BölgeGenel

TÜRKİYE’NİN ULUSLARARASI GÜÇLER NEZDİNDEKİ ÖNEMİ ve KÜRDİSTAN SORUNUNA YANSIMASI (3)

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

Türkiye’yi önemli kılan sadece işgal ettiği coğrafya ve nüfus değildir. Güçlü bir orduya ve ekonomik potansiyele sahip oluşu ile bölge üstünde hesap ve planları olan tüm devletler tarafından dikkate alınır. Türkiye ile çıkarına uygun bir politik yaklaşım gösterir. Bilindiği gibi Türk ordusu NATO’un ikinci büyük ordusudur. Bu ona büyük bir avantaj sağlamaktadır. Türk devleti dış politikasın da ağırlıklı olarak bu avantajını çok iyi kullanmaktadır. Çoğu zaman bundan fayda da sağladığı gibi bazen de kendini çok dayattığından da kaybettiği de olur.

Türk devleti kendine büyük bir misyon biçiyor. NATO üyesi ülke, elinde büyük bir ordu, yönettiği toplumun ırkçı ve fetihçi olması onu saldırgan bir güç ediveriyor. Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu ve Körfez, kuzey Afrika’da at oynatıyor. Bu politika ona kazandırıyor mu? Bugüne kadar kendini bu politika ile yaşattığı bilinir. Kuşkusuz bu sadece Türk derin devlet aklı ile olmadı. Batı sistemin desteği bundan önemli bir rol oynadı. Fakat bu politika bugün tıkanmıştır. Çünkü Türk devletin izlediği saldırgan politika batı sistemin çıkarlarıyla bir uyumsuzluk içindedir. Batı sistemi içinde düşman olmadığı bir ülke kalmadı. Uyuşma diye bir dertleri de yoktur. Bunu da elindeki güçlü orduya ve jeopolitik avantajı sayesinde yapmaktadır. Kuşkusuz bu saldırgan politika nedensiz değildir. Nedeni şudur:

Türk egemenlik sistemin güvenlik sorunu daima var ola geldi. Kemalist Cumhuriyetin kuruluşundan beri durum budur. Bu nedenle sistem ırkçı, faşist karekterlidir. Bunun zemini “güvenlik ve tehdit“ algılamasıdır. Türkiye’nin güvenlik ve tehdit algılamaları hangi devlet, millet ve ülkeyi düşman göreyim ki toplumu ona göre dizayn edebileyim üzerine inşa edilmiştir. Gerçi Türkler bu konu da bir zorluk çekmezler. Zaten tüm komşuları ile tarihten beri gelen bir düşmanlıkları var. Komşuları bunu unutsa da Türkler bu yarayı sürekli kaşır. Hem yönettiği Anadolu toplumuna hem tarihte sorun yaşadığı toplumlara hatırlatır. Bu da var olan düşmanlığı sıcak tutar. Komşuları bir yana içte düşman zaten var. Bu da Kürdlerdir. Kürdler var oldukça başka düşmana ne gerek var. Fakat dünya eski dünya, Kürdler eski Kürdler değildir. Batı sistemin şu an izlediği politikaya göre Kürd/Kürdistan sorunu mevcut olan statü ile yönetilemez. Hakları verilsin politikasına sahip ve bunu Türk devletine dayatıyorlar. Durum bu olunca Türk devleti, batı sistemini düşman katekorisine aldı.

Türk devleti öylesine saldırgan bir politika yürütüyor ki gerek bölgede gerek küresel alanda bırak bir dost edinmeyi sürekli düşman edinmeyi amaç haline getirmiştir. İçte sürekli özgürlükleri kısıtlarken uluslararası alanda kimi düşman edeyim ki kendimi konuşturayım mantığına sahiptir. Buna rağmen boyuna, pusuna, gücüne bakmadan kendine yaşadığımız coğrafyada “merkez ülke, model ülke“ olma rolünü biçmiştir ve kendisini buna inandırmıştır. Oysa bu düşünce aç tavuğun kendini buğday ambarında görmesi gibi bir hayalden öte bir anlam taşımamaktadır. Biz bu politikanın altının ne kadar boş olduğunu AB’ne girme sürecinde gördük.

Türk devleti her ne kadar birçok uluslararası kurum ve kuruluşa üye olsa da ortak olarak kabul edilen anlaşmalara imza atsa da uluslararası hukuk ve normlara uymamaktadır. Çünkü o normları uygulaması içteki hukuk sistemiyle çelişir. Türk devleti AB’ye girme sürecinde her ne kadar birçok konu da “reform yaptım“ dese de yapılan reformlar uluslararası hukuk ve normlarıyla çelişmekteydi. İçteki baskıcı rejimi daha da baskıcı duruma sokan değişmelerdi. Hatırlarsanız bir ara bu konu tartışıldı. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme çabası vardı. AB kendilerine bir ev ödevi vermişti. Bu “konularda reform yap gel“ demişti. Türkler ne yaptı dersiniz? İçteki özgürlükleri giderek kısıtlama yoluna gitti. Bunu AB’ye reform diye dayattı. AB ne dedi? “Türkiye, AB‘ne girmek istemiyor. AB’ni Türkiye içine girmeye davet ediyor“ dedi. Türkiye’nin AB’ne girme sevdası böylelikle bitti.

O süreci düşündüğümüzde bizi bir gülme krizi tutar. Neden biliyor musunuz? O süreçte Kürd reformizmi kendini yaşatmak için “Avrupa yolunda Türkiye’yi destekliyoruz“ çığırtkanlığı yapıyor olmasıydı. Yapmayın etmeyin desek te adamların oralı olduğu yoktu. Peki ne oldu? Adamların umudu kursaklarında kaldı. Şimdi dut yemiş bülbüle dönmüşler. Bu nereden kaynaklıyor? Kürd reformizmi Türk devletini düşman olarak görmediğinden kaynaklıyor. O nedenle kendini mevcut olan sistem içinde bir güç olarak görüyor. Bu duruşuyla sistemin yedek gücüne dönüşmüştür.

Türk devletinin AB’ne girme sevdasının bitmesi yıllar oldu. Her geçen gün batı sisteminden kopuyor. Kendine yeni bir dünya kuruyor. Siz buna hayal dünyası da diyebilirsiniz. Batı dünyasına, NATO’ya meydan okuyor. Bir taraftan kendilerinden kredi, modern silahlar dilenirken diğer yandan da IHA, SİHA, Kızılelma, bilmen ne yaptık propagandasını yapıp duruyorlar. “Hepsi yerli ve milli“ diyorlar. Hatta daha ileri gidiyorlar. “Türk dünyasını birleştirdik. Turan ordusunu kurduk. Merkezi Ankara’dadır. NATO’dan ayrılmanın zamanı geldi“ narasını atıyorlar. Keşke diyoruz. Neden mi dersiniz? Bu politika Türk devletini batı sistemi ile karşı karşıya getirir. Hani fena da olmaz yani. Türklerin boyunun ölçüsüde ancak bu zeminde alınır. Olacak olan da budur. Bu da Kürdlerin önünü açar.

Türkiye orta derece de gelişmiş bir ülkedir. Siyasi, ekonomik, askeri olarak batıya bağımlıdır. Son dönemlerde bu bağımlılık büyük bir sorunla karşı karşıya gelmiştir. Aralarındaki çelişki giderek geri dönülmez bir sürece girmiştir. Nedeni Kürd/Kürdistan sorunudur. Bu sorun Türkiye’yi Batı Bloku ile karşı karşıya getirmiştir. Her ne kadar onlardan kopamıyorsa da aradaki çelişkiyi de çözememektedir. Bu da onu Doğu Bloku’na doğru itiyor. Fakat oradan da umduğunu bulmuyor. Onlarla da sorun yaşıyor. Hem Rusya hem İran’la. Ama onlara el mecbur. Çünkü başka çaresi kalmamıştır.

Burada bir kehanetten bulunmak istiyoruz. Recep Tayyip Erdoğan’ın işlediği suçlar batı dünyası nezdinde o kadar çoğaldı ki artık tahammül sınırını aşmıştır. ABD’de Erdoğan’ı ilgilendiren devam eden sayısız suç davası sürüyor Soruşturma aşamasından olanlar var. Burada bunun bir listesini yapmak gereğini duymuyoruz. Çünkü herkes tarafından bu biliyor.

Bu, neye yol açar? Erdoğan’ın büyük bir korku yaşamasına yol açıyor. Geleceğini batıdan görmüyor. Çünkü batının tüm değerleriyle uyuşmayan bir politika uyguluyor. Batının Orta Doğu’da uyguladığı politikayı boşa çıkarmak için her yola baş vuruyor. İçte ise tam mafyavari bir sistem kurmuş durumda. Yakında seçim var. Normal bir seçim durumunda kaybedeceğini görüyor. Bu nedenle iktidarını korumak için başka yöntemlere baş vuracağı bizce kesindir. Bu iş olağanüstü hâl ilanına, muhalefet liderlerini derdest etmesine kadar gider. Zaten bunun ön adımları çoktan atıldı. Muhalefetin yetkilerine tekme-tokat girişmeleri bunu gösteriyor. Ki bu saldırılar sertleşerek devam edecektir. Erdoğan’ın, “bu daha iyi günleriniz” demesi gelecek baskı şiddetinin dozajına işaret etmektedir. Bu durumda Erdoğan’ın batı sistemi nezdinde meşruiyeti kabul görülmeyecek. O da “umurumda mısınız” diyecektir. Kurtuluşu Putin’in Rusya’sından arayacaktır. Bunun temeli çoktan atıldı bile.

Neyse biz esas konumuza dönelim. Türkiye önemli yer altı ve yer üstü gibi doğal kaynaklara ve dört mevsimi yaşayan bir iklime sahiptir. Anadolu toplumu genç, dinamik bir nüfustur. Ucuz işgücü kaynağıdır. Dış sermaye için önemli bir kaynaktır. Bu nedenle bir ara dış sermaye yoğun olarak Türkiye akın etti. Bu da Türkiye’ye belli bir ekonomik kalkınmasını sağladı. Fakat Erdoğan iktidarının son dönemlerde izledi savaş ve ekonomik politikalar sonucu bir kırılma yaşandı. Dış sermaye Türkiye’den kaçıyor. Batı sistemi Türkiye’ye karşı ekonomik ambargo koymuş, kredi vermiyor. Türkiye ekonomik olarak iflasın eşiğine gelmiştir. Arap ülkeleri ve Rusya’dan kredi alarak daha evvel içte ve dıştaki borçlarının ancak faizini ödeyebiliyor. Araplar ve Ruslardan aldığı kredi karşılığında Türkiye’nin satmadıkları bir yeri kalmadı. Yanı sıra uyuşturucu ve kara para aklamakla büyük vurgunlar vuruyor. Bir kısmını elit kesim kendi arasında paylaşsa da önemli bir bölümünü savaşa yatırıyor. Bu politikasıyla Türkiye’in ekonomik olarak iflas etmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu bağlamda Türkiye bugün sahip olduğu ekonomik sıkışmışlık nedeniyle uluslararası alanda stratejik önemini yitirmiş bulunuyor.

Erdoğan iktidarı ile birlikte kalkınmacı ekonomik politika terk edildi. Onun yerine var olanlara çökme süreci başladı. Devlete ait ne kadar işletme varsa hepsini özelleştirdi. Çok ucuz fiatlarla kendi çevresine dağıttı. Daha evvel ülkede sanai alanından söz sahibi olanların şirketlerine zorla el konuldu. Sanai gelişme durduruldu. Bu uygulama ile Türkiye dünyada üçüncü sınıf bir devlet haline getirildi. Uluslararası alanda da cazibesini kaybetti. Yanı sıra Türkiye tarım, hayvancılık, sebze ve meyve yetiştirme olanağına sahip bir ülke iken girişimci ve üreticiye kredi sağlanmamakta ve teşvik edilmemektedir. Bu da ülkeyi dışa bağımlı hale getirmiştir. Türkiye’in tahıl ambarı olma şansı varken onu bile ithal etme durumuna düşmüştür. Bunu da ranta çevirmiştir. Beş kuruşa aldığını on kuruşa tüketiciye satmayı politika edinmiştir.

Fakat hala Türkiye’nin şu cazibesi vardır. Orta Doğu, Orta Asya ve Avrupa arasında stratejik bir enerji koridoruna sahiptir. Türk devleti sahip olduğu kara, demir, hava, denizyolu taşımacılığında ve boğaz-limanlar nedeniyle uluslararası alan için stratejik bir konuma sahiptir. Türk devletinin bu avantajları göz önüne alındığında yabancı devletler için Türkiye cazibeli bir ülke konumundadır. Batı ile doğuyu birbirine bağlayan önemli bir ticaret ve enerji köprüsüdür. Türk devletinin sahip olduğu bu avantajlar batı sistemi için vaz geçilmez bir patner durumuna getirmiştır.

Türk devletinin karar kılıcı merkezlerinin söylem ve demeçlerine bakıldığında bu stratejik avantajından dolayı herkesin onlara muhtaç olduğu görülür. Bunun haklılık payı var. Bugüne dek batı sisteminin Türk yöneticiler tarafından her gün tehdit ve hakarete uğramaları rağmen sessiz kalmalarının nedeni de budur. Türk devlet yöneticileri bunu kendi iç kamuoyunda da çok iyi pazarlamaktadır. Anadolu toplumunda “tüm dünya bizden korkuyor“ algısı var. Halk açta, sefilde olsa bu algı ile “baba“ dediği devlete bağlılıkta kusur etmiyor. Aç kalmış, susuz kalmış, çıplak kalmış, hukukmuş, adaletmiş, bireysel ve toplumsal haklarmış umurundan değildir. Yeter ki “bayrak inmesin, ezan susmasın“ gerisinin önemi yok hükmündedir. Bu da sistemin otoriteleşmesinin zeminini oluşturmuştur.

Türk devletinin bundan başka bir seçeneği de zaten yoktur. Kendisine ait olmayan, başka milletlere ait olan toprakları istila, işgal, ilhak etmiştir. Bunu kılıç kalkanla yapmış, doğaldır ki bunu tankla topla korumaya çalışacaktır. Zaten yaptığı da budur. Bu saldırgan, yayılmacı, ceberut devlet var olduğu müddetçe bu böyle devam edecektir. Çünkü korkuları var. Başkalarının toprakları üzerinde ev kurmanın, bir gün elimden alınacağı korkusudur, bu.

Ne zaman ki yerli halklar haklarına kavuşur işte o zaman ortada böylesi saldırgan, yayılmacı, ceberut bir devlet ne de korku kalır. Sistem sahipleri bunu bildiği için sürekli tetiktedir. “Güvenlik, tehdit, beka, kimseye verecek tek bir çakıl taşımız yok“ deyip duruyr. Bunu canlı tutmak için toplumu sürekli savaş psikolojisine sokuyorlar. Bu psikoloji yüzyıllardır topluma öyle dayatılmış ki toplum bunu kanıksamış ve yaşam felsefesi edinmiştir. Bu da toplumu askerileştirmiştir. “Her Türk asker doğar“ sözü boşuna denmiyor. Toplumun ruh halinin özetidir, bu.

DEVAM EDECEK..!

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu