Gündem

İsrail çatışma alanı yaratırsa Kürtler doğrudan etkilenir

DR: Mustafa PEKÖZ

 

Siyaset bilimci Mustafa Peköz, İsrail’in önümüzdeki süreçte İran, Lübnan ve Suriye merkezli bir çatışma alanı yaratması halinde Kürtlerin askeri, politik ve toplumsal olarak süreçten doğrudan etkileneceklerini söyledi.
Filistin’de, Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın 7 Ekim’de Gazze’deki İsrail’e karşı başlattığı “Aksa Tufanı” operasyonu sonrası çatışmalar sürüyor. Yaşanan çatışmalarda İsrail’de can kaybı sayısı 1.200 olurken, İsrail’in Gazze’ye düzenlediği hava saldırılarında en az bin kişinin öldüğü ifade ediliyor. Birleşmiş Milletler (BM) de bölgede yerinden edilenlerin sayısının 338 bini geçtiğini duyurdu.
Tüm bu gelişmelerin yanı sıra İsrail’in Gazze’ye kara harekâtı için sınıra yüz binlerce asker yığdığı, Gazze Şeridi’ne yönelik harekâtın kısa süre içinde başlaması bekleniyor.
Yaşanan gelişmelere dair sorularımızı yanıtlayan Siyaset bilimci Dr. Mustafa Peköz, “Ne Ortadoğu’nun ne de Filistin’in eskisi gibi olmayacağı açıktır. Güç ilişkilerinin bütünüyle değişeceği bir süreç başlıyor” dedi.
 Ortadoğu’da çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Türkiye, Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırıyor. Hamas, İsrail’e saldırı eylemi gerçekleştirdi. İsrail, Gazze’yi yerle bir ediyor. Hizbullah, İsrail’e yönelik saldırı girişiminde bulundu. İran, Hamas’ı kutladı. Saldırı eyleminin arkasında İran olduğu iddia ediliyor. ABD’nin en büyük uçak gemisi Akdeniz’e geliyor. Ortadoğu’da neler oluyor, yaşananları nasıl yorumluyorsunuz?
Sorduğunuz soruya tam bir cevap vermek zor. Her konuyu alt başlık altında analiz etmekte yarar var. Tek tek hususlara geçmeden önce; bugün ortaya çıkan durum yeni olmayıp Ortadoğu’nun bütün tarihsel sürecinde yaşanmaktadır.  Şiddet, çatışma, savaş gibi faktörlerin, bazen yoğun bazen düşük yoğunluklu olmak üzere süreklilik kazandığını görüyoruz. Peki, neden özellikle Ortadoğu’da bunlar yaşanıyor? Birkaç cümleyle ifade edersek Ortadoğu, küresel rekabetin halen stratejik merkezidir. Enerji yatakları bakımından merkez üs olmaya devam ediyor. Silah ticaretinin en yoğun olduğu bölge özelliğini koruyor. Jeopolitik konumu halen ön plandadır. Sadece küresel güçlerin değil, aynı zamanda bölge ülkeleri arasındaki rekabet ve çatışmada dengelerini çok ciddi oranda etkiliyor.
 Hamas, İsrail güvenlik duvarını aşarak ciddi bir saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırı sırasında ve sonrasında yaşananlar farklı değerlendirmelere ve tartışmalara yol açtı. Siz nasıl okuyorsunuz?
Bu saldırıda dikkat çeken ve üzerinde düşünülmesi gereken bazı noktalar bulunuyor. Hamas merkezli Filistin örgütlerinin gerçekleştirdiği saldırıya dair birkaç temel görüş ileri sürülüyor. Birincisi; İsrail’in bütün bu gelişmelerden haberdar olduğu, bilerek ve isteyerek böyle bir saldırıya izin verdiği iddiasıdır. Bunun için iki gerekçe ileri sürülmektedir. Benyamin Netanyahu liderliğinde İsrail tarihinin belki de en ırkçı-gerici hükümeti kuruldu. Netanyahu, açıktan totaliter bir rejim kurmak, parlamentoyu fiilen devre dışı bırakarak yetkileri elinde toplamak istiyor. İsrail’de güçlü bir muhalefet var ve totaliter bir rejimin kurulmasına karşı sokaklarda gösteri yapıyor. Netanyahu ve ırkçı hükümeti, söz konusu yasaların kabul edilmesi için Hamas’ın İsrail’e bu çaptaki bir saldırısına karşı önlem almadığı, hatta yönlendirdiğine dair iddialar önemli ölçüde ön plana çıkıyor. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun saldırının daha ilk saatlerinde “ülkesinin uzun ve zorlu bir savaşa girdiğini” açıklamasının bir tesadüf olmadığı açıktır. Aynı şekilde ülke genelinde ‘Sivil Olağanüstü Hal’, aslında fiilen sıkıyönetim ilan ederek muhalefette ‘savaş hükümeti’ kurulmasını önerdi. Böylelikle hem totaliter rejim oluşturmaya karşı yüzbinlerin katıldığı eylemler fiilen bitirildi hem de olağanüstü hal ya da sıkıyönetimle otoriter rejimin kurulmasının önündeki bütün engeller kaldırılacak.
İkincisi; birinci açıklamaya bağlı olarak İsrail’in Hamas’ın saldırısına izin vererek Filistinlilere topyekûn saldırmasına meşru bir zemin yarattığı. Daha ilk saatlerden itibaren uluslararası alanda ‘İsrail’e bir saldırı yapıldı, siviller katledildi, insanların kaçırılarak rehin alındı’ gibi bir algı oluşturuldu. İsrail’in Hamas merkezli Filistin örgütlerine yönelik yapacağı her türlü askeri operasyonunun meşru görülmesi sağlandı. Bugünkü koşular içerisinde uluslararası alanda İsrail’e koşulsuz bir desteğin verilmiş olması söz konusu iki iddiayı nispeten doğrular niteliktedir.
Üçüncüsü ise, İsrail’in Mossad gibi çok güçlü bir istihbarat örgütüne sahip olduğu, bu nedenle Filistin içerisindeki bütün gelişmelerden haberdar oldukları iddia edilirdi. Güçlü bir askeri teknolojiye sahip olmaları nedeniyle Filistin’deki bütün gelişmeleri anlık olarak bildikleri ve buna göre önlem aldıkları söylenirdi. Ayrıca askeri saldırı kadar savunmada da önemli bir güç oldukları, örneğin ‘Demir Kubbe’ adı verilen savunma sistemi ile İsrail topraklarının çok ciddi olarak korunduğu belirtilirdi. Bir bakıma İsrail’in dünyanın en korunan ve güvenilir ülkesi olduğu uluslararası alanda kabul görmüştü.
Bu genel kabul halinin zedelendiğini mi söylüyorsunuz?
Saldırıda önce yaklaşık 5 bin roketin İsrail topraklarına fırlatılması ve bunların ciddiye alınabilecek kısmının belirlenen hedefleri vurması, Tel Aviv ve Kudüs’e kadar ulaşmaları, çok basit paraşütsel yöntemlerle Hamas militanlarının Sderot kasabasının merkezlerine inmeleri, karakolları kontrol altına almaları, içerisinde subayların da olduğu onlarca kişiyi rehin alarak Gazze’ye götürüldü. Böylelikle Hamas merkezli Filistin örgütlerinin yapmış olduğu saldırı, hem Demir Kubbe dedikleri savunma sisteminin bekleneninden daha zayıf olduğunun hem İsrail’in askeri uydu sistemlerinin ve Mossad’ın özellikle Filistin’deki askeri gelişmelere yeterince hakim olmadığının ortaya çıkmış olmasıdır. Böylece, ‘en iyi korunan, en güvenilir ülke’ imajı önemli ölçüde zedelendiği iddiasıdır.
Yapılan değerlendirmelerin kendi içerisinde mantıklı gerekçeleri bulunmaktadır. Ancak mesele ortaya çıkan ve çıkabilecek askeri ve politik sonuçlardır. Üçüncü değerlendirme, özellikle İsrail’e karşı olan devrimci-demokratik güçler tarafından savunulmaktadır. İlk bakışta kendi içerisinde bir mantığı bulunmakla birlikte İsrail’in sanıldığı gibi güçsüz olduğu, askeri, teknolojik ve istihbarat olarak ciddi düzeyde bir zafiyet içinde olduğu düşünmenin ciddi bir hata olacağı açıktır. Örneğin Mısır, Hamas’ın saldırı hazırlığını önceden İsrail’e rapor ettiklerini hatta bilgileri olduğunu açıkladı. Peki, bilgileri varsa ya da Mısır’ın raporu doğruysa neden önlem almadılar? Bu soru açıkta kalıyor.
Bu olasılıkları tartışmak sorunun cevabı olabilir mi?
İşte mesele bu, sanıldığı gibi İsrail’in güçlü olmadığının açığa çıktığı veya İsrail derin devletinin bunu bilerek mi yaptığı gibi tartışmalar bir sonuç vermez. Burada önemli olan şu; İster İsrail bilinçli olarak önlem almamış olsun, isterse Hamas güçleri İsrail’in bütün istihbaratı gücüne rağmen bu süreci kendi planları içerisinde başarıyla gerçekleştirmiş olsunlar bu saldırının bölgesel ilişkilerde nasıl bir değişime ve sorunlara yol açacağıdır.
Ne Ortadoğu’nun ne de Filistin’in eskisi gibi olmayacağı açıktır. Güç ilişkilerinin bütünüyle değişeceği bir süreç başlıyor. Önemli olan bunun doğru tespit edilmesidir.
İsrail’in saldırıyı “İsrail için ABD’nin 11 Eylül’üdür” olarak tanımlamasının anlamı nedir?
İsrail de çatışma alanını Filistinlilerin bulunduğu bütün alanlara yayıp özellikle Gazze’yi fiilen haritadan silecek bir askeri operasyonun alt yapısını oluşturuluyor.
Hamas merkezli yapılan saldırı, İsrail için 11 Eylül 2001’de ABD’nin İkiz Kule’lerine yapılan saldırıyla eş değer olarak değerlendirilip bir bakıma varlık-yokluk meselesidir. Bu nedenle nasıl ki ABD, İkiz Kulelere yapılan saldırıyı gerekçe göstererek Afganistan ile başlayan Irak ile devam eden askeri işgal harekâtı yapmışsa, aynı şekilde İsrail de çatışma alanını Filistinlilerin bulunduğu bütün alanlara yayıp özellikle Gazze’yi fiilen haritadan silecek bir askeri operasyonun alt yapısını oluşturuluyor.
Eğer Batı Şeria’da olası bir saldırı olursa orayı da hedefleyecektir. Nasıl ki ABD, El Kaide’nin tasfiyesini sağlamak ve Bin Ladin’i öldürene kadar operasyonlara kesintisizce devam ettiyse, İsrail de Hamas ve diğer Filistinli örgütlerin askeri gücünü ve lider kadrosunu fiziki olarak tasfiye etmek için sınırsız ve şartsız hem hava hem de kara gücü kullanarak Gazze’yi yerle bir etmek için saldıracaktır.
İsrail, Gazze’ye hava operasyonları dışında kara operasyonu yapar mı?
İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekatına başlaması çok yüksek bir olasılıktır. Bütün hazırlıkların bu yönde yapıldığına dair önemli veriler bulunuyor. İsrail’in sadece hava harekâtıyla kalacağını sanmıyorum. Aksi takdirde hedeflerine ulaşamaz.
Hamas’ın silahlı kanadı Kassam Tugayları sizce nasıl bir rol oynar?
Kassam Tugayları’nın 6 tugaydan ve yaklaşık 30 bin kişilik askeri güçten oluştuğu tahmin ediliyor. Ellerinde ağır silahların olduğu biliniyor. Hiç şüphesiz ki İsrail için kara harekâtı,  hava saldırıları kadar kolay olmayacak. Ancak görünen o ki İsrail her türlü olasılığı göze alan bir saldırı planı yapmış. Sonuçta İsrail, savaşın boyutlarını en üst seviyeye çıkartacak gibi görünüyor. Gazze tamamen bir kuşatma altında, Mısır, sınır kapılarını kapattı. Denizde de İsrail ablukaya almış bulunuyor. Bu nedenle Gazze için zorlu bir süreç başlıyor.
Netanyahu’nun ‘İsrail’in vereceği cevapla Ortadoğu’nun değişeceğine’ ilişkin açıklamasını nasıl yorumlamak gerek?
 İsrail, Hamas’ın askeri gücünü bütünüyle tasfiye etmek için Gazze’yi adeta yerle bir ederek, bütün İsrail karşıtı ülke ve örgütlere net bir mesaj vermek istiyor.
İsrail, Hamas özellikle askeri gücünü bütünüyle tasfiye etmek için Gazze’ye adeta yerler bir ederek üzerinden bütün bölge ülkelerine ve özellikle İsrail karşıtı ülke ve örgütlere net bir mesaj vermek istiyor. Filistin’de Filistin Kurtuluş Örgütü, Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütü, Lübnan’da Hizbullah ve en önemlisi de İran’ın hedeflenmesi gündeme gelecek gibi görünüyor.  Bu nedenle Ortadoğu’da haritaların değiştirilmesinden çok İsrail karşıtı güçlerin her türlü askeri aracın kullanılarak mutlak bir şekilde tasfiye edilmesine yönelik bir planı devreye koyacakları anlaşılıyor. Bu planın da Hamas’ın saldırısı nedeniyle anlık yapılmadığı, uzun bir süre önce planlandığı, sadece koşulların beklendiği anlaşılıyor. Hamas saldırısı ise bu planın uygulanmasının gerekçesi oldu.
İsrail saldırısında İran faktörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran, saldırının ilk saatlerinden itibaren Hamas örgütünü kutladı ve desteklediklerini açıkladı. İran Cumhurbaşkanı Reisi de, Hamas ve İslami Cihat örgütlerinin liderleriyle bir görüşme yaptığını ve İsrail’e karşı verdikleri mücadeleyi desteklediklerini belirtti. Hamas Sözcüsü Gazi Hamad, operasyon için ‘İran’dan doğrudan destek aldığını’ açıklaması, dikkatleri İran üzerine çevirdi. İran, Hamas’a ve İslami Cihat örgütüne askeri, ekonomik ve politik olarak aktif destekliyor. Önümüzdeki süreçte İran’ın talebi üzerine Hizbullah’ın da İsrail’e karşı askeri gücünü devreye koyması olasılığı var. Böylelikle Ortadoğu politikasında izole edilmek istenen İran, bölgede etkin olduğu güçlerle hem oyunu bozuyor hem de oyuna dâhil oluyor.
İsrail, Azerbaycan’ı çok aktif olarak destekliyor ve bu durum İran için ciddi bir sorun olmaya başladığını söyleyebiliriz. İran toprakları içerisinde bulunan ‘Büyük Azerbaycan Eyaleti’ için Azerbaycan yönetimini yönlendirmeye başladı. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde İran-Azerbaycan arasında toprak meselesinin tartışılmaya başlanması kimseye sürpriz gelmemelidir. Bu nedenle İran. Azerbaycan karşısında Ermenistan’ı desteklemesi bir tesadüf değildir. İran, İsrail’in Azerbaycan üzerinden İran’ın içişlerine müdahale etmesini ve bir bakıma istikrarsızlığı teşvik etmesine karşılık Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah güçlerini harekete geçirdi denebilir. Yani istikrarsızlığı İsrail’in kalbine taşıyabileceği mesajını vermiş oldu. İzzeddin el-Kassam Tugayları Komutanı Muhammed ed-Dayf, “Filistin halkı yeniden devrim yaptı ve bir devlet kurma projesine geri döndü… İsrail’in ihlallerine karşı bir çizgi çekme kararı aldık” açıklaması, İran’ın bölgesel politikalarıyla tam uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca İsrail, ABD’nin aktif desteğiyle birlikte uzun süredir başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap dünyasıyla politik ve ekonomik ilişkileri geliştirmede önemli mesafeler aldı. Hatta İsrail ile Arap dünyası arasında İran’a karşı ortak askeri iş birliğinin yapılması tartışılmaya başlandı. İran, bütün gelişmeleri dinamitlemek ve etki alanını koruyacağını sadece İsrail’e değil bütün Körfez ülkelerine vermiş oldu.
İsrail’in İran’a saldırma olasılığından bahsedebilir miyiz?
İran, yardım ettiğini kabul etmese de Hamas liderleri tersi bir açıklama yaptı. Önümüzdeki süreçte çatışma bir bakıma İsrail-İran üzerinde devam edecek gibi görünüyor.
İsrail üzerinden ortaya çıkan bugünkü kriz, İran’ın açısında olumlu bir rol oynasa da, İsrail’in İran’a karşı hava saldırıları yapma olasılığı göz ardı edilmeyeceği açıktır. İran, saldırı için Hamas’a yardım ettiğini kabul etmese de, Hamas liderleri tersi bir açıklama yaptılar. Aynı şekilde saldırıdan kısa bir süre önce Hizbullah ve Hamas liderlerinin Tahran’ı ziyaret etmiş olmaları, İran’a dair kuşkuları arttırıyor. Uluslararası kamuoyunda İran’ın saldırıda Hamas’a askeri olarak aktif destek verdiği kabul görmeye başladı. Bu algının yerleşmesine bağlı olarak İsrail’in İran’a yönelik orta ölçekli bir hava operasyonuna ABD, İngiltere ve hatta bazı Körfez ülkelerinin destek vermesi gündeme gelebilir. Bu nedenle önümüzdeki süreçte çatışma bir bakıma İsrail-İran üzerinde devam edecek gibi görünüyor.
ABD hangi gerekçeyle sürece dâhil oluyor. Bunu biraz açar mısınız?
ABD, İsrail’e yönelik yapılmış saldırıyı doğrudan kendisine yapılmış olarak değerlendirdi ve Tel Aviv yönetimine her türlü desteği koşulsuz destekleneceğini açıkladı. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, ABD’nin İsrail’e her türlü askeri desteği vereceğini, “SS Gerald R. Ford ile gemide görevli taarruz grubunun Akdeniz’in doğusunda İsrail deniz sahiline gelme emri verildiğini” duyurdu. Ayrıca “ABD’nin en yeni, dünyanın da en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford’a yaklaşık 5 bin donanma görevlisi ve kruvazörler ile muhripler eşlik edecek. ABD Hava Kuvvetleri’nin bölgedeki F-35, F-15, F-16 ve A-10 savaş uçağı filolarını güçlendirmek için adımlar attığını” söyleyen Austin,” İsrail’e mühimmat sağlayacaklarını” da belirtti.
Bakan Austin, Hamas’ın saldırılarının arka planında ‘İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşme potansiyelini bozmaya’ yönelik olduğunu belirtmesi, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın bu süreci doğru okuması ve daha sakin davranması gerektiğine yönelik bir uyarı olarak değerlendirildi. Aynı şekilde Pentagon, Hizbullah’ı İsrail’e karşı saldırı eylemlerine geçmemesi konusunda uyardı. Dikkat edilirse Hizbullah ilk gün, İsrail sınırına yönelik saldırı eylemleri yaptı. ABD’nin uyarısından sonra kesti. İran’ın, İsrail’e saldırısında rolü olduğu kabul görmeye başlarsa, İran’a yönelik askeri eylemlerin ABD desteğiyle İsrail tarafından gündeme gelme olasılığı göz ardı edilmez. ABD, en büyük deniz donanmasını Akdeniz’e göndererek, İsrail karşısında hareket edebilecek bütün güçleri uyarmış oldu.
Türkiye, tarafsız bir görüntü çiziyor. Gerçekte böyle mi?
Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırıdan sonra sadece Türkiye değil, aynı zamanda Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkeler her iki tarafa ‘sakin olma’ çağrıları yaptılar. Bir bakıma tarafsız kalma ve sorunların yine barışçıl olarak çözülmesi gerektiğine dikkat çektiler.  Türkiye’nin İsrail’e karşı açık tutum almaktan özenle kaçındığını ve çok daha dikkatli bir dil kullandığını belirtebiliriz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç yıl önce Netanyahu’yu ‘katil ve terörist’ ilan edip, diplomatik ilişkiler kesilmişti. İsrail ile yeniden yakınlaşmak için sürdürülen yoğun diplomatik çabalardan sonra ilişkilerin belirli bir düzeye geldiği bu zamanda Tel Aviv ile yeniden bir kriz yaşamamaya özen gösterecektir. Aksi takdirde bunun ekonomik ve politik sonuçları olacaktır.
Ancak AKP iktidarının izlediği politikaya kendi tabanında belirli bir tepki oluşmuş durumda. Bu nedenle İsrail’e yönelik küçük eleştiriler yapmaya başladı. Cumhurbaşkanı, ‘örgütler sivillere saldırır, devletler saldırmaz. İsrail bir devlettir’ açıklamasını yaptı. Bu açıklamayla aslında Hamas’ın sivillere saldırdığını ve suç işlediğini kabul etmiş oluyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘örgütler sivillere saldırır, devletler saldırmaz’ diyor. Peki, Kuzey ve Doğu Suriye’de yapılan saldırıları nasıl değerlendirmek gerekir?
Cumhurbaşkanının deyimiyle Türkiye kendisini herhangi bir örgüt değil de devlet olarak görüyorsa, halkın zorunlu yaşam ihtiyacını karşılayan alanlara saldırmaması gerekir.
Sorun budur. Kendin yaparsan ‘meşru’ olur, başkası yapınca ‘meşru olmaz. Halbuki Türkiye’nin günlerdir Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik yaptığı hava saldırılarının çok önemli bir kesimi bölgenin alt yapısına yönelik olduğu açıktır. Bölgede yüzbinlerce insan yaşıyor. Hava operasyonlarının hedefinden altyapı sistemleri bulunuyor. Aynı durum Gazze için de geçerlidir. Bu bakımdan hem Gazze’de hem de Kuzey ve Doğu Suriye’de halkın zorunlu ihtiyaçlarını karşılayan altyapı hizmetlerinin yok edilmesine karşı çıkılması gerekir. Bu bakımdan Cumhurbaşkanının deyimiyle Türkiye kendisini herhangi bir örgüt değil de devlet olarak görüyorsa, halkın zorunlu yaşam ihtiyacını karşılayan alanlara saldırmaması gerekir. Aksi takdirde kendisini Ortadoğu’da halkı hedefleyen klasik bir İslamcı örgüt pozisyonuna düşürür.
“Anti-emperyalist olmak, ABD veya İsrail’e karşı olmaktır” şeklinde bir algı var. Bu bakış açısı için neler söylersiniz? Hamas, “ABD ve İsrail’e karşı, o halde anti-emperyalisttir” demek doğru mu?
Dünya genelinde radikal İslamcıların ABD ve İsrail, esasen Yahudi karşıtı olması hiçbir şekilde ilerici, devrimci veya antiemperyalist görülemez. Antiemperyalist olmanın politik, ideolojik ve tarihsel gerekçeleri ve dayanakları vardır. Bunlar doğru tespit edilmeden sadece ABD karşıtı politikalarla antiemperyalist olunmaz ve destek verilmez. 1979 İslam devriminden bu yana İran, ABD karşıtı bir politika izlediği için anti-emperyalist görülmez. Ya da son yıllarda devrimci hareket içerisinde ‘İslam bayrağını IŞİD elinden gerici ve karşı devrimci, Hamas’ın elinden devrimci’ görme eğilimlerinin hiçbir politik karşılığı olmayan boş ve anlamsız bir değerlendirmedir. Hayatın gerçekleriyle hiçbir ilgisi bulunmayan ‘romantik’ sözlerdir. Bu nedenle radikal İslamcı hareketlerin ideolojik ve politik olarak anti-emperyalistliği olmaz ama anti-ABD’ciliği olabilir. Bu ikisinin karıştırılmaması gerekir. Aynı şekilde örneğin, Hamas ve İslami Cihat, şeriat düzenini savunuyorlar. Yani Ortadoğu coğrafyasındaki şeriatı egemen kılmak için mücadele ettiklerini her koşulda dile getiriyorlar. Yani demokratik değiller ve demokrasi mücadelesini savunmuyorlar. Yani Filistin’e demokrasiyi değil, tam bildiğimiz şeriat düzenini getireceklerdir,
Sivillerin öldürülmesini nasıl görüyorsunuz?
İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırına ve katliamlarına koşulsuz karşı çıkmak her şeyden önce ahlaki ve insani bir görev ve sorumluluktur. Filistinlilerin hangi gerekçesiyle olursa olsun katledilmesine koşulsuz karşı çıkmak ve Filistin halkına destek sunmak bireysel ve toplumsal bir görevdir. Aynı şekilde son eylemlerde olduğu gibi Hamas ya da Filistin militanlarının İsrailli sivillere yönelik yaptığı vahşete de hiçbir gerekçe bulmadan karşı çıkmak yine en basitinden insani bir sorumluluk ve görevdir. İsrail devletinin Filistin halkına karşı yaptığı zulüm gerekçe gösterilerek Hamas askeri güçlerinin İsrailli sivilleri katletmesi, çırılçıplak soyup teşhir etmesi desteklenebilecek, savunacak bir eylem biçimi değildir. Verilecek cevap ‘ama İsrail devleti de yapıyor’ olamaz. Böyle değerlendirildiğinde yarın başkalarının da size yapacağı insanlık dışı eylem ve davranışlar başkaları tarafından meşru görülür.
Tartışılan bir diğer konu ise Türkiye sol hareketinin Filistinlilere karşı gösterdiği sorumluluğu Kürtlere göstermemesi. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?
Filistin için “ulusların kendi kaderi tayın hakkını savunan” birçok politik parti ve bireyler, mesele Kürtler olunca mutlak bir şekilde karşı çıkarlar.
Türkiye sol hareketlerinin önemli bir kesimi Filistinlilerin haklı davalarına sahip çıkarlar. Filistin halkının İsrail devletine karşı yürüttüğü hakkı mücadele, Türkiye devrimcileri güçler tarafından desteklendi hatta birçok devrimci Filistin’e girerek Filistinlilerin özgürlüğü için savaştılar ve yaşamlarını yitirdiler. Ancak Filistin için ‘ulusların kendi kaderi tayın hakkını savunan’ birçok politik parti ve bireyler, mesele Kürtler olunca mutlak bir şekilde karşı çıkarlar. Filistin halkının haklı mücadelesi desteklenirken, iç içe yaşadığı Kürt halkı için tek bir kez sesleri çıkmaz. Kürt halkına yapılan saldırılara karşı en küçük bir tepki gösterilmez. Bu politik partilerin tamamı devletin politikalarını sessizce onaylayan ve bu nedenle sosyal şoven bir konumda kalmayı bilerek ve isteyerek tercih ediyorlar. Kürt ve Filistin halkının haklı taleplerinde Filistinliler için sokağa çıkmak ama birlikte yaşadığı Kürt halkı için kış uykusuna dalmanın politik anlamı nedir?  Ancak koşulsuz bir şekilde Kürtlerin mücadelesinin yanında duran politik güçler de var. Bu bakımdan bir genelleştirme, herkesi bir sepete koyup aynılaştırmak doğru olmaz.
 İsrail, ‘Ortadoğu değişecek’ dedi. Bunu Kürtler bakımından nasıl yorumlamak gerekir?
Öncelikli olarak İsrail’in bununla tam ne söylemek istediğini bilmek ve doğru analiz etmek gerekir. Ancak önümüzdeki süreçte İsrail, İran, Lübnan ve Suriye merkezli bir çatışma alanını yaratır ve buna uygun bir askeri strateji belirlerse, Kürtler askeri, politik ve toplumsal olarak bu süreçten doğrudan etkileneceklerdir. Bunun negatif ve pozitif yansıması bir bakıma Kürtlerin elindedir. Çok zor da olsa İsrail’in veya ABD’nin İran’a yönelik bir saldırısı, Kürtleri yeni bir strateji belirlemeye zorlayabilir. Her politik ve askeri olasılığın hesaplanması gerekir.
İsrail-Filistin meselesinde bir çözüm olur mu?
Çözüm kaçınılmazdır. İsrail bu gerçeğin farkındadır. Hamas’ı yok edip, Filistinlileri askeri olarak sıfırlayıp ondan sonra çözüm süreci için belirlenen planı kabul edecektir. Filistin, ordusu veya askeriyesi olmayan, her türlü ağır silahlardan arındırılmış bir Filistin devletini kabul eder. Başlattığı en katı en sert savaşın ardından istediği koşullardan bir barışı önerecektir. Kabul edilir mi? Şu aşamada bir yorum yapmak çok zor olacaktır.
Ortadoğu’nun çözüm bekleyen en temel sorunların başında Kürtlerin politik statüsü geliyor. Irak’ta ortaya çıkan bir resmi statü var. Suriye’de fiili bir statü söz konusudur. İran ve Türkiye önümüzdeki süreçte kendi Kürt sorunlarıyla çok daha net bir şekilde yüz yüze geleceklerdir. İsrail-İran çatışmasının etki alanı, Kürtlerin İran’daki politik pozisyonunu daha fazla güncelleştirebilir. Türkiye, çok dirense de Kürt sorununun çözümünden kaçamaz.
MA / Selman Güzelyüz

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu