BölgeGenel

TÜRKÜM DİYENLERİN ABD DÜŞMANLIĞI

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

Kendine Türk diyen derme-çatma Anadolu toplumunda ABD düşmanlığı taban yapmıştır. 1970’ler gençliği bunun öncülüğünü yaptı. “Kahrolsun emperyalizm!”, “Kahrolsun ABD”, “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!” temel ilkeleri oldu. Bu ilkeleri savunmak o süreçte solcu olmanın ve hatta sosyalist olmanın kıstası oldu. O süreçte Türk sağı buna karşı cephe aldı. Anadolu toplumu bu zeminde ayrıştı ve kimilerine göre sağ-sol kavgası buradan kaynaklandı. Aslına bakılırsa gerçek bir soldan bahsetmek mümkün değildi. Sol olarak görülenlerin sol ile uzaktan yakından bir alakası yoktu. Bu kesimden istisnalar hariç ırkçı Kemalist zeminde olduğunu söylemek yanlış değildir.

Gel zaman git zaman “Kahrolsun emperyalizm!”, “Kahrolsun ABD”, “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!” sloganı Türk sağınında vaz geçmedikleri ilkeler oldu. Sağ-sol demeden herkes bu ilkeleri savunur duruma geldi. Kim ilerici, kim gerici ikilemi böylelikle ortadan kalktı. Atatürk’ün değişiyle bugünkü Anadolu toplumu; “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle”ye dönüştü. Sağıyla-soluyla, resmi-siviliyle, ihtiyarı-genciyle, kadın-erkeğiyle “Vatan, Millet, Sakarya” zemininde buluştu. Aralarında kim daha çok Türkçüdür yarışı başladı. Kimsenin sistemin baskısını, sömürüsünü dert ettikleri yok. Bu çevrelere göre esas olan “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”dür. Bu bir gerçeklik.

Kurulan devlet bir ırka, bir millete dayanmıyordu. Sağdan-soldan gelen göçmen muhacirlerden oluşturuldu. Devlet bu toplumsal yapı üzerinden inşa edildi. Zaten bu devleti kuranlarda bunu kabul ediyor. “72,5 milletten olmayan bir millet oluşturduk” denildi. Ama sorunlu bir yapı idi. 72,5 milleti tek bir millete dönüştürmek için katı bir diktatörlük gerekiyordu. Tekçilik esas alındı. Ki Anadolu toplumu çok milletli, çok milliyetli, çok dinli ve çok mezhepli bir toplumdu. Bunları tek bir kalıba sokma için baskıcı sistem devreye konuldu. Sistem faşist bir diktatörlüktü. O gün bugün bu durum devam ediyor. Zaten Anadolu toplumundan var olan sorunlarda bundan kaynaklanıyor. Masa başında 72,5 milletten oluşturulan ve tekleştirmek için diktatörlükle bir arada tutulmaya çalışılan bu toplum içinden korkularını da taşır. Bu nedenle sistem sahipleri “bölündük ha bölüneceğiz” diyorlar. Sistem sahipleri ta baştan bu korkuyu toplumada empoze etti ve toplum bunu kanıksamış durumdadır.

Anadolu toplumuna bakın. Yarısı ırkçı Kemalist, yarısı Şeriatçı Cihatçı. Cihatçıların ezici çoğunluğu da ırkçı Kemalist. Bu tesadüf mü? Elbette değil. Duyulan korkunun sonucudur. Geriye kim kaldı? Sağda-solda her iki eğilimle problemli olan cüzi bir kesim var. Bu kesim samimi olsa bile toplumda karşılığı yok. Durum bu olunca kendine sol ve hatta sosyalist diyenlerin bir oturup düşünmesi gerekir. Yaşanan gerçekliğe uygun bir perspektif oluşturması gerekir. Sorunu dışarda aramak yerine içteki toplumsal yapıda aramak gerekir. Bir kere Anadolu toplumunun millet, milliyet, din ve mezhep haritasının ortaya çıkarılması gerekiyor. Politika bunların ihtiyacı üzerine yapılması gerekir. Bu yapılıyor mu? Hayır. Peki ne yapılıyor? İçteki sorunların sebebini dışarda arıyor. Kahrolsun emperyalizm denilip duruluyor. Kahrolsun demekle kimse kahrolmadığı gibi sorunların çözümüne de yardımcı olmuyor. Bu iç yapısal durumu tahlil etmeye de yansıyor.

Kimi arkadaşlar, ki samimiyetlerinden zere kadar bir şüphemiz yok ama mevcut iktidarın (AKP-MHP-BBP Partisi) ABD yanlısı olarak görüyorlar. Büyük bir yanılgı içindedirler. Oysa ABD planını bozmak için ellerinden ne geliyorsa onu yapıyorlar. Eskiden öyleydi ama ABD’nin Orta Doğu’ya müdahalesiyle Türk egemenlik sistem sahipleri ile ABD’nin planları çatışır hale geldi. ABD plan/projesi açık. Genişletilmiş Orta Doğu Projesi (GOP) ile ne yapmak istedikleri belli. Orta Doğu’yu yeniden tasarlamak. Bu ne anlama geliyor? Proje sahiplerine göre Fas’tan Afganistan’a kadar 22 devletin iktidarını yıkacakları, sistemleri değiştirecekleri, yeni iktidarlar kuracağı, bu ülkeleri böleceği, etnik ve dini temelde yeni devletler kuracağı, yeni sınırlar koyacağı vs. olarak tasarladığını biliyoruz. Türkiye’de bu 22 devlet içinde olduğunu da. Bu, ABD’nin yetkili ağırları tarafından altı kalın çizgilerle çizilerek anlatıldı. Kuşkusuz bu bugünden yarına olacak bir iş değildir. Süreç meselesidir.

İste burada Türk-ABD ilişkileri yara aldı. Özelikle de ABD’nin Irak’ı işgal etmesi, Saddam Hüseyin iktidarına son vermesi ve Kürdlere federasyon hakkının tanımasıyla aralarındaki çelişki giderek açıldı. Bu açı Kürdistan’ın güneybatısında (Rojava) özerk yönetimin oluşmasıyla giderek büyüdü. Türkiye bunu engellemek için baş vurmadığı bir yöntem bırakmadı. Eğer bunu başaramadıysa ABD ile var olan “iyi” ilişkilerinden dolayı değil, güç yetmemesinden kaynaklanıyor. ABD’ye karşı savaşı göze almamasından ileri geliyor. Bunu görmek zor olmasa gerek. Buradan “ABD-Türkiye arasında iyi ilişkiler var” sonucunu çıkarmak gelişmeleri doğru okumamaktan ileri geliyor.

Türkiye’nin her yolu denemesine karşın ABD plan/projesinden vaz geçti mi? Hayır. Bu böyle olmakla birlikte ABD’nin şu an Türkiye’yi işgal etme planı yok. Ama bu yarın olmayacağı anlamına gelmiyor. İlk etapta Türkiye’deki aktörlerle iktidarı değiştirmeyi düşündü. Bugün de o anlayışını muhafaza ediyor. Fakat Türkiye’de mevcut sistemi değiştirecek bir aktör bulamıyor. Bulamadığı içinde hem devleti hem mevcut iktidarı güçsüzleştirmek için birçok proje ile müdahale ediyor. Siyasi olarak Türkiye’yi dünyada izole etti. Ekonomik olarak krize soktu. Caastra sitemi ile askeri ambargo uyguluyor. Başka ne yapsın? Bu durumda mevcut Türk hükümeti nasıl ABD ile uyumlu çalışıyor denilebilir? Böyle bir saçmalık mı olur?

Anlaşılan bu arkadaşlar, olan biteni doğru okuyamıyorlar. Ezberleri konuşturuyorlar. Durum bu olunca çizdikleri devrim perspektifleri de yerli yerine oturmuyor. Bir hayalin peşinden koşuluyor. Kuşkusuz güzel şeylerin hayalini kurmak iyi ama gerçekliğe uygun olmayınca bu trajediye dönüşür. Hayal kırıklığına yol açar. Buna dikkat edilmelidir. Kuşkusuz hayal kurmak insanları mutlu ediyorsa kimsenin buna itiraz etme hakkı yok. Bırak insanlar mutlu olsunlar demek ahlaki bir durum. Ama hayal kurmak hayati bir sorun olan devrim konusunda kuruluyorsa bunun sonucu trajedi olur. Bundan kaçınmak gerekir.

Şu kıvranılmalıdır. Türkiye’de devrim koşulları yoktur. Devrimi halk yapar. Anadolu toplumun durumu ortada. Irkçı Kemalist ve Cihatçı. Görüldüğü gibi “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı’n izlediği politika ortadadır. Anadolu halkı bu her ittifak arasında paylaşılmış durumda. Geriye çok az bir kesim var. Onların da ezici çoğunluğu Kemalist. Yani Türkiye’de bırak sosyalist bir devrim yapmayı demokratik bir dönüşüm yapma potansiyeli bile yok. Bu iş iç dinamiklerin başaracağı bir iş değildir. Dış bir müdahale şart. Bunu yapacak olanda başını ABD’nin çektiği batı sistemidir. Buna da uğraşılıyor.

Burada işin tuhaf tarafı ne? Sistem sahipleri yani “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı’n ABD ve batı düşmanlığını anladık ama bu müdahaleye karşı çıkan sol veya kendilerine sosyalist diyen kesimleri anlamakta zorluk çekiyoruz. Maddem sistemden şikayetçisiniz. Buna değiştirmeye gücünüz yetmiyor. O halde bu sistemi değiştirmeye çalışan ABD ve batı sistemin müdahalesine niye karşı çıkıyorsunuz? Bunun sebebi ne? O halde biz diyelim. Demek ki bu sistemin değişmesini istemiyorsunuz. Bunun başka bir izahı yok.

Eğer bu sistemin değişmesini istiyorsanız bırak müdahale edilsin. Mevcut olan iktidarı düşürsün. Yeni bir sistem mi kurmak istiyorsunuz o zaman buna hazırlanın. Şu açık. İran sonrası Türkiye’ye müdahale edilecek. Sistem sahipleri bunu görüyor ve buna göre politikasını oluşturuyor. Bu politikada ABD düşmanlığı üzerinde inşa ediliyor. Kendine sol veya sosyalist diyende kalkmış sistemin bu politikasını sola boyayıp savunuyor. Oysa bir dış müdahale koşullarında demokratik bir sistemin kuruluşunun politikasını oluşturmaları gerekiyor. Bugünden tezi yok buna hazırlanmak gerekiyor. Şu bilinsin. İran sonrası Türkiye’ye müdahale edilecek. Türkiye’ye müdahale edildiğinde hazırlıklı olmak gerekir. Irak, Libya, Suriye halkı veya sol ve demokrasi güçleri bu şansı kaçırdı. Bunu en iyi kullanan Kürdler oldu. Kötü mü oldu? Elbette hayır. Kürdistan’ın güneyinde federasyon, güneybatısında (Rojava) özerk bir yönetim kurdu. Bunlar büyük kazanımdır. Anadolu halkı veya öncülüğüne soyunan sol veya demokratik güçler eğer kazanmak istiyorlarsa kendilerini bir dış işgal koşullarına göre hazırlasın. Irak, Libya ve Suriye’nin durumuna düşülmesin.

İzlediğimiz kadarıyla bunu yapacak ne bir güç var ne de böyle bir düşünce var ortada. Her ne kadar bazı kesimler sistemden rahatsızlarsa da bunun nasıl değişmesi gerektiği konusunda gerçekliğe uygun bir politika sahibi değiller. Basmakalıp sloganvari olmanın ötesine geçemiyorlar. Bu kesimler, her ne kadar “Türkiye devrimler ülkesidir” deseler de bunun da altı boştur. Evet, Türkiye’de devrimler olmuştur. İttihat-ı Terakki’den bu yana ordu eksenli sayısız “devrim” olmuştur. Ama bunlar karşı-devrimci devrimlerdir. Halk eksenli bırak bir devrimden bahsetmek bir kalkışmadan bahsetmek bile mümkün değildir.

Bu kesimlerin en çok sarıldığı iki kalkışma var. Biri 15-16 Haziran ve Gezi olaylarıdır. İkisi de kendiliğindenci olaylardır. Hele 15-16 Haziran olayları öyle sanıldığı gibi devrimci, ilerici bir kalkışma değildi. Sistemi hedefleyen bir kalkışma değildi. İşçinin eline verilen pankartlarda “İşçi-Ordu Elele Milli Cephede” sloganı yazılıydı. Başka bir sloganda yoktu. Yıldönümünde 10’nun üzerinde derneğin katıldığı bir toplantı yapıldı. Bizde “İstanbul Seyyar Satıcılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” adına katıldık. Uzun tartışma sonucu bir bildiri kaleme alındı. Bir resim konulacaktı. Milletin elindeki resimlerin hepsinde “İşçi-Ordu Elele Milli Cephede” sloganı yazılıydı. Biz ve TKML bu resmin kullanılmamasını istedik. Diğerleri bu resmin kullanılmasından bir sakınca görmüyorlardı. Katılımcılar anlaşamayınca başka bir resim bulunması için bir görevlendirmeye gidildi. Her grup bir gazeteye gitti. Bize Cumhuriyet düştü. Gittik. Arşiv bölümüne aldılar. Yüzlerce resim var ama hepsinde “İşçi-Ordu Elele Milli Cephede!” sloganı yazılı. Başka bir resimde yoktu. Çıktık geldik. Bir sonraki toplantıda herkesin gördüğü manzara bu olduğu anlaşıldı. Ne yapalım dedik. İyisi mi ordunun üzerini karalayalım. Onun yerine köylü yazalım düşüncesinden anlaştık. Masa başından “İşçi-Köylü Elele Milli Cephede!” sloganını icat ettik. Gülünç değil mi? Çokça övülen 15-16 Haziran olaylarının hikayesi bu. Umut orduydu. Bugün o da kalmadı. Ordu camileşmiş, cami ordulaşmış. Gerçeklik bu.

Peki kastedilen bu “demokratik devrimi” kim yapacak? Halk mı? Bunu geçin. Rusya’da bu oldu. Ama dünyanın başka hiç yerinde bu tür bir devrim bir daha olmadı. Olanda dış işgale karşı milli devrimlerdi. Rusya’ya gelince özel bir konumu vardı. Uluslararası sistem o süreçte Rusya’nın dağılmasını istemiyordu. Bu nedenle Almanya, Lenin’i gizli olarak bir tren ile Rusya’ya gönderdi. Lenin’de “ulusların kendi kaderini belirleme hakkı” tezini ileri sürse de sonuçta bunun bir yanılsama olduğu görüldü. Sovyet yönetimin Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan yönetimlerine karşı tutumu bilinir. “Bunlar Menşevik’tir” dedi onları kanla bastırdı ve Rusya’nın birliği gerçekleştirildi. Bugün Rusya’da olan biten sorunların kaynağı buraya dayanmaktadır.

Şimdi ise uluslararası sistem bunun tersini savunuyor. Ülkelerin siyasi ve toprak birliğini değil var olan millet ve farklı din temelinde ülkelerin bölünmesini savunuyor. Bunun mücadelesini veriyor. Doğu Avrupa’da bu gerçekleştirildi. Önemli ölçüde sorunlar çözüldü. Sonra Orta Doğu’ya müdahale edildi. Bu, mevcut statükocu devletlerin işine gelmedi ama baskı altında olan millet, azınlık ve farklı dini kesimlerin işine geliyor. Kendi kaderlerini kendileri hükmetmek istiyorlar. Bu nedenle ABD’nin başını çektiği batı sistemin bu politikasını destekliyorlar. Bu kötü bir şey midir? Kuşkusuz hayır!

Kim buna karşı çıkar? Statükocu güçler. Bir de onlarından kopamayan kendine sol veya sosyalist diyen çevreler. Bunun en bariz örneği Türkiye’de olan bitendir. “Halk devrimi” nakaratı başını alıp gidiyor. Bu, kiminle yapılacak? Halkla mı? Halk ile bir bağ yok ki. Yarısı ırkçı Kemalist, yarısı Cihatçı. Söz konusu sol veya sosyalist güçlerin halk ile ilişkileri olsa bile halkın kendi öz gücüyle devrim yaptığı şimdiye kadar dünyada görülmüş değildir. Olsa idi bugün İran’da devrim olurdu. Uzun süredir halkın ezici kesimi sokaklardadır. Halk ayakta ama Molla rejimini alaşağı edecek bir güçleri yok. İran’daki halk hareketin başarısı için dış bir müdahalenin olması gerekir. Uluslararası sistem buna yoğunlaşmıştır. Umalım bir dış müdahale olurda Molla rejimi tasfiye olur. Baskı altında olan millet ve azınlıklar kendi kaderlerini tayin ederler. Fars halkı da bir nefes alır. Demokratik bir sistem kurarlar. Fakat Türkiye bu aşamada bundan çok uzak bir yerdedir. Bu nedenle kimse bugünden yarına bir “demokratik devrim” beklentisine kapılmasın.

Toparlarsak Türkiye’de yaşanan sorunların kaynağını oluşturan esas sorun Kürd/ Kürdistan sorununun çözülmemiş olmasıdır. Bu sorun çözülürse Anadolu halklarının önü açılır. Tekçilikte diretilirse mevcut olan sorunlar derinleşerek devam eder. Bundan sistem sahiplerinin bir kaybı olmaz. Kaybeden sistem dışı güçler olur. Fakat ne yazık ki sistem dışı güçler bunu görmüyor. Tıpkı sistem sahipleri gibi sorunları yaratanın sistem sahipleri değil, dış güçler olduğu, bunun başının da ABD’nin çektiği olarak düşünüyor. Burada ABD düşmanlığı taban yapıyor. Sistem sahipleri ile sistemle çıkar çelişkisi olan güçler burada tekleşiyor. Sistemin tekçilik zemininden buluşuluyor. Anadolu toplumun çıkmazı budur. Daha ötesi bu görülmek istenmiyor. Türk egemenlik sistem sahipleri ile ABD arasında süren mücadelede sistem sahiplerinden yana tavrını koyuyorlar. Irkçı zeminde yerini alıyorlar. Bunun adına kurtuluşuna soyundukları emekçi kesimlerin çıkarlarıyla çatıştıklarının, mevcut Türk egemenlik sistemin savunucusu olduklarının, Kürd milletinin gasp edilen egemenlik hakkına kavuşma mücadelesine karşı sistem sahipleriyle aynı cephede yer aldıklarının farkından bile değiller. Farkından olanlar var. Kastettiklerimiz onlar değildir. Onlar sistemle zaten kaynaşmış kesimlerdir. Kastettiklerimiz samimiyetlerinden şüphe etmediğimiz sol ve sosyalistlerdir.

Bu kesimden istediğimiz şudur. Şunu anlayın artık. ABD ile Türkiye arasındaki esas sorun Kürd/Kürdistan sorunudur. ABD’nin Kürdleri desteklediği meselesidir. ABD bundan vaz geçerse Türk egemenlik sistemi bir yüz yılda, iki yüz yılda ABD’ye jandarmalık eder. Fakat ABD bunu kabul etmiyor. Kürdistan sorunu çözülmeli diyor. Buna bağlı olarak doğan başta insan hakları olmak üzere vs. sorunlar çözülmeli diyor. Türk egemenlik sistem sahipleri bunu var olma ve yok olma olarak gördükleri için buna gelmiyorlar. İşte ABD ve Türkiye arasındaki mücadele bu zeminde boy veriyor. Peki sistem karşıtıyım diyenler ne yapıyor? ABD’ye karşı sistemden yana tavrını koyuyor. Biz buna şer cephesi diyoruz.

Milli hakları inkâr edilen Kürd milletinin bu savaşta yeri bellidir. Bu yer sömürgeci ülkede oluşan şer cephesi olamaz. Bu şer cephesine karşı mücadele eden ki başını ABD’nin çektiği batı blokudur. Kürdlerin yeri bu bloktur. Burada Kürdler utangaç davranmamalıdır. Şer cephesinden gelen eleştirilere kulağını kapamalıdır. Çünkü sorunlarını çözmeye çalışanlar şer cephesine karşı mücadele eden batı sistemidir.

Bunun en bariz örneği 2 Mart 2003 yılında Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell arasında yapılan anlaşmadır. Kürdistan sorununun çözüm manifestosudur. İkincisi, ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi sonrası Kürdistan güneyinin federasyon hakkının kazanmasıdır. Üçüncüsü, 2011 yılında Suriye’de Şam yönetimine karşı baş kaldıran muhalefetin yanı sıra Kürdlerin organize olup milli haklarını elde etmeye çalışırken ABD’nin bunu desteklemesidir. Şu an kurulu bulunan özerk yönetim bunun sonucudur.

Şimdi birilerine bakılırsa buna ne gerek var. “ABD emperyalisttir. O kendi çıkarını düşünür. Eğer bugün Kürdleri destekliyorsa çıkarı gereğidir” diyorlar. Bunu sömürgecilerimiz dediği gibi sistemle bağını koparmamış kendilerini muhalif olarak tanımlayan liberal, demokrat, sol ve hatta sosyalistler bile bunu söylüyor. Yani demek istiyorlar ki; “Ya Kürdler ne gereği var, bakın kardeş kardeş geçinip gidiyoruz, kız alıp vermişiz, tavuklarımız bile karışmış, bunu bozmanın ne gereği var” demektedirler. Şimdi burada Kürdler karşısında sistem sahipleri ile kendini muhalif gören güçler arasında ne fark var?

4 Mart 2023

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu