BölgeGenel

Hasan H. Yildirim DOĞU KÜRDİSTAN’DA 1967-1968 HAREKETİ; SÜLEYMAN MUİNİ VE ARKADAŞLARI – 9.Bölüm

Rojgar Merdoxi

“Ulusal Damar” denilen Barzaniler Kürdistan’da sömürgecilerin tetikçiliğinin ve çeteciliğin adıdır. Tüm Kürdistan Parçalarında devrim önderliklerini tasfiyenin adıdır. Bugünkü çeteciliğin arka planı var.

SÜLEYMAN MUİNİ’NİN TUTUKLANMASI VE ÖLDÜRÜLMESİ OLAYI

Süleyman Muini Bağdat’tan döndükten sonra Irak Komunist Partisi ve Şeyh Mahmud’un oğlu Şeyh Latif ili ilişki halindedir. Süleyman Muini KDP(İran) yöneticilerinden Xelil Şewbaş ile birlikte Doğu Kürdistan’a silahlı mücadele içinde olan arkadaşlarına ulaşmak istiyorlar.

Hejar Mukriyani anılarında Süleyman Muini’nin yakalanmasını şöyle anlatıyor:

“..Süleymaniye’ye gelerek Şeyh Latife misafir olmuş. Heso Mirxan’a mektup yazarak siz benim eşim ve çocuğumu zorla tutmuşsunuz. Bu namertçe bir tutumdur. Eğer onları zorla tutmamışsanız, Sitek’teki Şeyh Latif’e gönderin diye yazıyor. Bane sınırından İran’a geçmek istiyordu. Faiq’in içinde bulunduğu cipin gittiği Sitek ve Çwarta’nın dört yolu kesilmişti. Süleymaniye halkından olan ve eski bir Peşmerge olan Sadiq Efendi onları tanıyor ve indiriyor.

Sadiq Efendi: Kek Faiq seninle işim var, diyor. Faiq feqilerin elbisesi içinde “Ben Faiq değilim, benim adım Mele Qadirdır“, diyor.

Sadiq Efendi: Her kimsen benimle gel, diyor.“(Mele Resul Pêşinmaz, Çend Serincek le ser ‘Çêşti Micêwir’i Hejar Mukriyani, Ruwange, 22 Nisan 2010)

Şair Hejar’ın bu anlatımlarından Sadiq Efendi’nin Süleyman Muini’yi tanıdığını ve arabadan indirdiği sonucu çıkar.

Fakat, Süleyman Muini ve Xelil Şewbaş’ın yakalanmasına ilişkin başka ve daha detaylı görüşlerde vardır.

Irak Komunist Partisi yöneticilerinden Mele Ahmed o süreci şöyle anlatıyor:

“Belli bir dönem sonra duyduk ki, Kek Faiq ile Kek Hemedemini ayrılmışlar, yerini değiştirmiş Qale Tegerani ile ilişki kurmuş. Ben Partinin işleri için Süleymaniye’ye gittim, Kek Faiq’e haber görüşmek için haber gönderdim. Faiq’e “Kek Faiq biz her şeyimizle hizmetindeyiz, senin Qale Tegerani ile ilişki kurmanı istemiyoruz. Gerçi Qale Tegerani’nin Başkan Barzani ile ilişkileri var, şehir içindeki Irak KDP Peşmergelerinin sorumlularından biridir. Fakat, Qale hem Irak istihbaratın adamıdır ve hemde İran gizli servisi ile ilişkisi var. Bundan dolayı senden rıca ediyoruz bu adamla ilişkini kes dedim. Para mı istyorsun, silah mı istiyorsun verelim, yayınlarınızı buradan basar karşıya size gördeririz. Kek Hemedemini Siraci bizim gibi düşünüyordu. O da Kek Faiq’in Qale ile olan ilişkilerine karşıydı.

Kek Faiq bana: ‘Qale ne olursa olsun bana kötülüğü dokunmaz. Bu konuda korkmanıza gerek yok“ dedi.

Qale Tegerani güya Kek Faiqleri karşı tarafa geçirecek. Fakat, Sitek köyünün yakınlarında IKDP Bölge sorumlusu Dr. Sadiq’a teslim ediyor.“ diyor. (Ahmedi Banixêlani’den aktaran Siamend Muini, Culanewey Salakani 1967-1968 û Süleyman Muini, sayfa 14-15)

Doğu Kürdleriyle çok yakın ve sıcak ilişkiler içinde olan Şeyh Mahmud’un oğlu Şeyh Latif’de Süleyman Muini’yi Qale Tegerani’yle olan ilişkileri konusunda uyarıyor. Şeyh Mahmud’un ailesinin Doğu Kürdleriyle olan ilişkileri çok eskiye dayanıyor. Şeyh Mahmud önderliğindeki Kürd hükümeti İngilizler tarafından yıkıldıktan ve Şeyh Mahmud tutuklanıp Hindistan’a sürüldüğü zaman Şeyh Mahmud’un ailesi Simko Şikak’a sığınıyor. Şeyh Mahmud ailesi uzun süre Simko’nun özel misafirleri oluyor. KDP(İran) yöneticilerinden Qani Biluryan anılarında Şeyh Lafif’in nasıl kendilerine bir matbaa yaptığını uzun uzun anlatıyor. (1950’lilerin başlarında)

Mele Resul Pêşinmaz sözünü ettiğim makalesinde Abdullah Muini’nin Doğu Kürdistan’da bir çatışmada yaralandığını ve gizli bir şekilde Şeyh Latif’e götürdüğünü uzunca anlatıyor. Şeyh Latif evine bir Doktor getirerek tedavi ediyor. (Abdullah Muini, Süleyman Muini’nin küçük kardeşi, KDP 2.Kongresinde Yüksek Denetleme Kurulu üyesi, 1967-1968 hareketinin önderlerinden biridir. Tedavi gördükten sonra yeniden mücadeleye katılıyor ve Mehabad cıvarında arkadaşlarıyla birlikte şehid düşüyor)

Yeniden konumuza dönersek, Süleyman Muini, oğlu Siamend ve Xelil Şewbaş bir akşam Şeyh Latif’in evine gidiyorlar. Şeyh Latif Süleyman Muini’ye Qale Tegerani’yle ilişkilerini kes diyor. O bir çok çevre ile aynı arada çalıyor, diyor. Süleyman Muini Şeyh Latif’e Mele Ahmed’e verdiği cevaba benzer bir cevap veriyor. Süleyman Muini “Ben Qale Tegerani’yi uzun süreden beri tanıyorum. Onun bana karşı kötü bir niyeti olacağını ve yanlışlık yapacağını sanmıyorum“ diyor. (Siamend Muini, age, sayfa 9)

Süleyman Muini ve Xelil Şewbaş Qale Tegerani’nin “rehberliğinden“ Doğu Kürdistan’a geçmek isterlerken yakalanıyorlar. Süleyman Muini doğrudan Molla Mustafa Barzani’nin karargahına gönderiliyor. Xelil Şewbaş ise bazı kaynaklara göre Dr. Sadiq tarafından yoldan öldürülüyor. Hejar Mukriyani’de anılarında Süleyman Muini’yi cezaevinde ziyaret ettiği zaman Xelil Şewbaş’ı gördüğünü yazıyor. (Xelil Şewbaş’da öldürülüyor ve gömüldüğü yer bilinmiyor)

Şair Hejar’ın bu söyleminden hareketle Xelil Şewbaş’ın Süleyman Muini ile aynı dönemde öldürüldükleri anlaşılıyor. Süleyman Muini’nin tutuklu olduğu sürece ilişkin elimizde fazla kaynak yok.

Süleyman Muini ile cezaevinde yapılan görüşmeler ve iddialar hakkında söyleyebileceklerim bir hayli sınırlıdır. Bu konuda daha detaylı bilgi sahibi olan o dönem Irak Kürdistan Demokrat Partisi yöneticileridir. Fakat, ne yazık ki hala bu meseleye ilişkin sessizliklerini koruyorlar.

Bu hususa ilişkin elimde bulunan bilgileri önümüzdeki bölümde aktaracağım.

Siyamend Muini daha önce de sözünü ettiğim makalesinde Molla Mustafa Barzani’nin Süleyman Muini ile görüştüğünü, “kendisine hakaret ettiğini“ ve kendisine “en iyisi İran’a teslim olup onlarla anlaşmandır“ dediğini yazıyor.

Yine Siyamend Muini’nin aktardıklarına göre Süleyman Muini Molla Mustafa Barzani’ye “Kürdistan Devrimi yoksuluk dönemini yaşadığı esnada ben ve benim gibi insanlar devrim için mücadele ettik. Hiç bir zaman işgalci hükümet ile anlaşmaya gözümüz olmadı. Ben yine aynı pozisyondayım. Ben Kürdlük inancının bayraktarlığını yapan bir insan olarak, inancımın peşinde gitmeye ve uğruna canımı kurban ederim. Hiç bir zaman, elleri Cumhuriyetin kanı ile kırmızılaşan bir rejime boyun eğmem“ diyor. (Siyamend Muini, age, sayfa 9)

Fakat, Siyamend Muini bu karşılıklı konuşmaları aktarırken kaynak vermiyor. (söyleşide bu konuyuda kendisine soracağım)

Süleyman Muini ile hapishane’de görüşenlerden biri de ünlü Kürd şairi Hejar Mukriyanidir.

Bilindiği gibi Hejar Mukriyani’nin anıları “Çêşti Micêwir“ adı altında Paris’te basıldı. Hejar anılarını ölümünden sonra yayınlanmasını istemişti. Bu istemine uyuldu. Keşke Mamoste Hejar yaşadığı dönemde anılarını yayınlasaydı. Anılarıyla ilgili tartışmalarda kendisininde cevap verme imkanı olurdu ve belkide Kürdistan’da yaşanan bazı gelişmeler hakkında daha fazla bilgi sahibi olurduk. Ama, olmadı. Hejar anılarında Süleyman Muini ile cezaevinde yaptığı görüşmeye bir hayli yer veriyor. Süleyman Muini’nin mücadele arkadaşlarından Mele Resul Pêşinmaz 1998 yılının sonbaharında çıkan Gizing Dergisinin 21.sayısında “Çend Serincek le ser ‘Çêşti Micêwir’i Hejar Mukriyani“ adı altında bir makale yayınladı. (Ben bu makalenin sayın Hasan Qazi tarafından 22 Nisan 2010 tarihinde Ruwange’de güncelleştirilmiş nushasına ulaşabildim) Mele Resul Pêşinmaz, bu makalesinde Hejar’ın Süleyman Muini hakkında iddia ettiklerinin tümünü uydurduğunu, gerçeklerle alakası olmadığını ve “birilerinin gözüne girmek için yaptığını“ yazıyor.

Dr. Serdeşti’de 1967-1968 hareketi hakkında yaptığı araştırmasında:

“Hejar Mukriyani başka bir şekilde değerlendiriyor, hareketin önderlerine öyle şeyler söylüyor ki, akademik bir çalışmada yer verilemez“ diyor. (Dr. Serdeşti, Culanewe… sayfa 38)

Hejar Anılarında matbaa işleri için Molla Mustafa Barzani’nin evine gittiğini yazdıktan sonra Süleyman Muini ile görüşmesine geliyor ve şöyle anlatıyor:

“Barzani bana eğer istiyorsan Faiq Muini’yi gör ve kendisiyle konuş. Irak’ın 5.ordusu, Celal ve Bekirço Çaşları hakkında ne biliyorsa anlatsın. İran kendisini istiyor ve tehlikededir diyor. Wesan’a gittim ve Faiq’i gördüm. Xelil Şewbaş adlı bir Peşmerge ile boşaltılan bir eve hapsedilmişlerdi. Barzani’nin iki silahlı adamı nöbet tutuyordu. Kek Faiq kendisi ile Şewbaş’ın tutuklanma olayını bana aktardı. Ben de kendisine eğer sen Barzani’nin Devrimine yardımcı olmasan senin akabetinden korkuyorum dedim. Faiq bana ‘Onlar bize yardımcı olmuyorlar, hatta yaralılarımızı dahi tedavi etmiyorlar.Ben hiç bir yardıma hazır değilim’dedi. “(Mele Resul Pêşinmaz, Çend Serincek le ser ‘Çêşti Micêwir’i Hejar Mukriyani, Ruwange, 22 Nisan 2010)

Hejar Mukriyani uzun uzun Süleyman Muini’nin “korkak olduğunu“, “bu işin erbabı olmadığını“ İran Kürdistan’ında “çocuk öldürdüklerini“, “Molla Mustafa Barzani adına zorla para topladıklarını“, “köylere saldırdıklarını“ ve hatta “çete olduklarını“ yazıyor.

Fakat Hejar’ın bu anlatımlarına karşı o süreci yaşıyan bir KDP’li Süleyman Muini hakkında çok farklı şeyler anlatıyorlar. Süleyman Muini, aranmasına rağmen defalarca gizli bir şekilde Doğu Kürdistan’a giriş yaptığını, örgütlenme faaliyetlerini yaptığını ve Güney Devrimi ile dayanışma için kampanyalar yürütüğünü yazıyorlar. Ayrıca “çok cesaretli“ olduğunu, “çocuk öldürme diye bir olayın yaşanmadığını“ ve Güney Devrimi ile dayanışma için topladıkları tüm yardımları Ahmed Tevfik aracılığı ile devrime ulaştırdıklarını söylüyorlar. (Mele Resul Pêşinmaz, Çend Serincek le ser ‘Çêşti Micêwir’i Hejar Mukriyani, Ruwange, 22 Nisan 2010)

Mele Resul Pêşinmaz bu konuda İsveç’te yaşıyan birkaç kişiyide şahid olarak gösteriyor. (Daha geniş bilgi için Mele Resul Pêşinmaz’ın yazısına ve Said Kawe’nin çalışmasına bakınız)

Sonuçta Süleyman Muini Eylül Devrimi’nin önderliğinin talimatı ile öldürülüyor ve cenazesi İran devletine veriliyor. İran devleti halkın moralını bozmak ve sindirmek için Süleyman Muini’nin cenazesini bir gün Piranşar karakolunun kapısında teşhir ediyor. Cenazenin üzerine “İşte İhanetin Bedeli!“ anlamında bir yazı asıyorlar. Fakat halktan gelen tepkilerden dolayı Mehabad’ta böyle bir girişimden vaz geçiyorlar. 17 Mayıs 1968’de Süleyman Muini Mehabad’ta Budax Sultan Mezarlığında toprağa veriliyor.

Süleyman Muini olayı nasıl değerlendirilebilinir?

Her ne kadar Kürdistan Başkanı Kek Mesud Süleyman Muini’nin öldürülmesini “bu adam için böylesine üzücü bir akıbet temeni etmezdik“ diyorsada ölürülmesini “kaçınılmaz olduğunu“ söylüyor.

Gerekçe olarak da “İbrahim Ahmed grubuna katılarak Irak hükümetinin de etkisiyle İran’da yıkıcı faaliyetlerde bulunup devrimle İran’ın ilişkilerini bozmaya çalıştılar,“ tezini ileri sürüyor. ( Mesud Barzani, Barzani ve Kürd Ulusal Özgürlük Hareketi, Doz Yayınları, 2005, İstanbul, sayfa 353-354)

Kürdistan Başkanı “66 Çaşlar“ından söz ediyor. Bugün gelinen yerde “66 Çaşlarının başı Mam Celal“ ile Kek Mesud iktidar ortaklarıdır. Birbirleri hakkında bir hayli övücü şeyler söylüyorlar. Kardeş kavgası ve “Kurdkuji“ savaşları hakkında son yıllarda takındıkları tavır ve açıklamaları tüm Kürd yurtseverleri tarafından içtenlikle destekleniyor.

Süleyman Muini ile arkadaşlarının Irak devleti ile ilişkileri olsa dahi Güney Kürdistan Devrimine zarar veren yıkıcı faaliyetleri yok. En azından bugüne kadar bu konuda tek bir belge ortaya konulmuş değil. Eğer Kürdistan’ı işgal eden devletlerle ilişki kurmak suçsa bu tüm Kürd partileri için geçerli olmalıdır. Yok eğer bu ilişkiler doğal ise yine tüm Kürd partileri için doğal olmalıdır.

Şunun altını çizmek lazım. Doğu Kürdistan’da silahlı mücadeleyi yürütme fikri Süleyman Muini yada KDP-DK’nin sonradan uydurdukları “Devrim ile İran’ın ilişkilerini bozmak için“ ortaya atılmış değil.

Doğu Kürdistan’da silahlı mücadele fikri KDP’nin 2. Kongresinde 1964 yılında karar haline getiriliyor. Bu kongre Süleymani Muini dahil olduğu Ahmed Tevfik başkanlığında ve Irak KDP’nin desteği ile yapıldı. Kongre kararında silahlı mücadele hakkında şöyle deniliyor:

“2. Kongre, Şah rejimine karşı anlamsız parlamenter mücadelenin bir kenara bırakılması gerektiğini, Kuba ve Cezayir tecrübelerinden yararlanarak silahlı mücadele ile Şah rejimine karşı mücadeleyi öngörüyor.“ (Ahmed Tevfik (Abdullah İshaqi)

KDP 2. Kongresi sadece Şah’a karşı mücadelede Parlamenter mücadeleyi “anlamsız“ görmekle yetinmiyor, tarihe, Peşewa Qazi Muhamed dönemine giderek Parti yöneticilerini kendilerinden önce Simko ve Qedemxêr gibi Kürd devrimci kahramanlarının tecrübelerinden yararlanmadıkları, Şah rejimine karşı ellerindeki silahları kullanmadıkları ve amaçlara kavuşmak için yalnızca parlamenter yolu seçtiklerinden dolayı eleştiriyor.

Bu kongre Ahmed Tevfik’in önderliğinin resmileştiği kongreydi. Irak KDP’nin tam desteğine sahipti.

Ahmed Tevfik Mısır devletinin desteğini alarak Türkiye ve İran’a karşı mücadele mücadele etme planı olduğunu, Mısır yetkilileriyle görüştüğünü ve bu bilgileri Molla Mustafa Barzani ile paylaştığı biliniyor.

Aslında sorun Doğu Kürdlerinin kanlı Şah rejimine karşı silahlı mücadeleye girişme meselesi değildi. Sorun Eylül Devriminin önderliğinin süreç içinde İran ile girdiği ilişkilerdi. Molla Mustafa Barzani önderliğindeki devrim Güney Kürdistan’ın birçok alanını kurtarmıştı. Bu alanları korumak ve geliştirmek için İran’ının yardımına ihtiyacı vardı. Zaten 1966’lara gelindiği zaman İran ile ilişkiler bir hayli ilerlemiş durumdaydı. İran’da Güney Devrimi’ne “yardım“ ederken karşılığında ise Güney Kürdistan’da kümelenmiş ve oradan itibaren Doğu Kürdistan’da faaliyet içinde olan KDP(İran)nin etkisizleştirilmesini istiyordu. Devrim Önderliği KDP’lileri sınır boylarından uzaklaştırması İran’dan kaynaklanan baskılar sonucuydu. Süreç içinde İran ile Devrim önderliği arasında gelişen ilişkiler Doğu Kürdlerinin saflarında büyük paniğe neden oluyor ve kadrolar kurtarılmış alanlardan uzaklaşmaya çalışıyorlar. Bu arada bir çok KDP’li Irak rejiminin denetimi altındaki Bekreço’ya yada Kek Mesud’un “Çaşên 66“ dediği Mam Celal’ın yanına gidiyorlar. Bekreço’ya giden KDP’lilerden Doğu Kürdistan’a giderek silahlı mücadelede şehit olanlar hariç, diğerleri yaşamda kalabildiler. Kurtarılmış alanlarda bulunan kadrolar ya İran’a teslim edildiler, yada Süleyman Muini ve Qadir Şerif gibi fiziki olarak tasfiye edildiler .(Daha önce listelerini verdiğimden dolayı geçiyorum)

İran’ın Güney Devrimine yaptığı yardımın bir bedeli olacaktı. Zaten bunlar Savak’ın belgelerinde var.

Eğer biz KDP-DK’nin siyasi duruşunun yanlışlığını ve Devrim Önderliğinin onlara karşı tutumunu Irak, ve “Çaşên 66“ lerle olan ilişkilerle açıklamaya çalışırsak Ahmed Tevfik trajedisini hiç açıklayamayız.

Ahmed Tevfik, Molla Mustafa Barzani’ye ölesiye bağlı, Eylül Devrimi’nin örgütlenmesinde, Devrim ile dünya kamuoyu arasında ilişkileri sağlamada , dünya devletleriyle ilişki kurmada Güneyli kadrolardanda daha büyük emek veren milliyetçi, batı dünyasıyla ilişki taraftarı, Sovyetler Birliğine ve onun bölgedeki yandaşlarına karşı olan yurtsever bir liderdi.

Ahmed Tevfik’in o dönem sahip olduğu bu politik ve ideolojik tutum beraberinden kendisine karşı bir dizi suçlamayı getirdi. “CİA Ajanı“ vs vs vs…. Komunist partilerin 100 binlere ve hatta milyonlara hitap ettiği bir dönemden söz ediyoruz.

Burada sözü Kürdistan Başkanı Kek Mesud’a bırakalım ve Ahmed Tevfik hakkında söylediklerine bir göz atalım:

“Eylül Devrimi’nin başlamasından sonra bu partinin(KDP-İran-Rojgar) liderleri ve savaşçıları devrime fiili katkıda bulundular. Burada bir nebze durup bu partinin Genel Sekreteri Ahmed Tevfik’in eşsiz cesaretine, yiğitliğine ve samimiyetine işaret etmek istiyorum. 1963’te Pirs Dağı Savaşında akılllara durgunluk veren bir kahramanlık örneğini sergilediğini hatırlıyorum. Ünlü komutanlar şehit Aziz Dolemeri ve Hacik Çemi onun kahramanlığına bizzat şahitlik etmişlerdi. Bu iki kahraman komutan her zaman onun kahramanlığını, yiğitliğini ve samimiyetini anlatıp dururlardı. Kahramanlığı ile ünlü birinin bir başkasının kahramanlığına tanıklık etmesinden daha büyük bir tanıklık olabilirmi? Ahmed Tevfik aynı zamanda zeki bir siyasetçiydi. Devrimin başlarında çok önemli ve parlak bir başarı sağlamıştı. O sırada Beyrut’a gitmiş ve 1963 yılında Suriye KDP’nin yardımıyla ünlü Amerikalı gazeteci Dana Adam Shmit’i Kürdistan kurtarılmış topraklarına getirmişti. Bu göz kamaştırıcı bir başarıydı. Devrimin kapılarını, hakkında pek bir şey bilmeyen dış dünyaya açmıştı. Adı geçen gazeteci “New York Times“ ve “Christian Sciens Monitor“ gazetelerinde bir dizi röportaj yayınladı. Sonra “Cesur Adamların Ülkesine Yolculuk“ adlı kitabı bastırdı. Bu kitapta devrimin kontrolündeki topraklardaki gözlemlerini anlatıyordu. Bu kitapta Ahmed Tevfik’in kahramanlığına dair etkileyici bir tasvir yer alır ki, kalemimin buna eş değer bir tasvir yapmaya gücü yetmez“ diyor. (Mesud Barzani, age, Cild 2, sayfa 353)

Kek Mesud’tan aktardığım bu uzun alıntıda da görülüyor ki, Ahmed Tevfik o dönemler ciddi bir rol oynuyor. Kek Mesud’un Ahmed Tevfik’in “kahramanlığı, yiğitliği ve samimiyetine“ ilişkin söyledikleri KDP(İran)içindeki rakipleride kabul ediyorlar. Ahmed Tevfik’in Molla Mustafa Barzani ile olan ilişkilerine, „“sekterliğine“, “tekçiliğine“, ideolojik ve siyasal duruşuna ilişkin eleştiriler var. (Şimdilik konumuzu aşıyor. Ahmed Tevfik ile ilgili bir şeyler yazmak gerekecek)

O dönemler Molla Mustafa Barzani ile farklı cephelerde yer alan Mam Celal 2002 yılında “Xak Dergisi“nin 58.sayısına verdiği söyleşide Ahmed Tevfik hakkında şöyle diyor:

“1961 yılının Eylül ayında KDP(Irak) yönetimi yaptığı bir toplantıda oy çokluğuyla Devrim için değil savunma amaçlı ‘Peşemerge Güçlerini’ oluşturma kararı aldı. Kek Ali Abdullah buna karşı oy kullandı ve dediki ‘Kasım’ın demokrasi yoluna getirmek için çalışmalıyız ve bizde siyasi faaliyet yapalım’dedi. Kek Nuri Ahmed Taha’da karşıydı. Çünkü o devrimin Barzani’nin önderliğinde hiç bir zaman başarıya ulaşmayacağını söylüyordu. Bu ise Barzani’nin kızmasına neden oldu. Ahmed Tevfik doğru yapmadı, haberi hemen Barzani’ye ulaştırdı. (akt, Dr. Serdeşt, Ahmed Tevfik… sayfa 123)

Yine Mam Celal bir başka yerde ise Ahmed Tevfik’i şöyle değerlendiriyor:

“Sonra Ahmed Tevfik o dönem gerçekten çok gericiydi. Bizim yanımızda onun sahip olduğu düşünceler küfür gibiydi. Aktüel durumda buna hakkım yok. Irak Komunist Partisi’yle ve İran Tudeh Partisi’yle her türlü dayanışmaya karşıydı. Amerika ile dayanışma taraftarıydı. 1963 yılında gidip Dana Adam Shmit’i Lübnan’dan getirmişti. Devrim başladığı zaman Ahmed Tevfik Barzani’nin zurnacısı oldu ve partiye karşı konuşuyordu. Ahmed ‘Disan Barzani’ adı altında bir şeyler çıkarıyordu. Hep Barzani var, Barzani mücadele ediyor, Barzani şöyle yapıyor ve Barzani böyle yapıyor diye yazıyordu. Ahmed Tevfik Molla Mustafa Barzani’nin kölesiydi, zurnacısıydı ve onun davulunu çalıyordu.“ (akt, Dr. Serdeşti, Ahmed Tevfik. sayfa 124)

Kek Mesud ve Mam Celal’dan Ahmed Tevfik’e ilişkin aktardığım bu uzun alıntıların dilleri farklı olsada ortak noktaları Ahmed Tevfik’in Molla Mustafa Barzani’ye ölesiye bağlı olduğu açıktır. Zaten Kek Mesud’a “Molla Mustafa Barzani Ahmed Tevfik’e çok güveniyordu“ diye yazıyor.

Bu yazı serisinde Ahmed Tevfik’in İran’ın baskıları neticesinden Molla Mustafa Barzani’nin talimatıyla Berwari Bala’daki Kani Masi köyüne gidip yerleştiğini yazmıştım. Hatta Molla Mustafa Barzani’nin bilgisi dışında İran teslim girişimleri olduğunu ve Molla Mustafa’nın haberdar olmasıyla bu planın boşa çıkarıldığınıda yazmıştım.

Ahmed Tevfik, cıva gibi yerinde durmayan, gecesini ve gündüzünü bir birlerine katarak bölge bölge, ülke ülke dolaşan bir insan Molla Mustafa Barzani’nin talimatıyla tam dört yıl boyunca Kani Masi’de oturdu. Ahmed Tevfik gibi bir insan için örgütsel ilişkiler dışında kalmak ve oturmak çok zor bir olaydı. Şimdi Ahmed Tevfik ile Kani Masi’ye giden, orada onunla birlikte dört yıl kalan ve Ahmed Tevfik’in yıllarca karşı mücadele ettiği Irak’a sığınma sürecinde de birlikte olan Tahir’in anılarına yer vereceğim.

Tahir Mella Muhamedi Ahmed Tevfik ile Kani Masi ve Bağdat süreçlerini yaşamış korumalarından biriydi. Tahir Ahmed Tevfik’in Süleyman Muini’nin öldürülmesi olayını duyduğu zaman gösterdiği tepkiyi şöyle anlatıyor:

“Süleyman Muini’nin öldürülmesinden sonra bir gün Kek Ahmed ile bağların içindeydik. Kek Ahmed çok huzursuzdu ve zayıf düşmüştü. Kek Ahmed dedi ki,

‘Çok kötü bir haber bana ulaştı, deniliyor ki Süleyman Muini Molla Mustafa öldürtmüş’. Dediki: “Yarın gitmeye hazırlan!!’. Ertesi günü Gile Sure köyüne Mam Hejar’a gittim. Mam Hejar’a dedim ki Molla Mustafa görmeye gelmişim, bir mektup vereceğim. Mam Hejar bana haydi gidelim dedi. Yolumuz 20 dakika sürmedi. Baktım ki Molla Mustafa eski bir kürsünün üzerinde oturuyor. Mektubun kağıdı çok büyüktü, kalemin ucuyla açtı. Molla Mustafa bana ‘oğlum gözlerim çok zayıflanmış bana okurmusun’ dedi. Bu arada kendisine ‘Kek Ahmed’in sözlü olarak söylememi istediği bir kaç şeyi var’ dedim. Molla Mustafa buyur dedi. Ben ‘ Kek Ahmed dediki eğer Süleyman Muini Melle Mustafa’nın izniyle öldürülmüşse, ben Molla Mustafa Barzani için eski Ahmed değilim artık’ dedi. Molla Mustafa: Aha…!! dedi ve ekledi: ‘Ona söyle daha sonra mektubunun cevabını vereceğim’dedi.“ (akt Dr. Serdeşti, Ahmed Tevfik.. sayfa 155)

Tahir’in bu anlatımlarından öyle anlaşılıyor ki, Ahmed Tevfik Süleyman Muini’nin öldürülmesine karşıdır.

Zaten aradan fazla zaman geçmeden Ahmed Tevfik Irak devletine sığınma kararı alıyor. Tahir o süreci şöyle anlatıyor:

“Biz Kani Masi’den ayrıldığımız zaman Melle Reşid bizimleydi, şimdi evi Diyale’de olan Şino’lu Dişçi Haci vardı. Ben, Hasan, Gafur ve Kek Ahmed Tevfik vardı. Kek Ahmed iki gün boyunca mektup ve kağıtları yakıyordu. (Tahir’in anlatımlarına göre Kuzeyli Kürdlerde sık sık Ahmed Tevfik’i ziyaret ediyorlardı. Her halde Ahmed Tevfik’in yaktığı o kağıtlar içinde Kuzeyli Kürdlerle yapılan görüşme notlarıda ardı-Rojgar)

Ahmed Tevfik bize: ‘Çocuklar hazırlıklarınızı yapın önümüzde yolculuk var’ dedi.

Bu arada kendisine: ‘Niçin kağıtları yakıyorsun? Nereye gideceğiz?’ diye sorduk.

Ahmed Tevfik bize: ‘Sizin işiniz değil’ dedi.

Daha öncede bize bir köylü kadına ekmek yapması için iki torba un vermemizi istemişti. Sabah kalktığımız zaman Kek Ahmed dediki Barzan’a gidiyoruz. Bu 4 yıldan sonra ilk defa Kani Masi’den Bağdat’ta doğru dışarı çıkıyorduk… uzun bir yolculuktan sonra Kek Ahmed bana:’Tahir biliyormusun niçin buraya geldik?’ Valahi bilmiyorum dedim . Kek Ahmed: ‘Devlete(Irak-Rojgar) teslim olacağım, tehlikedeyim, beni İran’a teslim edecekler’dedi. (Tahir Mela Muhamedi, Çon Ahmed Tofiqim Nasi, beşi duyem, http://surkew.kurdblogger.com 09.03.2006)

Kısacası Ahmed Tevfik ve beraberindekiler 1969 yılında Amediye, Duhok üzeri Musul’a giderek Irak devletine ilticaya başvuruyorlar.

Ahmed Tevfik’i bu sürece kurtarılmış bölgeleri terkederek Irak devletine sığınmasının nedeni İran’ın Güney Kürdistan’da sahip olduğu güç ve pozisyondu. Ahmed Tevfik yaşamının tehlike de olduğu düşüncesine varmıştı. Kısa bir süre önce Eyub Barzani ile yaptığım bir görüşmede Ahmed Tevfik hakkında babası Babo’nun (Kek Mesud’un amcasıdır. Babo için daha fazla bilgi için M. Barzani, age bakınız) kendisine anlatığı bir görüşmeyi aktardı.

Bir gün Ahmed Tevfik Babo’yla konuşurken kendisine “kendisini Iran’a teslim ederlerse bari 5 yada 10 tank karşılığında alsınlar, böylelikle ölüsü bir işe yarar“ diyor.

Babo Ahmed Tevfik’in bu kaygılarına karşı koyuyor ve “böyle bir şey olamaz“ diyor.

Sonuçta Ahmed Tevfik kalbi Kürdistan ile birlikte çalarken Bağdat’a sığınıyor. Bağdat’ta bulunduğu süre içinde KDP(Irak)nin Bağdat birimi aracılığıyla yeniden Molla Mustafa Barzani’yle ilişkiye giriyor. Ahmed Tevfik Bağdat’a olduğu dönem oradada yaşamının tehlikede olduğunu hissediyor.. Yurtdışına çıkmak istiyor. Kimse kendisine yardımcı olmuyor. Çünkü, o dönemler Bağdat’ta bulunan siyasi oluşumlar, aydınların ezici çoğunluğu solcu ve komunistti..

Ahmed Tevfik ise Kürd milliyetçisi, Amerika ve batı yandaşıydı. Ayrıca Barzaniciydi ve İran’dan dolayı kurtarılmış bölgelerden kaçmıştı.

Aslında Kürd aydınlarından Muhamedi Mella Kerim o dönemki Bağdat’ı ve Ahmed Tevfik’in durumunu çok iyi özetliyor. M. M. Kerim şöyle diyor:

“1972 yılının başlarında Bağdat’taki KORİ ZANYARİ KURD’ı ziyaret ettiği zaman Ahmed Tevfik’i tanıdım. Açıktır ki o daha çok Kor’un kitaplığına geliyor, kitap alıyor, götürüp okuyor ve tekrar geri getiriyordu. O dönemler biz siyasi düşünceler bakımından KDP’nin Qasimlo kanadıyla daha yakındık. Ahmed Tevfik hakkında anlatılan bazı şeyler yüzünden kendisine fazla yakınlaşmıyorduk. Fakat o dönemlerde çok duygulu bir genç olarak gözlerimin önüne geliyordu. Bizden bazı şeyler istiyordu, fakat ne yazık ki yapamıyorduk. Ahmed Tevfik bizden o dönemler Adalet Bakanı olan Aziz Şerif’ten Irak’tan kalmaması ve yurtdışına gitmesi için izin almamızı istiyordu. Öyle görünüyor ki tehlikeyi hissetmişti ve yaşamı tehlikede olduğundan dolayı bunu istemişti. Fazla zaman aradan geçmeden yakalandığını ve iz bırakmadan kaybedildiğini duyduk. Ahmed Tevfik Kor’un kitaplığından aldığı bazı kitaplarda onun tutuklanmasından sonra kayip olup gittiler“ diyor. (Dr. Serdeşti, Ahmed Tevfik….. sayfa 163)

Sonuç olarak Ahmed Tevfik Kürd katili Baas rejimi tarafından tutuklanıyor ve aylarca işkencelerden sonra öldürülüyor ve ceseti yok ediliyor. O süreci birlikte yaşıyan ve cezaevinde Ahmed Tevfik ile birlikte olan Tahir Irak Baas rejimin yöneticilerinden Seydun Khedan ve Abdulkhaliq Samarayi Ahmed Tevfik’in yanına geliyorlar ve kendisinden “Eğer Molla Mustafa Barzani’ye karşı bir şeyler yazarsan seni serbest bırakırız“ diyorlar.

Ahmed Tevfik bu öneriyi sert bir şekilde reddediyor. (Daha detaylar için Dr. Serdeşti, Ahmed Tevfik. sayfa 167-168’e bakınız)

Süleyman Muini ve arkadaşlarının tasfiyesi olayına ilişkin gösterilen gerekçeler, Ahmed Tevfik Olayı gündeme geldiği zaman pek dayanacak sağlıklı bir zemini kalmıyor. Eylül Devrimi sürecinde İran ile girilen ilişkiler Doğu Kürdistan’ın bir dizi devrimcisinin yaşamına mal oldu. Süleyman Muini, Ahmed Tevfik, Qadir Şerif, Sadiqi Henciri, İsmail Şerifzade , Mela Aware ve daha onlarca kadro ve yüzlerce Peşmerge ya Güney Kürdistan’da öldürüldüler, ya İran’a teslim edildiler yada İran devletine karşı ölüm kalım savaşına girerek can verdiler. Bazı KDP-DK yöneticileri de İran’a teslim olmayı tercih ettiler. Aynı İran 1975 Cezayir Antlaşmasıyla Güney Kürdistan’ı arkadan hancerledi ve büyük bir yenilgiye neden oldu.

“Düşmanımın düşmanı, düşmanım“ olduğu bir diyarda yaşıyoruz.

Bugün gelinen yerde tarihimizi yeniden okumaya çalışırken doğruları sahiplenmek ve ortaya çıkan yanlışlıkları ve hataları bilince çıkarmak gerekiyor. Tarihimizde bundan sonra bu tip trajedilerin ortaya çıkmaması için 1967-68 direnişini hak ettiği yere oturmak gerekiyor.

Şimdilik bu yazı serisine burada son vermek istiyorum. İşten boş kalan zamanımı değerlendirerek bu yazı serisini hazırladım. Eksik ve yanlışlıkların olabileceğini daha şimdeden kabul ediyorum.

Aslında Ahmed Tevfik üzerine, İsmail Şerifzade üzerine, Mela Aware üzerine daha detaylı durmak, yaşamlarını ve mücadelelerini anlatmak lazım.

Ahmed Tevfik’in Kürd milliyetçiliğini, mücadelesini, Margereta Şeylo kendisine yaptığı evlilik teklifini, İsmail Şerifzade’nin Maoculuğunu, direnişini, Mela Aware’nin edebiyat ile siyasetin birleştirmesi olayını anlatmak lazım.. Mesele Mela Aware çocuk eğitimini, parti programı ve tüzüğünü uzun şiirlerle anlatmış… Her halde Aware’nin bu yaptığı dünyada bir ilktir…

BİTTİ

Not: Kaynakların tamamını verceğim.

Saygılarımla

Rojgar Merdoxi

28Ahmet Hulusi Kırım, Hasan H. Yildirim ve 26 diğer kişi

1 Paylaşım

Beğen

Yorum Yap

Paylaş

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu