Genel

“BÖL PARÇALA YÖNET” EZBERİ ÜZERİNE

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

Dünyada ve özelikle de yaşadığımız Orta Doğu coğrafyasında kendine sol ve sosyalist diyen kesimler kadar doğmaktık kimse yoktur. Kitabidirler. Esnemez, bükülmez bildik ezberleri var. Tıpkı “kutsal kitap” denilen metinlere kendine “mümin” diyen kesimler gibi sol ve sosyalist geçinen çevreler de “usta” bildiklerinin söylediklerini tartışılmaz birer tabu bilirler. Dünyada ve yaşadığı bölgedeki gelişmeleri yorumlarken “usta” bildikleri yazarların dar kalıplarını esas alırlar. Falan, filan “usta böyle dedi” ile sorunu çözdüklerini sanırlar. Güncel gelişmelerin nedenlerinin ne olduğu ve çözümü hangi yol ve yöntemle olacağına kafa yormazlar. “Usta” bildiklerinin kitaplarını karıştırır orada buldukları bir cümle veya paragrafa uydurmaya çalışırlar. Şunu hiç düşünmezler bu “usta” dedikleri kendi dönemine ilişkin tahlil yaparken o süreçteki verileri göz önüne aldıklarını akıllarına getirmezler. Yeni bir sürecin başladığı, yeni verilerin ortaya çıktığını göz ardı ederler. Durum bu olunca sorunlar karşısında çuvallarlar.

Milli ve dini sorunu olan ülkelere emperyalist müdahaleleri “böl parçala yönet” ile tanımlamayı amentü bilirler. Ki müdahale edilen ülkeler diktatör, ırkçı, sömürgeci, katliamcı, soykırımcıdırlar. Egemenliğine aldıkları farklı millet, azınlık, din ve mezhep sahiplerine karşı insanlık dışı bir uygulamanın sahibidirler.

Eğer emperyalist müdahale ile baskı altında olan ezilen millet, milli azınlık, din ve mezhepleri zulümden kurtarıyorsa niye karşı çıkılsın?

Fakat, gel gör ki bizim sol ve sosyalist geçinen çoğu çevrenin şaşmaz ilkeleri var. Müdahale edilen ülkede olan biteni bir tarafa bırakırlar, emperyalist müdahaleyi bildik “böl parçala yönet” deyip sorunun çözümünün önüne barikat oluştururlar. “Ülkelerin toprak bütünlüğü”nü esas alırlar. Ama o ülkede olan bitenler umurlarından değildir. Bu nedenle bu ülke yönetimlerin işlediği suçların ortağı olurlar. Tıpkı bugün Türk, Arap ve Fars solunun yaptığı gibi. Hatta daha ileri giderler. Bu ülkeleri “anti-emperyalist”(!) ilan ederler. İran Molla ve Beşar Esad’ın Baas rejimi gibi.

Şunu biliyoruz. Devletleri yıkan ve kuranlar dünyaya yeniden ama yeniden dizayn eden dünya süper güçleridir. Kuşkusuz ezilen milletler, azınlıklar, din, mezhep ve sınıflar kurtulmak için mücadele ederler. Bu uğurda ağır bir bedelde verirler. Ama zafere ulaşamazlar. Böyle bir dünya yok. Çünkü dünya süper güçlerin desteğini almadıkları için. Dünya süper güçleri onlara değil, baskıcı sistemleri destekledikleri için. Bunun sayısız örneği var.

Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Bizim tarihimizde bunun sayısız örneği var. Mısır valisi Mehmet Ali Paşa ve oğlu Osmanlı’ya karşı baş kaldırır. Mısır’dan vura vura Kütahya önlerine kadar gelir. İstanbul tehlike altındadır. İngiltere Osmanlı’nın yardımına koşar. Osmanlı safında Mehmet Ali Paşa’ya karşı savaşır. Onu yener ve Osmanlıyı kurtarır.

Mîrê Kor (Mehemed Paşa), 1820’lerde başlayan Rewandiz hareketinin önderi. Kürdistan’ın büyük bir alanını kurtardı. Top düktü, kendi adına para bastı. Osmanlı ve İranlılar kendisi ile baş edemedi. O dönemin büyükleri Rusya ve İngiltere yardıma koştu. İran ve Osmanlıyı yan yana getirdi. Onları anlaştırdı. Rewandiz hareketine karşı ortak bir operasyon ordusu kuruldu. Başına Rus ve İngiliz generalleri geçti. Rewandiz hareketi yenildi.

Koçgiri, 1925, Ağrı ve Dersim hareketleri ha keza sadece Türk devleti tarafından yenilmedi. Tüm bu hareketlerin yenilmesinin nedeni SSCB ve başta İngiltere olmak üzere batılı emperyalistlerin Türklere verdikleri destek ile denetim altına alındılar. Puntos, Laz, Ermeni, Asuri-Süryani ve Kürdlerin katliam ve soykırımdan geçmeleri bu devletlerin verdikleri yardımlarla gerçekleşti. Bu halkların kanı üzerinde nur topu gibi Kemalist diktatörlük kuruldu.

Ocak 1946 SSCB’nin desteğiyle Kürdistan’ın doğusunda kurulan ve Sovyetler Birliği’nin çekilişiyle yıkılan Kürdistan cumhuriyeti aynı akıbeti yaşadı. Stalin’in SSCB’nin ihanetine uğradı. Petrol karşılığı Kürdler satıldı. SSCB’den boşalan boşluğu İngiltere doldurdu. Kürdlere karşı şahlık hanedanı desteklendi ve Kürd cumhuriyeti yıkıldı. Bu süreçte emperyalistlerin politikası “böl parçala yönet” değildi. Bunun aksine ayrılmak isteyen milletlere karşı merkezi otoriteden yana tavır koymalarıdır. Görüldüğü gibi dünyaya şekil veren süper güçlerdir. Onların istemediği hiçbir hareketin başarı şansı yoktur.

Rusya içinde aynı durum yaşandı. Çarlık Rusya’sının izlediği politika sonucu genelde halkın, özelde baskı altında olan milletler isyan halindeydi. Çarlık Rusya’sı dağılmakla karşı karşıya idi. O dönemin büyük devletleri bunu istemiyordu. Rusya’nın dağılması işlerine gelmiyordu. Bunun üzerine Almanya, Lenin’i güven içinde Rusya’ya ulaştırıldı. İsyanın başına geçen Lenin, Rusya’nın parçalanmasını önledi.

Aynı şey şu an ki Rusya içinde geçerlidir. SSCB yönetimlerin izlediği politika sonucu halk başta olmak üzere Sovyetler Birliği içinde yer alan milletler bıkmıştı. Bir arayış içindeydi. SSCB dağılmakla karşı karşıya idi. Bunu önlemek için batılı emperyalist devletlerin yardımı ile yumuşak bir geçişle bazı özgürlükler tanındı. Gorbatschow, Yetsin ve Putin ile sürdürüldü. Batılı emperyalist devletler Rusya’yı sistem içine çekmek istediler ama Putin bunu kabullenmedi. Şimdi bir savaş içindedirler. Batılılar gücü yeterse Rusya’yı parçalarlar. Bunun içinde uğraşıyorlar. Dün Rusya’nın birlik yanlısı iken bugün ayrışma yanlısı bir politikanın sahibidirler.

Aynı politikayı yaşadığımız Orta Doğu coğrafyası içinde uygulamaya koymuşlardır. Dün bu ülkeleri inşa ederken halkların katliam ve soykırımdan geçme pahasına merkezi devletleri desteklerken bugün bu ülkeleri bölmeye çalışmaktadırlar. ABD’nin 21.Yüzyıl Genişletilmiş Orta Doğu Projesi (GOP) ile bu gerçekleştirilmeye çalışıyor. Proje sahiplerine göre Fas’tan Afganistan’a kadar 22 devlet yıkılacak, bölünecek, yeni sınırlar, yeni devletler kurulacak. Plan budur ve uygulamadadır. Kuşkusuz bu bugünden yarına gerçekleşecek değildir. Zaman meselesi.

Bu kötü mü, iyi mi tartışılan konudur. Bu konuda dünya iki blok olarak bölünmüştür. Birinci blok, ABD’nin başını çektiği batı sistemi, diğeri Şangay İş birliği Örgütü bloğu. ABD’nin öncülük ettiği birinci blok mevcut sistemleri değiştirmeye, var olan milli ve dini sorunları çözmeye çalışırken, Rusya’nın başını çektiği ikinci blok mevcut durumu korumaya çalışmaktadır. Her devlet, örgüt kendini buna göre konumlandırmaktadır. Ya birinci ya ikinci blokta yerini almaya çalışmaktadır. Üçüncü bir yol yoktur.

Burada milli ve dini sorunu olan herkes düşünmek zorundadır. Çıkarım hangi bloktadır diye. Eğer ABD önderliğindeki batı sistemi Orta Doğu’ya müdahale edip var olan milli ve dini sorunları çözüyorsa bu blokta niye yer alınmasın? Ama sol ve sosyalistlerimiz gibi “bu plan böl, parçala yönet” ezberlerine takılırsa kaybeden olurlar. Kürdistan sorununun çözümü bu blokta yer almayı zorunlu kılıyor.

Hani şu ezber var. Kimin ağzı açılırsa UKKTH (Ulusların Kendi Kaderleri Tayin Hakkı” dökülür. Bu konuda samimiyetsizdirler. Teoride her ne kadar savunulsa da pratikte bunun gereği yapılmaz. Daha ötesi bunun önü alınmıştır. 14 Aralık 1960’ta BM Genel Kurulu’nda bu şöyle ifade edilmiştir.

“Bütün halkların kendi kaderlerini tayin hakları vardır, bu hak sayesinde siyasi statülerini özgürce belirler ve özgürce kendi ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerini sağlar,” derken arkasında; “Bir ülkenin ulusal birliğini ve toprak bütünlüğünü kısmen ya da tamamen bozmaya yönelik her girişim, BM Antlaşması’nın amaç ve ilkeleriyle bağdaşmaz,” denilerek boşa çıkarılır.

Kürdistan’da bugüne kadar olup biten tüm olumsuzlukların nedeni bu tespittir. Her ayaklanmada dünya devletleri Kürdistan’ı egemenliğinde bulunduran devletleri desteklemişlerdir. Kürd milletinin kendi kaderini tayin hakkına karşı Kürdistan’ı egemenliğinde bulunduran devletlerin “toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama ilkesi,” esas politikaları olmuştur. Tüm uluslararası resmi belgelerinde ezilen milletlerin millet olmadan doğan haklarından değil, kişi haklarından söz edilmektedir. Ezen devletlerin sınırları “dokunulmaz” addedilmekte, “toprak bütünlüğü”nü garanti altına almayı siyaset edinmişlerdir.

Bunun en bariz belgesi, 25 Haziran 1993 tarihli Dünya İnsan Hakları Viyana Bildirisidir.

“Eşit haklar ve KKT ilkelerine uygun hareket eden ve o toprakta yaşayan tüm halkı herhangi bir fark gözetmeksizin temsil eden bir yönetime sahip bulunan egemen ve Bağımsız devletlerin toprak bütünlüğünü ya da siyasal birliğini tam olarak veya kısmen ortadan kaldırabilecek veya tehlikeye sokabilecek herhangi bir eyleme izin veya teşvik sağlamak biçiminde yorumlanamaz.“

Sorun bu olunca o günden sonra Kürdlerin uluslararası güçlerden medet ummasının beyhude bir beklenti olduğu kendiliğinden ortaya çıktı. O günden sonra Kürdlerin ne yapması gerektiği kendiliğinden ortaya çıktı. Dünya ne der takıntısına kapılmadan Kürdistan’a giydirilen deli gömleğini yırtıp atmak için Kürdler her yol ve yönteme baş vurdu. Tamam, Kürdlerin bu hakkı var. Fakat küresel güçlerin de çıkarlarını koruyan anlaşmaları, belgeleri, yasaları, kolluk kuvvetleri, mahkemeleri ve cezaevleri vs var. Bugüne kadar bu mekanizmalar Kürdlere karşı kullanıldı. Kürdler bunu aşamadı.

Fakat dünya değişti. Sovyet bloku dağıldı. ABD dünya gücü olarak yeni bir politika oluşturdu. Dünyayı yeniden dizayn etmek için yoğun bir faaliyet içindedir. Millet, azınlık, dini ve mezhep sorunu olan ve diktatörlüklerle yönetilen anti-demokratik devletlere müdahale ediyor. Buralardaki sorunları çözmeye çalışıyor. Dün kan pahasına milletleri egemen devletlerin insiyatifine bırakan uluslararası süper güçler bugün bu milletleri onlardan kurtarmaya çalışıyorlar. İşte doğmatik solun anlayamadığı veya kabul etmek istemediğide budur. Çünkü devletin bir parçası durumuna düşmüşlerdir.

Aynı durum şu an Türk egemenlik sistemi tarafından işgal edilen Lazistan sorunu içinde geçerlidir. Laz milleti varlık-yokluk mücadelesi veriyor. Her geçen gün eriyor. Lazca yok olmayla yüzyüzedir. Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) “Tehlike Altındaki Diller Atlası”na göre, Lazca da bulunuyor. Yanı sıra Türkiye’de 20’nin üzerinde dil yok olma tehlikesi altındadır. Türk egemenlik sistemin baskıları sonucu bu diller yok oluyor. Bunlardan biri de Lazca’dır. Lazlar, dillerini kaybediyor, kültürlerini geliştiremiyor. Örf, adet, gelenek ve göreneklerini yaşayamıyor.

Eğer emperyalistler Türkiye’ye müdahale eder Lazları bu cendereden kurtarırsa hangi aklı evvel “bu emperyalistlerin böl, parça ve yönet politikasıdır” deyip karşı çıkacak?

Yoksa bu plan desteklenmeli midir?

Bu sorulara verilecek cevap kimin demokrat olup olmadığını da ortaya çıkarır. Ki dünyaya şekil veren aklın programında “hata ülke Türkiye”nin parçalama planı da var. Lazlar için “otonum devlet” projeleri var. Bu planı birkaç makalemizde daha evvel dile getirmiştik. Evet, bu bir emperyalist müdahaledir. Olumsuz bir durum da değildir.

Başta Laz milleti olmak üzere tehlike altında olan dillerin Türk egemenlik sistemi baskısı altında kurtulması, kendisi olması, kendini yaşatması, geleceğe taşıması kötü müdür?

Hangi aklıevel bunu diyebilir?

Ancak diyen var ve var olacak.

Kim ki bunlar?

Yüzlerine ister sol ister sosyalizm ister başka bir maske taksın bu çevreler mevcut Türk egemenlik sistemin sür gitmesinden yana olan ırkçı soykırımcı, katliamcı, asimilasyoncu güçlerdir. Bu nedenle millet, milli azınlık, din ve mezhep sorunu olan mevcut sömürgeci, anti-demokratik devletlere olan her müdahaleye “emperyalistlerin böl, parça, yönet politikasıdır” deyip karşı çıkmanın mantığı yoktur.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu