Genel

104 emekli amiralin bildirisi, Montrö ve Karadeniz’de artan gerilim ne anlama geliyor?

Yazar: Salih Zeki Tombak (Araştırmacı – Uluslararası ilişkiler ve savaş tarihi)

104 Emekli Amiral’in imzasıyla, 4 Nisan 2021 gecesi yayınlanan açıklama AKP-MHP rejimi tarafından, “darbe ima eden” bir bildiri olarak itham edildi. Artık amirallerin bilgisi ve inisiyatifi dışında gerçekleşmiş olduğu kesinleşmiş görünen yayın saati, açıklamanın muhtevasından daha fazla öne çıkarılan bir diğer itham gerekçesi yapıldı.

Açıklamanın imzacı sayısını 103 olduğunu zannederek, 4 Nisan-15 Temmuz arasında 103 gün olduğunu hesaplayan ve böylece Amiralleri “suç üstü” yakalayan hurufi gayretleri de hatırlayarak, yaratılan atmosferi zihnimizde canlandıralım.

Metni imzalamayanlar arasında hükümetle yakın ilişkilerini sürdürmekte olanlar var. Dolayısıyla, ortamın “darbe ima etmek” veya konusu suç teşkil edebileceği için gizlilik gerektiren her hangi bir faaliyet için tasarlanmış bir ortam olmadığı kesindir.

Bekleneceği üzere, 104 Emekli Amiral ve açıklama hakkında soruşturma başlatıldı. Savcı, “bağlantılarını soruşturuyoruz” demeyi ihmal etmedi.

Açıklamanın hazırlandığı grupta 160 civarında ismin olduğunu biliyoruz. İçlerinde farklı siyasi eğilimlere yakın olanlar var; metni imzalamayanlar var. Amiral Cihat Yaycı gibi, bugün de hükümetle yakın ilişkilerini sürdürmekte olanlar var. Dolayısıyla, ortamın “darbe ima etmek” veya konusu suç teşkil edebileceği için gizlilik gerektiren her hangi bir faaliyet için tasarlanmış bir ortam olmadığı kesindir. Esasen Amirallerin bir gizlilik peşinde olmadığı, metni yayınlatmak istemelerinden bellidir.

Gene de açıklamanın hazırlandığı grupta bulunanlardan istihbarat birimleriyle, gelecekte bir risk doğacak olursa kendisini güvenceye almak için veya o birimlerdeki yakınlıklarına bilgi taşımak maksadıyla, metnin imzaları tamamlanmadan önce bilgi veren, en az bir kişinin olduğunu varsayabiliriz. Çünkü ilk andan itibaren, rejimin açıklama yayınlanmadan çok önce konudan haberdar olduğuna; bu faaliyeti değerlendirip bir tutum belirlediğine ve iktidar ortağı MHP ile üzerinde mutabakata varılmış bir eylem planı hazırladığına dair çok sayıda emare ile ile karşı karşıya kaldık.

Ertesi gün, 10 Emekli Amiralin evine sabahın erken saatinde polis yığıldı; Kumpas davaları sırasında, Cemaatçi polisin yapmadığı bir uygulama ile evleri arandı ve kendileri Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şubesine getirildiler. Ayrıca 4 Emekli Amiral de ifadeye çağırıldı.

euronews
Salih Zeki Tombakeuronews

Gözaltına alınanlar, TEM’in en kötü bölümünde, her bölmede bir Amiral, 2-3 “Fetö mensubu” olmakla suçlanan sivil zanlı olmak üzere tutuluyorlar. İfadelerine henüz başvurulmamışken, çıkarıldıkları mahkeme gözaltı sürelerini 4 gün daha uzattı. Bunu sanırım iki defa daha yapabilirler.

Çünkü sadece o açıklama ile, bugünkü yargı ortamında bile emekli amiral tutuklamak kolay değil. Kürt köylüsünü helikopterden atmak ve öldüresiye dövmek serbestiyeti, henüz Van civarında ve Kürt köylülerini içeren bir hukuki rahatlık. Diğer taraftan bu amiraller, iktidarın küçük ortağı ve çok sayıda ciddiyetsiz şahsın o konuma yerleştirme gayretlerine rağmen, 15 Temmuz gecesi ağzı burnu kırılan yüksek rütbeli asker kişilerin konumunda değiller. Bazıları Mavi Vatan Konsepti çerçevesinde, yakın zamana kadar iktidar ve havuz medyası nezdinde büyük hürmet görmekteydiler. Belli ki o konsept artık iktidar ve ortağının umurunda değildir.

Diğer taraftan gözaltındaki insanların en genci 61 ve bazıları epey ileri yaşlarda. Amiral Ali Sadi Ünsal ağır bir kanser tedavisi görüyor. Bu yaş ve sağlık faktörleri gözaltına alınanlar için hayati risk yarattığı kadar; rejim açısından da, toplumsal algı yönünden risk yaratıyor.

Kamuoyu ile, “bilgi” diye, amiral ailelerinde, ana muhalefet partisi CHP’ye kaç kişinin yakınlık duyduğuna dair detayların paylaşılması, rejimin kendi yarattığı “darbe” iddialarının altında kaldığını yeterli açıklıkla ortaya koyuyor

Bu kadar güçlü bir “yalan rüzgarı” estirdikten sonra, “koğuşturmaya gerek yok” kararı ile Amiraller evlerine gönderilirse, bu durum rejim için skandala dönüşür. O açıklamada “Yurt dışına çıkma yasağı, adli kontrol şartıyla salıverme, ev hapsi” gibi, rezaleti zamana yayarak unutulmaya bırakacak kararlar için bile bir sebep yok. Çünkü makam aracıyla, mensubu olduğu Nurcu Mehmet Kurtoğlu tarikatına ait tekkeye giden, cübbeli, takkeli, sarıklı, nevzuhur “amiral” ve benzerlerinin gelecekte yaratabileceği 15 temmuz benzeri tehlikelere işaret eden örtülü cümle dışında, açıklama tamamen 126 Emekli Büyükelçinin, daha önce Montrö konusunda yaptıkları açıklamayla aynı.

Uzatmalar boyunca Süleyman Soylu’nun başında bulunduğu Bakanlık ve devletin istihbarat örgütü, yargının önüne başka başka bilgi ve “deliller” koyabilmek için çalışacak. Bugüne kadar imzacıların 4-5 tanesinin CHP ile bağlantısı olduğu; bu kadar Amiralin aileleri içinde toplam 18 CHP’li bulunduğu “tesbit” edilebilmiş.

Kamuoyu ile, “bilgi” diye, amiral ailelerinde, ana muhalefet partisi CHP’ye kaç kişinin yakınlık duyduğuna dair detayların paylaşılması, rejimin kendi yarattığı “darbe” iddialarının altında kaldığını yeterli açıklıkla ortaya koyuyor.

Ne Darbeye Karşılar, Ne Milli İradeye Saygıları Var

Açıklamanın bir “darbe çağrısı” olduğuna dair, iktidar ortaklarının yürüttüğü “darbe karşıtı” ve “milli iradeden yana” kampanyanın daha ilk günden itibaren inandırıcılığı çok zayıftı. Amiraller hakkında “maaşları kesilsin, lojman ve koruma hakları geri alınsın, rütbeleri sökülsün” açıklaması yapan MHP lideri Bahçeli’nin 2004’de emekli değil, TSK’da görev başındaki 313 generaline yazdığı “AKP hükümetini uyarın” mektubu masanın üstünde duruyor. Kaldı ki, Bahçeli’nin lideri olduğu parti, bizzat 27 Mayıs darbecilerinden Albay Alparslan Türkeş tarafından kurulmuştu.

Bahçeli, HDP’nin kapatılması yönünde hazırlanan iddianameyi usul yönünden Yargıtay Başsavcılığı’na iade eden Anayasa Mahkemesi için de “Acilen kapatılmalıdır” açıklamasında bulundu. Anayasa mahkemesi, ülkede varolan “anayasal düzenin” sembolüdür. Dolayısıyla Bahçeli’nin talebi “anayasal düzeni” ortadan kaldırmaya yönelik bir taleptir ve bugüne kadar Türkiye’de gerçekleşen askeri darbelerin yaptığı da hep bu olmuştur: Anayasal Düzeni ortadan kaldırmak ve yeni bir anayasal düzen kurmak.

İktidar partisi AKP’nin darbe karşıtlığı da Bahçeli kadar inandırıcılık fukarasıdır. Sudan’ın önceki darbe lideri El Beşir, iktidarının son yıllarında başka hiçbir ülkeye kabul edilmediği için sık sık Türkiye’ye geliyor ve Erdoğan’ın misafiri oluyordu. Mali’de 2020 Ağustos’unda gerçekleşen darbe sonrası, bu ülkeye ilk resmi ziyareti Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu yaptı. Ve yıllardır Erdoğan’ın kendisinden “Darbeci Sisi” diye söz ettiği Mısır lideri ile ilişkileri yumuşatmak için, AKP-MHP rejimi bugünlerde örtülü ve açık yoğun çabalar harcıyor.

Türkiye’nin demokratikleşme tarihi seçilmişlerin kendilerini yasaların üstünde görme, devletin şiddet tekelini kullanarak muhalefeti susturma ve keyfi yönetim eğilimleriyle yozlaşmış ve askeri darbelerle sık sık rayından çıkmış, kesintiler yaşamıştır

Diğer taraftan iktidar, seçimlerde gerçekleşen milli irade vurgusunun aksine, HDP’nin 2014 yerel seçimlerinde kazandığı 203 belediye başkanlığının 195’ine ve 2019’da kazanılan 65 belediye başkanlığının 63’üne kayyım atadı. 31 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı seçimleri YSK’ya baskı yaparak iptal ettirdi ve 23 Haziran’da farkın şaşırtıcı boyutlarda açılması üzerine sonuçları şeklen kabul etmeye razı oldu. O günden bu yana, AKP’li İBB Başkanı Topbaş’ın kullandığı yetkileri birer ikişer İmamoğlu’nun elinden alıyor.

Dolayısıyla iktidar ortaklarının söz konusu açıklamaya yönelik demokrasiye ve milli iradeye saygısızlık eleştirilerinin, kendi siyasi pratikleri açısından inandırıcılığı oldukça zayıftır.

Türkiye’nin demokratikleşme tarihi seçilmişlerin kendilerini yasaların üstünde görme, devletin şiddet tekelini kullanarak muhalefeti susturma ve keyfi yönetim eğilimleriyle yozlaşmış ve askeri darbelerle sık sık rayından çıkmış, kesintiler yaşamıştır. Toplum bu yüzden ağır bedeller ödeye gelmiştir. Siyasi tarihin kötü deneyimleri ve acı anıları toplumun zihninde derin izler bırakmıştır. Ancak darbecilerle ve darbeci gelenekle gerçek bir hesaplaşmanın yapılmadığı; sağ veya sol popülist siyasetçilerin, demokrasiye içten bağlılık ve hesaplaşma cesareti yerine halkın darbe konusundaki duyarlılığını istismar etmeyi tercih ettiği de siyasi tarihimizin bir gerçeğidir. Bugün yaşadıklarımız bu geleneğin yeni bir örneğidir.

Her Krize Çözüm: Daha Büyük Bir Kriz…

Kötü yönetim pandemi ile mücadele konusunda da tekrarlandığı için vaka ve ölüm istatistiklerinin ürkütücü düzeylere tırmanması bir yana; toplum pandeminin yarattığı kitlesel işsizlik, kitlesel açlık, iflas ve benzeri yıkıcı gerçekler karşısında terkedilmişlik durumu yaşıyor.

Dış politikada yakın veya uzak, bütün komşularla, müttefiklerle, eski dostlarla sorun yaratan maceracı çizgi; başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, “ayak bağı” olduğu düşünülen pek çok kurumun yokedilmesiyle, içinin boşaltılmasıyla ilerliyor. İktidar krizlerden kurtulmak için çözüm aramak yerine yeni krizler yaratmayı uzun zamandır bir yol olarak benimsedi.

Türkiye’nin uzun yıllardır içinde bulunduğu Batı ittifakı ile, güçlü komşumuz Rusya arasında, daima dengeli ilişkiler sürdürmeye özen göstermiş Cumhuriyet geleneğinin aksine; bugünkü rejim, ABD ve Rusya arasında, bu iki büyük gücü karşı karşıya getirebilecek adımlar denemekte ve böyle davranmayı bir pazarlık yolu zannetmektedir.

Erdoğan rejimi esasen yakın tarihte, ABD ve NATO’yu iki defa son derece riskli eşiklere davet etmiş ve umduğu sonucu alamamıştır. Bunlardan birisi Rusya savaş uçağının düşürülmesinden 5 dakika sonra NATO desteğinin istenmesidir. Diğeri ise 27 Şubat 2020’de İdlib’de yaşanan en az 34 TSK mensubunun ölümüyle sonuçlanan Rusya saldırısıdır. Her iki olayda da iktidar hatalarının bedeliyle yüzleşmek zorunda kalmıştır.

Şimdi yeni ve öncekilerden daha büyük bir gerilimin eşiğindeyiz. 104 Emekli Amiral’in ve daha önce 126 emekli Büyükelçinin uyarıları maceracı çizgiden geri dönülmesi yönündedir. Çünkü AKP bir süredir ABD ile ilişkilerini, bir tek hamle ile “yeniden yoluna koyabilmek için” sadece Türkiye’nin Montrö kazanımlarını riske atmıyor; Karadeniz’de güçler dengesini bozmayı ve sıcak çatışmaların gündeme gelmesini göze alıyor.

Montrö Önce Rusya’ya Esnetildi…

Rusya’nın tamamlanmamış uçak gemisi Varyag, sözümona “yüzen otel yapılmak üzere” ÇHC’ne satıldı ve sadece kabuk denilerek Boğazlar’dan geçirildi. Sonra uçakgemisi oldu ve ÇHC, aynısından 3 uçak gemisi daha yaptı.

Son yıllarda, Rusya donanmasına ait tonajı Montrö sınırlarının üstünde savaş gemileri Suriye’nin Tartus limanındaki tersanede “onarım” göreceği iddiasıyla Boğazlardan geçirildi ve bu tekrarlandı.

ABD ve İngiltere ise Karadeniz’e donanmalarını sokma konusunda tonaj ve süre kısıtlamasından rahatsızlar. Bu yönde çeşitli zamanlarda Türkiye’yi yokluyorlar. Nitekim Gürcistan sorunu yaşanırken ABD’nin destek için Karadeniz’e çıkarmak istediği savaş gemilerine Montrö sınırları gerekçe gösterildi

Kanal İstanbul projesi, başlangıçta AKP için sadece rant projesiydi. Bugün de, AKP için rant projesi vasfı cazibesinin merkezinde yer alıyor. Proje yaratacağı çevre ve şehircilik sorunları açısından çok ciddi ve iyi çalışılmış eleştiriler aldı. İktidar bu eleştirilere düşmanlıkla cevap verdi, veriyor.

Emekli bazı askerler, Kanal istanbul’un yaratabileceği askeri sorunları dile getirdiler.

Emekli Büyükelçiler ve Amiraller ise bu projenin Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açacağını söylüyorlar. Bu eleştirilerin nasıl karşılandığı ise ortada.

Montrö tartışılırsa Ne Olur?

Montrö Sözleşmesi 2. Dünya Savaşı’nın öncesinde, Dünya’nın çeşitli yerlerindeki doğal su yolu geçişlerine dair sözleşmelerde, kimseye verilmemiş kontrol yetkilerinin Türkiye’ye adeta hediye edildiği bir uluslararası sözleşme. Bu yetkiler Çanakkale Boğazı girişinden itibaren Marmara Denizi ve İstanbul Boğazından geçişleri kapsıyor. Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlere ait savaş gemilerinin 8 gün önceden haber vermek ve toplam 30 bin tonu geçmemek kaydıyla Karadeniz’e çıkışına ve en fazla 21 gün kalmalarına izin veriyor. Sözleşme Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşması olan Lozan anlaşmasının tamamlayıcı sözleşmesi. 1936’da imzalandı. 20 yıl geçerli olacak ve itiraz olmadığı takdirde her defasında 20 seneliğine süresi yenilenecekti. Şu anda 5. dönemin içinde bulunuyoruz.

Sözleşme Türkiye’ye denetim yetkisi veriyor; ama bununla birlikte Rusya’nın Karadeniz’den saldırıya uğraması ihtimalini de çok ciddi şekilde önlüyor.

Rusya 1853-56’da İngiltere, Fransa, Piyomonte-Sardinya ve Osmanlı ittifakı tarafından Karadeniz’den, Tuna kıyılarından, Baltık’dan ve Kafkaslar’dan saldırıya uğradı. Rusya yenildi.

Birinci Dünya Savaşı’nda iki alman savaş gemisi Goben ve Breslav boğazlardan geçerek Sivastopol’u vurdu.

İkinci Dünya savaşında Almanya 6 denizaltı gemisini Romanya kıyısında monte ederek denize indirdi. Denizaltılar Rusya’ya ağır zarar verdiler.

Rusya Montrö Sözleşmesi ile Karadeniz’den ve Türkiye’nin güvenilir komşuluğundan bugüne kadar emin oldu. Dolayısıyla Montrö’nün tartışmaya açılması Karadeniz’e daha büyük donanma çıkarmak isteyen ABD ve İngiltere’yi ne kadar memnun edecekse; Rusya’yı da o kadar endişelendirecek ve bu durumu düşmanlık olarak not edecektir. Nitekim bu endişe, Kanalistanbul adını da zikrederek 9 Nisan 2021’de Erdoğan ve Putin arasında yapılan telefon görüşmesinde Putin tarafından ifade edildi.

Elbette bu endişe genel, geniş zamanlı bir endişe olarak ifade edilmedi. Karadeniz’de, Ukrayna-Rusya gerilimine bağlı, NATO , ABD , İngiltere ve Türkiye’nin Ukrayna’nın yanında yer almalarından kaynaklanan sıcak gelişmelerin eşiğinde dile getirildi. Dolayısıyla sıcak bir uyarıdır. Rusların Baltık donanması için söyledikleri, yeni öğrendiğim bir deyiş var: “Baltıklı gücenmez, alınmaz. Baltıklı intikam alır.” 2020’nin 27 Şubat’ında İdlib’de olduğu gibi

Türkiye Batı Değerleriyle Değil NATO ile Müttefik

AKP Kanal istanbul projesini gerçekleştirirse, Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğinin güçleneceğini ileri sürüyor.

Öncelikle sadece İstanbul Boğazına alternatif bir kanal inşa etmek Montrö kısıtlamalarını aşmaya yetmez. Sözleşme hakkında bilgisi olmayan üst düzey yetkililer, “Saros Körfezi”nden de bir kanal açarak Montrö’nün etrafından dolaşacaklarını söyleyebilmektedir. Sözleşme, “Türk Boğazları” derken Marmara denizini de kastediyor. Diyelim ki, Gelibolu’nun batısından Karadeniz’e kadar bir kanal açtınız; hiç bir ticari gemiyi Boğazdan ücretsiz geçmek yerine Kanaldan para vererek geçmeye zorlayamazsınız. Boğazları kapatmaya kalkarsanız, “dış güçler” gelir, haklı olarak, zorla açarlar. Düşünsenize, İspanya ve Fas anlaşmış, Cebelitarık’ı kapatmışlar, Akdeniz’e istedikleri parayı almadan kimseyi sokmuyorlar. Veya Yemen ile Eritre ve Cubuti Babül Mendep (Bab al Mandap) boğazını kapatmış, herkesten yoksulluklarına son verecek miktarlarda para istiyor.

Putin’in uyarısı, Kanalistanbul’un Boğaz geçişindeki sınırlamaların by pass edeceğinden dolayı değildir. Putin Kanalistanbul ile ilgili bu tür yaklaşımların ifade edilmesinin, “Gerekirse Montrö’den de çıkılır” cümlelerinin, Erdoğan ve iktidarının Rusya açısından güvenilirliğini kaybettiği anlamına geldiğine işaret ediyor.

Son yıllarda Suriye’de Rusya ile çelişkili, çatışmalı bir ittifak ilişkisi yaşanıyor

Rusya Türkiye’nin batı ittifakı içinde olmamasını elbette tercih ederdi. Ama bu durumu kabullenerek, son yıllara kadar dengeli bir komşuluk ilişkisi, karşılıklı özenlerle inşa edildi.

– Son yıllarda Suriye’de Rusya ile çelişkili, çatışmalı bir ittifak ilişkisi yaşanıyor. Bir kaç aydır, Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde, Türkiye’nin himayesindeki Selefi Cihatçı gruplara ait hedefler sıklıkla Rusya ve müttefiki Suriye Ordusu tarafından vuruluyor.

– Libya’da Rusya ile karşı cephelerdeydik. Hafter güçlerinden Watiyye havaalanı alınırken, bir adet hasarsız durumda Rus yapımı Pantsir Hava savunma sistemi ele geçirildi. Bu sistem ABD nakliye uçağıyla Ankara Tusaş tesislerine taşındı ve orada ABD ve Türkiye Rus teknolojisini birlikte inceliyorlar.

– Karabağ çatışmaları esnasında Türkiye Azerbaycan’ı destekledi. Bu amaçla generallerini, subaylarını, İHA-SİHA’larını ve selefi cihatçı paralı savaşçılarını çatışma bölgesine götürdü. Rus basını Türk generallerin isim ve sicil bilgilerine kadar yayınladı.

– Erdoğan çok sık, Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını kabul etmediğimizi, Kırım’ın Ukrayna’ya iade edilmesi gerektiğini ve Kırım Tatarları’nın Türkiye’nin ilgi alanında olduğunu tekrar ediyor. Bunu Ukrayna yetkililerinden bile daha sık yapıyor.

– Aylardır Karadeniz’de NATO güçleri deniz tatbikatları yapıyor. Bunlara Türk donanma unsurları da katılıyor. Bir kaç ay önce ABD’nin Nevada’dan kalkan B 52 Ağır bombardıman uçakları Karadeniz üstüne geldiğinde Türkiye’nin tanker uçakları havada yakıt ikmali yaptı.

– Türkiye ABD ve AB ülkeleriyle ilişkilerinin en kötü olduğu dönemlerde, yani son yıllarda bile NATO ile ilgili hiçbir yükümlülüğünü ihmal etmedi. ABD ile askeri ilişkiler neredeyse hiç aksamadı.

– Ukrayna NATO ortağı statüsüne alındı. Dünya’da bu statüde 20’den fazla ülke var. Ukrayna ordusuyla NATO ve ABD güçleri karada tatbikatlarını bitirdiler ve şimdi de İngiliz ordusu Ukrayna ordusuyla tatbikata başlıyor.

-Türkiye Ukrayna’ya 50 kadar İHA-SİHA sattı. Bir grup subay eğitim amaçlı Ukrayna’da görev yapıyor.

– İki Amerikan savaş gemisi Karadeniz’e çıkıyor.

Emekli Amirallerin uyarısı haklıdır, isabetlidir, ancak kısmidir

Ve tam da böyle gerilimin hızla yükseldiği bir dönemde, “Montrö’yü tartışmaya açmayın, bunu yaparsanız Türkiye bir daha bu kadar avantajlara sahip olacağı bir sözleşme yapamaz” diyen Amirallerine karşı bir linç kampanyası açılıyor.

Emekli Amirallerin uyarısı haklıdır, isabetlidir, ancak kısmidir. Ek olarak Türkiye’ye, tam bir yıl önce İdlib’de en az 34 TSK mensubunun hayatını kaybettiği ve iktidarın “asla geri çekilmem” dediği M5 Karayolu güneyindeki kontrol noktalarını bir gecede boşalttığı, ölen askerlerinin hesabını sormak bir yana Rusya’nın dikte ettiği şartların altına imza atmak için Moskova’da, ayakta bekletildiği acı durumun tekrarlarını yaşayabiliriz.

Rusya ile ABD ve İngiltere Ukrayna topraklarında geniş kapsamlı, kesin sonuç hedefleyen bir savaşa girmez. Daha çok Rusya’nın Avrupa ile ilişkilerini ağır sorunlu hale getirecek, böylece bitmek üzere olan ve biterse Almanya’ya yılda 55 milyar metre küp doğalgaz taşıyacak Kuzey Akımı hattını, proje olarak çöpe dönüştürecek bir yıpratma savaşı yürütülecektir. Böyle bir perspektifle geliştirilecek düşük yoğunluklu, ama yıpratıcı ve uzun vadeli bir savaş, Ukrayna’ya ve bu arada Türkiye’ye ağır maliyetler çıkaracaktır. Rusya’ya da ağır ekonomik faturalar çıkaracağı kesindir.

Önceki can kayıplarının hesabını Türkiye toplumuna vermeyen iktidar, yeni hezimet ve kayıplar yaşamaya ve yaşatmaya hazırlanıyor.

Emekli Elçilerin ve emekli Amirallerin birikiminden faydalanmak için kendilerinden talepkar olmak yerine Amirallerin aleyhine ne bulurum diye Süleyman Soylu’yu evlerinde arama yapmaya, aileleri üzerinde baskı kurmaya salmak, akıllı işi değil.

Amirallere muhalefetin “zevzek” ve Süleyman Soylu’nun Sahil Güvenlik ve Jandarma Genel Komutanlığı resmi sitelerinden “edepsiz” demesini, mahçubiyetle not edeyim

Tam da bu esnada Ukrayna Başkanı Zelinski’nin önce Katar’a ve sonra Türkiye’ye gelmesinden daha ilginç olan nedir, diye soran olursa, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace’ın davetlisi olarak, ille de yüzyüze görüşmeler yapmak üzere, aniden adaya yaptığı ziyarettir, derim.

Amiraller gözaltına alınmakla beraber, açıklamanın bazı sonuçları: Ayasofya’nın “şeyh-ül islam” rolüne soyunan imamı görevinden “istifa” ettirildi. Tekke amiralinin emekli edileceği haberi etrafta dolaştırılmaya başlandı.

Erdoğan başta olmak üzere devlet erkanı, Montrö sözleşmesinden ayrılmanın söz konusu olmadığına dair açıklamalarda bulundular. Ama Kanal istanbul inadını sürdürerek kendi kendilerini yalanladılar.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu