Gündem

Ahmet Hulusi KIRIM –

Ahmet Hulusi KIRIM

 

Ölen müvekkillerini andı, hakkında 'örgüt propagandası ...  Ahmet Hulusi KIRIM

EMPERYALİZMİN TÜRKİYE’YE TOHUM OYUNU

Türkiye’nin 1980’li yıllardan beri izlediği, piyasaları emperyalist sisteme entegre etme politikasından her alanda olduğu gibi tarım da nasibini aldı. Tarım, zor günler yaşadığı günümüzde 2006 yılında çıkarılan tohumculuk kanununun etkilerini görmeye başladı.1980’den önce tarımda kendi kendine yeten 10 ülkeden biri olan ve hatta pek çok tarım ürününü ihraç eden Türkiye, bugün başta temel gıda maddelerinden buğday ve mısır olmak üzere tüm tarım ürünlerini ithal eder hale geldi. Türkiye için stratejik öneme sahip olan tarım ve hayvancılık, uluslararası şirketlerinin yararına çıkarılan yasa ve politikalarla dışa bağımlı hale getirildi.
Emperyalizmin operasyonunun birinci ayağında öncelikle 2006 senesinde 5553 sayılı yasa çıkarıldı. Böylece dünyadaki çiftçilerin yüzde 80’i kendilerinin ayırdıkları tohumlarla tarım yaparken çiftçinin kendi tohumunu kullanmasının önüne geçildi. Önceden tohum üreten ve tohum araştırmaları yapan merkezlerin kapatılmasıyla birlikte devlet tohumculuk alanından elini tamamen çekti. Yılda 150 milyon doları tohum ithaline veren Türkiye’de tohumculuk en başta İsrailli olmak üzere Avrupa ve ABD’li uluslararası şirketlerin eline geçti. Dolayısıyla çiftçiler, bu çok uluslu şirketlerden almak zorunda kaldıkları genetiği değiştirilmiş tohumları kullanmak zorunda bırakıldılar. Oysa, girmek için kırk takla atılan AB’ye üye ülkelerin, genetiği değiştirilmiş organizmaların ülkelerine girişini yasakladıkları düşünüldüğünde, Türkiye’deki özellikle insan sağlığını tehdit eden, gelecek nesiller için tehlikeli sonuçlar yaratacak hatta zamanı geldiğinde Türkiye’ye karşı silah olarak kullanılabilecek bu uygulama insanımıza ihanetti. Genetiği değiştirilmiş tohumlarla ilgili yapılan haberler her ne kadar bazı kesimlerce spekülatif bulunsa da doğruluk payı da unutulmamalıdır. Yabancı şirketlerin Türkiye’ye soktuğu ne olduğu belli olmayan tohumlar toplum sağlığını tehdit eder hale gelmiştir. Türkiye’de bundan 20 sene önceki kısırlık oranı ile bugünkü kısırlık oranları arasında farklar bunun en açık kanıtıdır. Günümüzde giderek artan alerjik hastalıklar, enfeksiyonlar, kanser, depresyon, psikolojik bozukluklar, sakat doğan çocuklar gibi pek çok olumsuzluğun altında tükettiğimiz gıda ürünlerinin yetiştirilmesinde kullanılan tohumların büyük etkisi olduğu konusunda uzmanlar hemfikirdir.
Çiftçilerin zorunlu olarak kullanması sağlanan bu tohumların bir özelliği de üretilen üründen yeni tohum alınamaması, dolayısıyla her yıl tohuma yeni paralar yatırılması ve tohum konusunda bağımlı hale gelinmesi. Yerli tohum çeşitlerinin neredeyse yok olduğu günümüzde yabancı şirketler eliyle ülkeye sokulan tohumların fiyatlarının dolarla belirlenmesi tohum fiyatlarının fahiş fiyatlara çıkmasına neden olmakta. Ayrıca bu tohumların toprağa verdiği zarar da cabası. Uzmanlara göre yabancı tohuma bağımlı hale gelen toprakta yerli tohumla yeniden üretime geçilmesi de mümkün olmuyor.

Her ekimde toprağa verdiği zarar giderek arttığı için gün gelecek topraklarımız kullanılmaz hale gelecektir.
Operasyonun ikinci ayağıyla Uluslararası Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliğine(UPOV) üye olundu. Oysa ki Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün verilerinden de anlaşılacağı üzere ABD ve ABD’deki büyük tohum şirketlerinin desteklediği UPOV yüzünden dünya bitki çeşitlerinin yüzde 70’i kaybolmuş durumdadır. Yakın gelecekte Türkiye’nin de akıbeti şüphesiz aynı olacaktır. Zira çiftçinin kendi tohumunu kullanamaması sonucu yerli çeşitler giderek yok olacaktır.
Dünya tohum pazarı milyar dolarlarla ifade ediliyor ve bu pazarda en büyük pay ise yüzde 70 gibi bir oranla ABD, Fransa, İsrail, Almanya, Danimarka ve Hollanda’nın elinde bulunuyor. Eski ABD Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger 1970 yılında “Petrolün kontrolüyle bütün bölge ve kıtaları, gıdanın kontrolüyle de bütün insanlığı kontrol edebilirsiniz” demişti. Emperyalizmin öldürücü ve yok edici, sahiplenici hırsı, zamanımızda üretici ana tanrıça Kybele’nin yerini aldı. Emperyalizme bağımlı ülkeler geçmişte tarım ürünlerini kendileri sağlarken, aynı ürünleri günümüzde emperyalist ülkelerden ithal etmek zorunda kaldılar. Bu gelişmenin bir sonucu 900 milyon kişinin resmi olarak düşük beslenme altında yaşaması oldu.1960’larda Rockefeller Vakfı tarafından, daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum ve tarım teknikleriyle açlığa çözüm diyerek başlatılan ’Yeşil Devrim’in aslında ailenin ileride tekelleşebileceği yeni bir alanı geliştirme planı olduğu yıllar sonra anlaşıldı. Bu umut boşa çıkınca bu sefer “yeşil gen tekniğinin” açlığı yeneceği ileri sürüldü. İçinde ölüm taşıyan tohumlar, bizim gibi geri kalmış ülkelere önce destek ve yardım olarak verildi. Sonra da lisansa bağlanarak bu tohumların kullanılması zorunlu hale getirildi.21 yüzyılda artık tank, top, füze vb. yok edici silahlar yanında genetiği değiştirilmiş olan tohum/gıdalar da kullanılıyor. Böylece toplumların bedensel/zihinsel sağlığını ve gelişimini olumsuz etkilemek , ülkelerin tarımsal ekonomik kaynaklarını yok edip üretim kapasitelerini düşürerek denetim altına almak ve fakirleştirerek bağımlı kılmak, yönetilebilir duruma getirmek amaçlanıyor.
İnsanlığın beslenmesi, uluslararası tekellerin dünya egemenliği mücadelesinin odak noktasını oluşturmakta. Onlar beslenme temelleri üzerindeki hakimiyetlerini, sınıf mücadelesinde silah olarak kullanmaktan çekinmiyorlar. İnsanlığın sonunu hazırlayan, yoksulları açlığa mahkum etmekten çekinmeyen emperyalist-kapitalist sistem bilimi de vahşi amaçları için kullanıyor. Çünkü onların tek amacı vardır: Azami kâr.
Tarımdaki üretkenliğin dev ilerleyişiyle, insanların açlık çekmemesinin maddi şartları olgunlaşmıştır. Bilim, sosyalizm ile gerçek değerine kavuştuğunda açlık dünya üzerinden silinecek, sosyalizm emperyalist sömürüye son vererek insanlığın ortak mirasını geri alacaktır.

Ahmet Hulusi KIRIM

4.03.2024

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu