Genel

KRİZ VE KEHANET: BUNLAR İYİ GÜNLERİNİZ

Salih Zeki Tombak / 13.02.2022

@tombak_salih

Şu anda Türkiye’de üzerinde en geniş görüş birliği olan tespit, ülkede ağır bir krizin yaşandığıdır.

Krizin ekonomik boyutu, ülke nüfusunun ezici çoğunluğunu; AKP seçmeni olan ve sokak röportajlarında hala AKP’nin ve Erdoğan’ın yılmaz savunucusu profili veren yurttaşlar dahil, on milyonlarca insanımızı doğrudan etkiliyor ve canını yakıyor.

Sabit Kur, Dolara Karşı

Döviz kuru, dolarda 18 lirayı gördü. 20 Aralık 2021 “atraksiyonu” ile faizler, Merkez Bankası Politika Faizi dışında yüksek düzeylere çıktığı; Kur Korumalı Mevduat uygulaması ile yüksek faiz devlet güvencesi altına alındığı için ve gene de Merkez bankasının “eksi rezervlerini” büyüten bir politikayla kurun baskılanmasına devam edildiği için, dolar kuru şimdilik 13.50 civarında duruyor. Maliye Bakanı N. Nebati, Londra’da, uluslararası fon temsilcileriyle yaptığı toplantıda, kuru sabit tutacaklarını vaad etti. Belki çarşıya pazara, fiyatları belirleme ve sabit tutma yetkisini kamuya veren “narh” sistemini de getirirler, böylece yeni nesiller de şeker karaborsası ve tezgah altı satış kavramlarıyla tanışır.

Esasen baskılama politikası maliyetli ve Merkez Bankasının bunu sürdürecek gücü yok; dış şoklar ve devasa dış borçlar her an bu zayıflığı test edebilir. Aynı yaklaşımla Berat Albayrak’ın bakanlığı döneminde 128 milyar dolarlık rezervin eritildiği hatırlanırsa, bugünün çaresizliği daha iyi kavranacaktır.

(Pandemi ile etkileri daha fazla hissedilen ve Türkiye gibi borç batağında çırpınan ülkelerdeki yoksulluk, pandeminin yıkıcı etkisini de geride bırakan bir boyuta ulaştı-editör)

Ve esas olarak döviz karşısında TL’yi güçlendirecek bir ekonomik program, “liralaşmak” lafının icadı dışında, bu iktidarın ufkunda yok.

Dolayısıyla kurun istikrar kazanması, kısa dönemler dışında mümkün değildir. Mevcut şartlar altında TL’nin düşüşünün bir sonunu görmemiz, tl’nin bir “dip” yapması ihtimali yoktur. TL değer kaybetmeye devam edecektir.

En Acımasız Vergi: Enflasyon

Enflasyon yoksuldan zengine servet transferidir.

Enflasyon, uzun bir aradan sonra, üç haneli ve kalıcı “hiper enflasyon” seviyesine görülmemiş bir hızla tırmanıyor. Özellikle fiyatını Saray’ın belirlediği elektrik, doğalgaz, akaryakıt fiyatlarına yapılan devasa zamlarla sadece tüketim pahalı hale gelmiyor; üretim maliyetleri de görülmemiş ölçüde artıyor. Elektrik ve doğalgaz faturaları, mutfak ve ulaşım harcamalarındaki olağanüstü artışlar evleri ve küçük esnafın iş yerlerini yaşanmaz hale getiriyor.

Fiyat artışlarının bir yerde duracağına dair hiçbir işaret yok.

İşsizlik ve enflasyon oranlarından oluşan “sefalet endeksi”nde Türkiye Dünya sıralamasında hızla aşağıya iniyor.

(Karikatür- Ercan Akyol)

Nas Mevzuu ve Çaresizlik

Krizin başlangıcını Erdoğan’ın, “faiz sebep, enflasyon neticedir” programını ilan etmesi ve Merkez Bankasının politika faizini %19’dan başlayarak adım adım bugünkü %14 seviyesine çekmesiyle başlatanlar var: “Neymiş efendim, faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak NAS’lar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu.” (19.12.2021)

Kriz süreci gerçekten genel kabul görmüş bütün iktisat teorilerine aykırı bu düşüncenin uygulamaya konmasının sonucu ortaya çıkmış olsaydı; herkesin işi kolay olurdu. Finansal bir krizden çıkış için, doğru finansal önlemler almak yeterli olabilirdi. Nitekim Saray’ın 19 Aralık 2021’de, krizden çıkış için, bir sürü laf kalabalığının içinde ortaya koyduğu yegane elle tutulur önlem, kur korumalı mevduat diye adlandırılan bir finansal araçtan ibarettir. Üstelik bu aracın kendisi yeni değildir ve herhangi bir derde deva değildir. Uzun vadede yaratacağı ağır finansal sorunlara, önceki adıyla Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) uygulamasının sonuçları üzerinden çok sayıda iktisatçı işaret etti.

Kriz, finansal boyutu da olan; ama esas olarak siyasi/ekonomik bir krizdir. AKP-MHP rejimi krizin boyutlarını kavramaktan uzaktır ve kriz karşısında tamamen çaresizdir.

Bu çaresizlik, krizden çıkış için ortaya konan araç ve “model” önerilerinden ve bu modellerin “tedavülde” kalış süresinden bellidir.

– 20 Aralık 2021’de krizden çıkış ve ekonomik büyüme modelimiz “Çin Modeli” idi. “Rekabetçi kur” politikasıyla TL aşırı değer kaybedecek, işçi ücretleri başta olmak üzere bütün üretim girdilerinin maliyeti olağanüstü düşecek; böylece Avrupa’nın bütün markaları üretim üslerini, ÇHC’den, Filipinlerden, Malezya’dan Türkiye’ye taşıyacaklar, Türkiye böylece Avrupa’nın üretim merkezi olacaktı. Dolayısıyla üretim artacak, milli gelir büyüyecek ve zamanla refah artacaktı. Erdoğan bu modelin sonuçlarını “6 ay sonra” almaya başlayacağız, diyerek, Çin Halk Cumhuriyeti’nde olan biten hakkında hiçbir fikre sahip olmadığı gibi, kafalarında herhangi bir model de olmadığını ortaya koydu.

Zaten iki hafta sonra “Çin Modeli” unutuldu, “yerli ve milli büyüme modeli”ne geçildiği ilan edildi. Bu “model”e göre, kurdaki yükseliş nedeniyle Türkiye’nin ihraç mallarının göreli fiyatlarının çok düştüğü ve bu sayede ihracatta rekabet gücümüzün arttığı; ihracattaki yükseliş ve artık çok pahalı hale gelen ithalattaki düşüş sonucu dış ticaretimizin “cari fazla” vermeye başlayacağı vb vb açıklamaları yapıldı.

Ocak ayı dış ticaret rakamlarının gelmesiyle bu “model” de çöktü. Ocak 2022’de 4 milyar dolar ile Türkiye tarihinin dış ticaret açığı rekoru kırıldı. Ocak ayında ihracat %17 artarken, ithalat %55 arttı. Esasen petrol ve doğal gaz ihtiyacının tamamına yakınını ithal eden; sanayi üretiminde ham madde ve ara mallar ithalatının çok yüksek olduğu Türkiye ekonomisinde, sadece kurdaki yükselişin sonucunda “cari fazla” beklemek ve bu beklenti üzerinden büyüme modeli hayali kurmak için sadece cahil olmak yetmez, son derece çaresiz de olmak gerekir.

Cehalete örnek aramayalım: Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi Başkanı Prof. Dr. Göksel Aşan, Aralık 2021 sonunda, “Ocak ayı enflasyonunu negatif bekliyorum” demişti. Ocak ayı enflasyonu TUİK’e göre %49 çıktı. Ülkedeki her konunun tek “karar vericisi” konumundaki Erdoğan’ın danışmanlarının kalitesi hakkında bu örnek yeterince açıklayıcıdır.

(Karikatür- Sefer Selvi)

Dolayısıyla Erdoğan ve Bakanları, kürsüde konuşurken, hangi edalarla, hangi kendilerinden emin tavırlarla, nasıl kesin bir dil ile konuşurlarsa konuşsunlar; ekonomik krizden nasıl çıkılacağına dair hiçbir fikirleri yoktur. Bütün programları hamaset, tehdit ve yağmadan ibarettir. Üçüne de birer örnek vereyim:

1. Hamaset:

Daha müzakere edildiği esnada, bütün öngörüleri yerle yeksan olmuş ve çöp haline gelmiş Bütçe tasarısına yönelik eleştirilere AKP’li vekil Gülay Samancı’dan TBMM kürsüsünden cevap: “Bayrağı indiremeyeceksiniz. Vatanımızı parçalayamayacaksınız. Devletimizi yıkamayacaksınız. Ezanlarımızı susturamayacaksınız.” (16 Aralık, 2021)

2. Tehdit:

“Zamlar için sokağa döküleceklere uyarı

Erdoğan: “Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, ya siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Cumhur İttifakı olarak sizi önümüze katar, gideceğiniz yere kadar kovalarız.” (4 Ocak, 2022)

3. Yağma:

Akit yazarı Şevki Yılmaz: “Ak partinin kesenin ağzını açması lazım, efendim 700 ton altınımız var, Merkez Bankasında şu kadar dolarımız var, bunu kime bırakacaksınız? Bunu harcayacağız.” (04 Ocak 2022)

Krizden Çıkış İçin

Ülkede hukuka, yargı bağımsızlığına, adalete, kurumlara, dönülmeden;

Siyasi nedenlerle cezaevlerinde tutulan bütün tutuklu ve hükümlüler için geniş kapsamlı bir salıverme ve davaları bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırma; işkence ve insanlığa karşı işlenen diğer suçların faillerine karşı cezasızlık uygulamasını bitiren, tavizsiz ve istisnasız bir yargı süreci başlatılmadan;

Son yirmi yılda inşaat sektörünün sürükleyİcisi olduğu bir modelden, tarıma, hayvancılığa, sanayiye öncelik veren bir üretim modeline yönelmeden;

Enerji, ulaşım, bankacılık gibi stratejik sektörlerde geniş kamulaştırmalar gerçekleştirilmeden;

Uluslararası siyasi/ekonomik ilişkilerde barışçı, karşılıklı hak ve çıkarlara saygılı, dengeli ilişkilere dayanan değişiklikler yapılmadan;

Kürt sorununa yönelik güvenlikçi/askeri tercihler radikal biçimde terk edilmeden; Irak ve Suriye’de işgal uygulamalarına; Libya’dan Somali’ye, Afrika’da, Yemen’de açık/örtülü askeri operasyonlara son verilmeden;

Türkiye’nin imkanlarının ve ihtiyaçlarının üstünde silahlanma, askeri/sınai alana büyük kaynaklar aktarma; bu sektörlerdeki firmalara ayrıcalıklar, muafiyetler tanıma uygulamaları bitmeden;

Keyfi uygulamalarla, yolsuzlukla edinilmiş servetlere el konulmadan;

Gelir dağılımındaki aşırı bozulma hızla düzeltilmeden, krizden çıkış mümkün değildir.

Rejimin bu türden hiçbir değişime niyeti ve yeteneği yoktur.

Bu yüzden, ellerindeki bütün iktidar imkanlarını kullanarak; elektrik, doğal gaz zamları gibi, yüksek oranlı zamlarla, Saray’ın 5 müteaahidine gerçek maliyetlerin kat kat üzerinde, keyfi olarak belirlenmiş bedeller üzerinden verilen ihalelerle, keyfi vergi muafiyetleriyle, geniş halk yığınlarının elindeki son kuruşlar yağmalanmaktadır. Kıyılar, ormanlar, maden sahaları satılmakta, kamunun elindeki son işletmeler, yabancı sermayeye veya yabancı sermaye görünümlü fonlara üç kuruşa devredilmektedir. Yağma ile bir yandan lükse, israfa ve gösterişe; bir yandan da rejimin ömrünü uzatmak amacıyla siyasetin, yandaş medyanın ve trol ordularının finansmanına kaynak aktarılmaktadır.

Yolun Sonu Görünüyor…

Muhalefetin etkisizliği üzerinde geniş bir mutabakat var. AKP-MHP rejiminin toplumsal desteğini eritecek politikaları üretmeyi de rejim kendisi gerçekleştiriyor.

Hiçbir rejim, sadece ekonomik kriz yarattığı veya politika tercihleri krizi derinleştirdiği için yıkılmaz. Ekonomik krizin siyasi krizle birlikte derinleşmesi, rejimin çözülmesi için şarttır.

Siyasi kriz, halk sınıflarının ekonomik krizin faturasını ödemeyi, örgütlü/eylemli biçimde reddetmesi ve bu reddedişi kendisi için iktidar imkanına dönüştürmesi durumudur.

Siyasi kriz, rejimle geniş bir ideolojik ortak paydaya sahip olan ve ağır kriz şartlarında halk yığınlarına çözüm olarak sadece sandığı gösteren bir muhalefetin ne eseri olabilir; ne de böyle bir muhalefet mevcut krizi derinleştirebilir. Aksine CHP, İYİ Parti ve diğerleri, siyasi krizin asıl yaratıcılarının önünü kesmek veya rejimin iktidar partilerini yedeklemek üzere sahne alabilirler.

HDP ve demokrasi ittifakı, özgür, eşit, barışçı, demokratik bir geleceğin inşa güçleri, rejimin asıl mezar kazıcılarıdır.

Rejim bunu bildiği için, sistem muhalefetini sürekli HDP’ye yakın olmakla suçluyor ve savunma konumunda kalmaya zorluyor.

Ancak ülkenin şartları, iktidarın “algı oyunları” ve “medya kampanyaları” ile gerçeği görünmez hale getirme kapasitesinin sınırlarını çoktan aştı.

“Dil koparma” tehdidi ile “ben onu Sezen Aksu’ya söylemedim” arasında 3 gün var.

Elektrik faturaları, ülkenin dört bir tarafında, slogansız, pankartsız on binlerce yurttaşın sokaklara akmasına yol açtı. Hopa’dan Doğubayazıt’a, Milas’tan Eskişehir’e halk sokaklara indi. Erdoğan’ın gücü, vaad ettiği gibi bu kalabalıkları “gideceği yere kadar kovalama”ya yetmiyor.

(Yığınların zamlar karşısında kendi eylemini örgütlemesi, henüz siyasi bir programa ulaşmasa da özellikle enerjinin özelleştirilmesine yönelik kamulaştırma taleplerinin önümüzdeki dönemde daha fazla tartışılacağını gösteriyor-editör)

Rejime güvenerek işçisini kölelik şartlarında çalıştırmayı alışmış Trendyol, Yemek Sepeti ve benzerleriyle çok sayıda tekstil fabrikası başta olmak üzere her iş kolunda direnişler, fiili grevler hızla yayılıyor. Her direniş, henüz ne sendikalılığı, ne direniş deneyimi olan on binlerce işçiyi cesaretlendiriyor. Kuryelerin sokaklara taşan direniş coşkusu, elektrik faturasından canı yanan esnafa geçiyor.

Siyasi krizin safları doluyor. Kışın en sert günlerinde yığınlar sokaklara, alanlara iniyor.

Ey, halkı sadaka mahiyetinde KDV indirimleriyle eve sokacağını zanneden akıl:

Bunlar iyi günleriniz!

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu