Genel
Erdoğan ATEŞİN – MAKALE – TASFİYECİLİK-PARLAMENTARİZİM-ŞEYTANLAŞTIRMA VE İTİBARSIZLAŞTIRMA…
Erdoğan ATEŞİN
Erdoğan ATEŞİN
TASFİYECİLİK-PARLAMENTARİZİM-ŞEYTANLAŞTIRMA VE İTİBARSIZLAŞTIRMA…
Ekonomik, siyasal ve sosyal bütünlüğünü ve giderek insansal bütünlüğünü kaybetmiş, bundan çıkış alan nedenlerin ideolojisini dahi geniş kapsamlı, uzun soluklu, sistemli bir felsefi diyalektik bütünleşememiş, eklektik, yapay ve güdümlü görüş ve düşünce açılarının tutsaklığıyla yaşayan, bir dramatik bilinç yozluğu …Üstelik sonuçları belli bütün uygulamalarda…Sağlıklı bir ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel bilinçten yoksunluğun sonuçları, iliklerine değin sinmiş eklektik ve pragmatik düşünce yapılarının bilim, felsefe ve eğitimden yoksunluğun alan üzerindeki etkileri bütün çıplaklığıyla açığa çıkmış bir sürecin ölümcül suskunluğu…
Dünya ve Türkiye komünist hareketinde ki bu ölümcül suskunluk ve tarihindeki tasfiyecilik sıradan bir sorun değil. Bu konuda SBKP’nin, ÇKP’nin tasfiyesi üzerine, ciltler yazılsa da nafile…Bu anlamda, bu yazımda ayrıntılı bir tarihsel araştırma yapmak elbette bu yazının çapını aşar. Genellemelerle bir takım sonuçlara ulaşmaya çalışacağız.
Dahası Türkiye’de istenilen düzey ve ölçülerde bir siyasi geleneğin siyasi ve felsefi bilinç alanının kaldığını söylemek mümkün değil. Spekülatif düşünce ve duygu doyumunu aşan, bilimsel ve felsefi bilinçten yoksun savruk bir bilincin somut göstergeleri her alanda karşımıza çıkmakta. Bu bilinçle şematik ve mekanik bir sapmaya düşmeden, temelini tarihsel yönelim ve tarihsel bir çalışmanın ana örgüsünü oluşturmak bilinciyle akiolojik- etik bir disiplin içinde kalarak görüş ve düşünce amacındayız..
Dünya ve Türkiye devrimci tarihinde tasfiyecilik ile ilgili çok deneyim bulunmaktadır. Birbirinin yerine kullanılan, eş anlamlı olan, nüanslar taşıyan süreç ve kavramların çokluğu, Dünya ve Türkiye tarihinde bu açıdan zorunlu olarak çok zengin süreçlerin olmasından kaynaklanıyor. Bütün bunlar, birbiri içine geçmiş, birbirini tamamlayan ve yapısal olarak bütünleyen bütünsel süreçlerdir. Doğayı değiştiren dönüşüme uğratan insan bu faaliyetiyle kendisini de değiştirmeden yaşayamaz. İnsan ve doğa çelişkisinin aşılmasının, insanın eylemsel etkinliği ( praksis) iş yada üretim süreci, insan doğa çelişkisinin aşılmasının belirleyicisidir. İnsanın toplumsallaşması bu süreçten bağımsız düşünülemez… İnsanların başka insanlarla kurdukları ilişkiler, iletişimin dilsel, sosyal, siyasal ve pratik toplumsallaşmanın temel kaynağıdır.
Felsefe ya da felsefi düşünce, bilinç üreten insanın gene belirli bir zaman ve evrede belirginleşen düşün katagorilerinden birisidir. Bilimsel sosyalizm düşüncesi de bilimle olan ilişkisi içinde ortaya çıkmıştır. Bilimsel sosyalizm ilk kuruluşunda kaynağını saptamış, toplumsal pratik içinde gelişeceğini, geri ve ileri sıçrayışlarla, bilime ve toplumsal pratiğe özellikle vurgu yapmıştır. Sovyet ve büyük Çin devrimleri bu pratik içinde ortaya çıkmış, geri ve ileri sıçrayışlarla kuruluşunda kaynağını saptadıkları gerçeklerden, tasfiyecilik üzerinden farklı burjuva tasfiyeci akımların hedefi olmaktan kurtulamamışlardır.
Tasfiyeciler kavramı ilk kez Rusya’da 1905 Devrimi’nin yenilgisinden sonra kullanılmış. Menşeviklerin sağ kanadından çıkan ve Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ni (RSDİP) düzene bağlayarak dönüştürmeyi savunan Potressov ve arkadaşlarını tanımlamak için kullanılmıştır.
“Potressov şöyle diyordu, ”liberal burjuvalarla birlikte parlamenter başarılar kazanmak için, yeni bir partinin, tüm yasal eylem olanaklarını kullanan, Batılı yöntemleri taklit eden bir işçi partisinin kurulması gerekmektedir”. Potressov, bu tavrıyla yeni dünyayı yaratacak toplumsal pratiğin ve bilimsel yöntemin tamamen dışına çıkarak, devrimci sosyalist pratiği inkara gitmiştir.
Lenin “Potressov ve yandaşları için “partiden bağımsız bir grup kurarak, Rus liberal burjuvazisini, Rus işçilerin devrimci savaşım alışkanlıklarını kaybettirme çabalarını bin bir yoldan desteklemiş, kışkırtmış ve beslemiştir” diyordu..
Bu hizip, bu Likidatörler, RSDİP’in 1912 yılındaki kongresinde partiden uzaklaştırılmış, ancak bu tasfiyeci burjuva çizgi, ayrı bir parti kurarak devrime ayak bağı olmaya devam etmiştir. Oysa ki bilimsel sosyalizm 20 nci yy girerken, ona hayat veren emekçi pratiği batıda sönümlenmişti, batı artık o süreçte devrim coğrafyası olmaktan çıkmıştı. kaynağı tasfiyecilikten beslenen burjuvazinin emekçi hareketi içindeki ajanlarıydı.
Kısacası tasfiyecilikten, işçi sınıfının siyasi öncüsü olan partiyi ortadan kaldırmaya dönük ideolojik ve siyasi eylemler bütününü anlıyoruz. Dünya ve Türkiye komünist hareketi bu süreçleri yaşamış ve süreç tasfiyecilikle sonlanmıştır. TKP/( ML)’nin tasfiyesi bu sürecin bir sonucudur.
Burada önemli olan partinin fiziki varlığı değil, burjuvaziden bağımsız siyasi hattın, sosyalist devrim ve sınıfsız bir toplum kurulması hedefinin ortadan kaldırılması ve partinin bir şekilde burjuvaziye bağlanarak, iltihak etmesidir.. Örneğin Fransız veya İspanya Komünist Partilerinde olduğu gibi, parti isim olarak “komünist” sıfatını taşımaya devam edebilir veya SBKP’de olduğu gibi ismiyle birlikte tarihe karışabilir.
Bir işçi sınıfı partisini nihai hedef ve amacından koparmak ve düzenin bir unsuru-uzantısı haline getirmek henüz sosyalist devrimini yapamamış bir ülkede, devrimci bir durum olup olmadığından bağımsız olarak karşı-devrimci bir pratiktir. Buna karşılık tasfiyeciliğin karşı-devrim ile birlikte anılması, esas olarak iktidarı ele geçirmiş ve sosyalist kuruluşun bir aşamasında olan partiler için daha çok söz konusu olmuştur. Çünkü devrimci bir partiyi tasfiye etmeden bir ülkede sosyalizmi yıkmak ve kapitalist restorasyona geçmek mümkün değil. Çelişki, devrim sonrası Parti – Kitle çelişmesi düzleminde gelişiyor…
Tasfiyecilikte oportünizm, revizyonizmin ve liberalizmin rolü…
Engels, “Erfurt Programı’nın Eleştirisi”nde “Günün anlık çıkarları uğruna büyük temel görüşlerin bu unutuluşunda, sonraki sonuçlarına bakmadan anlık başarılar uğruna bu hayhuyda, hareketin geleceğinin hareketin bugününe bu feda edilişinde ‘içten’ olunabilir, fakat bu oportünizmdir ve ‘içten’ oportünizm en tehlikelisidir.”
Daha sonra dönekleşen Kaustky dahil olmak üzere Rosa Luxemburg’tan Lenin’e bu kavram çok sık kullanılmış, Lenin Ne Yapmalı?’da Lasalcılar’dan İngiliz sosyal demokratlarına, Narodnikler’den Rus sosyal demokratlarına oportünistleri listelemiştir…
Genel olarak siyasi ilkesizlik anlamına gelen “Oportünizm, her ne kadar tarihsel bir gelişme göstermiş ve çeşitli ülkelerde kendine özgü yanlar ortaya koymuşsa da, … işlevi her yerde işçi sınıfını burjuvaziye tabi kılmaktan ibarettir.”
Lenin, İkinci Enternasyonal’in Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde milliyetçiliğe teslim oluşundan sonra, emperyalizme ve oportünizme karşı mücadelenin birbirinden ayırt edilemeyeceğini savunmuştur. Başka bir deyişle 1900’lerin başından itibaren işçi sınıfı siyasetinin emperyalizmin çıkarlarına bağlı kılınması oportünizm olarak adlandırılmıştır.
Emekçi hareketi içerisinde bunca dal budak salmış, çok değişkenli karakterlere bürünmüş, oportünizm, revizyonizm üreten dünyalarını karmaşık düşün dünyalarını bütün ideolojik ve siyasi temelleriyle açığa çıkarmak tarihsel süreç içindeki yerlerine oturtmak yükümlülüğü bugünde tarihsel devrimci bir görev olarak karşımızda durmaktadır.
İşçi sınıfı partisi içinde sağa çark eden, durmaksızın revizyonizm üreten, oportünistler ve bütün tasfiyeciler eylemlerini kuramsal olarak temellendirmek isterler. 1900’lerin hemen başında marksist, sonrasında marksist-leninist- Mao’ist kuramı kendi amaçlarına uygun şekilde deforme etme çabası revizyonizm olarak piyasa tutmuş ve bugün bu işçi sınıfı düşmanlığı, burjuva emperyalist ideolojik merkezlerin elinde, marksistlere karşı bir sopa görevi üstlenmiştir. . Bernstein’den kök alan bu kuram, devrimci içeriğinden soyutlama eylemi, marksist felsefeden, iktisada ve siyasete kadar kapsamlı ve sistematik bir saldırıya eşlik etmiştir. Büyük bir kitle partisi haline gelen ve düzenin içine yerleşerek devrimci özelliklerini yitiren Alman Sosyal Demokrat Partisi, hâlâ yük olarak taşıdığı bir devrimci kurama sahiplik eder konumdadır..
Revizyonizmin ekonomik ve siyasal eğilimlerinin doğal bir tamamlayıcısı, sosyalist hareketin sonal amacı konusunda aldığı tavırdır: ‘Hareket her şeydir, sonal amaç hiçbir şeydir.’ Bernstein’ın bu özlü sözü, revizyonizmin özünü bir çok açıklamalardan daha iyi anlatır. Duruma göre tutum saptamak, günlük olaylara, önemsiz siyasal ayrıntılardaki iniş ve çıkışlara uymak, proletaryanın temel çıkarlarını, tüm kapitalist düzenin temel çizgilerini ve tüm kapitalist gelişmeyi unutmak, bu temel çıkarları gerçek ya da sözde küçük kazançlar uğruna feda etmek, revizyonist politika bunlardan oluşur.” Lenin..
Devrim, sonuçta bir zorlamadır, zor kullanmaktır, ancak bu hayata uygun bilimsel zeminlerde kalarak, verili süreçlerin tarihsel koşulları bağlamında kalarak yapılır. İnsan eylemi belirli tarihsel süreçler içinde farklı sıçrayışlarla, farklı yeni süreçler yaratır. Bu sahne tamamlandığında yeni ekonomik süreçlerin ürettiği yeni mücadele biçimleri toplumsal zemin bularak gelişir. Bugün işçi sınıfının siyasi öncüsünü tasfiye etme görevi, revizyonizme ve oportünizme düşmüştür, bu saldırganlığı püskürtmek ise devrimci marksistlere.
Liberalizm yüz yıl öncesinde işçi sınıfının bağımsız devrimci-siyasi hattını tehdit emekle birlikte feodal sınıfların hâlâ egemenliğini sürdüğü bir çağda liberal burjuvazinin görece devrimci bir yanı bulunuyordu. Ama bugün liberalizm; işçi sınıfı partisinin tasfiyesinde tekelci sermayenin revizyonizmi ve oportünizmi harmanlayarak bir bulamaç haline getirdiği tarihsel gericiliğin başlıca aracı haline gelmiştir.
Tasfiyeciliğin tarihsel ve sınıfsal kökenleri
İşçi sınıfı partisi homojen değil heterojendir. Tasfiyecilerin işçi sınıfı partisi içinde görülmesi, partinin sınıfsal olarak homojen olmaması ile ilgilidir. Lenin, “Çünkü her kapitalist ülkede proletaryanın yanında her zaman küçük-burjuvazinin, küçük mülk sahiplerinin büyük katmanları da vardır. Kapitalizm küçük üretimden çıkmıştır ve çıkmaktadır… Bu yeni küçük üreticiler de gene zorunlu olarak proletaryanın safları arasına atılır. Küçük-burjuva dünya görüşünün büyük işçi partilerinde durmadan yeniden ortam bulması çok doğaldır. Proleter devrimin hızlanma anlarına kadar bunun böyle olması zorunluluğu ve her zaman böyle olacağı çok doğaldır; çünkü bu devrimin gerçekleştirilebilir olması için halkın çoğunluğunun tam proleterleşmesinin zorunlu olduğuna inanmak büyük bir yanlış olabilir.”
Lenin’in yaşadığı süreçte işçi sınıfı neredeyse dünyanın her yerinde güvenilir temel bir sınıf haline geldi, ancak Lenin’den sonra da, günümüzde işçi sınıfı partilerinin heterojenliği devam etti. Bu ek kuvvetler bilgi ve donanımları ile bir yandan partiyi güçlendiriyor, bir yandan da sermaye etkisinin, burjuva ideolojisinin partiye bulaşması için zaaflar yaratıyor. Revizyonizm bu zaaflardan beslenen bir asalak parazit olarak işçi sınıfına kan taşıyan bütün damarlara sızarak, dolaşımı bozuyor.
Sonuçta bilim yapan insandır, yani bilimin öznesi insandır. İnsan, kendisinin de parçası olduğu nesneyi ,doğal ve toplumsal süreçleri açıklama, anlama çabası içinde olmuştur. Sınıflı toplumlarda,bilim yapan, bilimle uğraşan öznenin kendisi sınıfsaldır. Sonuçta insan, hangi sınıfın hizmetindeyse onun siyasetini yapar.
Marx ve Engels Alman İdeolojisi’nde Ortaçağ’da bütün büyük köylü ayaklanmaların kırdan başladığını ama köylülerin dağınıklığı ve örgütsüzlüğünden ötürü hep başarısızlığa mahkûm olduğunu yazarlar. Lenin ise “Tasfiyeciliğin sınıfsal anlamı” başlığında bu konuya şöyle ifade eder: “Proletaryanın sınıfsal yeri, onun ayrıcalıkları ‘paylaşmasını’ ya da birilerinin bu ayrıcalıkları
yitirmesinden korku duymasını olanaksız hale getirmektedir. Bencillik ölçüsünde dar, zavallı ve yarım-akıllı reformculuğun proletaryaya oldukça yabancı olması da işte buradan geliyor. Köylü yığınlarına gelince, onlar bir yandan ölçü tanımazcasına ezilmişlerdir, ayrıcalıkların tadını çıkarmak yerine açlığın acısını çekmektedirler, öte yandan, hiç kuşku yok ki, küçük burjuvadırlar. İşte kaçınılmaz biçimde, liberallerle işçiler arasında yalpa yapar dururlar.”
Marx Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkının ön sözünde şöyle der: İnsanlar üretim sürecinde, kendi iradeleri dışında belli ilişkilere girerler. Bu üretim ilişkileri ile maddi üretici güçlerin gelişme düzeyi arasında bir bağlantı vardır. Bu altyapı temelinde ideolojik, hukuki ve siyasal yapı yükselir. Üretim ilişkileri ,üretici güçlerin gelişmesini boğduğu zaman, toplum bir devrimle üretici güçleri özgürleştirir.
Bu süreç, bütün karşı devrimci sınıflarla birlikte, sistemin bir kolu gibi çalışan sosyal gericiliği de devrimle birlikte tasfiye eder ama tamamen ortadan kaldırmaz. Mao, bu süreci, kapitalizm her dakika her saniye yeniden burjuvazi üretir, henüz kimin kazanacağı ortadadır olarak ifade eder. Sınıf mücadelesinin sosyalizm koşullarında da devam ettiğini açıktan savunur.
Geçen yüzyılda Komintern üyesi partilerin, Çin, Arnavutluk ve Vietnam gibi ülkelerde büyük köylü yığınlarına öncülük ettiğine ve devrime taşıdığına tanıklık ettik. Ancak daha geçen yüzyılda özellikle Çin devriminin dünya komünist hareketinde nasıl bir kırılmaya yol açtığını bugün daha iyi anlıyoruz. Sovyet ve Çin devrimlerinin yenilmesi, dünyada devrimi neredeyse yüz yıllık bir geri çekilmeye itti.
SBKP’ye Stalin’in değil, Buharin ve yandaşlarının görüşleri hakim olsaydı, daha işin başında NEP döneminde partinin hayatı bitip yok olacaktı. Buharin, 1923’te NEP’in yarattığı küçük kapitalistleri destekliyordu ve onların milliyetçiliğene pirim veriyordu. Kuruşçov’un ise, tasfiye ve karşı-devrim dalgasına tartışılmaz bir altyapı hazırladığını biliyoruz.
Burjuva Etki
İşçi sınıfının siyasi öncüsünün tasfiyesinin nedenini salt tasfiyecilerin sınıfsal kökenleri ile açıklayamayız. Parti üyelerinin sınıfsal olarak heterojen olmaları önemli zaaflar yaratsa da bu süreçten bağımsız olarak çalışır. Bu doğrudan doğruya burjuvazinin, başta işçi sınıfının devleti olmak üzere bütün egemenlik araçları ile can düşmanı olan işçi sınıfı partisini tasfiye etme girişimidir. Son derece bilinçli, kasıtlı bir eylemdir ve özellikle emperyalizm çağında bu düşmanlık ideolojik olarak günceldir.
Ancak zor ve baskı kullanılarak bir komünist partinin tasfiyesi ve ortadan kaldırılması, çalışamaz hale getirilmesi de olası, ama bu fiziksel imhadan çok daha yaygın olarak rastlanan, burjuvazinin işçi sınıfı partisini içeriden fethetmesi ve düzen içine çekmesi şeklinde gelişti genellikle. İşçi sınıfı partisi, devrimden önce de sonra da yoğun bir sınıf savaşı içindedir bu süreç doğru kontrol edildiğinde partiyi güçlendirir.
Marx ve Engels’in İngiltere’de işçi aristokrasisi üzerine analizleri, burjuvazinin erken bir momentten itibaren işçi sınıfının kimi kesitlerini kesin teslim almak için özel tavizler verdiğini, çıkarlar sağladığını söyledikleri bilinir.. Emperyalizm döneminde ise bu eylem emperyalist ülkelerin siyasetinin ayrılmaz bir parçası oldu.
”Kapitalistlerin tekelden sağladıkları yüksek kârlar, onlara bazı işçi katmanlarını ve hatta bir süre için oldukça önemli bir işçi azınlığını satın almak ve bütün öteki ülkelerdeki burjuvazilere karşı söz konusu ulus burjuvazisinin davasına kazanma olanağını sağlıyor.”
Lenin, bu konuda, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde, Avrupa’daki sosyal demokrat işçi partilerinin nasıl milliyetçi bir tavır sergilediklerini ve sermaye ile nasıl uzlaştıklarına gönderme yapıyor.
Mao’nun, önemle vurguladığı gibi, ”Revizyonist karargahları bombalayın, burjuvazi başka bir yerde değil, partinin içindedir” İşçi sınıfının siyasi öncüsünü tasfiye etmek isteyenler, bazen partinin dışından ideolojik baskı uygularlar, bazen de bu kişiler partinin içine yerleşme imkanı bulurlar.
Parlamentarizm,
Parlamento burjuvazinin tasfiye operasyonlarında kullandığı en önemli araçlardan biridir. Eğer bir işçi sınıfı partisi kitlesel bir kuvvete ulaşmış, bu gücü ulusal parlamentoya taşıyabilmiş ancak bir türlü devrimci duruma, devrime ulaşılmıyor ise, parlamento üzerinden teslim alınır.
“Alman-sosyal demokrasisinin Kayzer hükümeti, 4 Ağustos 1914 günü İkinci Enternasyonal, işçi sınıfının hizmetinde bir örgüt olarak son nefesini verdi.” Avrupa’daki sosyal demokrat veya sosyalist partilerin çoğunun, emperyalizmin müdahalesiyle tasfiye edildiklerini ve burjuvalaşmış partiler olduğunu biliyoruz. İtalya’da bu örneklerden biridir.
Portekiz Komünist Partisi 90’lı yıllardan beri ulusal parlamentoda 15 ve bazen üzeri milletvekili ile temsil ediliyor olmasına rağmen, gericilik döneminin alternatifi olamamış, devrimci durumun olmadığı Portekiz’de yine de parlamentoda kilit parti haline geldi, ancak kısa bir süre içinde uzlaşmacı eğilimler göstermeye başlayarak devrimden vazgeçti ve uzlaştı..
Bugün dünya komünist hareketinde reformist kanadın başlıca partilerinden biri olarak biliniyor. Brezilya Komünist Partisi de benzer bir süreç yaşadı. Mao’ist bir kökenden gelen ve uzun süre gerilla mücadelesi veren bu parti, yasallaştıktan sonra güçlü bir seçmen kitlesiyle 30 yıldır parlamentoda temsil ediliyor, ancak uzlaşarak. Nepal, Elsalvador aynı örnekler.
Direnen partilerde var. Yunanistan Komünist Partisi (YKP), uzun süredir parlamentoda temsil edilmesine rağmen, reformist bir çizgiye kaymadı böyle bir eğilim içine girmedi. YKP’nin devrimci deneyimleri, işçi sınıfıyla kurduğu dinamik ilişki ve Yunanistan’ın, Batının en zayıf halkası nedeniyle bu durumu kısmen açıklıyor.
Ancak bunun başka nedenleri de var. YKP kendi yakın tarihinde iki kez uluslararası tasfiyeci dalgayla karşılaştı ve yine direndi. Parti önderliği bu iki dalgaya da direnerek güçlü bir irade ve tutarlılık psergiledi.. İlk dalga, 1968’de Avrupa komünizmi ve Sovyet komünizmi yanlısı olmak üzere partiyi ikiye parçaya böldü. Ortaya iki farklı merkez çıktı! İkincisi ise 1986-1993 arasında Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine denk geldi.
Sonrasında, bugüne geldiğimizde, Syriza’nın da kök aldığı tasfiye edici bir seçim ittifakına dahil olan YKP, bu saldırıyı da püskürterek ittifaktan ayrılırken geride siyasi bürosunun yarısını bırakmıştır. Bütün bu karşıdan burjuva saldırılara YKP direnerek ve güçlenerek çıkmıştır. YKP, ideolojik olarak bütün bu süreçlerden güçlenerek çıkmıştır.
Sovyet ve Çin devrimlerinin kapitalist piyasaya entegrasyonu bu süreçte burjuvazinin şu veya bu şekilde uluslararası düzeyde örgütlediği revizyonist, parlamentarist tasfiye edici dalgalar birçok ülkede işçi sınıfı partilerini eş zamanlı olarak etkiledi. İkinci Dünya Savaşı’nda SSCB’yi savaşla, fiziki saldırılarla ortadan kaldırmayı dahil, bir çok yöntem denendi, buna bütün ideolojik ve siyasi araçlar dahildir.
1968’de, özgürlükçü liberal dalganın komünist partilerin tasfiyesinde önemli bir rolü oldu. Çekoslovakya’da karşı devrim girişimi, Fransız, İtalyan ve İspanya Komünist Partilerinde tasfiyecilerin yönetime gelmesi ve bu partilerin, Avrupa komünizmini keşfetmesi burjuvalaşması bu dalgayla gerçekleşti. Halen Avrupa Sol Partisi’nin çekirdeğini bu tasfiyeciler oluşturuyor.
68 dalgasına 1956’da SBKP’nin 20. Kongresi’nin bir zemin sağladığını daha önce yazmıştık. Kuruşçov’un esas çelişkinin tekellerle geri kalan sınıf ve tabakalar arasında olduğunu ilan etmesi, tüm halkın devleti, barış içinde bir arada yaşama, barışçıl yollarla sosyalizme geçme gibi ilkesel geri adımlar, Avrupa komünizmine ve sınıf uzlaşmacılığına kapı aralamıştı.
1989-1991 arasında tarihin en büyük tasfiye dalgası geldi ve artçı sarsıntıları ile neredeyse yıkılmadık yer bırakmadı ve Türkiye devrimci hareketi de bu süreçten bütün uzvularına kadar etkilenmiş ve sürece damgasını vuran ihanet ve tasfiye sürecidir.. SBKP’nin dağılması ile birlikte sosyalist ülkelerin çoğunda komünist partiler çözüldüler. Garbaçov’culuk dönemin yükselen trendidir.
2000’li yıllarda Putin Rusya’sı ve kapitalist bir dev olarak ortaya çıkan Çin’in etkisi, yeni bir tasfiye dalgası olarak kendini gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Rusya’da kökeni SBKP’ye dayanan Rusya Federasyonu Komünist Partisi için Rus milliyetçiliği işçi sınıfının bağımsız bir siyasi hat yakalamasını imkansız kılıyor. 1976 sonrası Bir sanayi ülkesi olan Çekoslovakya’da ise merkezi planlamanın 1960’larda bazı sorunlar üretmesi, ouyuyan hücrelere aradıkları fırsatı vermişti. “1948 yılında Çekoslovak Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana bir tür uykuda olan ve dönemin revizyonist kadroları tarafından tasfiye edilen ÇKP (Çin Komünist Partisi) ve Putin’den ilericilik bekleyen bazı zayıf partiler, tasfiye tezgahına takılıyordu.. Dünyanın yaşadığı ağır kriz koşullarında devrimini aramak, devrimci önderliğini aramak yerine, emperyalist hegemonya krizinde bir tarafın sermaye sınıfının ve ihanet sürecinin bir parçası oldular.
ABD’den başlayan 2008 krizi ise sadece mali bir krize değil, dünya kapitalist sisteminin bütün yönleriyle derin bir bunalımına işaret ediyordu. Bu krize karşı tekelci burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir liberal dalga dünyayı kapladı. Podemos, Syriza, Avrupa Sol Partisi, İngiltere ve ABD’de kendine sosyalist diyen sosyal demokrat liderler bu dalganın öne çıkan unsurlarıydı. Bu dalga daha önce bahsettiğimiz Portekiz Komünist Partisi ve Belçika Emek Partisi’ndeki tasfiye sürecini hızlandırdı. Türkiye’ye de taşınan liberal etkileri de ağır oldu.
Haziran Direnişi’nde ki bazı çevrelerin örgüt düşmanlığı ve liberal girdilerinin 2008 sonrası gelişen tasfiye dalgasıyla ilişkisiz olduğunu düşünmek imkansız. Türkiye’deki tasfiyecilerin Podemos ve Syriza gibi toplumsal hareketlerden ve yeni sosyal demokrasiden heyecanlandıklarını ve motivasyonlarının bir kısmını burada bulduklarını biliyoruz.
Ayrıca tekil ülkelerde ve dünya genelinde devrimci dalgaların geri çekilişi esnasında da, bir tasfiye dinamiğinin yükseldiğini söylemek mümkün.. Nasıl 1905 Devrimi’nin yenilgisinden sonra Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nde tasfiyecilik başladıysa, Türkiye’de de 2013 Haziran Direnişi’nin geri çekilmesinin bazı kolaycı ve pragmatik yolları kışkırtarak yeniden bir tasfiye dinamiğine neden olduğu söylenebilir. Zaten daha önce çeşitli örgütsel yapılar içinde uyutulan hüçreler bu süreçle birlikte uyandırıldılar ve hepsi yeniden burjuva sistem tarafından göreve çağırıldılar…Şimdi bu kadrolarla Türkiye Devrimci hareketini kontrol ediyorlar.
İhanet ve şeytanlaştırma dönemin en başarılı saldırısıdır ve bu saldırı katmerleşerek bugün devam ediyor… Özellikle silahlı mücadele üzerine örgütsel yapılarını inşa etmiş siyasi yapılarda bu çok daha acımasızca yapıldı ve yapılıyor.
TKP/(ML) içindeki sağ tasfiyeci unsurlar da bu süreçte derin uykularından uyandırılıyorlardı. Bu tür unsurlar kendilerini uyuyan bir hücre gibi saklayarak pusuda beklediler. Partinin uzun mücadele yıllarında içinde düştüğü hatalı çizgi süreçlerinde, bu hainler hücuma geçtiler ve partiyi önce dağıttılar, sonra hatırı sayılır bir kitleyi kontrol eder bir nitelik kazandılar.. Partinin yaşadığı iç sorunlar ayyuka çıktığında bu hainlerde aktifleşirler.
1978’de Mao sonrası süreçten sonra yurt dışına kaçan ve emperyalist ideolojik merkezlere teslim olan ve bu boşluktan yararlanan Deng Xiaoping’in çocukları Türkiye’de sahne alıyorlardı…
1980 sonrası süreçte ülkeden kaçanlar, devrim ve sosyalizm karşıtı küçük burjuva unsurlarla, CIA ve Alman ajanları desteğinde, yıkıcı ideolojik bir kampanya başlatılmıştı ve bu süreci yaşayan her devrimci sürecin tanığıdır. Bu süreçte tasfiyeciler, solcu olduklarını iddia ederek, TKP/(ML) yi bütün programatik ve örgütsel yapısıyla birlikte tasfiye ettiler… Bugün Marksizmi savunmak bu hainlere göre muhafazakarlıktır.. Türkiye’nin “Perestroyka’sı”… ”Demokratik toplumculuk ve parlamentarizm”…
Tasfiyecilerin en ince ve önemli taktiklerinden biri partinin ve devrimin çıkarlarını savunan, ideolojik olarak güçlü kadroları şeytanlaştırmak ve itibarlarını asılsız komplolarla sarsmak çalışmalarıdır. Yaratılan moral çöküşle birlikte, tasfiyecilerin parti ve kitlesini ele geçirmeleri çok daha kolay oluyor. Bu yöntem Türkiye’de acımasızca ve ahlaksızca denendi ve hala bu ahlaksızca saldırganlık devam etmektedir. Bu alçaklığa karşın esas sorun, süreci tam olarak kavrayamayan, Marksist çizgide ısrar eden bazı zayıf kadroların bu konudaki zaafları ve süreçten etkilenmeleri… Stalin ve Mao üzerinden dünya komünist hareketine suikast yaptılar.
TKP/( ML)’de özellikle 1991-1994 yıllarından sonra yaşananlar, çiltler dolusu yazılabilecek süreçlerdir. Dünya işçi sınıfının siyasi tarihinden çıkartılabilecek genellemelerin ışığında bu süreci değerlendirmek tarihsel bir görevdir. İşçi sınıfının tarihsel siyasi hedefleri ile örgütlenişi arasında kopmaz bir bağ bulunur. Hiçbir tasfiye girişimi örgütsel olana indirgenemez, son derece siyasi bir olaydır. İşçi sınıfını siyasi ve sınıfsal olarak tasfiye etmeden, örgütünü tasfiye etmek olanaksızdır. Bu inançla…
Erdoğan ATEŞİN
01.02.2024