GenelÖne Çıkan

AİHM, DEMİRTAŞ KARARINI NEDEN UYGULAMIYOR?

Dr. Mustafa PEKÖZ -ANKARA

Erbakan'ın görülmemiş mahkeme görüntüleri yayınlandı | VİDEO

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire’nin Demirtaş dosyası üzerine vermiş olduğu karar, Türkiye’nin hukuki alanda kaynaklanan sorunlarına dikkat çeken bir meselenin çok ötesinde Ankara’nın uluslar ve bölgesel alanda izleyeceği politikaların ve stratejilerinin yönünü de ortaya koyan bir mesaj olduğu çok açıktır.

AİHM Kararının doğru kavranması için birkaç noktaya dikkat çekmek gerekir.

Birincisi, AİHM, Avrupa Birliği(AB)’nin bir kurumu değildir. Merkezi Strasbourg’da olan Avrupa Konseyinin bir kurumu olarak görev yapıyor. Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Konseyi’nin 47 üyesi bulunuyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi(AKPM) ve AİHM kurumsal olarak Avrupa Konseyine bağlı olarak faaliyet yürütüyor.

İkincisi, AİHM işleyişi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS)’ine ilkelerine göre işliyor. AHİM, Büyük Daire ve Alt Dairelerden oluşur. AİHM’e seçilen yargıçlar 9 yıllık bir süre için görev yapıyor ve bunlardan mutlak tarafsızlık ilkesine uyulması istenir. Türkiye’yi temsil eden bir yargıcında bulunduğu ve 17 yargıçtan oluşan Büyük Daire’nin aldığı kararlar, Avrupa Konseyi üyesi ülkeler için kesin bağlayıcıdır.

Üçüncüsü, AHİM başvuru yapılması için davaya konu olan ülkenin AİHS imzalaması şartını imzalamış ve öncelikli olarak ‘iç hukuk yollarının’ tükenmiş olması gerekir. Değineceğimiz gibi cumhurbaşkanı Erdoğan, iç hukuk yolları tükendikten sonra tam 3 kez AİHM başvuru yaptı. Aynı şekilde Abdullah Gül’ün eşi de AİHM başvurmuştu.

Dördüncüsü, AİHS. 1954’te Menderes hükümeti tarafından kabul edildi. AİHM bireysel başvuru ise 1987 yılında Özal hükümeti tarafından kabul edildi. 2004 yılında, AKP hükümetinin ilk yıllarında Anayasa madde 90. Maddesinde yapılan değişiklikle,« milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümleri nedeniyle çıkabilecek anlaşmazlıklarda uluslararası anlaşma hükümleri esas alınır » ilkesiyle “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki hükümlerin bağlayıcılığını kabul etti. Ayrıca 2010 yılında yapılan Anayasa Referandumu ile ‘Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru’ ilkesi getirildi.

Bütün bunların toplamı AİHM Kararları Türkiye için bağlayıcıdır. Bu kararların uygulanmaması gibi bir durum söz konusu değildir. AİHM Bireysel Başvuruları ve Türkiye Gerçeği 2019 yılı verilerine Avrupa Konseyi’ne üye 47 devlet içerisinde AİHM yapılan toplam başvuru 59 bin 800 olarak verilmiş.

Rusya 15050 dava ile ilk sırayı oluşturuyor. Türkiye 9250 dava ile ikinci sırada bulunuyor. Türkiye’yi 8 850 dava ile Ukrayna, 7900 dava ile Romanya, 3050 dava ile İtalya, 1950 dava ile Azerbaycan, 1 650 dava ile Ermenistan, 1 600 dava ile Bosna-Hersek, 1350 dava ile Sırbistan, 1250 dava ile Polonya takip ediyor. Geriye kalan 37 Avrupa ülkesinde ise toplam 7 bin 900 bulunuyor. Bu başvuruların bir kısmı sonuçlanmış halen bir kısmı devam ediyor.

Türkiye’nin Rusya’dan sonra ikinci sırada bulunması bir tesadüf olmayıp, toplumun karşı karşıya olduğu hukuki sorunların boyutu bakımından bize bir fikir veriyor. İlginç olan ise AHİM, Demirtaş hakkında verdiği karara şiddetle karşı çıkan ve kararı tanımadıklarını söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan tam üç kez kendi hakkını AİHM de aradı.

Birinci başvuru, 12 Aralık 1997 tarihinde Siirt’te katıldığı bir mitingde okuduğu bir şiirden dolayı Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından yargılandı ve 21 Nisan 1998 tarihinde, Erdoğan’ın “halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” iddiasıyla 1 yıl hapis cezası aldı. Yargıtay 8.Ceza Dairesi cezayı onayladı. Erdoğan, iç hukuk yollarının tükenmesi sonucunda 1999 yılında AİHM’e başvurarak adil yargılama talebinde bulundu.

AİHM ikinci başvurusu ise 2002 yılında yapıldı. Erdoğan, milletvekili olmak başvurusu yapmak için ‘adli kayıt sicilinin silinmesi için yaptığı başvurunun Yargıtay tarafından reddedilmesinden sonra alınan kararın ‘siyasi’ olduğunu belirterek AİHM başvuru yaptı.

Üçüncü başvuru ise Yüksek Seçim Kurulu’nun Erdoğan’ın milletvekili olmayacağını açıklanmasından sonra yine 2002 yılında AİHM başvuru yaptı. Erdoğan, o dönem yaptığı açıklamada: “hukukumuzu son noktasına kadar arama hakkını kullanacağız. Bu, Tayyip Erdoğan’ın özgürlük veya demokrasi mücadelesi olmaktan çıkmıştır. Bu, milletimizin özgürlük mücadelesidir. Bu konuda hukukumuzu son noktasına kadar arama hakkını kullanacağız. Bu mücadeleden ülkem mesafe alarak çıkacaktır » demişti.

Aynı şekilde cumhurbaşkanı bu kez, ‘AİHM kararını tanımadığını ve uymayacaklarını’ söylüyor. Kendisi için “hukukumuzu son noktasına kadar arama hakkını kullanacağız » diyor ama Demirtaş kendi hukuki haklarını sonuna kadar kullanmak için AİHM yaptığı ve sonuçta ‘haklı olduğu’ tescil edilmesini’ kabul etmiyor. Yani Erdoğan için hak olan Demirtaş için hak olmuyor. Peki, bunun kuralı, ilkesi ve normu nedir? Belli değil AİHM’de taraflar var:

Birinci taraf Davacı Demirtaş, İkinci taraf davalı Ankara-İktidar ve üçüncü taraf ise İnsan Hakları Komiseri, Parlamentolar Arası Birlik ve STK’lar olarak verilmiş. Bunların katılım gerekçeleri şöyle özetlenmiş; İnsan Hakları Komiseri: “Demokratik sistemlerde milletvekillerinin oynadıkları kilit rolü vurgulamıştır. Muhalif milletvekillerinin tutukluluk halleri, Sözleşme’ye Ek 1 Numaralı Protokol’ün3. maddesi ile korunan serbest seçim hakkı üzerinde önemli bir olumsuz etki yaratmıştır.

Parlamentolar Arası Birlik: “Başvurucunun tutukluluğunun kendisini meclis sorumluluklarına anlamlı bir şekilde adamasını imkânsız hale getirdiğini belirtmiştir.

STK’lar: Muhalefet milletvekillerinin eleştirel görüşler ifade ettikleri için tutukluluk hallerinin Sözleşme’ye Ek 1 Numaralı Protokol’ün3. maddesinde yer alan haklara haksız müdahale teşkil ettiğini ileri sürmüşlerdir.

Mahkeme 16 alt başlıkta değerlendirme yapmış. Bu değerlendirmelerin ilk 6 tanesi hükümetin taleplerine ilişkin olup tamamı oy birliği veya bir karşı oy çokluğuyla reddetmiş. 10 madde ise Demirtaş’ın yargılanmasına ilişkin yapılan hukuksuzluğun koşulsuz ve net olarak tescilidir Büyük Daire’nin Kararını Tanımıyorsan Ne Yapacaksın. Türkiye’yi temsilen bir yargıcın bulunduğu Büyük Daire’nin kararını tanımıyorsa, yapması gereken şu:

Devlet olarak atadığı yargıcı çekmeli, AİHM’e her hangi bir yargıç vermemeli ve aynı zamanda kesin bağlayıcılığı olan AİHS çekilmelidir. Bunu yapmadan kararları keyfine göre uygulamamak Demirtaş’tan çok Ankara’nın politik-diplomatik gücü kaybına ve çok daha fazla sorgulanmasına yol açar.

Ankara’yı temsil eden ekibin başında geçmişte asker olan Alman-İngiliz vatandaşı olan Bonn Üniversitesi Uluslararası Kamu Hukuku Enstitüsü’nden Alman avukat Stefan Talmon bulunuyordu. Ankara’yı savunan ekip, elindeki bütün delilleri Büyük Daire’ye sundu. Demirtaş’ın talebinin usulden ve esastan reddedilmesi için bütün imkânlarını kullandı.

Burada şu soru gündeme geliyor: Eğer Büyük Daire Davalı olan Ankara’nın taleplerine uygun bir karar vermiş olsaydı, AKP iktidarı ‘kararı tanımıyorum’ diyecek miydi? Öyle demeyeceği tersine Büyük Daire’nin ne kadar objektif bir karar verdiğini açıklayacaktı. Ancak tersten bir karar çıkınca, ‘kararı tanımıyorum’ ve Demirtaş Bırakılmayacak’ açıklamasıyla doğrudan yargıya müdahale edildi.

Ankara için de bağlayıcı olan Büyük Daire’nin kararına uyulmayacağının açıklanması, uluslar arası hukuk kurallarının da ihlal edildiği ve tanınmadığı anlamına geliyor. Hem Büyük Daireye hem hakim atayıp hem de karara uymamak; uluslar arası alanda politik-diplomatik prestij kaybıdır ve ciddiye alınmamadır.

İktidar Demirtaş Kararı Neden Uygulamak İstemiyor. AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar gücü son bir yıldır toplumsal gücünü kaybetmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı sisteminin dayandığı 50+1 formülü dikkate alındığında cumhurbaşkanı seçilme olasılığının giderek imkânsızlaşıyor. Olası bir seçimde parlamentoda salt çoğunluğu kaybedecekleri çok açık. AKP-MHP iktidar bloğu esasen politik kriz üzerinden kendisini var etti ve bu yöntemi denemeye devam ediyor.

Krizin toplumsal dinamiğini din-mezhep ve etnik kimlikleri üzerinde yürütüyor. Müslüman/Gayri Müslüm, Sünni-Alevi, Türk-Kürt gibi argümanlarla toplumsal krizi yönetmeye çalışıyor. Demirtaş’ın temsil ettiği misyonun toplumsal tabanı esasen Kürtlerden oluşuyor. Demirtaş üzerinden terörist-bölücü’ gibi kavramları süreklileştirerek toplumun pozisyon belirlemesini istiyor. Böylelikle dağılma eğiliminde olan toplumsal tabanı bir biçimiyle kontrol etmeye çalışıyor. Tıpkı Türban’ın üzerinden başlatılan tartışmayla toplumun yeniden Laik-Anti Laik saflaşması üzerinden alan oluşturmaya çalışılıyor.

Demirtaş, hem kişisel özellikleriyle hem de temsil ettiği toplumsal kesim için artık tartışmasız kabul gören bir liderdir. Başta cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bahçeli olmak üzere Cumhur ittifakı, Demirtaş’ın serbest bırakılmasının 6 milyon oy aldığı seçmenin psikolojik ve toplumsal reflekslerini olumlu yönde çok ciddi oranda etkileyeceğini görüyor.

Dışarıda olan bir Demirtaş’ın Türkiye’nin toplumsal dinamiklerini ve politik geleceğini etkilemede önemli bir misyon üstlenebileceğini özellikle cumhur ittifakı farkındadır. HDP kapatılsa ya da politik ve örgütsel gücü minimum düzeye indirilse dahi Demirtaş’ın serbest bırakılmasıyla Kürt merkezli toplumsal dinamiklerin tahmin edilenden daha hızlı ve aktif bir tarzda politik sürece müdahil olacağı görülüyor.

Bu nedenle Anayasa için de bağlayıcı olan uluslararası hukuk kurallarının uygulanmamasından ısrar edilmesi, esasen Demirtaş’ın iktidarın politik dengesini bozacak sürecin yaratacağı kaygı ve telaştır. Mesele söylenildiği gibi ‘terör ya da terörist’ gibi iddialar olmadığı çok açıktır. AKP-MHP İktidarı Ne Zamana Kadar Direnir Demirtaş’ın serbest bırakılıp bir gün sonra tutuklanmasından HDP’nin kapatılmadan seçim dışı tutulması, Demirtaş’ın politik faaliyetlerinin sınırlandırılmasına kadar çok yönlü hesapların yapıldığı biliniyor.

Ancak, Türkiye’nin içte karşı karşıya olduğu ekonomik, sosyal, politik sorunlar ile ABD-AB merkezli geliştirilen bölgesel stratejilerin merkezinde Türkiye’nin oturtulmaya başlanması, Demirtaş üzerinde uygulanmak istenen planları çok ciddi oranda işlevsizleştirecektir. Çünkü Demirtaş’ın politik etki alanı ve misyonu iç politik ilişkileri aşmış bulunuyor.

Uluslararası politik ilişkilerde yapılan analizler dikkate alındığında, Demirtaş, Türkiye’nin politik geleceğini belirlemede ön plana çıkan 3-4 liderden biri olarak görülüyor: Sonuç; Ankara’nın Türkiye’nin politik istikrarını korumak istiyorsa, uluslararası ilişkilerde pozitif mesajlar vermek istiyorsa, Demirtaş ve Kavala konusunda daha objektif ve gerçekçi davranmalıdır.

Türkiye için mutlak bağlayıcı olan uluslar arası hukuk kararların uygulanması, Türkiye açısında çok daha olumlu mesajlar içereceği açıktır. Şubat ayında Kavala davası görülecek. Kavala’nın serbest bırakılması mümkün. Demirtaş’ın serbest bırakılma süreci bütün zorlamalarla Mart ayına kadar sürebilir. Mart 2021 ayı Ankara için önemli bir süreç olacaktır.

Halk Bankası Davası Başlıyor, Avrupa Konseyi, NATO Zirvesi ve AB Liderler Zirvesi Toplantısı var. Her dördü de doğrudan Ankara’yı ilgilendiriyor. Ankara’nın bu süreye kadar uluslararası güçlere vereceği diplomatik mesajlar önem arz ediyor. Demirtaş-Kavala davaları bunların somut ve denetlenebilir örnekleri olacaktır. Mart 2021 yılında çanlar çalmaya başlanacak. Ama kimin için. Birlikte izleyelim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu