GenelBölge

ABD’NİN SÜREÇ POLİTİKALARI VEYA BİDEN DOKTİRİNİ

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

Hasan H. Yildirim sanatı olabilir

31 Mart 2021 tarihli; “ABD’NİN KÜRDİSTAN POLİTİKASI VAR MI?“ yazımızın altına bir not yazmıştık. Demiştik ki; “Bir sonraki makalemizde Biden’in ABD Başkanlık koltuğuna oturmasıyla Türkiye’ye karşı İzleyeceği politikayı verileriyle ele alacağız“ diye. Yazıyı 1 Nisan’da yayınlamayı düşünmüştük. Haber kaynağımız: “Şimdi bekleyin, yeni gelişmeler var, pazartesiye kadar bazı veriler daha ortaya çıkar, onlarla beraber verirseniz daha yararlı olur”, demişti. Bu nedenle yazıyı bugüne erteledik. Bazı yeni bilgiler aldık ve ekledik. Bu da yazıyı uzattı. Az okuyan bir milletin bireyleriyiz. Ama mutlaka bu yazımızı okumanızı tavsiye ediyoruz. Çünkü bu yazımızda ABD’nin yeni süreç politikasını, başta Türkiye olmak üzere sömürgecilerimize ve de Kürdlere yansımasını ele alacağız.

ABD öncülüğünde önümüzdeki Haziran ayı veya sonraki günlerde demokrasinin egemen olduğu ülkelerle birlikte “Demokrasi Zirvesi“ organize edilmeye çalışılmaktadır. Toplantıya ABD, AB üye ülkeleri, Kanada, Japonya, Avusturalya, Yeni Zelanda, Güney Kore ve İsrail’in yanı sıra bazı başka ülkelerin katılacağı söylenmektedir. Bu arada Hindistan’ın da katılması için görüşmelerde bulunulmaktadır. Katılımcılar elbirliğiyle dünyayı yeniden dizayn etmek için bir “Demokrasi Bloku“ oluşturmaya çalışacaklar. “Demokrasi Bloku“nun oluşumu süreci ile birlikte demokrasi ve otokrasi blokları arasında mücadele kızışacaktır. Başkaları bu girişime ne ad verir bilmiyoruz ama biz buna “Biden Doktirini“ diyoruz.

Bilindiği üzere ABD’de, Doktirinler Başkanlar tarafından ilan edilir. Durup durulurken bu yapılmaz. Doktirinler bir ihtiyaca cevap niteliği taşır. Ülkenin dönem dış politikasının sınırlarını belirler. Bu, ABD çıkarlarının öngördüğü gibi tüm dünya siyaseti üzerinde de bir etkide bulunur. Truman Doktirini bu rolü oynadığı gibi Biden Doktirini’nin de bu etkiyi yapacağı kesin. Biden Doktirini ile dünyaya yeniden şekil verilmek istenmektedir. ABD’nin 21. Yüzyıldaki dünya önderliğini devam ettirmek ve 22. Yüzyılda bunu sürdürmeyi öngörmektedir. Bunun için de buna katkı sunmak namına destek güçlere, dostlara, müttefiklere ihtiyaç vardır. Bu münasebetle Biden ABD Başkanlık koltuğuna oturmasıyla en çok bu sorunla ilgilendi. Trump döneminde bozulan dengeleri rayına oturtmak için kolları sıvadı. Eski dostlarla güvene dayalı ilişki geliştirmeye çalıştı. Düşman gördüğü devletleri açıkça tehdit etti. Dünyayı daha da yaşanılır bir konuma getirmek için aciliyetle çözmesi gereken sorunları formüle etti. Anti-demokratik otokratik sistemlere karşı cephe açtı. Bu ülkelerde demokrasiyi inşa etmeyi önüne görev olarak koydu. Bunu başarmak için demokratik ülke Başkanlarının katılacağı geniş bir toplantı öngörülüyor. “Demokrasi Bloku“ oluşturmaya çalışacaklar. Birçok ülkedeki sorunlara çare aranacak. Her halükarda birçok ülkede anti-demokratik otokrasiler tasfiye edilmeye çalışılacak ve demokrasi inşa edilmeye çalışılacaktır. ABD’nin süreç politikası budur. Politika bunun üzerine inşa edilmeye çalışılmaktadır.

Oluşturulmaya çalışılan “Demokrasi Bloku“ ile katılımcılar sisteme karşı risk ve tehdit oluşturan anti-demokratik sistemlere yönelik kapsamlı bir proje ile cevap vermeyi arzuluyorlar. Dünyaya demokratik değerlerin ikame edilmesini, istikrar ve refah sağlanmasını esas almaktadırlar. Amaç, toplumları açık ve özgür hale getirmektir. Bu girişim böylesi bir nitelik taşıyor. Yanı sıra katılımcılar arasında güvene dayalı bir işbirliği oluşturmayı hedefliyorlar.

Kimi çevreler ABD’nin projelerine küçümser bakmaktadır. Hatta ABD’nin daha evvel başta Afganistan, Irak, Libya, Mısır, Suriye vs. ülkelerdeki bu girişimlerinin yenilgiyle sonuçlandığını iddia etmekte ve burada ABD’nin yenildiğini ileri sürmektedirler. İşte yanıldıkları nokta budur. ABD’nin müdahalesiyle bu ülkelerdeki diktatörler tasfiye edildi. Bu kötü bir girişim değildir. Bu ülkelerde yeni bir sistem oluşturmaya çalışıldı ve halen de çalışılmaktadır. Ama bu ülke halkları buna hazır değildir. Burada ABD’yi eleştirip yenilgisine hükmetmeden önce, bu halkların durumunun mercek altına alınması gerekmez mi? Bu halkların ihtiyacı olan demokrasiyi inşa etmesi gerekirken onlar ne yapıyor? İslamist bir sistem oluşturmaya çalışıyorlar. Burada ABD’yi suçlamak ne kadar doğru?

Bu bir yana, bu çevreler demokrasiyi bile istemeyen bu halkların önüne sosyalist bir devrim görevini koyuyorlar. Bu çevrelerin hangi dünyada yaşadikları bizim açımızdan anlaşılmaları zor bir meseledir. Sorulması gereken soru şu olmalıdır: Bu ülkelerde demokrasiyi özümlemiş bir güç varmıydi ki, ABD ve Müttefik Güçler bunları desteklemedi? Bizim gördüğümüz sadece Kürdler vardı ve onlara da gereken destek verildi, veriliyor. Kürdistan’ın güneyinde federasyon kurmayı sağladı. Güneybatıda da (Rojava) bunu yapmaya çalışıyor. ABD, Rojava yönetimi ile ittifak kurmaya devam edeceğini ve askeri olarak desteklemeyi sürdüreceğini defalarca açıklamıştır. Bu, ABD’nin Suriye politikasının özetidir. Aktüel politikası gereği ABD, Kürdistan’ın güneybatısına siyasi bir statü kazandırmaya çalışmaktır. Bunun için BM nezdinde girişimlerde bulunmaktadır. Bu ABD’nin de çıkarınadır. Çünkü ABD’nin Orta Doğu Projesine uygunluk arzetmektedir.

Bilindiği gibi ABD 2. Dünya Savaşı sonrası Batı sisteminin öncülüğüne soyundu. Bunun startı Truman Doktiri’ni ile verdi. 1947 yılında ABD Başkanı Harry Truman tarafından Sovyet tehdidine karşı hazırlanmış olan plandır. Başkan Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de kendi adıyla anılacak olan doktrini açıkladı. Bu doktirin ile ABD, Sovyet karşıtlığını temel politika edindi. Bunu tamamlayan Marshall Planı oldu.

20. Yüzyılın ikinci yarısından 1990 yılına kadar uygulanan ABD devlet planı bu oldu. Truman Doktirini ile dünya iki kampa bölündü. Sovyet ve Batı Bloku. Sovyet Blokun önderliğini Sovyetler Birliği üstlenirken, Batı Bloku’nun önderliğini ABD üstlendi. Bu iki blok arasında 1990 yılına kadar sürecek olan “Soğuk Savaş” döneme damgasını vurdu. Sovyet Bloku’nun dağılmasıyla soğuk savaş dönemi bitti. Dünya tek kutupluluğa evrildi. Bu arada sosyalist devletler birer birer çöktü. Kapitalist sistem içine çekildi ama bazıları sorunlu olmaya başladı. Her ne kadar bu ülkeler sistem içine çekilse de iktidara el koyanlar demokrasiyi değil, otoriterliği siyaset edindi. Bu da Batı sistemi için sorun olmaya başladı. Bu gelişmeler sonucu Batı sisteminin başını çeken ABD ile Rusya ve Çin arasında savaş rüzgarları esmeye başladı. Şu an ABD’nin başını çektiği “Demokrasi Bloku“ ile bu ülkelere demokrasi sistemini kabul ettirmeye çalışmaktır.

Sovyet Sisteminin çökmesiyle “komünüzm tehlikesi“ ortadan kalkmış oldu. Dünya tek kutupluğa evrildi. Bunun önderliğini de ABD üstlendi. George H. W. Bush ile başlayan ve Barack Obama ile devam eden “Yeni Dünya Düzeni“ önceleri Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) ve sonra Kuzey Afrika’nın da bu projeye dahil edilmesiyle Genişletilmiş Orta Doğu Projesi (GOP) ile devam etti. Bu proje ile önemli mesafeler kaydedildi. Proje Donald Trump iktidarı ile darbe aldı. ABD çıkarlarına ihanet eden bir politika uyguladı. Trump ABD devlet politikasında bir yol kazasıydı. Ülkeye ihanetten soruşturmaya, tutuklamaya ve cezalandırmaya varan bir suç zincirinin aktörü oldu. Suç işlediğini, ABD çıkarlarına ihanet ettiğini birçok çevre dile getirmektedir. Hak ettiği cezaya çarptırılması gerekmektedir. Fakat ABD devlet aklı kendi Başkanını cezalandirmayı devletsel çıkarı adına uygulamaya koymamaktadır. Bundan sonra koyar mı, koymaz mı bilmiyoruz ama aslında uygulamaya koyması ABD devlet çıkarınadır. Bundan sonra başa gelecek yetkililer için bir emsal teşkil eder diye düşünüyoruz.

Joe Biden şu an Trump yönetiminin yarattığı tahribatları tamir etmeye çalışıyor. Hem içte, hem de dışta bunun çabasını veriyor. İçte Trump döneminde kutuplaştırılan Amerikan toplumunun birliğini sağlamaya çalışırken, dışta da küstürülen eski dostlarla güvene dayalı bir ilişki kurmanın yanı sıra, ABD için düşman olan devletlere karşı daha sert tedbirler almaya çalışıyor.

Sosyalist olarak bilinen devletleri her ne kadar kapitalist sisteme geçişi sağlansa da bazı ülkeler sorun olmaya devam ediyor. Bazılarını diktatörler ele geçirdi. Üstüne üstlük kendileri gibi diktatörlükle idare edilen ülkeleri desteklediler. Dünyada insan haklarının ihlal edildiği ülkelerin başında bu devletler gelmektedir. Dünya şartları bu süreci kaldırmıyor. Bunun üzerine ABD yeni bir politika oluşturdu. Eskiden tehdit olarak “komünüzm“ görülürken, şimdi diktatörlüklerle idare edilen anti-demokratik sistemler tehdit olarak görülüyor. Bu nedenle bunlara karşı mücadele etmeyi politika edinmiş bulunuyor. Hatta NATO dünyada insan haklarını savunmayı bir madde olarak programına koydu.

ABD terörle mücadele ve yanı sıra totaliter anti-demokratik ülkelerde demokrasiyi kurmak için hazırlanmaktadır. Bu zaman alacak ama dünya buraya evrilmektedir. Batı sisteminin daha da güvenilir hale gelmesi için dünyadaki anti-demokratik otoriter sistemlerin değişmesi şarttır. Değişen konjonktür ve küreselleşen dünyanın buna gereksinimi vardır. Bu, Batı sitemi için olduğu kadar dikatörlerin yönetiği anti-demokratik ülke halklarının da çıkarınadır.

21. Yüzyılın kimin olacağı tartışması sürüyor. Bu konuda belli başlı üç görüş var. Birinci görüş; bu yüzyılın ABD’nin öncülük ettiği Batı sisteminin olacağıdır. İkinci görüş; Çin ve Hindistan’ın 21. Yüzyılın yılzdızı olacağı, dünya önderliğinin bunlara geçeceğidir. Üçüncü görüş; bir dünya devrimi olacağı görüşüdür ki, en çok şansı olmayan görüş de budur. İkinci görüş sahiplerinin aksine Çin ve Hindistan’ın ABD’nin öncülük ettiği Batı stemi karşısında şansları yoktur. Bize göre 21. Yüzyıl ABD’nin öncülük ettiği Batı sisteminin olacaktır. Dünya daha da yaşanır duruma gelecektir. Birçok ülkede demokrasi egemen olacaktır. Birçok ülkede de gelişecektir. İnsan hak ve hukukunda büyük gelişmeler olacaktır. Bunu sağlayacak olan güç ABD’nin başını çektiği Batı sistemidir.

ABD, ekonomik olarak dünyanın en büyük gücüdür. Beyin gücü olarak olduğu gibi tekniklojik olarak da dünyanın en gelişmiş ülkesidir. Okyanusların tümünde askeri hakimiyetini kuran bir ülkedir. Dünyada onunla askeri olarak boy ölçüşecek bir devlet veya blok henüz yoktur. Küresel süper güç olduğunu dünyaya kabul ettirmiş bir devlettir. Bu avantajlarıyla ne Çin, ne Rusya veya ne de başka bir ülke onun önünde durabilir. Bugünkü durum budur. Yarın ne mi olur? Kâhin değiliz. Yarını beklemek gerekir. Yarın karşımıza çıkacak verileri o zaman incelemek gerekir.

Belli başlı olaylar hakkında öngörüde bulunmak için mutlaka bazı verilerin olması gerekir. ABD’nin bir dünya gücü olduğu tartışılmaz. Onunla yarışacak, boy ölçüşecek bir güç yoktur. Bu gücüne dayanarak en büyük tehlike gördüğü Rusya, özelikle Çin, İran ve Türkiye‘nin etrafını sarıyor. Eski Rusya güdümündeki birçok ülkede NATO üslerini kurdu. Afganistan’ı işgal etti. El Kaide iktidarını yıktı, onun yerine kendine bağlı bir iktidar kurdu. Sonra Irak’ı işgal etti, Saddam Hüseyin’i devirdi. Şu an demokratik bir sistem kurma mücadelesi veriyor. Arap Baharı başladı. Bazı ülkelerde kitlesel eylemler baş gösterdi. Tpkı Tunus ve Mısır gibi. Libya derken Suriye de işgal edildi. Mısır’da kitlesel mücadele sonucu Hüsnü Mubarak istifa etmek zorunda kaldı. Sonra tutuklandı. Seçime gidildi. Seçimi İhvan-ı Müslîm (Müslüman Kardeşler Örgütü) Mohammed Mursi kazandı. Fakat askeri darbe ile görevinden uzaklaştırıldı. Onun yerine Abdulfettah Sisi geçti. Libya’da Muammer Kaddafi iktidardan düşürüldü. Şimdi ülke paramparça.

Şu an ABD ile Rusya arasında soğuk savaş rüzgarları esiyor. Rusya eski hakimiyeti altındaki alanlarda etkinliğini korumaya çalışırken ABD, Rusya’nın etrafını sarıyor. Üç Baltık ülkesi olan Estonya, Letonya ve Litvanya ile birlikte Ukrayna‘yı destekliyor. ABD ile Çin arasında Tayvan çözülmeyen bir meseledir. ABD, Tayvan’ı silahlandırıp Çin’den uzaklaştırmaya çalışırken Çin için Tayvan beka sorunudur. Onu Çin’e bağlama çabasını vermektedir. Bu sorun bu iki ülkeyi askeri olarak karşı karşıya getirebilir. Fakat bu aşamada Çin bundan özellikle kaçınmaktadır. Askeri olarak ABD ile kapışmaktan uzak durmaya çalışmaktadır. Fakat ABD ile Çin arasındaki esas sorun Tayvan meselesi değil, onu aşan boyutu vardır. Bu da aralarında uluslararası alanda baş gösteren siyasi, ekonomik ve askeri rekabettir. ABD, Çin’in etrafını sarıp onu dünyadan izole etmeye çalışırken Çin sahip olduğu ekonomi ile krediler açarak birçok ülke ile ilişkisini geliştirmeye çalışmaktadır. Çin bu girişimleriyle kendine alan açmaya çalışırken ABD, Çin’in yayılmasını önlemek için; iyi ilişkilerinin olduğu Afganistan, Hindistan, Güney Kore, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerle Çin’i kuşatmaya çalışıyor.

ABD, Türkiye’yi de artık bir tehdit olarak görüyor. Başka ülkelerin sınırlarına saygı göstermediği, insan haklarını çiğnediği gerçeği ortadadır. Bu süreçte belki askeri olarak saldırmaz ama uyguladığı ambargolarla Türkiye’yi küçültmeye çalışıyor. Bununla onu kendi sınırına itecektir. Dış işgallerini engeleyecektir. İçeride ekonomik olarak onu çökertecektir. Açlıkla karşı karşıya getirecektir. Tıpkı İran’a yaptığı gibi.

Bilindiği üzere ABD, Truman Doktirini ve Marshall Planı ile ekonomik ve askeri yardımla Türkiye’yi kendine bağımlı bir ülke haline getirdi. Ekonomisi Batı sistemine bağımlı hale gelirken Batı’nın teknolojisiyle de ABD’ye bağımlı hale geldi. Daha ötesi Türkiye’ye verilen askeri yardım şarta bağlanmıştı. Türkiye bu silahları sadece kendine yönelen güçlere karşı kullanabilecekti. Bu da Sovyetler Birliği idi. Fakat Türkiye bu anlaşmaya uymadı. Kıbrıs’la başlayan ve bugüne kadar NATO silahları ile saldırmadığı ülke bırakmadı. Buna dur demek gerekiyordu. O da Biden yönetimine düştü. Şu an yapılan budur. CAATSA uygulamalarının yanı sıra Türkiye’ye uygulanan tüm ambargoların nedeni budur.

Joe Biden yönetime geldikten sonra hem kendisi, hem kurumlar adına yetkililer Türkiye‘yi ilgilendiren konularda önemli açıklamalarda bulundular ve buna uygun adımlar atıyorlar. Bu açıklamalarla Türkiye‘ye çok önemli mesajlar veriyorlar. Bunları şu başlıklar altında sıralamak mümkündür.

1-IŞID’a karşı sonuna kadar mücadele kararı alındı. İŞID’a karşı mücadele demek Kürdlere destek demektir. İŞID‘a karşı en etkili savaşan ve onu yenilgiye uğratan Kürdlerdir. Dolayısı ile ‘Kürdlere olan desteğimiz sürecek’ denilmektedir. Türkiye‘nin dikte ettiği; “YPG’den uzaklaşma” şartı’nı, ABD açık bir şekilde reddetmektedir. Bölge ülkelerinin Kürdlere ve YPG‘ye düşmanlıkları açıktır. ABD bunu iyi bilmektedir. ABD‘nin bölgede uzun süreli çıkarları Kürdlerin çıkarlarıyla çakışmakta ve ilk günden bu hesapları yaparak adım atmıştır.

2- ABD İŞID üzerinden Türkiye‘ye başka önemli bir mesaj daha vermektedir. ABD‘de yayınlanan birçok raporda İŞID‘ın dünyada topladığı paraları Türkiye‘de bulduğu aracılarla Suriye‘ye aktardığı belirtilmektedir.

3-Türkiye yöneticileri yaptırdıkları açıklamalarda; “Biz büyük bir ülkeyiz, stratejik bir coğrafyadayız. ABD‘de kim iktidara gelirse bizi muhatap almak zorundadır“ vb. açıklamalarda bulundular. Biden iktidara geldikten sonra dünyadaki tüm önemli hatta orta önemli ülkelerin liderlerini aradı, ancak halen Türkiye Cumhurbaşkanını aramadı. Bununla sizi önemsimiyoruz mesajını verdi.

4- Türkiye bugüne kadar Batı sistemine sorun üstüne sorun çıkararak onları suni sorunlarla uğraştırıp esas sorunları erteleyerek ömrünü uzatıyordu. ABD yeni yönetimi diyor ki; “Bugünden sonra bize sorun çıkararak bizimle pazarlık yapamazsın. Biz artık Batı Paktı olarak eşgüdümlü bir cephe oluşturduk. Kesinlikle geri adım atmsyacağız. S-400‘leri pazarlık konusu etmeyeceğiz. F-35 savaş uçaklarını sana vermeyeceğiz. Askeri kapasiten zayıflayacak. Ege’de hava üstünlüğü Yunanistan‘a geçecek. Güvenlik zafiyeti yaşayacaksın” mesajını verdiler.

5-ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken yaptığı bir açıklamada açık bir şekilde Türkiye için “sözde müttefiğimiz“ dedi. Bu, Rusya ile işbirliği içindesin, artık bizim müttefiğimiz değilsin demektir. Bilindiği üzere “sözde“ kelimesini başkalarını küçümsemek için en çok Türkiye yöneticileri kullanmaktadır. ABD, aynı sıfatla onları sıfatlandırıp aşağıladı.

6- Gare operasyonunda ölen insanlar için Türkiye’nin; “PKK tarafından öldürüldüler“ iddialarına karşın, ABD, “şayet doğru ise baş sağlığı diliyoruz“ diye açıklama yaptı. Bu açıklamayla inandırıcı değilsiniz demek istediler. Bu aynı zamanda küçültücü ve aşağılayıcı bir hitaptır. Eskiden Türkiye’nin yaptığı her açıklamada her zaman arkasında duran ABD, bu kez tam tersi ve küçültücü bir açıklamada bulundu.

7- ABD Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sulivan, AB üst düzey heyeti ile yaptığı görüşmede basına açıkça yansıdığı üzere şu ifadeleri kullandı: “Biz Çin ve Türkiye‘ye karşı müşterek endişe olarak çalışma kararı aldık. Bu konuda mutabık olduk. Artık güçlü bir şekilde Türkiye‘ye karşı duracağız. Taviz vermeyeceğiz. Demokratik ilkelerden geri adım atmayacağız“ diye bir açıklamada bulundu.

8- 50 ABD Senetörü Biden yönetimine bir mektup yazarak, Türkiye’nin demokrasiden uzaklaştığını, insan haklarını ihlal ettiğini, insanların gereksiz yere hapse atıldığını, bu nedenle Türkiye’ye karşı tavır alınmasını istediler. ABD’de her kesimden bu yönlü açıklamalar yapılmaktadır. Geniş bir cephe Türkiye’nin üzerine gidilmesi gerektiği konusunda hemfikirdir.

9- AB, Türkiye ile görüşmelerde açık bir şekilde Doğu Akdeniz, Ege, Kıbrıs ve Yunanistan konusunda Türkiye‘ye dayatmalarda bulunmuştur. Türkiye’nin bunlara uymaması halinde ABD ile eş güdümlü bir politika izliyecekleri ve ambargo uygulayacakları uyarısında bulunmuşlar. AB, Türkiye‘ye sermaye akışına zaten izin vermiyor. Önemli sayılacak miktarda kredi de vermiyor.

10- ABD CAATSA Sistemi ile Türkiye’ye silah ambargosu zaten uyguluyor. Yanı sıra kredi musluklarını kapatmış bulunuyor. Kendisine kredi vermediği gibi verenleri de engelliyor. Ekonomik ambargo uyguluyor. Yatırım yapmıyor.

Bu açıklamalardan da görüldüğüi gibi Türkiye‘nin üzerine adım adım gidilecektir. Bu, ABD’nin Türkiye’ye karşı izleyeceği yeni dönem politikalarının ipuçlarını vermektedir. İleride bunlara ek olarak yeni ekonmik yaptırımlar, turizm, finansal, tecrit vb. eklenebilir.

ABD, Türkiye’nun önüne birçok dosya koyacaktır. Bunların belli başlıları; Kürdistan, Kıbrıs, Yunanistan, Ermenistan, Irak, Suriye, Libya, S-400 sorunu, Akdeniz, Halk Bank, İŞID başta olmak üzere cihatçı örgütlerle olan ilişkisi, insan halkları, basın özgürlüğü vs. diye devam eden uzun bir liste. Bunları çöz diyecektir. Türkiye mevcut olan yönetim ve ortaklarıyla bunu yapmayacaktır. Yayılmacı politikasından vazgeçmeyecektir. Eskiden bağlı oldu Batı sisteminden kopmuştur. Siyasetiyle ters düşmüştür. Batı’nın Orta Doğu’da kurmaya çalıştığı planı bozmak, başarısızlığa uğratmak için büyük bir uğraş vermiştir. Çatışmadığı bölge devleti ve güç kalmamıştır. Başına buyruk bir siyaset gütmüştür.

Türkiye’nin geldiği yer çıplak diktatörlüktür. Ne kadar demokratik güç varsa tasfiye eden bir ülke konumuna gelmiştir. İçte katı bir sistem kurmuştur. Astığı astık, kestiği kestik bir yönetim kurmuştur. İnsan haklarını ayaklar altına almıştır. Zaten 15 Temmuz 2016’da “darbeci“ diyerek tasfiye ettiği süreçte daha evvel altına imza koyduğu “İnsan Hakları Beyanemesi“ni iptal etmiştir. Bu beyannamedeki sorumluluklarından kopmuştur. İstediğini öldürmekten, işkence etmekten, zindana atmaktan çekinmez hale gelmiştir. Basın susturulmuştur. Düşünce özgürlüğü ortadan kaldırılmıştır. Bu politika ile Türk egemenlik sistemini sürdürmeyi içselleştirmiştir. Geri dönüşü olmayan yola girmiştir. Dünyanın geldiği bu aşamada bunun kabul edilmesi düşünülemez. Bu nedenle ABD, Türkiye’yi “Haydut Devlet“ statüsüne koymuş ve ona yönelmeyi kararlaştırmıştır.

Bu sürece gelmemek için ABD çok uğraş verdi. Türkiye Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Abdullah Gül ile ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Colin Powell arasında 2 Nisan 2003 tarihinde yapılan 9. Maddelik bir anlaşma var. Türk egemenlik sistem sahipleri tarafından uygulanmıyor fakat iptalde edilmemiştir. Anlaşmadan anlaşıldığı üzere bağımsız bir Kürd devletine giden bir süreç başlatılmak istenmişti. Fakat Türkiye bunu boşa çıkarınca birgün önüne bu anlaşmanın daha ağırı konulacağı kesin. Türk egemenlik sistem sahipleri bunu kabul eder veya etmez bu pek önemlide değildir. Ama Batı sistemi bunu her halikarda uygulamaya koyacaktır.

ABD Milli Güvenlik Strateji Belgesi’nde yer alan kavramlardan biri “stratejik sabır“dır. Askeri yönteme en son ve hatta mümkünse hiç başvurmamayı kabul ediyor. Artan gerilimlere karşın son ana kadar diplomasiyi kullanma ve askeri yöntemlere başvurmama zeminine oturtulmuştur. Türkiye’nin kendini bunca dayatmasına karşın ABD’nin diplomasiyi esas alması, askeri bir yönteme davranmaması bu stratejik sabrının sonucudur. Fakat bunun bir sınırı vardır. Ve Türkiye hedefe konulmuştur.

Burada bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek istiyoruz. Türkiye ister bu şartları yerine getirsin veya getirmesin, her koşulda kazanan Kürd milleti olacaktır. Bir de Anadolu halkları olacaktır. Türk devletine el koyan mafyalaşmış çeteler herhalükarda kaybedeceklerdir. Çünkü Türkiye önüne konulan şartları kabul ederse demokrasiye geçecektir. Kürd milleti kendi kaderini belirleyecektir. Kürdler, Anadolu toplumu ile komşu olmanın gereği olarak ya federasyon, ya konfederal bir yapı ile, ya da devlet olarak bağımsızlığına kavuşacaktır. Aksi durumda Batı sisteminin müdahalesine maruz kalacak ve o durumda Türk devleti çözülecektir. O koşullarda her halk kendi yoluna gidecektir.

6 Nisan 2021

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu