Genel

ZORLAMA KİMLİK DAYATILMASI

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

İnsanlık tarihinin kısa bir tarifini yaparsak; güçlü olanın güçsüze boyun eğdirme, güçsüzlerin direnme tarihi olarak tanımlanabilir. Güçlü olan güçsüze boyun eğdirirse yaptığı ilk uygulama onun kimliğini yok etmeye çalışmaktır. Onu kedileştirmektir. Kendisi A, karşıdaki B ise B’yide A’dalaştırmaktır. B bunu kabul etmez direndiğinde işte kavga burada başlar. Çünkü uygulanılan zora dayalı tekçi, dayatmacı bir yöntemdir. Ne kadar uygulanırsa uygulansın toplumlar, milletler, bireyler tarafından bu kabul görülmemiştir.

Bunun tarihte yaşanmış sayısız örneği var. Bu yöntem özelikle farklı millet, azınlık, din ve mezheplerin bulunduğu imparatorluklarda, ırkçı, despotik sistemlerde çok uygulandı.

Şu örneği gösterebiliriz. Osmanlı hanedanı bir imparatorluk kurdu. Üç kıtada egemen devlet oldu. Baskı altına aldığı milletlere “Osmanlı kimliği” dayatıldı. Bir müddet bunu baskı ve zorla sürdürebildi ama bununda bir miladı vardı. O dolunca milletler baş kaldırdı. Osmanlı paramparça edildi. Onun enkazı üzerinde sayısız devlet kuruldu.

Aynı şey Osmanlı imparatorluğunun dağılması süreci ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla başladı. Kurulan yeni cumhuriyetin sınırları içinde bulunan tüm millet, azınlık, din ve mezheplere Türklük kimliği ve İslamiyet’in “Hanefi” mezhebi dayatıldı. Bunu anayasal güvenceye aldı. Baskı bununla at başı gitti. Bazı milletler, azınlıklar ya soykırımdan ya asimilasyondan geçirilerek yok edildi ama Kürdler buna direndi ve kavga devam ediyor.

Bunun bir başka örneği Yugoslavya’da yaşandı. Hitler Almanya’sının işgali karşısında birçok millet Josip Broz Tito’nun önderlik ettiği mücadelede yerini aldı. Slogan beliydi. “Birlik ve eşitlik.” Hitler yenildi. Ülke işgalden kurtuldu. 1945 yılında “Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti”, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya, Karadağ ve Makedonya olmak üzere altı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden (Kosova ve Voyvodina) oluştu.

Kimi çevreler göre Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti içinde yaşayan milletlerin ve dinlerin gönüllü yaşadığı iddia edilse de bu doğru değildir. Bunun ötesi devletin zoru ile bir arada yaşamak zorunda kaldılar. Tito sistemi “birlik, eşitlik” olarak görülse de farklılıkların yaşanmasına izin verilmeyen katı, despot bir sistemdi. Çünkü ne birlik ne kardeşlik gerçekleşti. Farklı etnik ve dini gruplar “Yugoslav” kimliği altında tekleştirilmeye çalıştı. Sırp milliyetçiliği dayatıldı. Milletler buna direndi ve uluslararası sistemin yardımı ile kendi bağımsız devletlerini kurdu. Yugoslavya böylelikle 1992 yılında kanlı bir şekilde dağıldı.

Yugoslavyalaşma projesi başarısız oldu. Çünkü baskı ve zorla milletler ve dinler bir arada tutuluyordu. Tito’nun ölümü ile bastırılmış milliyetçilik ve dini tutuculuk kendini açıkça dışa vurdu. Sırplara büyük tepki duydu. Kin ve nefretle birleşince kanlı savaşlara yol açtı. Milyon insan öldü ve yaralandı. Bir insanlık dramı yaşandı. Sonuçta milletler kendi devletlerini kurdu ve şimdi yoluna devam ediyorlar.

Kimi diyebilir bu kadar kan dökülmektense niye bir federasyon altında birleşilmedi. Birleşilemezdi. Birlikte yaşamanın ne demek olduğunu kimliği zorla yok edilmeye çalışılan milletler bilir. Yükselen milliyetçilik, buna bir de farklı din ve mezheplerin kendi kimliği ile kendini ifade etmek istemesi de eklenince bu mümkün olamazdı. Yoksa dışardan gazel okumakla bu işler olmuyor.

Aynı istem bugün Irak ve Kürdistan’ın güneyindeki Kürdler ile Araplar arasında yaşanıyor. Ama bir türlü istenen bir birlik ve eşitlik kurulamıyor. Kurulması da zaten zor. Aynı yöntem kimi çevreler tarafından Anadolu, Trakya, Lazistan halkları ve Kürdistan’ın kuzeyi Kürdleri için de öneriliyor. Bu da eşyanın doğasına aykırıdır. Bunca yaşanmış soykırım, katliam, işkence, zindan, sürgün gibi acı tecrübelere rağmen bu milletleri bir arada tutmanın imkânı yoktur. Bu ancak baskı, zor ve şiddetle mümkündür. Onun da mevcut olan sistemden ne farkı kalır? Onun için tarihin akışını durdurmanın gereği yoktur. Bırakın her millet kendi yoluna gitsin. Zorlama kimlikler dayatmanın gereği yoktur.

Bu yöntem Çarlık Rusya’sı dağılma sürecinden de yaşandı. Rusya’yı dağıtmama adına SSCB’nde “Sovyet insanı” yaratma uygulamasına girişildi. Bu uygulama “sınıf çıkarı”, “halkların kardeşliği” olarak tanımlandı ama tutmadı. Çünkü uygulanılan eskinin yeni bir yaklaşımla sürdürülme yaklaşımıydı. Bilindiği üzere Çarlık sistemi uyguladığı baskı sistemi nedeniyle halkların ve milletlerin tepkisiyle karşılanıyor ve Çarlıktan kurtulma mücadelesi veriyordu. Çarlık dağılmakla karşı karşıya kalmıştı ve Çarlık sistemi artık eskisi gibi korunamazdı.

Uluslararası sistem Rusya’nın dağılmasını engellemek için çare aradı ve bulmakta zorlanmadı. Bolşevizm! Bunu gerçekleştirecek olan Lenin’i Rusya’ya emniyet içinde ulaştırdı. “İşçiler ve ezilen halklar birleşin” sloganı etrafında harekete geçildi. Özgürlük, demokrasi, eşitlik addedildi. Bu yaklaşımla hem halkların hem ezilen milletlerin desteği alındı. Bolşevikler, Çarlığı yıkıp iktidara el koydu. Amaç belliydi. Rusya’nın birliğini korumak. Buna SSCB, sisteme “Bolşevizm” dendi. “Eşitlik, kardeşlik, özgürlük”, “her şey emekçiler için” “milletler kendi kaderini tayin edebilir” dendi. Bu düşünce ilk etapta hakta ve ezilen milletler nezdinde sempati ile karşılandı ama süreç içinde hiç de öyle olmadığı görüldü. Çünkü dayatılan Rusya’nın birliği ve Rus şovenizmi idi.

Görüldüğü gibi milletleri tek kimlik altında birleştirme SSCB’inde hayata geçirilmeye çalışıldı. Fakat bu tutmadı. Tutmadığı gibi SSCB’nin dağılmasıyla şu gerçek ortaya çıktı. Hem insanları hem milletleri aynı kimlik (Sovyet İnsanı) ile bir araya getirme politikası insanları, milletleri birleştirmediği gibi araların da düşmanlığı daha da geliştirdiği görüldü.

Bolşevik sistemin Çarlık sisteminden bir farkının olmadığı ortaya çıktı. Eskiden Ramanov ailesi ülkeyi yönetirken Bolşevizm’le birlikte “sınıf çıkarı” adına bürokratik bir elit tabaka tarafından Rusya’nın birliğini korunduğu görüldü. Milletlerin Rusya’dan ayrılıp kendi bağımsız devletlerini kurma mücadelesi küfür anlamına gelen “menşevizm” ile yaftalındı ve kanla bastırıldı. Azerilere, Ermenilere ve Gürcülere kan kusturuldu. Rus milletinin egemenliği sağlandı.

Halka refah vaat edildi ama “işçi sınıfı” adına iktidarı ele geçiren bürokratik elit tabaka devletin imkanlarıyla vurgun üzerine vurgun vurdu. Halk giderek açlığa ve sefalete sürüklendi. Ahlaksızlık ayyuka çıktı. Erkekler pezevenkleşti, kadınlar oruspolaştı. İnsanların kendi özgün kimlikleri rafa kaldırıldı. Herkes “Sovyet insanı” ile tanımlandı. Tuttu mu hayır. Çünkü zorlama bir uygulamaydı ve tutmadığı gibi yeni sorunlar yarattı. Milletler kendi yoluna gitmeye çalışırken iktidarı ele geçiren Yetsin-Putin kliği bunu baskı ile durdurmaya çalıştı.

Putin, Rusya’da iktidara geldikten bu yana bir imparatorluk kurma çabası içine girdi. Bir taraftan SSCB’nin dağılmasıyla milletler arasında güvensizliğin gelişmesi, arkasından bağımsız devletlere dönüşmesi Rusya’ya çok güç kaybettirdi. Putin, şu an bunları tıpkı Çarlık ve SSCB’nde olduğu gibi katı bir baskı ile denetim altına almaya çalışmaktadır. Gürcistan’a müdahale etmesi, Kırım’ı ilhak etmesi, Ukrayna’yı işgale yeltenmesi bu mantığın sonucudur. Rusya içinde bunu uygulamaya çalışırken, bir de dışta elde etmesi gereken hedefleri var. Putin’in izlediği bu politikaya sevk eden dürtü küresel güç olmanın hırsıdır.

Rusya’da milletleri, halkları “Sovyet Kimliği” ile bir arada tutulamayınca bu kez Putin, eskiden kalma “Avrasyacılık” düşüncesine sarıldı. Bu isim altında milletler, merkezden egemenlik altına alınmaya başlandı. Tuttu mu? Elbette hayır. Devletler buna isyan etmeye başladı. Gürcistan, Kırım ve en son Ukrayna. Putin buna müdahale etti. Bununla Çarlık ve SSCB Rusya’sının ruhunu diriltmeye çalıştı. Küresel güç olma dürtüsüyle hareket eden Putin Gürcistan ve Kırım’da kısmi bir başarı sağlasa da -ki geçicidir- Ukrayna’da büyük bir hezimete uğradı. Batı sistemi tarafından küçük bir ülke olan Ukrayna eliyle Rusya’nın ne kadar kof olduğu açığa çıkarıldı. Kimileri tarafından büyük payeler biçilen Rusya’nın boynunun ölçüsü böylelikle alındı. Şimdi büyük bir ekonomik ambargo ile karşı karşıyadır. Siyasi tecrit altındadır.

Görüldüğü gibi zorla, baskıyla uygulanılan yöntemlerle toplumları, milletleri, bireyleri aynı kimlik etrafında toplama mantığı tutmuyor. Despotizmin baş vurduğu bir yöntemdir. Eşyanın doğasına aykırı bir uygulamadır. Aynı sistem içinde zorunlu bir arada yaşayan milletler her ne kadar birbirinden etkilense de zorla, baskıyla zoraki “ortak” bir kimlikle zapt-ı raptı altına alınamıyor, alınamaz. Alınsaydı yüzyıllardır Türk, Arap ve Fars egemenliğinde bulunan Kürdler bunlarla “ortak” bir kimliğe kavuşurdu. O kadar baskıya, zora, asimilasyona, katliama, soykırıma karşın kimse Kürd kimliğini yok edemedi.

Yüzyıllardır Kürdlere “ortak” bir kimlik dayatıldı. Arap diyen oldu, Fars diyen oldu, Türk diyen oldu. Daha da ileri gidildi. “Kürd yoktur” denildi. Fakat kimse Kürdleri ne Araplaştırabildi ne Farslaştırabildi ne Türkleştirebildi ne de Kürdler yok edilebildi. Kürd buna direndi ve bugün de direniyor. Kürdlerle Arap, Fars ve Türkler arasındaki kavganın sebebi de budur. Tabi bu zorlama kimlik dayatması kılıfsız olamazdı. “Din kardeşiyiz”, “sınıf kardeşiyiz”, “halklar kardeştir”, “hepimiz insanız” say say bitmez. Bu oltaya kapılan Kürd olmadı mı? Hem de ne biçim.

Kuşkusuz bu politika sadece bu saydığımız despotlarla sınırlı değildir. Bunun en bariz örneği Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla ve hatta daha geriye gidebiliriz İttihat-ı Terakki ile başladı. Coğrafyamızda yaşayan tüm milletleri “Türk” kimliği ile tanımlama politikası güdüldü. Bunun için soykırımlara varan uygulamalara gidildi. Birçok milleti bu yöntemle ya fiziki ya da asimilasyondan geçirerek “Türk” kimliği ve İslamiyet’in Hanefi mezhebi zorla kendilerine kabul ettirildi. Önemli bir Kürd nüfus bu uygulamadan geçerek şu an kendini “Türk” ve “Hanefi” olarak görse de millet olarak buna direndi ve şu an da direniyor. Biz buna Kürd-Türk savaşı diyoruz. Kürdler, Türklerin egemenliğinde kurtuluncaya kadarda bu savaş devam edecektir.

Dikkat edilirse bu politikayı en çok etnik, din ve mezhep sorunları olan, anti-demokratik yöntemlerle idare edilen despotik devletlerde uygulanıyor. Yayılmacı, ırkçı, emperyalist olmanın sonucudur, bu. Erdoğan, İran Molla rejimi, Esad, Putin, bugün bu politikayı uygulamalarıyla en canlı örnekleridir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu