Genel

İran ve İsrail çatışması ekseninde küresel panorama

İran, İsrail’in 1 Nisan’da Suriye’de İran konsolosluğunu vurmasına yanıt olarak 13 Nisan Cumartesi gecesi İsrail’e 300’ün üzerinde İHA, seyir füzesi ve balistik füzeyle saldırı düzenledi.

İran, İsrail’in 1 Nisan’da Suriye’de İran konsolosluğunu vurmasına yanıt olarak 13 Nisan Cumartesi gecesi İsrail’e 300’ün üzerinde İHA, seyir füzesi ve balistik füzeyle saldırı düzenledi. Saldırıyla beraber Negev’deki hava üssü civarında sınırlı oranda bir hasar oluştu. İran konsolosluğunu vuran uçaklar bu üsten havalanmıştı. İran böylece saldırısına “diplomatik” bir içerik de yüklemiş oldu. Ayrıca saldırıdan hemen sonra BM nezdinde, İsrail’in saldırısına yanıt verdiklerine ve bu meselenin kapandığına dair açıklama yaptı. Benzer şekilde ABD’nin “İsrail’in İran’a karşı saldırısının parçası olmayız” diye açıklama yapması, misilleme ile bu sürecin belirli sınırlar içinde tutularak boyutlanmamasının amaçlandığını gösteriyor.

Saldırının kontrollü, sınırlı ve “haberli” olması; dönemin savaş niteliğine, aktörlerin duruşuna, yakın vadede, kaygıyla telaffuz edilen o “büyük savaşın” neden olası olmadığına dair veriler sunuyor. Anımsanacak olursa İran, Ocak 2020’de Kasım Süleymani’nin öldürülmesine misilleme yaparken de ABD’ye hangi üslerini vuracağını bildirmiş ve saldırı belirli sınırlar içinde kalmıştı. Benzer bir durum, bu kez de İsrail’de hangi askeri hedeflerin vurulacağı bilgisinin önceden verilmesinde yaşandı. Hatta İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan da ABD ve bölge ülkelerini saldırıdan 72 saat önce misillemenin mahiyeti konusunda bilgilendirdiklerini açıkça söyledi.

Adeta bir usul yerine getiriliyor gibi oldu. “Dünya nefesini tutmuş” gibi gösterilse de birinci derecede muhatap aktörler sanıldığı veya gösterilmeye çalışıldığı denli gergin değildi. İsrail “demir kubbesi” ve ABD uçakları gelen saldırıyı büyük oranda etkisiz kılmış olsa da İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve İran’ın BM temsilciliği de askeri operasyonun başarıyla sonuçlandığını, devamını amaçlamadıklarını açıkladı. Sonuçta bu, İran kamuoyunun ve bölgede İran’ın vekili niteliğindeki güçlerin beklentilerine uygun olarak hem bir çeşit “gözdağı” niteliğindeydi hem de devamının gelmesine sebep olacak büyük sonuçlar doğurmamayı amaçlıyordu.

Kayıkçı dövüşü mü?

Peki dünya ölçeğinde ve bölgede ne oluyor; mesele bütünüyle kayıkçı dövüşü müdür? Yoksa mevcut savaşa farklı bir açıdan mı bakmak gerekiyor?

Tabii ki mesele “kayıkçı dövüşü” sınırlılığında görülemez. Ancak dünya ölçeğinde savaş sanayisinin, araç ve yöntemlerinin ulaştığı boyut sebebiyle artık hiçbir ülkenin 1. ve 2. Dünya Savaşı’nı anımsatacak türden bir büyük savaşa girmesi, bunu göze alması yakın vadede mümkün görünmüyor. Böyle bir savaşın kazananının olmayacağını söylemek abartılı olmayacaktır. Kamuoyu ile paylaşılan bilgiler, görülmesi istenen boyut ile gerçeklik arasındaki açı sanıldığından da büyük. İsrail’in de amacı kimilerinin sandığı gibi “savaşı yayma” değil Gazze’de yaşadığı sıkışma karşısında, başka hedefleri vurarak başarılı görünme gayretidir. Diğer bir ifadeyle savaşı “dönemin ruhuna” uygun olarak sürdürme, kamuoyu oluşturma, dünyayı saflaştırma ve amaçlanan istikamette yol alma durumudur. Belirli sınırları aşamayan bu türden çatışmalar İran’ın da ABD’nin de İsrail’in de işine yarıyor. İran’ın elinde 3 bin KM menzilli füzeler var. İstenilen hedefi vurmak artık hemen tüm taraflar için mümkün.

İran’ın verdiği bu yanıt, askeri sonuçlarından çok moral/psikolojik sonuçları itibariyle önem taşıyor. “Dokunulmaz, vurulmaz, vurulduğunda sert yanıt alınır” diye bilinen İsrail’in vurulabildiğini gösterdi. Çeşitli ülkelere yayılmış olan Hizbullah, Husiler, Haşdi Şabi vb. “vekiller”e moral oldu. Ayrıca Molla rejimine kamuoyu nezdinde (ekonomik sıkıntılara rağmen) artılar sağladığı söylenebilir.

İsrail’in saldırısı da verilen yanıt da elbette önemlidir ancak bugün dünya coğrafyası, ekseninde yeniden paylaşımın olduğu yeniden saflaşmayı da hegemonya mücadelesini de içeren, niteliği gereği de yıllarca sürecek olan, araç ve alan bağlamında çeşitlenmiş yaygın bir savaşa sahne oluyor. Bu savaşta küresel aktörler gibi vekillerinin de kuşatma, alan tutma ve tehditlerin de rolü vardır; mücadele hem siyasi hem ekonomik hem de askeri ve diplomatik nitelikler taşıyor. Ticaret koridorları oluşturmak da koridorları işlevsiz kılacak manevralar geliştirmek de bu sürecin araçlarındandır. Sadece kaynaklara, zenginliklere vb. göre değil aynı zamanda stratejik öneme göre de bir alan tutma, bir paylaşım söz konusu. Kızıldeniz girişine, Somali’ye, Etiyopya’ya vb. yapılan yığınaklar bunun ifadesidir.

Teknoloji eşliğinde vahşileşen kapitalizm ve alternatif

Bir yanında Moskova’daki IŞİD vahşetinin, Gazze yıkımının ve Ukrayna’nın araçsallaştırılmasının olduğu, diğer yanında sermayenin emeğin dolaşımını ve göçmenliği daha sıkı bir disiplinle karşıladığı yeni bir düzen tasarımının tamamlanmamış da olsa emeğin haklarına, halkların özgürlüklerine dair, teknolojik gelişmelerin yapabileceği olumlu çağrışımların aksine vahşi kapitalizmi anımsatan bir gidişatı haber verdiği bir süreçten geçiyoruz. Binlerce yıl öncesinde insanın öncelikli sorununun barınma ve beslenme olması gibi bugün de aynı sorunların yakıcı biçimde öne çıkmış olması, kapitalizmin dönemsel niteliğine dair çok şey anlatıyor.

Sınıflar mücadelesinin küresel boyuttaki nitelikleri, çap büyüten saldırılar, derinleşen ve keskinleşen çelişmeler eşliğinde teknolojinin sürece giderek daha fazla dahil edilmesi ve gerek doğa ve insanın gerekse bir bütün halinde gezegenin varlığını tehdit eder boyuta gelmesi; alternatif zeminde varlık gösteren, örgütlenen, araç ve yöntem geliştiren kesimlerin de gündeminde olmalıdır.

Araç ve yöntemler dahil devrimci-sol zemindeki birikim elbette önemlidir ve hafife alınmamalıdır. Ancak özellikle 1980-90 sonrasında sermayenin müdahalesinde yaşanan değişim, sözünü ettiğimiz zemindeki birikimle devamlılık bağı içinde bir yenilenmeyi, saldırıların niteliğine uygun bir örgütlenmeyi, donanım ve hazırlığı gerektiriyor.

Seçim eşiği aşıldıktan sonra bugün, ufku düzen dışına taşabilen tüm yapıların (hatta kişi, çevre ve dinamiklerin) bu konuya, tehdidin büyüklüğü oranında ve ciddiyetinde yoğunlaşması; üretkenliğin de emeğin de imkanların da ortaklaştırılabildiği zeminler için harekete geçmesi, olmazsa olmaz önemdedir. 1 Mayıs’ın içeriğinden hareketle söylersek; dönem, birlik, mücadele ve dayanışma eksenli düşünüp hareket etme zamanıdır.

Devrimci Hareket

16 Nisan 2024

Erdoğan Ateşin

Profilinizi oluşturmak için, biraz hayat hikayenizi anlatın. Bu alan, herkesçe görünebilir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu