BölgeGenel

TÜRKİYE’NİN ULUSLARARASI GÜÇLER NEZDİNDEKİ ÖNEMİ ve KÜRDİSTAN SORUNUNA YANSIMASI (2)

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

Bir ülkenin uluslararası alanda stratejik önemini belirleyen bir başka boyut sahip olduğu nüfusudur. Türk devlet sınırları içindeki nüfus 85 milyon olduğu iddia edilir. Bu durum Türkiye’ye stratejik bir avantaj sağlamaktadır. Yanı sıra bir başka gerçeği de ortaya çıkarmaktadır. Çünkü bu nüfuz homojen değil, heterojendir. Bir ırka, bir millete tekabül etmemektedir. Çoğu göçebe ve muhacirdir. Farklı ırk ve milletlere mensuptur.

Yanı sıra Türkiye denilen “hata ülke” de yerli millet ve azınlıklar da vardır. Bu durum demokratik bir ülke için çoğulculuk ve zenginlik olarak kabul görür ama Türk egemenlik sisteminde bu durum tehdit olarak görülür. Zaten sistemin anayasası ve diğer yasaların da bu tehlikenin altı kalın çizgilerle çizilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşu ile bu heterojen yapıda olmayan bir millet yaratma projesi devreye konulmuştur. Bunu anayasasının 66. Maddesinde “Türk kimliğini taşıyan herkes Türk’tür” diyerek işin içinden çıkmıştır.

Fakat bu birçok millet ve azınlık tarafından kabul görülmemiştir. Gerçi birçok millet ve azınlık asimilasyona uğramıştır. Bu uygulamaya karşı en sert çıkan Kürdler olmuştur. Kürdlerden de birçok insan asimilasyondan geçmiştir ama esas yapısı kendini korumayı başarmış ve şu an millet olmadan doğan haklarını almanın mücadelesini vermektedir.

Fakat Türk devleti bunu engellemek için her yol ve yönteme baş vurmaktadır. Bunu beka sorununa bağlamışlardır. Bu konu da bir kültür oluşturmuşlar. Bir milletin, bir toplumun, bir devletin kültürünü coğrafya belirler. Bu tartışılmaz bir gerçekliktir. Kültür, toplumun siyasal, ekonomik ve sosyal yapısı ile devlet arasındaki ilişkiyi belirler. Devlet ise doğal olarak bu temelde içte ve dışta izlediği siyaseti belirler. Bu bağlamda kendine Türk diyen kesim nasıl bir kültür edinmiş ve bu, devlet politikası ve yönettiği toplum yapısına nasıl yansımış buna bakmak gerekir. Bu bağlamda Türk devleti ve Anadolu toplumunun politikası incelendiğinde edindiği örf, adet, gelenek, görenek, inançlar, semboller, efsaneler ve alışkanlıklar her davranışına yansımaktadır.

Adına ne derseniz deyin. İster Türk milleti, ister Türk toplumu, ister Anadolu toplumu deyin fark etmez. Kendine Türküm diyenler bulunduğu coğrafyanın yerlisi değildirler. Bu, bir korku nedenidir. Bu, “yarınım ne olacak?” kaygısıdır. Bu kaygı Türk devletini güvenlikçi bir politika izleye sevk etmiştir. Bu da işi herkesi kendisine düşman olarak görmesine kadar götürmüştür. Bugün Türk devletinin yapısı tamı tamına böyledir. Toplumun psikoloji de buna göre şekillenmiştir. Eğer bir toplum korkularla yaşıyorsa hem içte hem dışta agresif bir tutum takınmasına yol açar. Bu nedenledir ki Türk egemenlik sistemi hem hükmettiği topluma hem dış güçlere karşı uzlaşmaz bir tutum sahibidir.

Türk devlet geleneğinde var olanla yetinme yoktur. Dışa doğru genişlemeci saldırgan bir politikaya sahiptir. Bu politikayı halka da dayatırlar. Zaten Anadolu toplumu buna göre ırkçı-fetihçi bir kültürle şekillendirilmiştir. Bu da toplumun davranışlarının şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Geçmiş bir yana son dönemler de bu açıkça ortaya serildi. Kürdlere ve Yunanistan’a karşı dile getirilen tehditler bu mantığın sonucudur. Geçmiş hatırlatıldı. “Ermeni soydaşlarınızın başına ne geldi, hatırlayın. Bir daha denize mi dökülmek istiyorsunuz? Ansızın bir gece gelebiliriz” gibi saldırgan bir dil kullanıldı. Eski barbarlıklarını dile getirdiler. Bununla kendilerince bir taraftan kendi korkularını aşmaya çalıştılar öbür yandan hasımları üzerinde korku yaratmaya çalışıyorlar.

Korkan oldu mu? Ne gezer. Rojava Özerk Yönetim Sorumluları “geleceğiniz varsa göreceğinizde var.” Yunanistan Başbakanı Miçotakis, “geceye kalmayın, ibibikler öter ötmez bekleriz“ deyip dalga geçti. Türkler hala gidiyor. Biraz sıkar. Ha bu ara Türkler de “yağmasan da görle“ mantığı da egemen. Sürekli görlüyorlar dahası havlarlar. Şimdi kime saldıracaklarının hesaplayıp duruyorlar. Güçleri Kürdlere yetiyor. Sürekli saldırıyorlar. Başka güçlere saldırmayı göze alamıyorlar. Çünkü küresel güçler tarafından dişleri çekilmiş kapı önüne bağlanmışlar. Bu da çok zorlarına gidiyor.

Bilindiği üzere Türk devleti 2. Dünya savaşından sonra çıkarını batının izlediği politikada buldu. Kimi zaman bazı pürüzler çıksa da aralarındaki ilişki sorunsuz devam etti. Bu durum ABD öncülüğünde Koalisyon Güçlerin Irak’a müdahale etmesi ve Kürdlerin bazı haklar almasına kadar sürdü. O günden sonra Türkiye’nin batı sistemi ile çıkarları farklılaştı, aralarındaki çelişki giderek derinleşti. Şu an geri dönülemeyecek kadar derinleşmiş durumda. Bu durum Türk devletini yeni bir politika oluşturmaya yöneltti. Eski müttefikleri batıdan adım adım kopmaya ve Rusya’nın başını çektiği doğu blokuna yanaştı. Rusya ile iş tutukça batıya karşı düşmanca bir tutum içine girdi. Şu an tüm batılı devletlerle sorun yaşıyor.

Türk devlet geleneğinde sorunları diplomatik yöntemlerle çözme yoktur. Askeri yöntemleri esas alan bir politikaya sahiptir. Başka seçenekler literatürlerinde yoktur. Hem içte hem dışta izlediği politika “güvenlik ve tehdit“ üzerinde inşa etmiştir. Bunun pratikteki yansıması karşı güçlerle uzlaşma değil savaşla çözmeyi esas almıştır Durum şunu gösteriyor. Türk devletinin risk almayı göze aldığı görülüyor.

Özelikle son dönemlerde izlediği dış politika saldırgan bir seyir izliyor. Balkanlarda, Kafkasya’da, Afrika’da, Akdeniz’de, Egede, Körfez ülkelerinde ve Orta Doğu’da izlediği saldırgan tutuma bakıldığında şunu görmek mümkün. “Ya hep ya hiç” modundadırlar. Herkese kılıç sallayıp duruyorlar. Kimseyle de uzlaşmıyorlar. Kendilerince “bölge gücü“ olma yeterli gelmemiş olacak ki, “küresel güç“ olmak istiyorlar.

Olurlar mı? Kuşkusuz hayır. Böyle devam ederlerse ellerindekinden olacakları kaçınılmaz. Kiminle aşık attıklarının farkında değiller. Belki de “kendimi ne kadar dayatırsam elimdekini o kadar kururum“ düşüncesindeler. Fakat anlamadıkları şudur. Savaştıkları güç sadece Kürdler değildir, dünya devleridir. Aslına bakılırsa bu politika Kürdlerin işinide kolaylaştırıyor. Türklerin dünya devleri ile karşı karşıya gelmesi Kürdler için bulunmaz bir fırsattır. Biz Türkleri yenemedik ama boyunda eğmedik. Hiç olmasa dünya devleri yensin. Türklerin yenilmesi biz Kürdlerin kazanması demektir.

Kimi aklıevvel Kürdler, Türklerin kaybedeceği kaygısını kendilerine dert edinmiştir. “Türkler şunu, bunu yaparsa kendi çıkarınadır“ deyip akıl hocalarına soyunmuşlar. Bunlar hangi dünyada yaşıyorlar merak konusu. İnsana sormazlar mı Türklerin çıkarı bir Kürd olarak sana ne? Kendi geleceklerini Kürdleri yok etmede bulan ırkçı, faşist, sömürgeci Türk devletinin çıkarını niye kendine dert ediniyorsunuz? Bundan anlaşılmayacak ne var? Adamlar kendilerini Türk’ün kapısına bağlamışlar. Şimdi de Kürdleri bağlama derdindedirler. Bunlara boşuna kaybedilmiş Kürd demiyoruz.

Türk egemenlik sistem sahiplerinin bu saldırganlık, barbarlıklarına karşı şu an Türk devlet sınırları içinde yaşayan millet ve azınlıkların nüfusu kendi hakları temelinde kendini örgütler ve pratikleştirirse mevcut durumu değiştirebilirler. Bu konu da atılmış umut verici adımlar da vardır. Özelikle bu konu da Kürdler öncü bir rol oynuyor. Lazlar örgütleniyor. Arnavutlar, Çerkezler ha keza. Yunanistan, Anadolu üstünde haklarını sürekli dile getiriyor. Bu gelişmeler şu an sonuç alıcı bir seviyede olmasa da gelecek için umut vericidir. Türk egemenlik sistemi kaybedecek, halklar kazanacaktır. Tarihin akışı buna işaret ediyor.

DEVAM EDECEK..!

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu