Suriye’de Neler Oluyor ?
Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu deprem ve sel felaketi aynı zamanda böyle bir ortamda seçime gidilmesi dikkatleri daha çok iç politik gelişmelere çevirdi. Yanı başımızda ciddi bir kısım gelişmeler yaşanmaktadır. Özellikle Suriye ve Irak merkezli politik dengelerin yeniden belirlendiği bir sürecin içerisinden geçiyoruz.
Dr. Mustafa PEKÖZ
Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu deprem ve sel felaketi aynı zamanda böyle bir ortamda seçime gidilmesi dikkatleri daha çok iç politik gelişmelere çevirdi. Yanı başımızda ciddi bir kısım gelişmeler yaşanmaktadır. Özellikle Suriye ve Irak merkezli politik dengelerin yeniden belirlendiği bir sürecin içerisinden geçiyoruz.
Üçlü Astana Formatından Dörtlü Formata Geçiş
Suriye’de ortaya çıkan politik tablo dikkate alındığında Türkiye’nin artık belirleyici bir güç olmaktan çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. 2012 yılından itibaren Davutoğlu’nun başında bulunduğu ekibin belirlediği AK Parti’nin Suriye politikası esasen terk edilmeye başlandı. Geçmişten Rusya İran ve Türkiye merkezi yapılan üçlü formata artık Esad rejimi de dahil oldu yani bundan sonra dörtlü zirveler olarak devam edecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, katil dediği Esad ile görüşmek için her türlü politik manevrayı yapıyor. Bir zamanlar 6 ay içerisinde Şam’da namaz kılacağını söyleyen Erdoğan bugün Şam’a politik bir ziyaret yapmak istiyor. Geçmişte Esad alttan alıyordu bugün Erdoğan’ın alttan alıp barışmak istiyor. Yakın dönemde 4 ülkenin Dışişleri Bakan Yardımcıları bir araya gelerek bir kısım kararlar aldılar. Önümüzdeki kısa bir süre içerisinde Dışişleri Bakanları düzeyinde yeni bir toplantı yapılacak. Böylelikle Ankara, Moskova’nın desteğiyle Şam ile masaya oturup yeni bir yol haritası belirlemek istiyor. Altını çizmekten yarar var: Toplanacak olan dörtlü zirve’de Ankara masaya kaybeden olarak oturmuş olacak ve kendisine dayatılan koşulları zorunlu olarak kabul edecektir.
Ankara, Suriye’yi terk etmeyi tek bir şarta bağladı
Ankara, politik, ekonomik ve bölgesel ilişkilerde artık yük haline gelmiş Suriye’den çıkmak istiyor. AK Parti iktidarı, geçmişte politik ilişki için önerdiği; Suriye muhaliflerinin Şam’daki sürece müdahil olması gibi politikayı önemli ölçüde terk etti. Artık tek bir şartla Şam’ın kapısını çalmak istiyor: PYD merkezi Suriye Demokratik Güçlerinin(SDG) askeri olarak tasfiyesini ve Özerk Bölge Yönetimine son verilmesini talep ediyor. Bu koşul yerine getirilmediği takdirde Ankara’nın Suriye’den çekilmesinin iç politikada açık bir krize dönüşeceği ve AKP’nin hanesine büyük bir başarısızlık olarak geçeceği biliniyor.
Esad, seçim sürecinde Erdoğan ile görüşmek istemiyor
Türkiye, Şam rejimiyle politik-diplomatik görüşmeleri hemen başlatmayı çok istiyor. Ancak Esad, Erdoğan’ın görüşme isteğini bazı koşullara bağladı. Örneğin Türkiye’nin İdlib, Afrin El-Bab bölgelerinde koşulsuz bir şekilde çekilmesi. Aynı şekilde yıllardır aktif olarak desteklediği radikal İslamcı örgütlerin tasfiyesini ya da sorumluluğunu açık bir şekilde üstlenmesi gibi bir kısım şartlar ileri sürdü.
Putin, Esad’ın Erdoğan ile buluşması için ciddi bir baskı yaptığı biliniyor. 15 Mart 2023 tarihinde Esad’ın Moskova’ya yaptığı ziyarette Suriye-Türkiye ilişkilerinin geleceği masaya yatırıldı. Esad, görüşme şartlarını sıralarken özellikle Türkiye’deki seçim süreci nedeniyle Erdoğan’ın ile bir araya gelmeyeceğinin mesajını açık bir şekilde verdi.
Esad, Türkiye’deki seçim sonuçlarını önemsiyor
Dikkat çekilmesi gereken en önemli hususlardan bir tanesi de, Türkiye’deki iktidarın değişme olasılığıdır. Erdoğan kaybeder ve Kılıçdaroğlu kazanırsa Ankara’nın Suriye politikası bütünüyle değişecek. Şam ile diplomatik-politik ilişkiler tahmin edilenden çok daha hızlı bir şekilde kurulacak ve Türkiye öncelikli olarak Afrin, Elbab ve İdlip’den çekilecektir. Şam ile Qamışlı arasındaki ilişkiler, Suriye’nin iç sorunu olarak görülecek. Birleşmiş Milletlerin gözetiminde yapılacak olan yeni bir anayasada, Kürtlerin statüsü üzerinde bir tartışmaya girilmeyecek ve askeri-politik bir gerilim yaratılmayacak. Kılıçdaroğlu’nun Esad ile kuracağı diplomatik-politik ilişki, Suriye’nin politik istikrarı bakımından önemli bir rol oynayacaktır.
Moskova, Suriye’de sorunların çözümünü istiyor
Moskova Suriye’deki sorunların hızlı bir şekilde çözülmesi için yeni politik hamleler yapıyor. Öncelikli olarak Şam ile Ankara’yı buluşturarak aslında fiilen Şam’ı Ortadoğu’da yeniden politik olarak kabul edilebilir bir pozisyona getirmek istiyor. Ankara’nın Şam’ı politik olarak kabul etmesi ve diplomatik ilişkiye geçmesi özellikle Körfez ülkelerinde de belirli bir etkisi olacaktır. Arap dünyasının da Şam ile diplomatik ilişkileri hızlandırmaya ve Esad rejimiyle çalışmaya istekli olduklarını söyleyebiliriz.
Şam yönetiminin bölgesel ilişkilerinde kabul edilebilir bir noktaya gelmesi, Rusya’nın Akdeniz ve Orta Doğu stratejisinin geleceği bakımından çok önemli bir adım olacaktır. Eğer Esad rejimi politik gücünü koruyamaz ve bölgede kabul edilebilir bir konuma gelmezse iç politik istikrarsızlık devam eder. Böylesi bir olumsuz tablo, Rusya’nın Suriye üzerinden geliştirdiği Akdeniz stratejisi ciddi bir darbe alacaktır. Putin bütün bu gelişmeleri dikkatle okuyarak Ankara ile Şam arasındaki sorunların çözümüne önem veriyor.
ABD Genelkurmay Başkanı’nın Kuzey Doğu Suriye’yi ziyareti
ABD’nin Suriye’de ve Irak’tan yeni politikalar devreye soktuğuna dair bir kısım verilerden bahsedebiliriz. Rusya’nın attığı adımlara karşılık ABD’nin bölgedeki pozisyonunu giderek güçlendirdiğini görüyoruz. ABD Genelkurmay Başkanı Mark A. Milley’in Kuzeydoğu Suriye’yi yani Rojava bölgesini ziyaret etmesi oldukça dikkat çeken bir durum. ABD Genelkurmay Başkanlarının NATO gibi son derece stratejik olan kurum toplantılarının dışında ülke ziyaretleri nadiren görülen bir durum. Rojava ziyareti, ABD’nin belirlediği bölgesel stratejisi ile doğrudan ilişkilidir.
Ziyareti birkaç noktada değerlendirebiliriz.
Birincisi, Rusya’ya ve Şam rejimine verilen bir mesajdır. Suriye’de ABD’nin onay olmaksızın herhangi bir politik değişiminin olmayacağını ifade etmek anlamına gelir. Böylelikle Rusya, Suriye’de bir istikrar kurmak istiyorsa bunun doğrudan muhatabı ABD’dir.
İkincisi, Ziyaretin dolaylı muhatabı Türkiye’dir. Yani ABD’nin onayı ve bilgisi olmadan Ankara’nın bölgeye bir askeri operasyon yapamayacağını yansıtıyor. Böylelikle Ankara’nın ABD’nin kontrolünde olan bölgelerde herhangi bir istikrarsızlığa yol açabilecek askeri bir eylemden özellikle kaçınmasına dair bir mesajdır.
Üçüncüsü, PYD merkezli SDG’ye verilen politik ve askeri desteğin en yüksek düzeyde olduğunun, Kürtlerin bölgesel bir müttefik olarak görüldüğünün yeniden tescilidir. Böylelikle Şam’dan veya Ankara’dan SDG’ye gelebilecek herhangi bir saldırıda ABD müdahil olacaktır. Yani ABD’nin SDG politikasının değişmeyeceğini yansıtmaktadır.
Suriye Demokratik Güçlerinin önemi artıyor
ABD’nin İran, Irak ve Suriye politikasında SDG’nin giderek ön plana çıkmaya başladığını söylemek mümkün. Son 6 ay içerisindeki bölgesel gelişmeler, bize bir kısım mesajlar veriyor. ABD Genelkurmay Başkanı Milley’in Rojava ziyaretine paralel olarak ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in Irak Kürdistan Bölge Yönetimini ziyaret etmesi bir tesadüf olmayıp ABD’nin yeni stratejileriyle ilgilidir.
İki noktaya üzerinde çalışılmaktadır: Birincisi, Irak Özerk Kürt bölgesiyle Rojava’nın birleştirilmesi yani harita değişimleri gündeme gelecek. Bu stratejinin başarılı bir şekilde uygulanması doğal olarak Ortadoğu’daki bütün dengelerin ve ilişkilerin yeniden yazılması anlamına gelir. İkinci husus, İran’ın bölgedeki yayılmacılığına karşı, Kürt koridoru ön plana çıkartılacaktır. Bu nedenle İran’a karşı olası bir askeri operasyonda Kürtlere önemli bir rol verilmesinin ön hazırlığı yapılıyor. ABD Savunma ve Genel Kurmay Başkanının Kürt bölgelerini ziyaret etmesi İran ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Kürtlerin üstleneceği role paralel olarak İran’ın Kürdistan eyaletinde, Irak ve Suriye’dekine benzer fiili bir özerk Kürt bölgesinin yaratılması hesaplanmaktadır. ABD, belirlediği yeni politikasında Peşmerge’den çok SDG’ye güvenmektedir. Bu nedenle SDG’nin askeri olarak güçlendirilmesi Pentagon’un planlarından biridir. Son altı aydır, SDG, askeri gücünü sadece kara’da değil aynı zamanda hava’da artırıyor.
Helikopter Kullanan SDG
Birkaç gün önce Irak’tan Suriye’ye doğru giden iki helikopterin düştüğü kamuoyuna yansıdı. Bu iki helikopterin kime ait olduğu tartışması yürütülürken hem Irak Kürdistan Bölge Yönetimi hem de YPG tarafından yapılan açıklamada, söz konusu hep helikopterlerin içinde Süleymaniye bölgesinde IŞİD’e yönelik bir operasyonda dönen SDG anti-terör birliklerinin oldukları ve yaşamlarını yitirdikleri kamuoyuyla paylaşıldı.
Birkaç noktaya dikkat çekmek istiyoruz.
ABD’nin SDG güçlerine pilot yetiştirdiği biliniyor. Özellikle helikopter eğitim alan 50’ye yakın pilotun olduğu iddia edilmektedir. Pentagon’un yaptığı açıklamalar dikkate alındığında SDG’nin önemli ve etkili bir kara askeri gücene sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle 50 km menzili bulunan modern toplar, hava füze savunma sistemleri gibi askeri araçlara sahipler. Ancak askeri pilot yetiştirmesi çok özel bir durum olup ordulaşmanın en önemli özelliklerinden biridir. ABD’nin SDG’ye bağlı çok sayıda pilot yetiştirmesi, uzun erimli uygulanabilecek askeri-politik stratejinin bir parçasıdır. Söz konusu helikopterler hangi ülkeye ait. Henüz bir açıklama yok. Avrupa menşeli olan helikopterleri hangi ülke SDG’ye verdi. Kimin verdiğinden öte, SDG’nin helikopterleri kullanmasının stratejik rolü nedir?
Irak Kürdistan Bölge Yönetime(IKBY) bağlı peşmerge güçleri, sıklıkla NATO tarafından eğitilmelerine rağmen askeri pilot yetiştirilmiş değil. Ancak SDG için tersine özel olarak askeri pilotlar yetiştiriliyor. SDG’ye bağlı olduğu belirtilen anti-terör özel birlikleri bu helikopterleri kullanarak Irak ve Suriye bölgelerinde operasyonel güç olarak konumlandırıldıkları anlaşılıyor. ABD’nin veya NATO’nun İran’a yönelik olası bir operasyonu gündeme geldiğinde SDG’ye bağlı özel anti-terör timleri aktif olarak görev alacakları konusu kamuoyunda tartışılmaktadır.
Helikopterlerin doğrudan SDG’nin envanterinde olan araçlar olup olmadığı henüz açıklanmış değil. Ancak ortaya çıkan sonuç şu: SDG artık doğrudan ordulaşan bir askeri güce dönüştürüldüğü açıktır. Şam ve Ankara tarafından bu süreç dikkatle takip edilse de, artık karşısındaki gücün sıradan bir askeri birlik olmadığı anlaşılıyor. Türkiye, gerçekleştirme olasılığı son derece zayıf olan bir askeri operasyonda ne gibi bir güçle karşılaşacağını çok daha ciddi olarak hesaplamak zorunda kalacaktır.
Helikopterler düştü mü? Düşürüldü mü?
SDG kaynakları farklı zaman diliminde iki helikopterin hava koşulları nedeniyle düştüğünü açıkladı. Ancak basında yer alan bir kısım iddialara göre sivil özelliklere sahip iki helikopter düşürüldü. Kimin tarafından düşürüldüğüne dair bir açıklama yapılmamış olmasına rağmen, helikopterlerin düştüğü bölge Türk ordu birliklerinin yoğun olduğu bölgeye yakın olması nedeniyle dikkatler Ankara’nın üzerinde toplandı. Ancak ne ABD ne de SDG, helikopterlerin düşürüldüğüne dair bir açıklama yaptı. SDG yaptığı açıklamada: “Helikopterlerin Rojava’dan Süleymaniye’ye eğitim amaçlı giden Terör İle Mücadele Güçleri (YAT) üyelerini taşıdığını açıklarken YAT Genel Komutanı Şervan Kobani komutasındaki 9 savaşçı yaşamını kaybetti.”
Düşen helikopterde SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani’nin yeğeni Şervan Kobani’nin yaşamını yitirmesi, helikopterlerin düşürüldüğü olasılığını tartışmaya açtı. Hatta helikopterlerde Mazlum Kobani’nin olduğu tahmin edilerek düşürüldüğü iddia edilmektedir. Bu iddialara rağmen ABD’nin ve SDG’nin hava koşulları nedeniyle düştüğünü açıklamaları, Türkiye ile yeni bir kriz yaşamak istemediklerinden kaynaklandığı belirtiliyor.
Helikopterler düştü veya düşürüldü, burada belirleyici olan şu: SDG’nin envanterinde hava araçları bulundurmaya başlaması ordulaşmanın ve devletleşmenin önemli bir halkasını oluşturuyor. Böylelikle IKBY ile Rojava ilişkisinin bir ileri/üst aşamaya taşınması Ortadoğu’daki dengelerin çok yönlü değiştireceğini gösteriyor.