GenelDünya

ABD’DE KONGRE BASKINI VE KÜRESEL EKONOMİ POLİTİK

Mehmet YEŞİLTEPE

Fotoğraflarla saniye saniye ABD Kongre baskınının görüntüleri

Sınıfsal Bakış |

ABD’de Kongre baskını ve küresel ekonomi politik. ABD’de Kongre baskını ve küresel ekonomi politik. Kişisel değil sınıfsal gerçekler

Biden’in, Trump’ın rakibi olduğu andan itibaren başlayan tartışma ve değerlendirmeler, büyük ölçüde kişiler üzerinden yürüdü. Temsilcisi olunan partilerin program ve politikaları bile çoğu kez kişisel niteliklerin gölgesinde kaldı. Kaldı ki o program ve politikalar da büyük ölçüde makyajlanmış nitelikteydi.

Evet bugün ABD denilince tartışılması gereken çok şey var. Çünkü küresel boyuttaki rolü, işlevi, sermaye ilişkileri ve buna bağlı olarak tesis edilmiş olan düzen doğru kavranıp, küresel ekonomi politik üzerinden değerlendirme yapıldığında, kişiler de partiler de siyasetler de doğru anlaşılır. Ama tersine kişilerden, partilerden başlanıp eksene bunlar konulursa hiçbir şey doğru değerlendirilemez; orman ağacın gölgesinde kalır.

Dünyada pek çok ülkenin konumu sarsılıyor, var olan statükonun sürdürülmesinde bir zorlanma yaşanıyor. Ülkeler arası çelişmeler, ülke içinde farklı sınıf ve katmanlar arasındaki çelişmeler giderek artıyor. Pandemi süreci, var olan çelişmeleri derinleştirici yönde tetiklemiş durumda. Özetle, dünya bir barut fıçısı ve bu, Trump’ın dengesiz davranışlarıyla açıklanacak bir olgu değil. ABD’nin birçok ülkede attığı radikal adımlar, Trump’ın kişisel tercihi değil temsil ettiği sınıfların çıkarları doğrultusundaydı. Önümüzdeki süreçte de benzer politikalar daha da merkezi biçimde sürdürülecektir.

Daha önce yaptığımız bir değerlendirmede Biden’in neden halkların sorunlarına çare olamayacağına değinmiştik. Ancak gerek manipülasyonlar gerekse yukarıda değindiğimiz yöntemsel sorunun solun dahi diyalektiğini akamete uğratır hale geldiği bu tarihsel süreçte ne yazık ki umudu Biden gibilere bağlama yaygınlığı (veya yedeklenme ve özgüven problemli duruş) devam ediyor. Halbuki bugün hiç olmadığı denli sınıfsal bakışa; Latin Amerika’dan Afrika’ya, Ortadoğu’dan Asya’ya hemen tüm dünyaya dönük radikal hamleler tasarlayan ABD’nin muhtemel politikalarının doğru kavranmasına ihtiyaç vardır.

Burjuva siyaset tarzının bir döneminin sonuna gelindiği, sermayenin çok daha doğrudan müdahalelerinin yaşandığı, pandeminin ağırlaştırdığı sermaye-sermaye, emek-sermaye çatışmalarının daha sert geçeceğinin öngörüldüğü bu koşullarda isabetli bir duruş yakalayabilmek için, Biden’in olsa olsa demir yumruğa geçirilmiş bir “kadife eldiven” rolü oynadığı ama bunun da geçici olacağı görülmelidir.

Makyaj dökülecek maske hızla düşecek. Biden’e halklar adına yüklenen hemen her beklentinin önümüzdeki süreçte karşılıksız kalmasıyla, hayal kırıklıkları vb. hızla yaşanacak, maske düşerken sınıfsal gerçeklikle yüzleşilecektir. Bu değerlendirme, “sol alışkanlık” veya “ajitasyon” değil aksine sınıfsal ölçekler gereğidir.

Bugüne kadarki nöbet değişimlerinde olduğu gibi ABD’de Cumhuriyetçilerle Demokratların iktidardaki işlevi, aralarındaki fark üzerinden değil, sermayenin ihtiyaçları üzerinden biçimlenmiştir. Kaldı ki doğrudan kişi/aday üzerinden isabetli bir inceleme yapıldığında Biden’in en tutarlı niteliğinin müesses nizama hizmet, tüm dönemlerde devletin elit kadrosu olma, Pentagon’dan Beyaz Saray’a ve CIA’ya kadar temel önemdeki kurumsal yapılarla uyum vb. olduğu görülür; Biden aynı zamanda darbeler sürecinde, Irak işgalinde, Suriye’ye müdahalede vb. devletin görünür yüzlerinden biridir.

Eğer ABD’de başkan adayının programı kendi tasarrufu ile oluşmuyorsa, bugün Biden’i ihtiyaç haline getiren ve programının içeriğini belirleyecek olan sınıfsal olgular, gerek ülke içinde gerekse küresel boyutta dönemsel ekonomi politik dahilinde değerlendirilmelidir.

Kısa sürede görülecektir ki yemin törenindeki veya seçim meydanlarındaki sempatik tavırların, jestlerin ABD siyasetinde hiçbir yeri/karşılığı yoktur. Hatta diyebiliriz ki yemin töreninde verdiği “Birlik ve beraberlik” mesajı, zor koşullar karşısında Cumhuriyetçi-Demokrat bütünlüğünün sermayenin çıkarları (Wall Street’in talepleri) bağlamında gözetilmesidir. Biden’in ve Demokratların 6 Ocak’taki Kongre baskınına yönelik olarak ciddi bir soruşturmaya karşı çıkmış olmaları, bırakalım Cumhuriyetçi meslektaşlarını tutuklatmayı, onları zayıf düşürecek yaptırımlardan bile uzak durmaları tam da bunun göstergesidir.

ABD’nin, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasından bugüne en zor döneminden geçtiği, çelişmelerin derinleştiği, pandeminin bir savaş enstrümanı gibi kullanıldığı, yeni düzen yönünde arayış ve müdahalelerin hızlandığı bu koşullarda, başkanlık görev ve işlevlerini kişinin niteliğine bağlamak, ondan sermaye karşısında halk adına çözüm beklemek için sınıf gerçekliğinden bihaber olmak gerekiyor.

Nitekim Biden’in kabine tercihi, ne türden kadrolarla yol alacağını, nasıl bir sürece hazırlandığını gösteriyor. Demokratların kontrolüne geçen Senato’nun Biden’ın kabinesinden onayladığı ilk isim, Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Haines oldu. Barack Obama döneminde CIA Başkan Yardımcılığı ve Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcılığı görevlerinde bulunan Haines, Çin’e karşı saldırgan bir tutum sergilenmesi gerektiğini savunmuştu.

Gündeme oturan bir diğer tartışma konusu da Llyod Austin’un Savunma Bakanlığı’na adaylığıdır. Kimisinin askeri kimliğini kimilerinin de ten/siyahi rengini konu ettiği Emekli General Llyod Austin, 4 yıldır ABD’li en büyük silah firmalarından Raytheon’un yönetim kurulu üyesi. Bu durum, bir yanıyla da dünyanın en büyük askeri gücünün başına bir silah tüccarının geçmesi anlamına geliyor. Ancak bu, ABD için yeni bir durum sayılmaz. Anımsanacak olursa Trump, hem bir eski asker hem de bir silah üreticisi lobicisi olan James Mattis’i Pentagon’un başına geçirmişti. Mattis de bir başka büyük silah firması General Dynamics’in yönetim kurulu üyesiydi, onun yerine gelen Mark Esper ise Austin gibi Raytheon yönetim kurulu üyesiydi.

Biden’in tercih nedenlerine gelince, kendisi Austin’in bakan olmasını üç ana nedene dayandırdı: 1. Kendisini Irak işgalinden tanıyor olması, 2. Muharebe görmüş ilk üst düzey Siyahi Amerikalı general olması, 3. Kimlik manasında ‘çeşitlilik gösteren’ bir ulusal savunma politikası güdülmesi…

Savunma Bakanı’nın bu niteliklerinin önemine atıf yapmış olmak bile Biden’in barışa değil savaşa hazırlık ve yatırım yaptığını ortaya koymaya yeterlidir. Hatta Kongre baskınının, sürecin niteliğinin bilincinde olan sermaye güçleri arasındaki gerilimin, çatışma potansiyelinin sahaya yansıması olduğunu söylemek de abartılı olmaz.

Kongre baskını, emperyalizm ve faşizmKongre baskını, “bir avuç ırkçı faşistin hezeyanı”ndan “darbe girişimi”ne kadar geniş bir yelpaze içinde tartışıldı. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki baskının ABD’de yaşanmış olması başlı başına önem atfetmeyi gerektiriyor. Hatta ABD’de hiçbir şey kendiliğinden veya tesadüfen olmaz diyebiliriz. Bu bağlamda önemli olan sonuçlardan çok nedenlerin, arka planın okunabilmesi, ne türden mesajlar içerdiğinin değerlendirilmesidir. Çeşitli sorular eşliğinde yapılacak böyle bir değerlendirme, isabeti de artıracak, Türkiye dahil dünya ölçeğine yansımasının ne türden olabileceğini görme fırsatı verecektir.

Baskın, Trump’ın kişisel bir tasarrufu mudur? Trump, ona atfedilen tüm aykırı niteliklere rağmen ABD’de 4 yıl başkanlık yapmış, bu süreçte düzeni de işleyiş ve kurumlarını da tanımış, Amerikan egemen sınıfları içerisinden gelen bir kişidir. Bu anlamda, aşağıda Martin Wolf’un da belirttiği gibi Trump ve arkadaşları bizzat rol almış olsa dahi, saldırıyı onun kişisel beklentilerine indirgemek, sınıfsal değil arka planı görmeyen sığ bir yaklaşım olur.

Baskını “Amerikan sağının sürece müdahalesi” olarak görmek de “sermaye ilişkileri içinde sağ nerede biter, sol nerede başlar, soldan kastedilen nedir” sorularını ihtiyaç haline getiriyor. Söz konusu olan eğer bir sermaye çatışması veya sürecin nasıl geliştirilmesi gerektiğine dair bir fark ise burada (zorlama ve düzen içi de olsa) sağ-sol ayrımı yerine sermaye kesimlerinin tercihleri üzerinde durulmalı, müdahalenin içerdiği mesaj buradan okunmalıdır.

Financial Times köşe yazarı Martin Wolf, “Amerikan cumhuriyetinin ölüme yakın deneyimi” olarak tarif ettiği durumu yorumlayarak, Washington’da patlak veren krizin boyutunu küçümseme çabalarını reddediyor:“

İşte olanlar: ABD Başkanı Donald Trump, aylarca, kanıt göstermeden, adil bir seçimde yenilgiye uğratılamayacağını öne sürdü. Buna uygun olarak, yenilgisini seçimin hileli olmasına bağladı. Beş Cumhuriyetçiden dördü hâlâ aynı fikirde. Başkan, yetkililere eyaletlerinin oylarını iptal etmeleri için baskı yaptı. Başarısız olunca, başkan yardımcısına ve Kongre’ye, eyaletlerin sunduğu seçim oylarını reddetmeleri için zorbalık yapmaya çalıştı. Kongre’yi buna zorlamak için Kongre binasına yönelik bir saldırıyı kışkırttı. Sekiz senatör de dahil olmak üzere yaklaşık 147 Kongre üyesi, eyaletlerin oylarını reddetme yönünde oy kullandı.”

Özetle bu baskın, pandeminin 2 yıl daha süreceğinin konuşulduğu, muazzam düzeyde sermaye el değiştirmesinin yaşandığı, tasfiye olanların arttığı, orta sınıfın büyük ölçüde eridiği bir süreçte gerçekleşti. Buna bağlı olarak tekelleşme alabildiğine artıyor ve bundan pay kapmak isteyen tekeller arasında olağanüstü bir rekabet yaşanıyor. Bunların farklı kesimlerin temsilcileri olması mücadeleyi radikalleştiriyor. Yoksa sınıflar arasında ve sınıfın farklı kategorileri arasında bu boyutta bir çıkar kavgası olmasa, Amerikan tarihine geçecek böyle bir olaya kalkışmaya cesaret edilmezdi.

Bu arada Kongre baskınıyla beraber ABD’ye dair faşizm içerikli çeşitli değerlendirmeler gündeme geldi. Bu değerlendirmelerin üzerinde tek tek durmak yerine, sürecin sınıfsal niteliğine dair bazı değinmelerde bulunacağız.

Öncelikle mevcut paylaşım ikliminde sermaye güçlerinin azami kozlarını oynamakta olduğu ve bunun tekellerin şiddetini artırdığı, faşizmi ihtiyaç haline getirdiği anımsanmalı ve bir süredir doğrudan faşist partilerle/adaylarla veya Trump, Macron gibi kadrolarla çalışmayı tercih ettiği görülmelidir. Pandemi ile beraber bugün sermaye güçlerinin daha radikal politikalar izleyeceği düşünülecek olursa bunun kadro ve politika tercihine de yansıyacağı söylenebilir.

Amerika, Almanya, Fransa gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde giderek kapsamı daralsa da burjuva demokrasilerinin olması, rejimi-düzeni tartışırken yanıltıcı olabiliyor. Söz konusu ülkelerde, baskı ve sömürünün “Faşizm var mı yok mu” sorusuna kadar daraltılması veya Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki farkın sağ-sol kavramlarıyla ölçülmek istenmesi, sınıfsal bakış açısını bozabiliyor.

Gerçekte burjuva demokrasileri de birer diktatörlüktür; bu rejimde sağlanan nisbi haklar ve verilen sus payı, söz konusu emperyalist ülkelerin bağımlı/sömürge ülkeleri sömürmelerine, doğal kaynaklar vb. zenginliklerini yağmalamalarına dayanır. Diğer bir ifadeyle, bugünün koşullarında burjuva demokrasisinin kaynağında emperyalizm vardır.

Kendi ülkelerinde nisbi haklar için imkan sağlayan emperyalizmin bağımlı ülkelerdeki izdüşümü faşizmdir. Daha açık ve doğrudan ABD’den veya Fransa’dan söz edilecekse burjuva demokrasisinin olmasının ırkçılığı, polis şiddetini vb. önlemediği görülmelidir. Örneğin Amerikan polisi son 5 yılda silahsız 135 siyahi insanı öldürdü. Üstelik İngiliz Morning Star gazetesinin aktardığına göre cinayetlerden sorumlu polislerin en az yüzde 75’inin beyaz olduğu ve bunların çoğunun cezasız kaldığı tespit edildi. Ayrıca dikkatli bakıldığında Fransa’da sokakta gösteri yapanlara yönelen polis şiddetinin Türkiye’deki uygulamalara ne kadar benzediği görülür.

Özetle burjuva demokrasileri ile faşizm arasındaki fark, ülkedeki adaletsizliği, baskı ve sömürüyü yok etmiyor. Hatta devletin görece özerkliğinin giderek sınırlandığı ve egemen sınıfların siyasal mekanizma üzerindeki vesayetinin arttığı günümüz koşullarında, ilişkinin daha doğrudan hale geldiği ve aradaki bağın görünür olduğu söylenebilir.

Bu bilgiler ışığında ABD’deki Kongre baskını üzerinden sınıfsal iz sürecek olursak, meselenin kişilerin veya siyasal partilerin tasarrufundan öte dünya ölçeğinde özel bir sürece hazırlık yapan ABD’nin sermayesinin bir kesiminin hesap ve beklentilerini görürüz. ABD’de kökleşmiş ve kurumsallaşmış sistem, doğrudan tekellerin hizmetindedir. Bunun yanında, her ne kadar tekelci burjuvazi oligarşi durumuna gelmiş olsa ve birkaç büyük tekelin hegemonya sürdürdüğünü düşünsek de Amerikan egemen sınıfları içerisinde hala bir çıkar kavgasının olduğunu söyleyebiliriz. Ancak farklı tekel grupları ile daha yakın ilişki içinde olsalar da Demokratların veya Cumhuriyetçilerin nöbeti devralmaları çok şeyi değiştirmiyor. Örneğin Biden’in başkanlığı İsrail’in Arap ülkeleri ile normalleşmesi sürecini değiştirmeyecektir, hatta bu konuda kalınan yerden devam edileceğine dair açıklama da yapılmıştır. Buna rağmen bu baskının yapılması, bizlere pandemi koşullarında dünya ölçeğinde çelişmelerin nasıl keskinleşeceğine, paylaşım ve tasfiyenin nasıl hızlanacağına ve çatışmaların nasıl sertleşeceğine dair ipucu vermektedir. Pek çok açıdan kendini sermayeye kanıtlamış olan Biden’in politikalarındaki olası nüanslara bile tahammülsüzlük buradan okunmalıdır.

İranı kuşatmayı ve Rusya’yı Rusya’da, Çini Çin’de hapsetmeyi planlayan ABD’nin muhtemel radikal politikalarının dünyaya ve Türkiye’ye yansımalarının doğru okunabilmesi, olası gelişmeleri anlayabilmenin ve politik duruşta isabetin zorunlu koşullarından biridir. Basın önünde tüm dünyaya meydan okunuyormuş gibi (iç politikaya dönük olarak) yapılan açıklamalara rağmen Erdoğan veya bakanları tarafından ABD’ye ve AB’ye verilen birlik mesajları biliniyor. Çavuşoğlu’nun “Ortadoğu, Kıbrıs, Libya, Suriye ve Kafkasya’daki önemli gelişmelerin yaşandığı yoğun bir yıldı. AB, aralık zirvesinde Türkiye’ye elini uzattı ve biz de olumlu yanıt verdik.” biçimindeki mesajı bunu doğruluyor. Örneğin, Ermenistan’la gerçekleşen savaşın ardından Azerbaycan denetimine geçen Şuşa’nın yolunu Kolin İnşaat’ın yapacak olması, ABD ve AB ile ilişki içinde Kafkaslarda üstlenilen rolün sonuçlarından sadece biridir.

ABD etkisi ve TürkiyeYukarıda da belirttiğimiz gibi siyasal değerlendirmelerde isabet, arka planı okumayı, kişiselleştirici dar yaklaşımlar yerine parçanın bütünle ilişkisi üzerinden değerlendirme yapmayı gerektirir.

ABD’deki Kongre baskını için yaptığımız değerlendirmenin benzerini Türkiye için de yapabiliriz. Örneğin Türkiye’de son zamanlarda muhalif gazeteci ve siyasetçilere yapılan saldırılar, kendiliğinden olmadığı gibi saldırganın kendi kişisel özellikleri, kararı vb. sınırlılığında da görülebilecek olaylar değildir. Buradaki gerilim ve kutuplaştırıcı siyaset, iktidarın dönemsel ihtiyacı ile de ilişkilendirilebilir ancak sınıfsal değerlendirme, meselenin sermayenin ihtiyaçlarıyla, beklentileriyle olan bağını da görebilmeyi gerektiriyor.

Süreç, turnusol etkisi yapıyor ve dış siyasette efelenmeler veya ülkede reform vb. söylemler bütünüyle anlamını yitiriyor, hareket kabiliyeti tükeniyor. Adı Gezi, Kavala, 17-25 Aralık, MİT TIR’ları dosyaları vb. ile duyulan İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan‘ın hızla önce Yargıtay’a hemen peşinden 12 yıl süreyle görev yapacağı Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanması yargı reformundan söz eden “Saray”ın sözü ile fiili arasındaki açıyı göstermeye yetiyor.

ABD’nin muhtemel politikalarının Türkiye’ye yansımalarına gelince, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi konusunda ABD’nin yapacağı hemen her müdahalenin ortasında olduğunu söylemek mümkün. Bilindiği gibi ABD’nin müdahalesiyle bir süredir İsrail’in güvenliği ve Arap ülkeleri ile normalleşme adına geniş kapsamlı bir bütünleşme yaşanıyor. Bu, aynı zamanda İran’ın kuşatılması anlamına geliyor. Böyle bir süreçte Türkiye’nin gerek dış politika tercihleri gerekse taşeronluk/bağımlılık ilişkileri sebebiyle tarafsız kalması mümkün görünmüyor; İran’a yönelik doğrudan çatışmanın içinde olmasa dahi hazırlık sürecinin içinde olacağını söyleyebiliriz. Benzer şekilde Afrika’ya, Asya’ya kadar uzanan geniş coğrafyada ABD-İsrail-Azerbaycan eksenli duruşun bir parçası olma ve TSK’nin avantajlarını pazarlama bağlamında taşeronluk rolünü/çapını artırması beklenmelidir. Nitekim ABD’nin İsrail ile Körfez ülkelerini normalleştirme sürecine İhvan’ın sponsorluğunu yapan Katar’ın da katılmasıyla beraber Türkiye’nin Mısır-İsrail vb. ile sıcaklaşma, ABD’ye mesajlar verme vb. yönündeki adımları görünür hale gelmeye başladı.

Bunlar yaşanırken muhalif kesimlerin ve temsilcilerinin süreci yeterince kavrayamadığı ve örgütlü yapılarının gerekli pratik duruşu geliştirmeye müsait olmadığı, yetersiz kaldığı görülüyor. Sıkça değindiğimiz ve başlı başına bir yazı konusu olan, muhalif kesimlerin potansiyel çapı, dönemsel nitelikleri vb. kavranamadığı ve gerekleri örgütlü-fiili olarak yerine getirilmediği sürece, salt kısa menzilli reaksiyoner hareketlerle bu dönemin karşılanamayacağı, gözünü karartmış sermaye güçlerini durdurmaya yetmeyeceği, hatta önemli bir tehdit oluşturmayacağı bilinmelidir.

Çözüm ararken, her zaman büyük resimler çizmek, ekonomi politiğin yasalarını kalın çizgilerle öne çıkarmak gerekmeyebilir ama bugün sürecin özgünlüğü/niteliği bunu gerektiriyor.

Bu tür dönemlerdeki eski-yeni ilişkisi, bir kopmadan çok bir değişim ve yenilenme ilişkisidir. Gramsci’nin “Eski dünya ölüyor ve yenisi doğmakta zorlanıyor; şimdi canavarların zamanıdır” biçiminde vurguladığı durum da gerçekte bunu ifade eder. Bazen doğum, alışılmış olandan öte uzar ve daha sancılı geçer.

Bugün büyük ölçüde pandeminin koşulladığı durum süreklilik kazandıkça, toplumsal olandan bireysel olana yansıyan ve bireyi daraltıp boğan geleceksizlik-güvencesizlik ve belirsizlik halleri mutsuzluk ve umutsuzluğu büyütürken çıkışsızlık ve kabuğuna çekilip kendini bırakma durumu yaygınlaşıyor.

Bilinmek durumundadır ki umutsuzluk, karamsarlık ve özgüven yitimi insanın içine yerleşen Truva Atı gibidir, özgücü de potansiyelleri de akamete uğratır. Bu nedenle moral oluştururken, çözüm ve çıkış ararken, bireysel olanı örgütsel olanla, örgütsel olanı toplumsal olanla ilişkilendirebilecek bir bakışa sahip olmak, olmazsa olmaz önemdedir.

İşte muhalefetin görülmemiş boyutta genişleyip çeşitlendiği ama aynı zamanda siyasetsizlikle malul olduğu bu tarihsel kesitte muhalefet, ittifaklar ve araçlar konusunda süreçte etkili biçimde rol almak üzere güncellemenin nasıl yapılması gerektiği üzerinde durmak, bugün en öncelikli meselelerden biri olarak görülmelidir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu