Kültür

THEODOR ADORNO’NUN NEGATİF DİYALEKTİĞİ VE MARKSİZM ELEŞTİRİSİNE DAİR

Adorno eleştirileri oklarını Hegel‟e, Hegelci diyalektiğe ve Hegelci diyalekyiküzerinde yükselen Marx‟a yöneltir. Adorno, bu noktada, olumlamanın olumsuzlamasınadayalı olan diyalektik sürecin bir olumlamaya vardığını söyler. Onun temel itirazı tikel ile tümelin özdeşliği fikridir. Bu özdeşlik fikri mantıksal bağlamda, Hegel‟debulunduğunu iddia ettiği kavram ile gerçekliğin örtüştüğü varsayımına dayanır. Ancak,gerçekliğin tam olarak kavrama gelmemesi ve ona direnmesi, nesnenin onu kavramayaçalışan özneye direnmesi demektir. Negatif diyalektiğin belirlemeye giriiştiği nesnelhakikat fikri, mutlaklaştırılmış kendini koruma mantığının nesnelere olduğu kadaröznelere de dayattığı özdeşlik ihtiyacının ötesine uzanmaktadır (Scheifelbein 1999: 79).Ancak Marx da Adorno gibi tikelin tümel tarafından egemenlik altına alınmasına itirazetmektedir. Marx‟ın temel itirazı yabancılaşma bağlamında tikel olanın, bireyinkendisini ifade edememesinedir. Bu nedenle öncelikle bu yabancılaşmadan ve bubağlamda bu yabancılaşmanın kaynağı olan özel mülkiyetten kurtulmak gerekmektedir.Ne var ki, bu kurtuluş komünist toplumla son bulacak bir sürece tabi kılınmakta ve neolduğu/olacağı yeterince açık olmayan (sivil) toplumda bir belirsizliğe bürünmektedir.

Adorno’ya göre Marx, iddia ettiği „Dünya Cenneti‟nin gerçekleşeceği noktada bireyin özgürleşeceğiniiddia etmekte, ama bu iddiasına yeterli zemini oluşturamamaktadır. Bu toplumsal yapıiçinde bireyin özgürlüğünü nasıl ortaya koyacağı ve bunu gerçekleştireceği “hukuksal”ve “siyasal” zeminin ne olacağı muğlak kalmaktadır.Varolan iktidar yapısını, yani kapitalizmin hüküm sürdüğü ve burjuvazininegemenliğindeki iktidar yapısını eleştirerek, onu dönüşüme uğratacak bir kuram ortayakoyan Marx, iktidarı, dikey bir iktidar ilişkisi bağlamında ele alır. Dolayısıylaproletarya aracılığıyla gerçekleştirilecek devrimle burjuvazinin iktidarı alaşağı edilecekve “daha insani” bir yapı kurulacaktır. Ancak bu yapı da herkesin özgür bir şekildeyaşayacağı bir toplumda ortadan kalkacaktır. Ancak olanlar hiç de böyle olmamış vekapitalizm kendini, sürekli olarak mevcut koşullara uydurmuş ve yenilemiştir –ki Marxkendi çağında da bunun böyle olduğunu görmekteydi. Yapılan devrimler -Max‟ınöngördüğü şekilde ingiltere‟de değil de başka yerlerde gerçekleşen devrimler- de büyükoranda bir çözülme yaşamışlardır. Devrimin kılıcı her zaman olduğu gibi devriminkendisine dönmüştür. insanın yabancılaşması da giderilememiş ve başka bir boyutkazanarak ve derinleşerek devam etmiştir. Marx bunların gerçekleşmesini istemiyordubelki, ama Adorno’ya göre insanlar farklı beklentilere sahiptirler ve ilgileri de farklıdır; bu nedenle herbir insan tekinin her şeyin farkında olarak eylemesi beklenemez. Böylece, kurulacakiktidar yapıları, ister istemez, birilerinin başkalarının “iyiliği” için, onlar adına karar alıphayata geçirecekleri bir yapı olacaktır. Bunları iddea eden Adorno, Marx‟ın diyalektikkavrayışa bağlı olarak geliştirdiği toplumsal ve siyasal çözümlemeleri eleştirir ve toplumsal ve sınıfsal yapının homojen bir yapıya sahip olmadığını belirtir. Toplumsalsüreç ve tarih de sadece ilerlemelerden değil, geriye gidişlerden de oluşmaktadır. Bu geriye gidişlerden dersler çıkarmak ve ona göre değerlendirmeler yapmak gerekmektedir.

Öte yandan, Adorno‟ya göre, özdeşlik tezi olmaksızın, diyalektik bütün olamaz.“Negatif diyalektiğin, bir bütün olacakmış gibi, kendini kendinde dindirmek istememesionun belirleniminde bulunur; bu onun umut biçimidir” (Adorno 1973b: 406; 1975a:398). Ancak bu umudun gerçekleşmesi demek diyalektiğin de son bulması demektir.Dolayısıyla bu bir umut olarak kalacaktır. Bu nedenle, Adorno, havaya uçan ilerlemeeğiliminin sadece basit ilerleyen doğaya hakim olma hareketinin olumsuzlamasınınaksine aklın doğaya hakim olmayla açılması şeklinde kendini gösterdiğini belirtir.Diyalektik, en katı metafizik olmayan anlamda, ilerleme demektir; o, ilerleme için birorganondur (Adorno 1977: 627-8). Bunun için, Marx gibi Hegel de tanıklık ettiğitarihsel ilerlemenin diyalektik görünüşüne ihtiyaç duyar. Öte yandan, ilerlemeninfetişleştirilmesi teknikle sınırlı olan fetişleştirmeyi destekler. Ancak, ilerleme, sonuçtabir yerde duran bir kategori değildir. “ilerleme bütün aşamalarında bir direnmedir,aşamalarda bırakma (Überlassen) değil” (Adorno 1977: 638).Adorno kendince, başkalarının iktidarının da kendi iktidarsızlığımızın da biziaptallaştırmasına izin vermemek gibi imkânsız olan bir görev belirler (Adorno 2003d:63; 2005: 59). Bu bağlamda, Adorno‟ya göre, hakikat olanağıyla buluşmak içindüşüncenin kendi eksikliklerini bilmesi zorunludur. Felsefi betimleme, içerisindekihakikat içeriğini dönüştürüp alıkoymak için, felsefi geleneği eleştiren devasa bir işüstlenir. Bu da düşüncenin mutluluğa erişmesi, yanlış olan her şeyin olumsuzlanmasıdır.Olumsuzlamayı bireyler düzeyinde düşündüğümüzde her bir birey tikeldir ve birbaşkasıyla özdeş olamaz. Tikelliğin, bir bütünü temsil eden insan olarak görünmesi herbireyin bir başkasıyla aynı olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla her tek olan, her bireykendine ait özelliklere sahiptir. Aynılaştırma çabası, ya da daha doğru bir deyişleözdeşleştirme çabası -ki aynı ile özdeş kavramları ayrı şeylere tekabül ederler- türün,tümelin, toplumun birey üzerinde, tikel olan üzerinde bir hakimiyetiyle sonuçlanır. Öteyandan tikel ile bütün arasında varolan anlam ilişkisi, bütünün tikeli yönlendirebilmegücünün de bir göstergesidir. Bu bağlamda, özne, piyasa içinde olmasına karşınpiyasaya karşı bir bakış açısı geliştirip özgürleşebilir. Ancak, bunu yapabilse de,varoluşu bakımından hep piyasa mantığına bağımlı kalır. Bu nedenle, egemen birsistemin işleyiş mantığı içinde, ona “evet” ya da “hayır” demenin pek bir farkı yoktur(Zeytinoğlu 2003: 247).Adorno, umutsuzluk karşısında sorumlu bir biçimde sürdürülebilecek birfelsefenin dünyayı yerinden eden, onu bütün çatlakları, kırışıklıkları, yara izleriylebirlikte bir gün mesihin ışığında görüneceği gibi sefalet ve çarpıklığıyla gösterenperspektifler oluşturmak gerektiğini belirtir. Bu perspektiflere keyfiliğe ya da cebrekaymadan, sadece nesnelerle temas kurularak ulaşılabilir. Adorno‟nun düşünceyeyüklediği görev budur.

Adorno, özdeşlik konusunda yanılıyor. Marksizmde bireylerin özdeşliği sınıf ilşkileri bağlamında ele alınmıştır. Bireyler üretim araçları karşısındaki konumlarına göre ve ait oldukları sınıflara göre özdeştirler veya özdeş değillerdir. Bu anlamda proleterya özdeş bir bütündür. Burjuvazi de özdeş bir bütündür. Bu, her proleterin yada her burjuvanın diğeri ile bir ve aynı olduğu anlamında değil sınıf çıkarları bağlamında kurulan bir özdeşliktir. Zaten tarihi yapan özneler sınıflar olduğuna göre bireylerin birbirinden öznel farklılıkları tarihsel perspektif için anlamsızdır. Tarihsel perspektif için anlamlı olan tek tek bireylerin öznel farklılıkları değil nesnel sınıfsal farklılıklardır.Adorno’nun Marks’ın komünizm öngörüsünün muğlaklılığına getirdiği eleştiri de haksızdır. Marks, tarihsel bir süreç olarak henüz yaşanmamış bir kesit için çok geniş genellemeler yapamazdı. Marks, komünist toplumun sınıfsız toplum olacağını, bunu sağlayacak olan toplumsal dinamiğinde tüm değerleri yaratıcısı olan proleteryanın yegane değer yaratıcısı olarak değer yaratmayan burjuvaziyi tasfiyesi ile mümkün olabileceğini söyleyerek komünizm öngörüsü diyalektik bir sürece bağlanmıştır.

Adorno’nun olumsuzlamanın olumsuzlaması olarak diyalektiğin bir ilkesine getirdiği eleştiri de haksızdır. Adorno, olumsuzlamanın olumsuzlaması ile her tarihsel sürecin sonuçta bir olumlu sürece bağlandığını bununla nesnel gerçekliğin örtüşmediğini iddea etmektedir. Oysa olumsuzlamanın olumsuzlaması tamamen nesnel gerçekliğin diyalektiğini yansıtmaktadır. olumsuzlamanın olumsuzlaması yani yadsımanın yadsıması olmasaydı doğada bir dengeden bahsedilemezdi. Bu, doğada olduğu gibi toplumda da böyledir. Nasıl ki atmosferde bir alçak basıncı bir yüksek basınç süresi izliyorsa ve bu denge tekrarlanıyorsa toplumda da bir üretim ilşkisinin kendi iç dinamikleri ile eskimesi ve kendi çelişkileri ile değişerek yerini yeni bir üretim ilşkisine bırakması diyalektiğin olumsuzlamanın olumsuzlaması ilkesini yansıtmaktadır.Diyalektik yöntemde olumsuzlamanın olumsuzlaması kendi içine kapalı bir süreç değil kesintisiz ve sürekli bir süreçtir. Olumsuzlamanın olumsuzlaması nitel değişimi ifade eder. Tarihsel materyalin çevrelendiğ koşullarda nitel bir değişme yoksa olumsuzlamanın olumsuzlaması ilkesinden bahsedilemez..

Marx insanların komünist rejimdeki bu yeni yaşam biçi-mini şöyle betimler. “Gerçek insanlar olarak ürettiğimizi var-sayalım. Bizden herbiri, kendi üretiminde hem kendi kişiliği-ni hem de ötekinin kişiliğini olumlardı.o Kendi üretimimde kendi kişiliğimi somutlaştıran ben,kendi etkinliğimden kendi kişiliğimin dışavurumu olarak ya-rarlanır ve kendi emeğim tarafından yaratılmış nesneyi sey-rederek, onda kendi kişiliğimin somutlaştığını, maddileştiğinigörme zevkini tadardım . . . . 2° Öte yandan, senin onu kullana-rak benim emek ürünümden yararlanman sonucu, emeğimaracıyla insanal bir gereksinmeyi karşılamış olma, kendi var-lığırnın somutlaşması aracıyla gereksinmesine karşılık verenbir nesne sağlayarak bir başka insanın gereksinmesini karşı­lamış olma bilincine ererdim. 3° Aynca bu nesne aracıyla, se-ninle insanal topluluk arasında aracı hizmeti görmüş, seninöz varlığını tamamlamış, geliştirmiş olma, senin tamamlayı­cı bir parçan olarak görülmüş bulunma ve böylece kendim hem kendi düşüncemde, hem de kendi eylemimde doğrulan-mış olarak duyma zevkine de ererdim. 4° Son olarak seninkiile aynı zamanda kendi kişiliğimi de somutlaştırarak, kendietkinliğim aracıyla kendi gerçek varlığımı, kendi cinsil varlı­ğıını gerçekleştirmiş olma sevincini de duyardım. Üretimleri-mizden herbiri içinde varlıklarımızın yansırlıkları bir aynaolur ve bu üretim sürecinde davranış karşılıklılığı (reciprocite)bulunurdu.”

Görüldüğü gibi Marks, komünist toplumun bireyini bu sınıfsız toplumun üretim ilişkilerinin kolektif niteliği üstünden yeniden tanımlamaktadır. Burada bir muğlaklık yoktur. Komünist toplum için önceden öngörülerimizi ancak kolektif üretim ilişkilerinin bize sağladığı öngörüler üstüne kurabiliriz.Proletarya değer yaratıcı sınıf olarak değer yaratmayan burjuvaziyi yadsır ve sosyalizm aracılığı ile komünist toplumu gerçekleştirir. Proleterya burjuvaziyii yadsırken proleterya olarak kendisini de yadsır ve Marks’ın yukarıda komünist toplumun bireyi olarak tanımladığı yeni insanı yaratır.

Ne Hegel diyalektiği ne de Marksist diyalektik Adorno’ nun idea ettiği gibi özdeşlik ve çelişmezlik ilkesi üzerine kurulmamıştır. Özdeşlik ve çelişmezlik ilkesi formel mantığın temel ilkesidir. Formel mantığa göre A=A’dır.A=A olmayan değildir. Oysa, Hegel diyalektiğinde de Marksist diyalektikte de her olgu karşıt eğilimlerin çelişen ve savaşım halinde olan bir birliğidir. Her olgu hem kendisine özdeş hem de özdeş değidir.A, hem A=A ve hem de A= A olmayandır. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse bir işçinin yaşamını üretme biçimiyle hem bir emek metasının satıcısı olarak proleter fakat düşüncede burjuva eğilimleri sahiplenmesiyle proleter olmaması gibi her nesnel olgu karşıt eğilimlerin çelişkili bir birliğini temsil eder.Adorno’nun iddea ettiği gibi olumsuzlamanın olumsuzlaması diyalektiğin ortadan kaldırılması değildir. Bilgi teorisinin denek taşı pratiktir. olumsuzlama yani yadsıma gibi olumsuzlamanın olumsuzlaması da pratiğe bağlıdır.Nesnel bir süreç ancak pratik tarafından ve pratiğin olanakları dahilinde değiştirilebilir.Adorno, olumsuzlamanın olumsuzlaması ilkesini pratikten kopuk bir soyutlama olarak almakta ve onu kendi içine kapalı bir süreç olarak düşünmektedir.Toplumsal gelişme süreci için olumsuzlamanın olumsuzlamasının sonuç olarak bir olumlama olması gerekir Çünkü toplumsal sınıflar sınıf çıkarları temelinde haraket ederler ve nesnel süreci yadsıma pratiği sınıf çıkarlarının olumlandığı yere kadar sürer.

”Kimi şeylerin daha başka şeyler tarafından diyalektik olarak yadsınması sırasında, yalnızca daha az zengin içerikli olan maddesel oluşumların giderek daha zengin olana dönüşmesi değil, yanı sıra yeni bir temel üzerinde geriye dönüş,alışılmış olanın yinelenmesi de görülür.”açıkça eskiye dönüş” olumsal bir görüngü değildir; tersinde gelişimde evrensel ve zorunlu bir yasadır.Kimi maddesel oluşumların ya da nitel durumların başkalarınca yadsınması sürecinde, görüngülerin (niteliklerin, çizgilerin, yanların, özelliklerin) geçişlerinin, ama yalnızca farklı, daha yüksek (daha yetkin) bir duruma değil, yanı sıra kendi karşıtına da geçişinin de gerçekleşmesine dayanır.”Hiç bir görüngü yoktur ki kimi koşullarda kendi karşıtına dönüşmesin”V.İ. Lenin- Yapıtlar, c.38, s.210

Kendi karşıtına dönüştükten sonra, görüngü, daha başka yasımalarla yeniden kendi karşıtına dönüşür ve bu yolla, adeta başlangıçtaki durumuna döner. Aşılmış durumun yinelenmesi, daha yüksek, başka bir temel üzerinde buradan doğar; çünkü başlangıç durumuna dönmüş olan görüngüde, artık geçersizleşmiş bir biçimde, görüngünün daha başka, ama daha yüksek, nitel durumlara ve karşıtına geçmesi sonucu, daha sonraki gelişim sırasında edinilmiş pozitif içerik bulunur. ( Yadsımanın yadsıması sonucu başlangıçtaki içeriğin daha yüksek bir temel üzerinde bir olumlanma olarak ortaya çıkması bundan dolayıdır. bn.)

Maddenin gelişimi sırasında aşılan kademelerin yinelenmesi ve görüngülerin kendi karşıtlarına dönüşümü arasında bir bağıntı bulunduğu fikrini, Plekhanov, çok net bir biçimde anlatmıştır. ”Oluşmasının sonunda her görüngü, kendi karşıtına dönüşür,” diye yazar; ”ama birincinin karşısında olan bu yeni görüngüde kendi karşıtına dönüştüğü için evrimin üçüncü evresi, birinciyle bir biçim benzerliği gösterir.”Diyalektik yadsıma sırasında aşılmış olanın yeni ve üstün bir temel üzerinde yinelenmesi, yadsımanın yadsıması yasasının özünü oluşturur. Lenin, Karl Marx adındaki yapıtında bu yasanın içeriğini ortaya koydu ve dikkati kesinlikle evrimin bu özgüllüğü üzerine çekti. Şu noktaya işaret etti: ”Yadsımanın yadsıması, daha önceden bilinen evrelerin, başka bir biçim altında, daha yüksek bir derecede yeniden üretilmesi gibi görünen bir evrimdir.”Yadsımanın yadsıması yasasının dışa vurumunun temel biçimi, çıkış noktasına dönmek ve aşılmış olanın yeni bir temel üzerinde, iki yadsıma ile yinelenmesidir. Bu da görüngünün kendi karşıtına dönüşümünün gerçekleştiği yalnızca bir yadsıma sırasında meydana gelir.İlk yadsımanın sonucu olarak yeni bir görüngü de, ayrıca kendi karşıtına dönüştüğünde, ikincisinin sonucu olarak bu yeni görüngü de kendi karşıtına dönüşür ve başlangıçtakini, ilk olanı yeni bir temel üzerinde yineler.Daha yüksek nir temel üzerinde iki yadsımadan aşılmış olanın yinelenmesi, seyrek görünen bir şey değildir. Doğada, toplumda ve bilgilenmede de karşılaşılır. Söz gelimi, tohum-bitki- tohum, kelebek- krizalit- kelebek. Ne var ki, gerçekte bu yasanın yanında başka bir yasa daha vardır. Aşılmış olanın, yeni bir temel üzerinde geriye dönüşü, yinelenmesi, iki yadsıma aracılığıyla değil de üç, dört, beş ve daha çok yadsımayla olabilir. Bu da şuradan ileri gelir: Görüngü başlangıçta daha yüksek nitel bir duruma dönüşür ve yalnızca bunun arkasından karşıtına dönüşür. Bunun sonucu olarak başlangıçtaki konumuna dönmek için ikiden daha çok yadsımaya gerek duyulur. Bunların sayısı, maddesel oluşumların özgül yapısına bağlıdır.”

Aleksandr Şeptulin- Diyalektiğin Katagorileri Ve Yasaları

Bir görüngünün yadsındıktan sonra ikinci bir yadsımayla farklı bir temel üzerinde yeniden ortaya çıkması gelişmenin bir yasasıdır. Adorno, negatif diyalektik tezi ile ilerlemeci bir tarih anlayışına karşı çıkarken yadsımanın yadsıması yasası şahsında gelişmenin nesnel yasalarını da inkar etmektedir. Söz gelimi, ilkel komünal toplum sınıflı toplum tarafından yadsınır ve sınıflı toplumunda komünist toplum tarafından yadsınmasıyla ilkel komünal toplumda komünist toplumda yeni bir temel üzerinde özsel olarak yeniden ortaya çıkar. Bu yadsımanın yadsıması yasasının tarihsel gelişmenin nesnel bir yasası olduğuna dair çarpıcı bir örnektir. İlkel komünal toplumdaki ortaklaşa mülkiyetin komünist toplumda özsel olarak yeniden ortaya çıkması sürecini bir ilerleme olarak değerlendirip değerlendirmemek adalet kavramından ayrı olarak ele alınamaz. İnsanlığın komünist toplumda komünal mülkiyete geri dönüşü sınıflı toplumlarda üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin yarattığı tarihsel haksızlığın çözülmesi anlamında aynı zamanda bir ilerlemeye karşılık gelir. İlkel komünal toplumdan komünist topluma doğru olan bu tarihsel süreç aynı zamanda üretici güçlerin gelişme dinamiği anlamında da bir ilerlemedir. İlkel komünal toplumun sınıfsız karakterinin komünist toplumda çok daha gelişmiş üzerici güçler zemininde yeniden ortaya çıkması tarihsel anlamda bir ilerlemeye karşılık gelir.

Sosyalist inşa süreci için öznelleşmiş nesnel nitelikler arasındaki farklılık sorunu esas olarak somut emekle soyut emek yani bir kullanım değeri yaratıcısı olarak emekle bir değişim değeri yaratıcısı olarak emek arasındaki karşıtlıkta kendisini gösterir. Sosyalist inşanın demokratizminin bu karşıtlığı somut emek lehine çözümleyecek bir içeriğe sahip olması gerekir. Zira, bireylerin sosyalist inşaya bütün yeteneklerini seferber edebilmeleri kolektivizmin kültürünün ne kadar içselleştirildiği ile ilgili bir sorundur. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse bir yaşlı bakım evinde çalışan bir bakıcının yaşlılara sevgiyle davranması işine ihtimam göstermesi onun somut emeğinin nitelikleridir. Bir başka bakıcının ise işini yapmış olmak için yapması, yaşlılara özensiz davranması başka bir öznelliktir. Bu iki öznellikte de iki bakıcının emek etkinliği soyut emek olarak yani değişim değerinin konusu olan toplumsal emek olarak özdeştir. Fakat somut emek olarak yani kullanım değerinin yaratıcısı emek olarak özdeş değildir. Sosyalist inşanın demokratizmi herkesin herkesi gözlemlediği bir demokratizm aracılığıyla bu iki emek etkinliği arasındaki öznelleşmiş nesnel nitelikler arasındaki farklılığı dikkate alarak işine özenen bireyin emek etkinliğini işine özenmeyen bireyin emek etkinliğinden ayırd edecek ve birincisini ödüllendirecek bir niteliğe sahip olmalıdır.

Sosyalizm deneyimlerinde emek etkinliğinin öznelleşmiş nesnel nitelikleri arasındaki farklılık sorunu emek üretkenliği sorununa bağlı olarak ele alınmış ve performansa göre ücretlendirme ya da parça başı ücret gibi yöntemlerle sorun çözülmeye çalışılmıştır. Oysa, sorun yalnızca emek üretkenliğini artırma sorunu değil kolektif kültürün bir yaşam biçimi haline getirilmesine bağlı olarak kolektivizmin geleceği ile doğrudan ilişkili bir sorundur. Tıpkı ilkel komünal toplumdaki bireyin emek etkinliğinin bir kullanım değeri yaratıcısı olması ve mübadelenin konusu olmaması gibi sosyalist inşa sürecinin demokratizmi de kullanım değeri yaratıcısı olan somut emekle değişim değeri yaratıcısı olan soyut emek arasındaki karşıtlıkta somut emeği esas alan bir içeriğe sahip olmalıdır.

Adorno’nun her türlü özdeşleştirmenin tikelin yani öznel olanın tümel yani genel olan tarafından baskılanmasıyla sonuçlandığına dair yaklaşımı ise sınıflı toplum için yanlış temellendirilmiş, bir sosyalist inşa süreci içinse anarşist bir itirazdır. Çünkü sınıflı toplum ve özelikle de kapitalist toplum her türlü burjuva öznelliğin bireycilik şahsında yüceltilmesi kültürü üstünde yükselmektedir. Çünkü, kapitalizmin ekonomi politiği zaten emek süreçleri için nesnel olanı otomatiğe bağlamış ve insanal niteliklerden yoksun bir emek-zamanı ölçütüyle birimlendirmiştir.Kapitalist toplumda öznellik üzerine bir baskıdan söz edilecekse bu kapitalist ekonomi politiğin proletarya özerinde yarattığı baskıdır. Proletarya Marks’ın yabancılaşma sorunu üzerinden irdelediği gibi ücretli kölelikten özgürleşmeden kendi öznelliğini gerçekleştiremez.Sınıflı toplumda tikelin, yani, bireyin öznelliği üzerindeki baskı tümel, yani, toplum tarafından yaratılmış bir baskı değil egemen üretim ilişkileri ve onun ideolojik üst yapısı tarafından yaratılmış bir baskıdır. Bu, örneğin, kadın sorununda böyle olduğu gibi ulusal sorun, cinsel kimlik sorunu, ırksal aidiyet sorununda v.b. de böyledir.

Tikelin öznelliğinin tümel, yani, toplum tarafından
baskılanıyormuş gibi görünmesi bir yanılsamadır; bu yanılsamanın kaynağı toplumun çoğunluğunun egemen ideolojik hegomanyanın etkisi altında olmasıdır.
Tümelin tikel üzerinde tahakkümü olarak algılanan şey tahakkümün kendisinin kaynağı değil izdüşümüdür.

Sosyalist inşa süreci açısındansa öznellikle nesnellik, tikelle tümel arasındaki ilişki sorunu, emek etkinliğinin öznelleşmiş nesnel nitelikleri arasındaki farklılık sorunu üzerinden, ancak, kolektivizm için anlamlı farklılıklar açısından ele alınmak zorundadır. Proletarya dikdatörlüğü/ demokrasisi kolektif üretici güçleri ve kolektivizmin kültürünü olumlu yönde geliştiren öznelleşmiş nesnel nitelikleri ödüllendirirken sınıflı toplumdan kalma geri, bireyci, özensiz eğilimleri rehabilite edici bir niteliğe sahip olmalıdır ki bu olgu da bir sosyalist inşa süreci için kültür devriminin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Bir sosyalist inşa sürecinde emek etkinliğinin teknik gelişimi ise kolektif üretici güçleri geliştiren bir dinamik olarak, örneğin, politeknik eğitim gibi yöntemlerle çözülmeye çalışılmıştır. Politeknik eğitim gibi daha çok teknik düzeyi geliştirmeyi hedef olan yöntemler de ancak bir kültür devriminin yedeğinde kolektif üretim ilişkilerinin gelişimine hizmet edebilecek açılımlardır. Zira, sosyalizm deneyimlerini yenilgiye sürekleyen süreç teknik gelişmenin yetersizliğinin yarattığı bir sonuç olmaktan çok kolektif kültür ve demokratizmdeki yetersizliklerin yarattığı bir olgu niteliği göstermektedir.Tıpkı Varoluşçu felsefi akımın temsilcileri gibi Adorno’nun da ortak bir ölçütten yoksun olarak tümel karşısında sınıfsal eğilimlerden soyutlanmış belirsiz bir öznelliğin savunusu olarak getirdiği yaklaşımın kendisi nesnelliğin kendisiyle çelişen öznelci bir tutumdur.

Adorno’da nesnel gerçekliğin kendisi her türlü ortak ölçütten yoksun olarak farklı ve birbirinden bağımsız öznelliklerin bir toplamı olarak ele alınmaktadır.Adorno’nun sınıfsal eğilimlerden ve egemen üretim ilişkilerinden soyutlanmış belirsiz öznellik kavramı Feuerbach’ın belirsiz “insan doğası” kavramı gibi tarihsellikten yoksundur.Sınıflı toplumda her birey biricik olduğu kadar aynı zamanda belirli bir sınıfa aittir. Bireyin belirli bir sınıfa ait olması gerçekliği her türden öznelliğin nesnellikle ilişkisini de belirlemekte ve onu anlamlandırmaktadır. Sınıflardan azade belirsiz bir öznellik kavramı her türlü spekülasyona açık bir muğlaklıktan başka bir şey değildir. Oysa, Marksist ekonomi politik bilimi tam da öznel farklılıkları nesnelliğin kendi iç çelişkilerinden çıkarmakta ve bu çıkarsamasını da değer yasası gibi nesnel yasalara dayandırmaktadır.

Sosyalist inşa süreci açısından tümelle tikel, nesnellikle öznellik arasındaki ilişki kolektif üretim ilişkilerinin ihtiyaçları bağlamında ele alınabilir. Burjuva öznel eğilimler kolektif üretim ilişkilerini içten içe kemirir ve eski toplumu yeni toplumun bağrında yaşatma, hatta kapitalizmi yeniden rostere etme eğiliminin nesnel taşıyıcılarından biridir. Bir sosyalist inşa süreci burjuva öznel eğilimlerle mücadele ve kolektif öznelliklerin toplumsallaştırılması stratejisini esas almalıdır. Kapitalist üretim ilişkilerinde kendi öznelliğini yaşayamayan proletarya, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti altında Proleter Kültür Devrimi ile açılıp serpilecek emek etkinliğinin kolektif niteliklerini bir kolektif yaşam kültürü yaratmak için özümserken, eski toplumdan kalma burjuva öznel eğilimleri toplumsal yaşamdan yadsıyarak sınıfsız topluma doğru ilerleme mücadelesini politik öznenin öncülüğünde sürdürür.

Kolektivizm açısından tümelle tekil, genelle özel arasındaki ilişki emek etkinliğinin kolektif niteliklerinin ne kadar bir yaşam biçimi haline getirilebildiği ile ilgili bir sorundur. Bu anlamda, öznelliğin ne türden bir öznellik olduğunun tanımlanması önemlidir. Marx’ın yahudi sorununa ilişkin olarak belirttiği gibi öznellik öznel çıkar biçimi aldığı oranda kolektif çıkara yabancılaşır. Aslında nesnel birer edim olan emek etkinliğinin kolektif nitelikleri bireyler arasında eşit dağılmadığı için öznel birer edim gibi görülür.Sosyalist inşanın demokratizmi emek etkinliğinin kolektif niteliklerini esas alan bir içeriğe sahip olmalıdır.

Emek etkinliğinin öznelleşmiş nesnel nitelikleri soyut toplumsal emek formunda değil somut emek formunda gözlemlenebilir. Soyut toplumsal emek, emek etkinliğini emek-zamanı biçiminde standartize ederken, somut emek, emek etkinliğinin öznelleşmiş nesnel niteliklerinin bir dışa vurumudur. Bir başka söylemle, soyut emek çalışmaya ilişkin olarak ”ne yapılmakta” sorusunun karşılığını verirken, somut emek ”nasıl yapılmakta?” sorusunun yanıtını oluşturur. Bu nedenle, sosyalist inşanın demokratizmi soyut emeğin yanında somut emeği de hukuklandıran bir içeriğe sahip olmalıdır. Bu, herkesin herkesi gözlemleyip denetleyebildiği bir doğrudan demokratizm aracılığıyla olabilir. Sosyalist inşa sürecinde hukukun bu ikili niteliği kapitalist toplumdan devreden üretici güçler zemininde burjuva içerikli öğelerle kolektif içerikli öğelerin bir arada varlığından kaynaklanır.

Şeptulin’in de üzerinde durduğu gibi yadsımanın yadsımasında başlangıçtaki olgudaki pozitif içerik sonuçta daha yüksek bir temel üzerinde yeniden ortaya çıkıyor. Bu doğada ve toplumda farklı biçimde oluyor. Doğada bu durum olağan görülebilir çünkü elementler üzerinden verilen örnekte olduğu gibi elementler doğada tüm zamanlarda zaten mevcut. Yani icat edilmiyorlar ya da insan emeği ürünü bir yapıntı değiller. Fakat toplumda ilkel komünal toplumdan komünist topluma kadar olan süreç üretici güçlerin gelişme yasalarına bağlı olduğu kadar aynı zamanda özellikle komünist toplumun nasıl bir toplum olacağına ya da daha doğrusu olması gerektiğine ilişkin olarak insan emeği ürünü bir yapıntı olma yönü öne çıkıyor. Dolayısıyla bu yapıntının özsel olarak neye benzeyeceğine dair yadsımanın yadsıması yasası bize veri veriyor. Bu yapıntı özsel olarak ilkel komünal topluma benzemelidir. Fakat bu olguyu da indirgemeci bir yaklaşımla ele almamak gerekir. Çünkü, komünist toplum tüm tarihsel gelişmenin yarattığı olağan üstü bir kültürel birikimin yeniden sentezinin ürünü olacak ve olağanüstü gelişmiş üretici güçler zemininde gerçekleşecektir.Adorno, yadsımanın yadsımasının başlangıçtaki içeriğin bir olumlanması olarak ortaya çıkması nesnel gerçekliğine saldırarak kendi öznelci anarşist eğilimlerine bağlı olarak tarihsel gelişmenin yönünü belirsizleştiriyor.Oysa, yadsımanın yadsımasında tarihsel gelişmenin yönü açısından belirleyici nesnel nitelik tam da başkangıçtaki içeriğin yeni bir temel üzerinde bu olumlanması. Adorno’nun negatif diyalektiğinin itirazı bu nesnel gerçekliğin kendisine dair.

Fikret Karavaz

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu