BölgeGündem

ENCÜMEN-İ DANIŞ ve ENCÜMEN-İ HÜCCETİYE!

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

Encümen-i Danış, biz Kürdistan’ın Kuzeyi Kürdleri için yabancı değil ama Encümen-i Hüccetiye için aynı şey denilemez. Bir bütün olarak tarihi serüvenini bir yana bırakırsak her ikisinin işlevi aynıdır. Biri Türk egemenlik sistemin, diğeri Fars egemenliğinin artık derin devleti mi, devlet çekirdeği mi, devlet aklı mı ne denilirse denilsin politikasını ve eylem projesini oluşturur ve sistemi idare eden hükümet ve muhalefetin önüne koyan güçtürler.

Encümen-i Danış’ın ideolojisi, Kemalizmdir. Yani ırkçı Türk milliyetçiliğidir. Sistemi korumada Kemalizm tek başına cevap veremeyince 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle buna İslami düşünce monte edildi. “Türk-İslam Sentezi“ oluşturuldu. Encümen-i Hüccetiye’nin dayandığı ideoloji Şiiliktir. Şiilik aslında ırkçı Fars milliyetçiliğidir.

Encümen-i Danış ve Encümen-i Hüccetiye, bugün hem ülke halkının sosyal gelişmesinin önünde engel, yanı sıra çağdaş dünyanın modern toplum sistemi ile çatışır konumdadır. Bu nedenle bu sistemlerin hem içteki toplumsal yapı ve hem dünya sisteminin çıkarı gereği tasfiyesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Şu an yapılmak istenen budur.

Türkiye ve İran egemenlerinin dünyadaki modern sistem ile çatışmasının nedenide budur. Encümen-i Hüccetiye, 1940’lerde temeli atılan “İslami Cemiyetler Birliği” örgütünün devamıdır. Şii mezhebinin önde gelen şahsiyetlerin hakim olduğu cemiyetlerin bir araya gelmesiyle temeli atıldı. 1957 yılında bu isimle anıldı.

Bu cemiyet üyeleri bir nevi Şii mezhebinin, aslında Fars milliyetçiliğin fedaileridir. Bir düşmanda bulunmuştu: Bahailik! Halk Bahailik’e karşı örgütlendirildi. Şiilik Fars milliyetçiliğin temel felsefesi edindi. İnsanlar öyle eğitildiler ki Şii mezhebi dışında olan herkes düşman ilan edildi. Diğerleri bir “ötekiydi“.

Fedailere “ötekiler“ her muameleye laiktirler fikri empoze edildi. Bu mantık üzeri inşa edilen bu felsefe buna uygun hücreler şeklinde örgütlendirildi. Bugün örgütlü 15 milyonu bulan Besiç denilen fedailerden oluşuyor. Her mahallede örgütlü bir güçtürler. “Öteki“ olarak kabul ettikleri herkese pratik olarak yönelme felsefeleri oldu. Suikastı felsefeleştirdiler. Sinsileştiler ve canileştiler. Bir terör örgütü olup çıktılar. Toplumda destek gördüler. Bir korku imparatorluğunu kurdular. 1979 yılında Şah Rıza Pehlevi’yi iktidarda düşürecek kadar güçlendiler.

Ayetullah Humeyni, 1979 hareketinin ruhani lideriydi ama Encümen-i Hüccetiye üzerinde bir etkisi yoktu. Örgüt üstünde hakim olan Seyyid Ali Hamaney ve Ali Ekber Haşimi Rafsancani idi. Ayetullah Humeyni, bunu ancak çevresinin bu örgüt tarafından biçilmesiyle anlasa da artık çok geç kalmıştı. Teslim olmaktan başka bir çaresi de yoktu. Şu an İran Molla rejimini idare eden güç işte bu Encümen-i Hüccetiye’dir.

İran’da Şahlık rejimini yıkan ve siyasi iktidara el koyan Encümen-i Hüccetiye örgütü, Şii hareketini tüm dünyaya yaymayı hedefledi. TC devleti de Sünni terörizmi yaydı. Tüm dünyaya kılıç çektiler. Ama gelinen bugün dünya insanlığının nefretini kazanan çağdışı katil birer yönetim olarak anılmayı hak kazandılar. İran Molla rejimin ve TC devletinin terörizmi sadece ülke içi ile sınırlı olmayıp küresel bir niteliktedir.

Küresel Şii terörizmin arkasında İran Molla rejimi ve Sünni terörizmin arkasına TC devleti vardır. Her iki devlete uluslararası terörizmi destekleyen terörist devletler kimliğine sahiptirler. Bu destek sıradan bir destek değildir. Dünya insanlığı için olduğu kadar bölge halklarının çıkarı için de tasfiye edilmesi gereken kanlı ve çağdışı birer yönetimdirler.

İran Molla rejimin ve TC devletinin yıkılması, aynı zaman da küreselleşen Şii ve Sünni terörizme büyük bir darbe olacaktır. Her kim ki, kimden gelirse gelsin bu çağdışı yönetimi tasfiye hareketine karşı yer alırsa bilinsin ki, bu çağdışı yönetimin suç ortakları olacaklardır.

Bugün de bu suç ortaklığını yapanlar vardır. Kimdir diye sorulursa bunlar, Türk, Arap ve Acem ‘sol’larıdır. Yanı sıra cihatçı Kürd İslamistleri ve halkların kardeşliğini savunan Kürd politik çevreleridir. Bunu da “anti-emperyalizm,“ “anti-siyonizm“ adına yapıyorlar. Bu politika doğal olarak bu güçleri Kürd milli hareketine düşmanlık yapmasına sürüklüyor.

Sahiplerinin sessine dönüşüyor. Kürdistanı fiilen işgal eden egemen sistem sahiplerinden farkı kalmıyor. Nedeni bu iki barbar sistemin tasfiye edilmesi Kürdler üstünde ki hakimiyetinin yok olacağını, bunu da savundukları sistemin çıkarına darbe olarak görüyorlar. Onlar ne ederse etsin Kürdistan emin adımlarla bağımsızlığa doğru yol alıyor.

İran Mola rejimi ve Türk devleti, bölgemizde gericiliği temsil ediyorlar. Bölge halklarının gelişmesinin engeli oldukları gibi dünya sistemi içinde tehlike arz ediyorlar. Çağa ayak uyduramıyorlar. Çağdışı ideolojileri ve terör eylemleriyle kendilerini yaşatmayı politika ediniyorlar. Sebebi hatalı bir sitemin sürdürüceleri olmalarıdır.

Savundukları statükonun bozulmasını kendi varlık, yokluk sebebi sayıyorlar. Bu nedenle her türlü değişime ayak diretiyorlar. Fakat yolun sonuna geldiklerini de görüyorlar. Çünkü savundukları statüko hata üstüne inşa edilmiştir ve de çökmek zorundadır. Tarihsel gelişme buna işaret ediyor.

Bir kere İran ve Türkiye diye ülkeler olmadığı gibi İran ve Türk denilen milletlerde yoktur. İran çalıntı bir kavramdır. Arı haklarının ortak yerleşim alanı iken Farslar bunu çaldılar, kendilerine mal ettiler. Türkiye diye bir ülkede yoktur. Bu ismin yüzyılık bir geçmişi var, daha ötesi yoktur. Ki bunun isim babasıda İngilteredir.

Fars milleti var ama coğrafyamızda Türk diye bir millet yoktur. Hiçbir zamanda olmadı. Ancak azınlık bir kitleden bahsedilebilir. Olmayan bir milleti oluşturmak öyle kolay olmadı. Bu serüven Jöntürkler, İttihatçılar ve sonuç olarak Kemalizm ile noktalandı. Sonradan gelen iktidarlar tarafından sürdürüldü. Olmayan bir millet oluşturulmaya çalışıldı. Sağdan-soldan gelen veya getirilen muhacirlerden, göçmenlerden, sistemin sahiplerin değişleriyle 72,5 milletten oluşturuldu. Deyim yerindeyse tam yamalı bir bohça ortaya çıktı. Bir ilmik çözülürse oluşturulan suni millet çözülecek. Bunu önlemek için katı kurallar temelinde baskı ve zor uygulanarak o günden bugüne gelindi.

Toplu katliamlar, soykırımlar, bireysel suikastlar, Takrir-i Sükûn Kanunuları, zorla göçertilmeler, Olağanüstü Hal Yetkileri, İstiklâl Mahkemeleri, Sıkıyönetimler, işkence, zindan ve mahkemeler, asimilasyonlar ile yönetilen bir sistem kuruldu. Kurulan sistemde dikta rejimlerin kuralı geçerli kılındı. Basın ve ifade özgürlüğü hiçbir zaman olmadı. Tek ses, o seste sistem sahiplerinin çıkarlarını savunmakla sınırlı tutuldu. “Ya bendensin, ya düşmansın,“ mantıkı hakim kılındı.

Peki istenen oldu mu? İstenen hedefe varıldı mı? Hayır! Sistem sahipleri korkularıyla yaşıyorlar. “Bölündük ha bölüneceğiz, dağıldık, dağılacağız,“ sistemin korkusu ola geldi. Bu korku bugünde var. Bu korku onları daha da sadist hale getiriyor. Tam bir cinnet hali yaşanıyor. Sistemin tekçiliği, katılığı da zaten buradan kaynaklı. Bunun değişeceği yok. Çünkü değişmesi demek Türk denilen sonradan yapılan suni milletin dağılmasına yol açar. Sistem sahipleri bunu gördükleri için tekçiliği, katılığı politika etmek zorundadırlar.

Peki ne zamana kadar? O zaman işte bu zamandır. Bu sistemlerin çözülüşü masaya yatırılmıştır. Çünkü bu sistemlerin izledikleri politika ve uygulamalar çağdışı olduğu herkes tarafından görülmektedir. Tekçi, gerici, faşist, cihatçı, katliamcı, soykırımcı, talancı, gaspçı ırkçı sistemlerdir. Nedeni açık. Politika; “ya bendensin, değilsen eğer düşmansın,“ düşüncesi üzerine inşa edilmişlerdir. Bununda sebebleri var.

Bu sistemler insanlığın geldiği bu aşamaya uyum sağlayamıyor. Dünya sistemiyle uyuşmuyor. Diğer milletlerin aksine kimseyle geçinemiyorlar. Başlarına buyruk bir politika izliyorlar. Herkese kılıç salıyorlar. Bunun değişmesi gerekiyor. Bugün bu çaba hem İran ve hem de TC devlet sınırları içinde ve hem de sistem sahipleri ile uluslararası sistem arasında gizli-açık bir mücadele sürüyor.

Sonuç ne mi olur? İran Molla rejimin ve Türk egemenlik sisteminin çözülüşüne sahne olur. Bu kaçınılmaz bir sondur. Çünkü İran ve Türkiye Jan Ziegler’in İsviçre için dediği gibi “hata ülke“lerdir. Bunun düzeltilmesi gerekir. O günden sonra olacak olan Türk denilen suni millet dağılır. Bu suni yapıyı oluşturan millet ve azınlıklar kendi milli kimliğine kavuşur. Bunlar arasında bir konsensus yaratılarak dünya sistemi ile uyumlu hale gelir. Burada bir kehanete bulunalım. İşte o koşullarda İstanbul serbest bölge olur. İran’a gelince Molla rejimi tasfiye olur. İran devleti dağılır. Kürdler, Belücüler, Araplar, Azeriler kendi bağımsız yolunda devam ederler. Olacak olan budur.

Türkiye açısında bunun yolunu açacak olanda bu suni yapının çimentosu olan Kürdlerin ayrılmasıyla olur. Kürd milleti mevcut sistem dışına çıktığı an Türk egemenlik sistemi kendiliğinden çözülür. Bunu gören sistem sahipleri önlemlerini buna göre almışlardır. Her ne pahasına olursa olsun, dünyanın neresinden olursa olsun Kürdler bir statü sahibi olmamasına göre bir politika edinmişler. Bundan vaz geçecekleri yok. Değişecekleri yok. Türk egemenlik sistemi, kendiliğinden kırılmaz, esnemezliği devam edecektir.

Peki ne olacak? Bunun iki yolu var. İç dinamikler veya dış dinamikler vasıtasıyla ancak kırılarak bu gelişme sağlanır. Duruma bakıldığında iç dinamikler pek ortalıkta yok. Zaman zaman örgütlense de sistemin esas sahipleri tarafından çok sertçe biçilmektedirler. Bunun en son örneği İran olduğu gibi Türkiye’de 15 Temmuz 2016 kalkışmasında görüldü. Geriye dış müdahale kalıyor. O da, yoldadır.

İran sonrası Türk egemenlik sistemine karşı dış müdahale devreye girecektir. Çoğu kişi, çevre bunu görmese de sistemin sahipleri bunu görüyor ve buna uygun politikasını oluşturuyorlar. Zaten İran Molla rejimi ve Türk egemenlik sistem sahiplerinin dünya sistem sahipleriyle olan kavgası da burada boy veriyor.

İran Molla rejimi, Suriye Esed diktatörlüğü ve TC devleti üzerinde kara bulutlar dolaştığı inkara gelmez. Bu ülkeler tarihlerinde bu kadar yalnız ve çaresiz kalmamışlardı. Eskiden bloklar arası mücadelede birine yaslanarak kendilerini diğerine karşı koruyabiliyor ve yaşatabiliyorlardı. Fakat Sovyet Bloku’nun dağılmasıyla sömürgecilerimiz kendini ortalıkla yapayalnız buluverdiler.

Hele ABD’nin GOP ile bölgeye askeri işgal dahil müdahale sürecini başlatmasıyla bölgedeki bu statükocu sistemler için ölüm çanları çalmaya başladı. Bu belayı başlarında defetmek için ihtiyaç duydukları dış destek arayışları boşa çıkınca kurtuluşu birbirlerine sarılmakta ve meydan okumada buldular. Bunun içinde hitap ettikleri kitlelerin desteğini almanın çarelerine baş vurdular. Kitlelerin dinsel duygularına hitap etmeye başladılar. Bugünde kullandıkları budur. Bir işe yarar mı? Destek açısından evet ama tasfiye olmalarını engelleyecek bir güç olmadığını sistem sahipleri de farkındadırlar.

Kürdlerin makus kaderi değişiyor. Kürd-Kürdistan’ın bağımsızlığı ve birliği hayal olmanın ötesinde gerçeğe dönüşüyor. Kürdistan’ı egemenliğinde bulunduran sömürgeci rejimler birer birer çözülüyor. Saddam yönetimi tasfiye edildi. Şam rejimi büyük bir kriz yaşıyor. Kürdistan’ın Güneybatısı’nda tasfiye oldu. Sırada diğerleri var. İran ve Türkiye topun ağzındalar.

Irak ve Suriye’den sonra sıra İran’da. 400 mimar ve mühendisin projesini yaptığı ve inşa ettiği ”Niavaran Sarayı“ Şah Rıza Pehlevi’nin yeryüzü cennetiydi. Şah, cennet yaşamı sürdürürken halkın payına da cehennem azabı düşmüştü. Encümen-i Hüccetiye örgütü, Şah’ı devirerek cennet yaşamına son verdi, ama halkın cehennem azabını daha beter hale geldi.

Şah’ın yerini Hameney, SAVAK yerini SAVAMA aldı. Halk açısında Şahlık ve Hamaney rejimleri arasında pek fazla bir fark olmadı. İran halkı, ”Eskiden evde ibadetimizi yapar, dışarıda eğlenirdik, şimdi dışarıda ibadetimizi yapıp evde eğleniyoruz“ demektedir. İran halkları, İslami yönetimin baskı ve zulmünden bıkmıştır. Bu çağdışı rejimden kurtulmak istiyorlar. Buna soyunanlar bugüne kadar subjektif niyetlerini nakaratlamaktan öte bir iş yapamadılar. Bu gidişle yapacak bir şeylerinin olmadığı da ortadadır.

Şu gerçek tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. İran halkları kendi iç dinamikleriyle çağdışı İslami rejimi alaşağı etmeye başaramıyor. Bu çağdışı rejimi alaşağı edecek bir dış güç olarak ABD devreye girmiş bulunur. Bu ister kabullenilsin, ister karşı çıkılsın kaçınılmaz hale geldiği gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. ABD, İran’a saldırmak konusunda argümanlarını netleştirmiş, başvuracağı yöntemleri giderek berraklaştırmaya çalışmaktadır. Birçok ihtimal tartışılmakla birlikte en emin yöntemin askeri bir operasyon olacağı kesinlik kazanmaktadır.

Bu koşullarda Kuzey Kürdleri nasıl bir politika izlemelidir sorusu gündeme gelmektedir. Bu soruya verilecek cevap kısa ve uzun dönem açısında Kürd millet çıkarlarına uygun olmalıdır. Bize göre bu dönem Kuzey Kürdlerinin yapabileceği en doğru şey realiteye uygun ayakları yere basan bir politika izlemeleridir. Bu politika şöyle formüle edilirse sanırız pek yanlış olmaz.

Örgütlenmek, kendi içinde birliğini sağlamak ve güç biriktirerek geleceğe hazırlanmaktır. Ama her halükarda ABD ve İsrail’in İran’a saldırısı desteklenmelidir. Çünkü bu Kürdistan’ın bir parçasının daha kurtuluşunu sağlayacak ve Kürdistan’ın birliğinin koşullarını yaratacaktır. Bunlar olacak gelişmelerdir. Bu aşamada Kuzey Kürdleri biraz daha zahmet çekse de buna katlanmak gerekir. Ve buna değer. Çünkü bu aynı zaman da Kuzeyin kurtuluş şartlarını hazırlayacaktır. Ve düşmana en büyük darbe de Kuzey Kürdistan’da vurulacaktır. Kürdler buna inanmalıdır.

Çünkü ortada var olan bir gerçek var. Sorun bu gerçeğin kabul edilmesidir. Nedir bu gerçek? İran Molla rejimi ve TC devletinin Kürdistan’da işgalci olmalarıdır. Kürd milletinin egemenliğini gasp etmiş olmalarıdır. Kürdistan’daki varlıklarının meşru olmadıklarıdır. Kürdistan’daki varlıkları gayrı meşrudur. Bunun Kürdlerce kabullü mümkün değildir. Egemenliği gasp edilmiş bir millet ne yapmışsa Kürd milletide bunu yapmış ve yapmaya çalışmaktadır. Bu, uluslararası yasalar açısında da meşru bir haktır.

Kürd politik güçleri özelikle bu süreçte İran Molla rejimi ve TC devletinin Kürdistan’daki gayrı meşru varlığını meşrulaştıracak söylem ve girişimlerde bulunmamalıdır. Bulunan olursa da Kürd milletine zarar vermiş olurlar. Özelikle ortaklarla başlayan ve biten belirlemelerden kaçınılmalıdır. Yok ortak tarihmiş, ortak vatanmış, ortak devletmiş, ortak yaşammış vs. hepsinin canı cehenneme. Kürd milleti bunların hiç birisini istememektedir. Tüm Kürd ayaklamalarının ortak amacı Bağımsız Kürdistan olmuştur.

Kürd toplumu faşist ve teokratik sistemlerden çok çeken bir toplumdur. Kendisine giydirilmeye çalışılacak bu deli gömleği Kürd milleti giymeyi red edecektir. Kürd milletinin sağduyusuna olan inancımız bizi bunu söylemeye itiyor.

Kümesimize girip tavuklarımızı bile gaspeden ve çalan hırsız sürüsüyle ortak yaşama hayır!

28 Şubat 2019

56Ahmet Hulusi Kırım, Kenan Demirtas ve 54 diğer kişi6 PaylaşımBeğenYorum YapPaylaş

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu