FelsefeGenel

İçsel yolculuk; yürek dili ve şiir

İncelmenin yerini kalınlığa ve kabalaşmaya bıraktığı, Oscar Wilde’nin ifadesiyle “estetik bir hayatın yolunu açacak bir sistem” olarak da tanımlanabilecek sosyalizm için yürünen YOL’da amacın şaşırıldığı, insanlığın bugüne dek akıl almaz bedeller ödeyerek biriktirdiği potansiyel kardeşliğin yerini yabancılaşmaya, değerlerden ve gerçeklikten kopuşa bıraktığı bu neoliberal, yabancılaştırıcı ve metalaştırıcı süreçte “Ne yapmalı; neyi, nasıl yapmalı?” diye kafa yorarken karşıma Oscar Wilde‘in aşağıdaki incelikli ifadesi çıktı.

Mehmet Yeşiltepeİçsel yolculuk; yürek dili ve şiir

 

İncelmenin yerini kalınlığa ve kabalaşmaya bıraktığı, Oscar Wilde’nin ifadesiyle “estetik bir hayatın yolunu açacak bir sistem” olarak da tanımlanabilecek sosyalizm için yürünen YOL’da amacın şaşırıldığı, insanlığın bugüne dek akıl almaz bedeller ödeyerek biriktirdiği potansiyel kardeşliğin yerini yabancılaşmaya, değerlerden ve gerçeklikten kopuşa bıraktığı bu neoliberal, yabancılaştırıcı ve metalaştırıcı süreçte “Ne yapmalı; neyi, nasıl yapmalı?” diye kafa yorarken karşıma Oscar Wilde‘in aşağıdaki incelikli ifadesi çıktı.

Oscar Wilde’in, Dorian Gray’in Portresi adlı romanında 279’ncu sayfada geçen Bunu gece günceme yazacağım.” “Neyi?” “Ateşten eli yanan çocuğun ateşi sevdiğini” biçimindeki ifade deyim yerindeyse beni içsel bir yolculuğa çıkardı.

 

İçsel yolculuk

 

Bu, çocuğun ateşle dansı

hayatla imtihanıdır.

Prometheleşme potansiyelidir.

Güzelliğin bedelle bileşkesi

Devrimciliğin kimyasıdır.

 

Ateşten eli yanan çocuğun ateşi sevmesi gibidir hayat. Yazılmayacak da olsa içinde şiir taşımalı, ileride söylenme ihtimali için de olsa bir yerlerinde şarkı bulunmalıdır. Sanat, sadece icra için değil insanın kendi içinde “kazı yapması” ve sonsuzlukla bugünden tanışması için de gereklidir, önemlidir. Çünkü “Sanat, öte dünya yerine bu dünyayı sonsuz görmeyi sağlayan bir perspektif açar.” (Bloch)

Bu, bazen ortaya yazılı/sözlü bir eser, bir yontu, bir tablo vb. konulmadan da gerçekleşir. Nasıl mı? Yaşamın bizzat kendisi bir sanata dönüşür örneğin veya gözlerinizin doğada yaptığı sörf, içtiğiniz bir çayın demi, özenle hazırladığınız bir yemek sanat işlevi görür. Crispin Sartwell‘in ifadesiyle, bir şeye kendimizi vererek maharetle yapmaksa sanat, yaşamı bir bütün halinde bu incelikte/ustalıkta sürdürmek, hatta bütünlüklü bir aşka çevirmek mümkün.

Ressam, atölyesindedir; tuvalin en boş olanı bile, ressamı dansa çağıran bir potansiyeldedir. O, renkler arasında yakaladığı ahengi tuvalin çağrısıyla birleştirir. Ve bir özneyi çizmişse onunla, bir yeri çizmişse oraya yolculuğa çıkar.

Bir heykeltraşsa söz konusu olan, Michelangelo’ya atfedilen ifadeyle söylersek o taşın içindeki güzellikleri açığa çıkartır; taşa hayat verir veya Davut heykelinde olduğu gibi halkını baskı altına almak isteyen dev Golyat’la savaştırır. Veya Musa heykelinde olduğu gibi “Konuş ya Musa” diyerek taşın dile gelmesini bekler.

Müzikte, “Konuş ya Musa” demeye gerek yoktur; enstrümanlar her dilden konuşur. Müzik, ruha gıda taşımakla kalmaz, yaşamın her kesitinde, aşkta da savaşta da rol alır. Sanatçılığının yanında SSCB Yüksek Sovyet Milletvekili de olan Shostakovich‘in, Nazi kuşatması altında kalan Leningrad’daki direnişi konu edinen 7.senfonisi için “Ben 7.senfonimde gücüm yettiği ölçüde faşistlerin barbarlığına karşı koymaya çalıştım” dediği bilinir.

 

Yürek dili ve şiir

Şiire gelince, sınırları biraz zorlayarak söylersek, sanatın tüm alanlarında dolaşırken görürüz şiiri. Perdeye yansıyan görüntü de bir çeşit şiirdir, tuvale yansıyan renklerin ve çizgilerin dili de…Müzik, zaten şiirle notanın evliliğidir.

Çayın, hiç kimse izleyip okumasa da kokusu, rengi ve tadıyla kendi şiirini yazması gibi yaşam dizeleşmeden şiirleşmiş pek çok güzelliği barındırır. Tarkovski’nin “Çocukluğun bittiği an şiir başlar” demesi boşuna değildir. Ve “Şiir doğası gereği devrimcidir” (Octavio Paz)

Özdemir Asaf‘ın, çiçeklerin senfonisinden, renklerin orkestrasından bahsetmesi gibi şiir enstrümanlara konu da taşır, dizeleriyle bizzat kendisi de enstrümanlaşır.

Kimi titreşimler var ki ancak yürek diliyle anlatılır. İşte o dile en uygun edebi tür şiirdir. Bir mısraya koca bir yaşam sığar bazen. Bu, şiirin gücüdür. Anlatım diline görsellik dahil çeşitli araçları katan sinema bile, şiirsiz yapamaz.

Ruhsal barometrenin çok özel sapmalar gösterdiği hallerde, insanın boyunu aşan acılara da yürekte oluşan derin kesiklere de bilinen hiçbir ilaç kâr etmez. Deneyimler göstermiştir ki böyle durumlarda bir ilaç gibi şiiri insanın ruhsal dokularına zerk etmek, en iyi tedavi biçimlerinden biridir.

Yalnızlığın giderek bir virüs gibi yayıldığı, en kalabalık ortamların bile hastalığı haline geldiği, insanların korunaksız bir ünlem gibi çıplaklaştığı bu koşullarda yalnızlaştırıcı izolasyonu delip, yürek yüreğe, ten tene dokunabilmek elbette sadece şiirle olmaz. Ama şiir, yüreğe dokunabilmenin en uygun ve en kısa yollarından biridir.

Kısacası insanın otopsi masasındaki kadavraya çevrildiği kapitalizmin bu yeni binyıl koşullarında, değerlere doğru yerden dokunulabilirse eğer özgürleşmenin diline ve ayağa kalkmanın aracına dönüşebilir şiir. Özellikle tutsaklıkta veya umutsuzlukta şiir, özgürleşmenin ve umudun kapısını aralar. Çünkü şiirle umutsuzluk yan yana gelmez. Bu, dizelerin acıyı, kelepçeyi veya karanlığı ifade ettiği durumlar için de geçerlidir. Çünkü mevcut durumu böyle ifade ediyor olabilmek, çıkış yolunun anahtarına yaklaştırır.

 

Güneş battı mı

İkindinin etkisi şakaklarda zonklar

Ve bir kilit daha çevrilir hapishanede.

Kapılar gökle betonu ayırır.

İşte tam da o boğucu aralıkta

Tutsak, en derin solukları yardımına çağırır.

Bu, kimisi için dize,

Kimisi için düşsel sohbet,

Kimisi için de hiçbir duvarla sınırlanamayacak

Yoldaşlık kimyasıdır.

 

Sonuç yerine veya ben bu düşsel yolculuğa neden çıktım?

Alternatif düşünce ile yola çıkmış kişi ve çevreleri o kadar yorgun ve bazen o kadar alan dışına düşmüş görüyorum ki amacımızın ve bu amacın güne izdüşümünün bunca savrulmayı, moralsizliği ve yabancılaşmayı gerektirmediğini, kimliğimizin sanatı da sanatçılığı da dolayısıyla alternatif güzelliği bağrında taşıdığını anlatmak istedim.

George Lukacs, devrimci sanatın en belirgin özelliğini, yeni bir toplum düzenini kurmak için gerekli olan insan niteliklerini bulup çıkarma amacını gütmek olarak tanımlar.

Aynı zamanda bir özgürleşme alanı ve yöntemidir sanat. Twyla Tharp‘ın ifadesiyle “Sanat, evden çıkmadan evden kaçmanın tek yoludur.” İnsana bilinen kapıların dışında farklı kapıları aralar. Yaratmaya, yeniden üretime ve gelecek tasarımına dair yöntemsel ipuçları verir. Bu, ütopyanın somutlanması, yaratımda ve düşsel tasarımda daraltıcı/engelleyici tüm çitlerin aşılmasıdır. Örnek vermek gerekirse abartısız denilebilir ki Küba, tüm ablukaya, kısıtlamalara ve engellere rağmen, bir sanat adasıdır; her şeyin ve herkesin kapitalizmin ölçülerinin dışında yenilendiği bir direnme ve yaşam alanıdır; 11 milyonluk bir orkestradır; yoldaşlaşarak toplumsallaşmanın nasıl imkan çoğalttığının, nitelik derinleştirdiğinin ve kapitalist iklimde tanışma ihtimali olmayan güzelliklerle bütünleşme zemini oluşturduğunun örnek modelidir.

Lenin, umutsuzluğu, “kötülüğün nedenlerini kavrayamayan, bir çıkış yolu bulamayan ve mücadele ederken acz içinde kalan kimselerin karakteristiği” olarak tanımlar. Bu, aynı zamanda umutsuzlara, çıkış yolunu nerede ve nasıl aramak gerektiğini gösteren bir anahtardır. Gerişi kişinin kendisine kalmıştır…

Erdoğan Ateşin

Profilinizi oluşturmak için, biraz hayat hikayenizi anlatın. Bu alan, herkesçe görünebilir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu