi. “Osmanlı ülkesi” olarak tanımlanırdı. Osmanlı tasfiye edilince batılı devletler Osmanlı toprakları üstünde kendi çıkarlarına hizmet etmek için kondu bir devlet kurdu. Türkiye, Türk milleti, Türk dili bu süreçte batılı devletler tarafından masa başından türetildi. Bunlar üzerinden kendilerine hizmet etmek için Türk devletini kurdu. Onların çıkarına uygun önemli görevlerde yerine getirdiler. Yüzyıllık bir mazisi var. Şimdi ise başlarına bela olmuş. Hani derler ya: “Besle kargayı uysun gözünü” diye. Şu an Türk devleti Batı sistemi için bu konumdadır. Orta Doğu politikasını boşa çıkarmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Örgütlediği ve beslediği teröristleri Avrupa’ya gönderip eylem yaptırıyor. Bölgeyi kana boyayıp halkı yerinden ediyor. Onları Avrupa’ya yönlendiriyor. Yüzyıldır kendileriyle olan müttefikliği bozup karşı bloka yaklaşıyor. Rusya ile iş görüyor.
Türk devletinin bu politikası batı sisteminin kabul edeceği bir durum değildir. Her halükârda Türkiye’ye karşı bir operasyonla yönelimleri olacaktır. Zaten batı sitemin öncülüğünü yapan ABD’nin yetkili ağızları tarafından “Türkiye’de bu projenin içindedir” dendi. Proje dedikleri Orta Doğu’yu yeniden tasarlayacak olan Genişletilmiş Orta Doğu Projesidir (GOP). Bu projeye göre Türkiye bölünecektir. Kürdistan’a bağımsızlık, Lazistan ve Ege Bölgesi Otonum devlet olarak kurulacaktır. İstanbul ve çevresi uluslararası güçlerin desteğinde serbest bölge olacaktır. Anadolu’da mevcut olan milletleri ortaklaşacağı bir federasyon şeklinde tasarlanacaktır. Plan budur. Mevcut ceberut Türk egemenlik sisteminden kurtulmanın yolu da budur.
Türk devleti izlediği politikası ile batı sistemi için bir tehlike arz etmektedir. Avrupa’ya mülteci geçişinde tampon görevi görüyor. Türk devleti bunu Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Yetkililerin ikide bir “bakın kapıyı açarız, mültecileri salarız” tehdidi Avrupa ciddiye alıyor. Bu nedenle Türkiye ile iyi geçinmeye çalışıyor. Mültecilerin Türkiye’de kalması için milyon avroluk yardım veriyor. Fakat Türkiye bu parayı aldığı halde hiçbir zaman mültecilerin Avrupa’ya geçişini engellemedi. Daha ötesi bunu bir sektöre dönüştürdü. Sıradan şebekelerden tutun jandarma ve polisin geçim kaynağı olmuş. Az-boz parada bu piyasa da dönmüyor. Milyon dolara varan rakamlarla ifade ediliyor. Avrupa bunu biliyor. Bu nedenle son dönemlerde Türk devletinin Rojava’ya yönelik bir kara harekâtına karşı olduğunu yüksek sesle dile getirdi. Bunun nedeni Kürdler katledilmiş, tabiat tahrip olmuş, insanlık dramı yaşanmış değildir. Asıl neden eğer Türk devleti Rojava’ya yönelik bir işgal harekâtı başlatırsa yüzbinlerce Kürd Avrupa yoluna tutacaktır. Bu da Avrupa’yı zor durum da bırakır. Ekonomileri ve rahatları bozulur. Bu da Avrupa’nın kabul edeceği bir durum değildir.
Gerekçesi ve amacı ne olursa olsun Avrupa’nın bu tavrı bizim açımızda olumludur. Düşünün 1910 yılından sonra gerek İttihat-ı Terakki ve gerek Kemalist Cumhuriyet tarafından gerçekleştirilen Kürd, Ermeni, Asuri-Süryani, Laz, Puntos ve Rum soykırımları emperyalist-kapitalist sistemin teşvik ve desteği sayesinde gerçekleşti. Aynı durum Irak, İran ve Suriye’ye yaşandı. Bu durum kendilerine hatırlatıldığında “Ne yapalım? BM kararına göre ülkelerin içişlerine karışmama ilkesi var” gerekçesi arkasına saklanıyorlar. O kararı alan da kendileri. İşlerine geldi mi öyle karışırlar ki.
Şunu görmek gerekir. Emperyalist-kapitalist sistemin politikası toplumları korumak değildir. Mevcut olan diktatörlere karşı olma diye bir politika sahibi de değiller. Zaten ülkelerin başına o diktatörleri getirenler de kendileri. Onların kendi halkına karşı baskı uygulamış, hak, hukuk ve adalet uygulamamış umurlarından değildir. Umurlarında olan bu ülkelerle var olan ticari ilişkileridir. Para geliyorsa gerisi onların ilgi alanında olmaz. Yanı sıra bölgede izledikleri politikalarına uyum sağlayıp sağlamadıklarıdır. Gerçeklik bu mudur? Evet, ne eksik, ne fazla durum budur.
DEVAM EDECEK..!