Genel

TÜRKİYE EKSEN DEĞİŞTİREBİLİR Mİ? ADIM ADIM EKSEN DEĞİŞTİRMEK MÜMKÜN MÜDÜR?

osmanlı donanması arşivleri | Turkish Defence Agency

Salih Zeki TOMBAK

@tombak_salih

Bölüm I: DIŞ GÜÇLERE MECBURLUĞUN MEKANİĞİ

ABD Başkanlık seçimleri, ABD medyasını, Türkiye’nin havuz medyasını meşgul ettiği kadar meşgul etmiş midir bilmiyorum.

Bir Salih Zeki Tombak görseli olabilir

Kesin olan şu ki; Türkiye tarihinin hiçbir döneminde, hiçbir ABD Başkanlık seçimi, Türkiye toplumunun gündemine bu kadar sokulmamış; Atlanta’nın güney mahallelerinin veya Pensilvanya kasabalarının sandık sonuçları; bu yerleşimlerdeki siyahların veya Hispaniklerin kasabanın toplam nüfusuna oranı ve bu oranın sandıktaki olası yansımaları Türkiye’nin gündemi olmamıştı.

Adnan Menderes’in 1950’lerde Türkiye’nin önüne koyduğu “küçük Amerika olacağız” hedefine, en fazla batı düşmanlığı ve ABD emperyalizmine karşıtlık edebiyatı yapan AKP-MHP rejimi altında ulaşmış görünüyoruz.

Erdoğan ve ortaklarının, ABD Başkanlık seçimlerinin sonuçlarını, uluslararası ilişkiler çerçevesinde önemsemenin çok ötesinde, kendi iktidarlarının bekası üzerinden değerlendirmekte oldukları açıktır. İktidarının kaynağını halkın desteğinden almayan; aksine halka karşı konumlanmış, “sömürge eliti”, “yerli” zorbaların iktidarlarının karakteristik özelliğidir, sırtını dışarıdaki bir güce dayama ihtiyacı.

BİR DIŞ GÜCE DAYANARAK AYAKTA KALMAK

Devletlerin her zaman müttefiklere, uluslararası bloklaşmalar içinde yeralmaya ihtiyacı olabilir. Bu ihtiyaç daha çok uluslararası gerilimlerin yükseldiği, savaş bulutlarının ufku kapladığı dönemlerde güçlenir. Endişe duyulan dış tehditlere karşı veya bir büyük çatışmayı pay kapma imkanı haline getirmek için kurulan ittifaklar kadar; kendi halkına karşı, koltuğunun altına sığınacağı büyük müttefik arayanların da örneği çoktur.

Elbette “korumanın” bedeli vardır.

Osmanlı hanedanı, imparatorluğun “en uzun yüzyılında” sürekli dış müttefiklere ihtiyaç duydu. Varlığını bir dış güce dayamadan koruyamayacak hale geldiği 19. yüzyıl boyunca, ittifakların birinden ötekine koşturdu durdu.

Çok kısa bir özet ile hafızaları tazeleyeyim:

Mora ayaklanması ve Yunanistan bağımsızlığı (1829) ile çözülme başlayınca, Mısır Hidiv’i Kavalalı Mehmet Ali Paşa ayaklanır. Mehmet Ali’nin oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu Suriye’yi ele geçirir. Osmanlı Ordusunu Belen Geçidi savaşında ve Konya ovasında yener ve Kütahya’ya kadar ilerler. Çaresiz kalan 2. Mahmut Rusya’nın yardım teklifine sığınır. Hünkar İskelesi Anlaşması (1833) sonrasında Rusya ve Rusya’nın Osmanlı devletini himayesine alacağından endişe eden İngiltere ile Fransa’nın araya girmesiyle Kütahya Konvansiyonu imzalanır. Kavalalı’nın İstanbul’a yürüyüşü önlenir.

1839’da Osmanlı-Mısır savaşı tekrar başladığında, Osmanlı Ordusunda, Moltke gibi Prusyalı kurmay subaylar görev yapmaya başlamıştır.

Prusya desteğine rağmen Nizip’te Osmanlı ordusu yine yenilir.

Büyük devletlerin baskısıyla savaş durdurulur. Londra’da barış anlaşması yapılır. Ama Kavalalı anlaşmayı imzalamaz. Osmanlı Kaptan-ı Derya’sı, Ahmet Paşa Osmanlı donanmasını götürüp Kavalalı’ya teslim eder.

Bu defa İngiliz askeri desteği gelir. İngiliz donanması, Osmanlı donanmasından elde kalanlarla birlikte Mısır kıyılarını vurur. Akka kalesi geri alınır. Ve Kavalalı Londra anlaşmasına razı olmak zorunda kalır.

Yoruldunuz değil mi? Yakın gelecekte, Cumhuriyet hükümetlerinin ve özellikle AKP iktidarının uluslar arası ilişkilerdeki mecburiyetten kaynaklanan savrulmalarını, git-gellerini okuyanlar da aynı yorgunluğu duyacaklar.

Osmanlı’nın kendi valisine karşı, önce Rusya’nın, sonra Prusya’nın ve sonra İngiltere’nin askeri desteğine sığınmasının faturası, 1838’de İngiltere ile yapılan Balta Limanı Ticaret Anlaşmasıdır. Bu anlaşma Osmanlı ülkesini başta İngiltere olmak üzere bütün sömürgeci ülkeler için “açık kapı” yapacaktır.

Şimdilerde “uluslar arası ilişkilerde muazzam dehasına” destanlar yazılan, “dizilerin kahramanı” 2. Abdülhamit; Osmanlı ülkesini kendi aralarında paylaşma konusunda çok sert bir rekabet yaşayan Avrupalı sömürgecilerin rekabetinden faydalanmayı siyaset haline getirmiş; birine karşı diğerine sığınmış, kendi niyet ve politik kapasitesinden bağımsız olarak, tarihsel şartlar bakımından çaresiz bir padişahtı. Osmanlı toprakları en çok onun döneminde küçüldü. Nihayet 1908’de Reval Anlaşması için bir araya gelen sömürgeciler “Doğu Sorunu”nun çözümünde, yani Osmanlı’nın paylaşılması konusunda anlaşınca 2. Abdülhamit’in siyaseti uluslararası ilişkilerde de, içeride de sürdürülemez hale geldi. Zaten ittifakların süresi giderek kısalmakta idi.

2. Abdülhamit’in çaresizliğini, tezgahlanmasında katkısının bulunduğu 31 Mart gerici ayaklanması sonrasında onu tahttan indirip sürgüne gönderen İttihatçılar devraldı. 1. Dünya Savaşı kapıdaydı. Uluslararası cepheleşme aleni bir hal almıştı. Aynı cephede yer alan İngiltere, Fransa ve Rusya ile yaklaşmakta olan savaşta müttefik olmak için bu devletlerin kapısını çaldılar ve reddedildiler. Çünkü savaşın konusu zaten “Doğu Sorunu’nun çözülmesi” yani , Osmanlı’nın bölüşülmesi idi.

Almanya ile ittifak çaresizlik yüzünden kuruldu..

(Devam edecek)

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu