Felsefe

” Oldukları Yerde Donup Kalmış Koşulları, Kendi Şarkıları Eşliğinde Dans Etmeye Zorlamalıyız”

''İnsan esas olarak, o her ne ise yalnız onun aracılığıyla varolabilmekte olup, sonuçta ''parçalanamazlık''ve ''biricik olma'' ile belirlenemez, aksine öteki ile gerekli ortaklıkları oluşturabildiği sürece var olabilir'' Adorno ve Horkheimer

Erdoğan ATEŞİNFotoğraf açıklaması yok.
”İnsan esas olarak, o her ne ise yalnız onun aracılığıyla varolabilmekte olup, sonuçta ”parçalanamazlık”ve ”biricik olma” ile belirlenemez, aksine öteki ile gerekli ortaklıkları oluşturabildiği sürece var olabilir” Adorno ve Horkheimer
İnsanın ne olduğu sorunsalı tüm zamanların can alıcı sorgulamalarından biri olmuştur. İnsan şimdi bu tüm zamanların en karmaşık süreçlerinden geçiyor. İçine doğduğu doğasına, ve/veya kadın ve erkek doğasına ilişkin açık yada örtük, insan yaşamının anlamı yada önemi, amacı toplum ve doğa ile ilişkiler geçmiş tarihine ve bugüne ilişkin değerlendirmeler, tutumlar , geleceğe ilişkin düşler genelde insanın ”özü”ne ve ”onun alışkanlığına dair düşünce ve eylemlerinden etkilenir.
”insan nedir ki sen onu bu kadar düşünürsün…sen onu meleklerin hemen altında yarattın; zafer onurla taçlandırdın.” Kutsal kitap -mezmurlar 8…
İncil, insanı yaşamımız için belirli bir amacı olan aşkın bir tanrı tarafından yaratılmış olduğunu yazar.
”Kutsal” der ki ”Adem’in baştan çıkması hepimizi günahkar kıldı.”
Bilimsel dünyada ise insan davranışı kalıtsal biyolojik bir varlık olarak anlatılıyor. İnsan kendi doğasına yabancılaştıkça, ”böyle davranıyor, çünkü böyle yaratıldık.” İnsan öğrenen bir sosyal varlıktır, her dakika, her saniye kendisini geliştirerek değiştirir ve bu faaliyetiyle içine doğduğu doğasını da değiştirir.
Toplumsal sınıf ve kültürlerin insan genetik yapısının zayıf olanı çabuk yuttuğu, biyolojik evrimimizin bir sonucudur. İnsan bugüne kadar kendisini esasta hakikatin yanında tanımlamıştır ve bu duruşuyla çok defalar büyük istilalara uğrayarak, büyük katliamlara maruz kalmıştır. Bu süreç mekan ve zaman bağlamında toplumsal, politik ve biyolojik doğamızla ilişkilidir.
Bugün doğa, toplum, insan momentinde yapıların ve kurumların çok ön plana çıktığını biliyoruz ve tanık oluyoruz ve bu yapıları insan özneleri oluşturur ve bunların çoğu gerçekleri karartmakla yetkilidirler. Bugün bu sorun sosyolojik ciddi bir alan çalışmasının konusu olmuş insan kavrayış ve ilişkiselliği bir sorun olarak ele alınıp tartışılmaktadır.
Bütün toplumsal süreçler, kendi tarihsel süreçleri içinde değişerek gelişirler, ve durmaksızın üst biçimlerini yaratırlar. Kültürler insanlığın tarihi kadar eskidirler ve on binlerce yıllık bir tarihsel sürecin ürünüdürler. Feodal sistemlerin hakim dinci ideolojisinden-kültüründen, burjuva liberal, kendine yabancılaşmış ideolojik kültürlere kadar.
Her toplum tarihsel gelişiminin akışı içinde birçok evreden geçer ve bu süreç çatışan karşıtların mücadelesinden bağımsız değildir. Tarihin her evresinde ve çatışmanın zorunlu olarak yaşandığı koşullar bağlamında insanlık tarihinin ilerleyen süreçleri, daima tarihsel gerici müdahalelere açıktır. İnsanlık tarihinde nihai mutlak veya kutsal hiçbir şey olmayacağına göre tarihsel ve dönemsel olarak insanın insanla çatışması her yerdedir.
Toplumlar statik, özdeş ve çelişmez formel olmadıklarından, neden ve sonuç bağlamında birbirleriyle karşıt anti tez içindedirler. Her şeyin durmaksızın hareket halinde olduğu, bu hareketiyle varlık kazandığı, bu varlığıyla süreç tamamlandığında ortadan kalktığı, bütün bu süreçlerde hiçbir şeyin sabit olmadığı çelişkinin evrensel yasasında karşılığını bulur….
Belirli bir sosyal ve toplumsal formasyon içinde, farklı üretim ve kültürel tarzların bir aradanlığı içinde, çok farklı çelişkiler özgülünde her biri bütünün ya da ötekinin toplumsal ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel karakteri üzerinde, kompleks ve karşılıklı egemenlik ve tabilik ilişkileri içinde yerini alır, konumlanır. Bütün toplumsal formasyonların dinamikleri süreç içinde kendi çatışan ilişkilerine dayanarak yol alırlar. Bu süreçler kendi formu içinde değişerek yeni şeylere dönüşürler…
Bölgenin, Dersim’in ekonomik, politik, kültürel alanlarda yaşadığı hızlı değişim, bu değişimin mekan ve zaman algılarımızı nasıl etkilediği yaşanan süreçlerin ortaya çıkardığı toplumsal ve sosyal değişim ve gelişmeler, sorunla ilgilenen insanın/ insanların hayal dünyasını da etkileyerek, geleceğe yönelik bütün devrimcileri ve halkı düşünmeye zorluyor. Sosyal ve kültürel biçimlerin ve yaklaşımların gelişen sürece ilişkin, zaman ve mekanın değişen boyutlarıyla eşzamanlılık, zorunlu ya da nedensel bağlantının varlığı, zaman ve mekan üzerindeki etkileri geleceğe dair güçlü kanıtlar bırakmaktadır.
Dersim’de, uzun yıllar sahte sol, küçük burjuva köylü devrimcisi ve Kürt milliyetçisi akımlar arasına sıkışan örgüt ve grupcuklar, sistem tarafından bu süreçte büyük provokasyon ve katliamlarla şimdilik ezilmiş, bölgenin tamamında faşizm bütün kurumlarıyla hakim kılınmıştır. Realite bu: bu bir ”fıtrat” değil, gerçek ve bu süreci hala kopyalayıp Dersim’e uyarlamaya çalışan üç beş başı bozuğun Dersim haklıyla hiç bir ilişkileri kalmamıştır.
Yurt dışı emperyalist ideolojik merkezlerden kontrol edilen bu sistem stepneleri, devrimci sosyalist bir anlayış içinde, süreci köklü eleştirel bağlamda tartışarak insanı kendi doğasından koparmadan, yeniden bir oluş, bir varoluş olarak genel sistem eleştirisi içerisinde yeniden biçimlendirmek ve anlamlandırmak gerekiyor…
Bilimsel yaklaşım, insan doğasına ilişkin olarak, insanın sabit bir öze sahip olmadığını, onun süreklilik taşıyan ve geçmişten beri insan olan sürecinin tersinden düşünüldüğünde, insanın iki ayağı üzerine basarak yürümeye başladığı sürecin bütün kalıntılarını taşıdığı gerçeğidir. Bütün bu süreçlerde, tarihin bu süreçlerinde insanın tamamen bütünselleşen bir doğasının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsan üretmeye başladığı andan itibaren, sınıfsal bir nitelik kazanarak, kendi doğasına yabancılaşmış ve bu serüven bugünün insanını yaratmıştır.
Tarih, insan doğasının sürekli değiştiğini, içinde sakladığı bilgiyle bizlere sunuyor. Antropolojik süreçler ve biyolojik bütün çalışmaların konusu bu süreçlerin yarattığı alanlardır. Bugünün insanı salt sınıfsal değil, doğal, türsel ve toplumsal olarak da büyük ayrışmalar yaşıyor. Sınıf teorisi bugün bu alanı daha etraflıca irdelemek zorundadır. Doğal gereksinimlerini yeterince karşılayamamış birey yada toplumların sürece müdahalesi giderek daha zayıflamıştır. bu biyolojik çeşitlilik ve değişkenlik insan gereksinimlerini de hesaba katarak incelenmelidir.
Yaşamsal tarihi süreçler ve gelişmeler sürekli değildir, kimi zaman kısa aralıklar, kimi zaman jeolojik olarak ani büyük kitlesel yok oluş süreçleri birbirini takip etmiş, bu süreçler yeni süreçleri tetiklemiş ve yeniden çeşitlenmiştir. Bugün insanlık bu döngüye yeniden girmiştir.
21. yüzyılın ilk çeyrek yıllarını geride bırakacağımız bu tarihsel süreçte, insanlık tarihinin hiç dinmeyen sesi, silahların kahreden sesi, patlayan atomlar, insanlığın üzerine bırakılan kimyasal ve biyolojik gazlar, insanlığı yeniden bütün doğal çeşitliğiyle birlikte yok etmek üzeredir. Savaş çığırtkanlığı ve tamtamları dünyanın en ücra köşelerinde çınlayarak, insanlığı adeta sağır ve dilsiz ediyor. savaş, salt bu yüzyıla özgü olmayıp, insanlık tarihini şekillendiren bir siyasi araç olarak insanın kendi tarihine müdahalesiyle başlamış ve bugünlere değişerek ve yeni teknolojilerle gelişerek bugünkü halini almıştır. Savaş, iktidarların varlık nedenidir.
Savaş, insanlığı her dakika öldüren, iliklerine kadar sömüren, yaşamı ve özgürlükleri felç eden, bir devletin kar hırsıyla başka bir devlete saldırması, yada devletlerin karşılıklı anlaşarak savaştırdığı halklar, düşmanlaştırılan halklar üzerinden yürütülen büyük haksız savaşlar, insanlığın canına kastederek doğayı ve içindeki bütün varlıkları yok etmeye devam ediyor.
Emeğimizi, hayatımızı toplamda bütün varlığımızı içine doğduğumuz doğamızla birlikte yok eden emperyalist haksız savaşlar, yeni bir dünya savaşı dayatıyor. Savaş cephesine sürülen insan gücü ise yine emekçi çocukları…
Emperyalist savaşlar toplumun değil, devletlerin varlık nedenidir. Bütün ülkelerde ordular, dev devlet bütçelerinden en büyük payı alırlar. Bu bütçelerle beslenen ordu- kolluk, bireyi ve toplumu istediği gibi biçimlendirmeye çalışır. Esas görev bu görevdir. Militarizm kışlalarda toplumun bütün katmanlarına en koyusundan enjekte edilir. O nedenle savaşlar emekçiler için büyük bir yıkım iken , kapitalist -emperyalist sistem içi sistemin devamlılığı için bir araçtır.
Marx’ın kapitalizm eleştirisinde temel aldığı sorun, insanlığın sürekli gelişmesinin ve bu süreçle birlikte giderek hem kendine hem de dış dünyaya karşı yabancılaşmasının sorunudur. Yabancılaşma, insanın dünyayla ilişkisi içinde ortaya çıkar.
Yabancılaşma Dersim özgülünde o denli derinleşmiştir ki, geçmişin bütün olumsuzlukları üzerinden gelişen, tamamen sistem kontrollü bir süreç. 1938’in yarattığı tahribat, bugün daha bir derinleşerek, farklı bir siyasi nitelik kazanmıştır. Sistemin faşist katliamcı niteliğini tespit ederek, bölgede sınıf dışı, d’klase olmuş mülkiyetçi köylü kökenli gurup ve örgütlerin kalkışması ile, uluslararası emperyalist destekli Kürt milliyetçisi orta burjuvazinin alanda yarattığı tahribatın esas nedeni bölgede izlenen yanlış devrimci pratiğin, verili sisteme hazırladığı ortam…
Söz konusu yanlış pratik, bölgede koruculuğu teşvik etmiş ve bu süreci iyi kontrol eden sistem güçleri, bölgede koruculuğu Dersim ve bütün ilçelerinde örgütlemiştir. Koruculuk, ajanlık, köy yakmalar, sürgünler, Dersim doğasının katledilmesi, doğal kaynakların bozunumu ve kontrolü, su ve toprak kirliliği, ahlaksal bozulma, fuhuş ve uyuşturucunun sistem kontrolünde serbest bırakılması, Dersimde telafisi zor sorunlar yaratmıştır.
Bugün fiili olarak 145 maden projesi yürülükte olup, Dersim adeta kuşatılmıştır. Munzur, Pülümür Ve Tağar su havzaları üzerine yapılan barajlar, bölgede Altın madeni işletmeciliği, inanç saldırıları, kültürel saldırılar bütün şiddetiyle ve bir plan çerçevesinde yürütülmektedir. İklim deki bozulma, bölgede tarımı olumsuz etkileyerek bitirme noktasına getirmiştir. Bütün bu nedenlerle Dersim, adeta insansızlaştırmak isteniyor.
Gelinen aşamada Dersim’de büyük bir oyun oynanmaktadır ve bu sürecin kimler tarafından yönetildiği çok iyi bilinmektedir. Munzur Gözeleri, Dersim’in yeraltı ve yerüstü bütün kaynakları üzerinden yürütülen büyük operasyonun daha genel hedefi bütün Dersim coğrafyasının tarihsel ekonomik kültürel kaynak ve değerleridir. Bu değerler üzerinden büyük bir kavga yürütülmektedir. Bu kavga bazen ” Komünist Belediye” üzerinden, bazen Sistemin ideolojik değneği, sopası olmuş dedeler üzerinden, bazen kendisini örgüt, parti, grup olarak lanse eden sahte sol akımlar, üzerinden gerekçelendirmeye çalışan, bir ayaklarıyla Parlamentoda sistemin stepnesi olmuş, bazen Munzur gözeleri, bazen Munzur suyu, madenler, doğa tahribatı, kültürel yozlaşma üzerinden bir karakter kazanmıştır.
Aslında 2000 yılında başlayan ”Munzur Doğa Ve Kültür Festivali” bu sürecin nereye doğru evrileceğini gösteriyordu ve Festival değil adeta Kürt milliyetçisi akımla, revizyonist sahte solun düellosuna dönüşmüş bir süreç yaşanıyordu. Bütün bu süreçlerde sahte revizyonist sol grup ve grupcuklar, daha sonra Kürt milliyetçisi akıma angaje oldular ve bu süreç beraberinde kaynakların kontrolü ve rant kavgasına dönüşerek bugünkü sorunların da başlangıcı oldu.
Bütün bu süreçlerin bilincinde olan yerli gericilik, çelişkinin bir üçüncü tarafı olarak ortaya çıktı ve şimdi bu akım, Dersim’de yaşanan devrimci yenilginin yarattığı boşluktan yararlanarak büyük ideolojik, siyasi ve kültürel operasyonlar yapmaktadır. Aslında yerli gericilik, feodal orta-çağ aşiret ilişkileri Dersim’de hiç bir dönem tasfiye olmadı ve bu arkaik feodal ilişkiler Dersim kültüründe ve bilinç altında hep vardı.
Çözüm, Kürt sorununu da içine alan Demokratik Devrim ve giderek sosyalist bir ekonominin inşasında ısrar…. Bütün iktidar emekçilere…
Beğen

 

Yorum Yap
Paylaş

Erdoğan Ateşin

Profilinizi oluşturmak için, biraz hayat hikayenizi anlatın. Bu alan, herkesçe görünebilir.

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu