BölgeGenel

HEWLER YÖNETİMİ SÖMÜRGECİLERİN ATADIĞI BİR KAYYUMDUR

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

Bugün Kürdistan’ın güneyinde olan bitenin sadece iki boyutuna kısaca dikkat çekmek istiyoruz. Birincisi, Hewler yönetimin (Irak-PDK ve YNK) mafyavari tutumlarına karşı çıkan kişi ve çevrelere karşı teröre baş vurması. İkincisi, sömürgeci güçlerle olan kirli ilişkisi. Bu iki boyut mercek altına alındığında Hewler yönetimin niteliği ortaya çıkar. Ortaya çıkan niteliği milli siyaseten uzak, halka karşı terör estiren, sömürgecilerle birlikte Kürd milli yürüyüşünü engelleyen bir politika sahibi olduğu gerçeği karşınıza çıkar.

Hewler yönetiminden bugünden sonra bir beklentimiz yoktur. Çünkü Hewler yönetimi Kürd milletini kendi adına denetim altına almak isteyen sömürgecilerin atadığı bir kayyumdur. Sömürgeciler adına tetikçilik yapan bir mafya çetesidir. Bunu iş olsun diye söylemiyoruz. Bildiğiniz üzere Türkiye’nin Irak Büyükelçisi Ali Rıza Güney, Hewler’de yaptığı açıklamada Süleymaniye’de katledilen gazeteci, akademisyen Nagihan Akarsel’ı “biz öldürdük.” “Bundan sonra da öldürmeye devam edeceğiz” dedi. Bu açıklama dünyada görülmemiş, işitilmemiş bir açıklama idi. Hewler yönetiminden bir ses çıkmadı. “Kimsin lan sen! Ülkemden nasıl insan katledersin?” diyemedi. Bundan öte Barzaniler (Mesud ve Mesrur) onu çok iyi bir şekilde ağırladı. Daha ötesi süt dökmüş kedi gibi sindiler.

Düşünebiliyorsunuz Türkiye Irak Büyükelçisi Hewler’e geliyor, bir açıklamada bulunuyor. Süleymaniye de “Nagihan Akarsel’i biz öldürdük” diyor. “Öldürmeye de devam edeceğiz” diye de devam ediyor. Hewler yönetimi bunu normal karşılıyor. Bu ne demek oluyor? Ne anlama geliyor? O zaman biz diyelim. Türk Büyükelçisi, Hewler yönetimin gözünün içine baka baka “Sen hiçbir şeysin. Senin benim egemenlik alanım dediğin alanda her katliamı yaptım ve yapmaya devam edeceğim. Sen sesini bile çıkaramasın” diyor. Onlarda zaten sessini çıkarmıyor. Düşman karşısından ezik, Kürdler karşısından canavardırlar. Kiminin “ulusal damar”dedikleri, kiminin “yurtseverlik” payesi biçtikleri Barzaniler budur işte.

Bu ne demek? Ne demek olduğu açık ve net. Defalarca söyledik. Diye diye dilimizde tüy bitti. Bir kez daha söyleyelim. Hewler yönetimi sömürgecilerin atadığı bir kayyumdur. Değilse eğer Türk Büyükelçinin dediklerini kendisine yalatılırdı. Bir şey yapamıyorduysa istenmeyen adam ilan edilirdi. Hewler’de kovardı. Onlar ne yaptı? Büyükelçiye büyük bir değer biçti ve ağırladılar. Önünde eğilip büküldüler. Oysa yapılması gereken Türkiye’yi terör devleti ilan etmekti. Ülkemde gazeteci, akademisyen sivil kimlikli Kürd siyasetçi öldürüyor diye olayı BM taşıması gerekirdi. Güneyindeki Türk şirketleri ve 50 senelik petrol anlaşması dahil benzer anlaşmaların iptal etmekti. MİT bürolarını kapatırdı. Askeri karakolların tasfiyesi ile mevcut askeri personelinin oradan çıkarılması için bir politika oluştururdu. Bunların hiçbirisini yapmadığı gibi Türk Büyükelçisini Mesud ve Masrur Barzani büyük bir ihtişam ile ağırladı. Kayyumluk böyle bir şey. Ki bunu sadece biz demiyoruz. Bunu Türklerde söylüyor.

Wikileaks Belgeleri’nde TC Devlet yetkilileri kendi aralarındaki yazışmalarında; “Mesud Barzani kuzey Irak’taki valimizdir“ dediğinin üzerinde yıllar geçti. Mesud Barzani veya Irak-PDK yetkililerin bundan haberi olmadığı söylenilemez. Bu durum bilinmesine karşın bunu tekzip eden bir beyanları olmadığına göre TC Devlet yetkililerin bu söylemi Mesud Barzani tarafından kabul edildiği demektir. İtirazı olan buyursun. Bu arada dikkatimizi çeken şu oldu. Yaşanan bu kepazeliğe karşın Hewler yönetimine milli paye biçen kuzeylilerin sessiz kalması. Bu rezilliğe karşı gör, sağır, dilsin olmaları.

Hatırlarsanız dört yıl önce şu notu yazmıştık. Nawshirwan Post’un “Rudaw içindeki MİT ajanı“ dedği Hividar Ahmet; “Irak kabul etmese Türkiye ile Konfederasyona gidilmelidir. Güney Kürdistan üst düzey yöneticileri Türkiye üst düzey yöneticileriyle zaten gizli görüşüyorlar“diye yazdı. Bu görüşü daha evvel Mesud Barzani’nin o dönemdeki baş danışmanı Fuat Hüseyin ve PDK’nin Dışişleri sorumlusu Hemim Hawrami tarafından da dile getirilmişti. Peki bağımsızlığa ne oldu? İlahi birinin kapısına bağlanmak için mi referandum yapıldı? Referandum sürecinde “bağımsızlık ilan edildi ha edilecek” çığırtkanlığını yapan kuzeyli kişi ve çevrelerin bu konuda da sessizliğe bürünmeleri.

Ne bağımsızlığı? Hewler yönetiminden bağımsızlık beklentisinde olan ya beyinsizdir ya da tribünlere oynayan cambazdır. Adamların bağımsızlık diye bir dertleri yok. İşleri güçleri bir sömürgecinin kapısına kendilerini ve beraberinde Kürd milletini bağlama ve tokatlamaktır. İşte bunun somut belgesi.

“Ben ve Barzani Irakıyız. Bağımsız Kürdistan talebimiz yok.” (Celal Talabani, Türk Devlet Başbakanı Recep Tayyıp Erdoğan’a yazdığı 26 Eylül 2003 tarihli mektubundan) Mektup Mesud Barzani’den habersiz yazılmadı. İtirazı olan mı var? Talabani bunu söyleyeli üzerinde yıllar geçti. Ama Mesud Barzani bunu tekzip etmedi.

Bu olan biten rezaleti bir tarafa bırakın. Hewler yönetimin izledgi politika ve uygulama ortada. Peki onların ihanetine güzelleme yapan kemik kovalayıcılara ne demeli? Sözde yurtsever, milliyetçi, ilerici, solcu, bağımsızlıkçı, dinci, liberal, demokrat geçinenlere bakıyoruz da içimiz kararıyor. Teslimiyet alkışlanıyor. Allayıp ballayıp satıyorlar. İhaneti “ulusal damar” diye pazarlıyorlar. İnsanın aklı almıyor. Yüzleri de kızarmıyor. Yüzlerine tükürürsen yağmur yağdığına sayıyorlar. Bu kadar yüzsüzler işte. Ar, izan, feraset, merhamet, adalet dağıtılırken bu insanlara düşen pay kimin hanesine yazıldı? Baksanıza hepsi düşkün ve yalaka.

Hewler yönetimin sömürgeci güçlerle olan kirli ilişkileri açık ve net. İhanet boyutunda seyreden tam bir teslimiyet. Bununla sınırlı değil elbette. Bir de bu ihanette karşı çıkan kişi ve çevrelere karşı izlediği terör düzeyinde süren uygulamalar var. Dünyada polis ve istihbaratlar ulusal güvenlik ve asayişi korurken güneyde halkı katleden birer terör örgütüne dönüşmüşlerdir. MİT ve İtlaat’ın tetikçileri olmuşlardır. Yazıyı fazla uzatmamak için sadece birkaç çarpıcı örnek vermekle yetineceğiz.

İran Molla rejimine teslim edilen ve idam edilen Mustafa Selimi olayı ortada. Onu İran’a teslim eden Irak-PDK’nin istihbarat örgütü Parastın ve YNK içindeki adamları olduğunu daha evvel çok işledik. Hewler yönetimi, “0layın açıklanması için “komisyon oluşturduk” dedi. Ama dosya hasır altı edildi.

Lahor Şex Cengi, eskiden YNK istihbarat örgütü Zanyari’nin başında idi. Sömürgecilere karşı milli bir duruş sergileyen biri idi. Sömürgeciler onun kalemini kırdı. İlk önce Türk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile söz düellosu başladı. Aralarında “öldürürüz”, “buyur gel öldür” tartışması yaşandı. Bunun üzerine Türk devleti Neçirvan Barzani ile anlaştı. Lahor Şex Cengi’ye yönelik bir terör eylemi organize edildi. Plan deşifre oldu ve Lahor katledilmekten kurtuldu. Bu kez Mesud Barzani, oğlunu harekete geçirdi. Celal Talabani’nin çocukları üzerinde baskı kurdu. Celal Talabani’nin çocukları YNK içinde bir darbe yaparak kongrede en çok oy alan ve YNK’nin Eşbaşkanı olan Lahor Şex Cengi’yi görevden aldı. Evi sarıldı. Öldürülmek istendi. ABD devreye girdi. Hem Irak-PDK ve hem YNK yönetimini uyardı. “Lahor’a karışmayacaksınız. O bizim kırmızı çizgimizdir” denildi. Bunun üzerine Irak-PDK ve YNK geri adım attı. Bu kez Lahor’a Kürdistan’dan çıkması için kendine süre verildi. Lahor bunu reddetti. Eğer Lahor bunu kabul etseydi Süleymaniye havaalanında Türk operasyon timi bekliyordu. Onu alıp Türkiye’ye götüreceklerdi. Lahor bunun farkında olduğunda bu plan da boşa çıktı. Bugüne kadar kendini korumayı başardı ama tehlike bitmiş değildir.

Fakat Celal Talabani’nin çocukları ve şu an YNK’yi ele geçiren yönetim boş durmuyor. Bu kez Lahor’a yakın olan arkadaşlarına yöneldiler. Birçoğunu görevden aldılar. Bir kısmını işkenceli sorgulardan sonra zindana attılar. İki yüksek düzeydeki kadrosunuda katlettiler. Bunlardan birisi Murat Kani Kurdeyi, ikincisi Hawkar Abdullah Resul (Hawkar Caf) idi. Kuşkusuz YNK’nin öldürdüğü muhalifler bunlarla sınırlı değildir. Aynı şey Irak-PDK içinde geçerlidir. Her iki parti de kendilerine muhalefet yapan yüzlerce insanı ya öldürmüş ya da Kürdistan’dan kovmuştur.

Murat Kani Kurdeyi, Ranya polis müdürü idi. Lahor Şex Cengi ekibindeydi. Çok yetenekli biri idi. Türk devletinin o alanda terör estirmesi önündeki engeli idi. Türk devleti “bu kadarıda fazla“ dedi ve Bafil Talabani uyarıldı. “Bu adamı yok edin” dedi ve Bafil denileni yerine getirdi. Murat Kani Kurdeyi’ye karşı bir terör eylemi gerçekleştirildi. İki koruması katledilirken kendisi bacağından hafif yaralı olarak yakalandı. Korkunç işkence sonucu katledildi. Katledenler YNK’nin kadrolarıdır ve Bafil Talabani’nin emrini yerine getirenlerdir. Daha doğrusu Türk devletinin emrini.

Hawkar Abdullah Resul, albay rütbesinde YNK’nin istihbarat örgütü Zanyari’in eski sorumlularından biri idi. Celal Talabani’nin çocukları ve şu anki YNK yönetimi YNK’de darbe yapıp Lahor Şex Cengi ve ekibini tasfiye edince Hawkar Abdullah Resul, “mafya çetelerine hizmet etmem” diyerek görevinden istifa etti. Sivil yaşamını sürdürürken YNK’yi ele geçiren mafya çetesi onun kalemini kırdı. Eşi, çocukları ve kız kardeşinin de içinde olduğu arabasına bomba yerleştirilerek havaya uçuruldu. Kendisi öldü, diğerleri yaralı olarak kurtuldu. Suikastı yapan Zanyari’nin kadro ve subayıdırlar. Emri veren Zanyari’nin başında olan Wahit Halepçeyi’dir. Ona emir veren de Bafil Talabani’dir.

Hawkar Abdullah Resul’ün katledilmesi ve hele eşi, çocukları ve kız kardeşinin de arabada olması büyük bir yankı uyandırdı. Bunun üzerine Koalisyon Güçleri Hewler yönetimine baskı yaptı. Olay açığa çıkarılmasına dayattı. Gelen tepkileri göğüsleyemeyen Hewler yönetimi ve daha doğrusu Irak-PDK olayı tüm çıplaklığı ile ortaya serdi. Koalisyon Güçleri’nin olayın üzerine gitmesinin iki önemli boyutu var. Birinci boyut, olayda kadın ve çocuklara yönelik bir terör eylemi olmasıdır. İkinci boyutu, Koalisyon Güçleri, daha evvel Parastın ve Zanyari’ye çok etkin silahlar vermişti. Bu silahları İŞID’a karşı kullanmak amacıyla verilmişti. Verdiğinde kendileriyle yaptıkları anlaşma da bu silahların kesinlikle içteki muhalif güçlere, hele kadın ve çocuklara karşı kullanılmaması şartını koşmuştu. Buna uyulmadığı için Koalisyon Güçleri üzerlerine gitti.

Aynı hassasiyeti Nagihan Akarsel suikastından da gösterilmesi gerekiyor. Çünkü katilin bir hafta boyunca Nagihan Akarsel’in evini gözetlediği ve resim çektiği hem Nagihan Akarsel’in ev kamarasına ve hem de Süleymaniye yönetimin kurduğu kameralara yansımıştır. Olayın inkara gelen bir yanı yoktur. Sorun bu olayı kime yıkacaklarıdır. Şu an Süleymaniye yönetimin Türk devleti ile bunun pazarlığı yapılıyor.

Hawkar Abdullah Resul’ü katledenlerin bir kısmı kaçıp Süleymaniye’ye sığındı, önemli kesimi yakalanıp gözaltına alındı. İstenirse işlenen bu tür terör olaylarını açığa çıkarabiliyorlar. Çünkü Kürdistan’nın güneyinde her köşe başında kameralar var. Kendi dışında gelişen terör eylemlerini anında ortaya çıkarıyorlar ama kendilerinin işlediğini hasır altı ediyorlar. Koalisyon Güçleri olayın üzerine gitmeseydi bu olayda hasır altı edilecekti. Fakat olay büsbütün olarak açığa çıkmış değildir. Bundan sonra çıkar mı, çıkmaz mı bilmiyoruz. Her ne kadar katillerin bir kısmı yakalansa da emir veren şu an YNK’nin istihbaratı Zanyari’nin başındaki Wahid Halepçeyi’dir. Bu açığa çıkmıştır. Hakkında henüz bir soruşturma başlamadı. Oysa tüm dünyada işleyen hukuka göre emir verenin sorumluluğu tetik çekenden daha ağırdır. Fakat emir veren Wahid Halepçeyi ve ona emir veren Celal Talabani’nin oğlu Bafil Talabani elini kolunu sallayarak gerdan kırıyorlar. Bu katillerden kimse hesap soramıyor. Kürdistan’ın güneyinde hukuk, adalet böyle işliyor.

Kürdistan’ın güneyinde vahim olaylar yaşanıyor. Irak-PDK ve YNK birer mafya örgütüne dönüşmüş bulunuyor. Hak, hukuk, adalet hak getire. Para, asker ve istihbaratı ele geçirmişler. Astıkları astık, kestikleri kestik bir uygulamanın sahibidirler. Bu baskı ve zulüm ne zamana kadar devam edecek? “Keser döner sap döner gün gelir hesap döner.” Bu dünya Hitler’e, Marcos’a, İran Şahı’na, Hüsnü Mübarek’e, Saddam Hüseyin’e kalmadı. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki Mustafa Barzani’nin çocukları, torunları ve Celal Talabani’nin çocuklarına da kalmaz.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu