Genel

RADİKAL DEMOKRASİ KAVRAMI VE M.KARASU ŞAHSINDA ULUSAL HAREKETİN ‘YENİ’ REFORMİZM RÜZGARI

     Gramsci, burjuva devlet aygıtının yalnızca bir sınıfsal iktidar aygıtı olarak değil aynı zamanda bir ideolojik-kültürel hegomanya aracı olduğundan hareketle, proleteryanın kendi ideolojik kültürel hegomanyasını aşağıdan bizzat üretim ilişkileri alanında kitle örgütleri aracılığıyla inşası ile giden bir sosyalist iktidar mücadelesi tarif ederken, batıda, Sovyet devriminde olduğu gibi farklılaşması süren bir köylülüğün olmadığı ve batıda köylülüğün farklılaşmasının tamamlanmış olması ile, proleteryanın da nisbeten sömürgelerden aktarılan artı-değerin bir kısmı ile nemalandırılarak pasifize edildiğini, böylelikle batıda sosyalizm mücadelesinin özellikle ideolojik kültürel hegomanya cephesinden ayrı bir önem kazandığını söylemek istiyordu.    Böylelikle Gramsci, birinci dünya savaşı ve sonraki süreçte batıda faşizmin kitle desteği bulabilmesi olgusunu tahlil ederek, burjuva devletin ideolojik -kültürel hegomanyasının kitle örgütleri aracılığıyla aşılacağı bir bir mevzi savaşı statejisinden bahsederken Leninizmin devlet ve devrim teorisini batıdaki siyasal konjonktüre uyarlayarak , proleteryanın farklı bir konjonktüre sahip coğrafyadaki siyasetini derinleştirmeyi amaçlıyordu.  

Sonraki süreçlerde Gramsci’nin burjuva devletin ideolojik kültürel hegomanya alanını daraltma siyaseti üstünden geliştirdiği sivil toplumcu tezlerin bir revizyonu niteliğinde olan radikal demokrasi teorileri Ernesto Laclau ve Chantal Maufe tarafından geliştirilen, Gramscinin bahsettiği ideolojik- kültürel hegomanya mücadelesinin kapitalist toplumun iki temel sınıfı arasında gerçekleştği ve proleteryanın kitle örgütleri aracılığıyla bizzat üretim ilşkileri alanında burjuvaziye karşı kendi ideolojik- kültürel hegomanyasını yaratarak burjuva devleti kuşatma siyasetinin sonuç olarak  proleteryanın kapitalist üretim ilşkilerini değiştirmeyi ve sosyalizmi inşayı amaçlayan devrim stratejisinin  batı toplumuna özgün bir biçimi olduğu gerçeği revize edilerek, kapitalizmin aşılamazlığı, sosyalizmin olanaksızlığı, tezleri üstünden kapitalizm koşullarında liberel demokrasinin bir iktidar hedefi güdülmeden derinleştirilerek ve sınıfsal zeminden ayrı olarak farklı kimlik ve aidiyetlerin temsil edeceği bir radikal demokrasi kavramı türetilmiştir.    

  Radikal demokrasi kavramı, ML’nin devlet ve devrim teorilerinin açık bir yadsınması ve kapitalizm koşullarında üretim ilşkilerini değiştirmeyi hedeflemeyen bir sivil toplumcu siyaset anlayışı olarak formüle edilmiştir. Sonal amaç olarak meta ekonomisi ve emek ile sermaye arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı ortadan kaldırmayı amaçlamayan  radikal demokrasinin sivil toplumcu yorumu kapitalizm koşullarında meta ekonomisi ve emek sömürüsüne rağmen ideal bir demokrasi biçiminin mümkün olabileceği ideasındadır.Zaten radikal demokrasi teorilerinin düşünürleri olan Laclau ve Maaufe’ a göre çeşitlenen toplumsal tabakalarla birlikte kapitalist toplumun burjuvazi ve proleterya olarak iki uzlaşmaz sınıftan oluştuğu gerçeği de değişime uğramış ve böylelikle toplumsal çelişki sınıfsal zeminden kimlik ve aidiyetler zeminine doğru bir değişim göstermiştir.    

   M. Karasunun bahsettiği radikal demokrasi kavramı ve Demokratik Konfedaralizm kapitalist ve yarı-feodal üretim ilşkilerinde  herhangibir değişim talep etmeyen, buna karşılık devletin varlığının sürmesi ve devletin yanında ve ondan bağımsız, kitlelerin kendi kendini yöneteceği bir sivil toplum modeli tasarlanmaktadır. Kapitalizm koşullarında  burjuva-feodal devletin varlığını sürdürdüğü koşullarda devletten bağımsız bir öz yönetim tesbiti alt yapıda kapitalist ve yarı-feodal üretim ilşkilerinde herhangibir değişim formüle etmemekte , tamamen üst yapısal reformlarla inşası olası bir sivil toplum modeli tasarlamaktadır.     

   M. Karasu, Gramsci’yi revize ederek MLM’nin esaslarına saldırıyor.Kendiliğindenciliğin tarihsel konjonktüre ikame edilerel kimlik ve aidiyet çelişkilerinden  kapitalizmle ve emperyalizmle uzlaşma teorileri türetiyor.Demokratik Konfedarizm biçimini alan bu paradigma Kürt ulusal sorununun BOP ‘a entegrasyonunun teorileştirilmiş biçiminden başka bir şey değildir.     Kürt köylülüğü kendi oğrafyası dışında proleterleşmektedir.Köylülüğün farklılaşmasının tamamlanmadığı ve tarımda yarı feodal üretim ilşkilerinin komprador kapitalizmin ve emperyalizmin ihtiyaçlarına göre sürdüğü bir coğrafyada  köylülük, özelikle topraksız ve küçük toprak sahibi köylülüğün yıkımı bu toplumsal tabakaları devrim cephesine dahil ederek devrimci durumu süreklileştirmektedir.      

Köylülüğün proleteryadan farklı olarak dağınık bir sosyal yapı göstermesi ve çoğunlukla küçük mülk sahibi konumu bu toplumsal tabakanın pragmatik eğilimlerinin egemen sınıflar tarafından kimi politik strateji ve taktiklerle  daha kolay yedeklenmesine olanak tanırken, köylülüğün farklılaşma süreçlerinde yaşadığı ekonomik yıkım bu toplumsal tabakanın siyasal eğilimlerinin devrimci dinamiklerini yaratmaktadır.Kürt köylülüğü kendi coğrafyası dışında proleterleşirken , Kürt burjuvazisi esas olarak tarım kökenli tefeci- tüccar kimliğinde ticaret burjuvazidir.Kürt ticaret burjuvazisi ekonomik olarak  metropol kentlere bağımlıdır.Dolayısı ile bu olgu Kürt ticaret burjuvazisinin  ayrı bir devlet olarak örgütlenme siyasetinden ziyade bölgesel özerklik gibi yarı-feodal komprador kapitalist sosyoekonomik yapı kapsamında kalan siyasal taleplere daha yakın olmasının ekonomik öncüllerini oluşturmaktadır.Küçük ve büyük toprak mülküyeti ise Irak Kürdistanında olduğu gibi  Kürt feodalleri ise emperyalizme güdümlü bir Kürdistan beklentisini temsil etmektedir.      Küçük burjuva Kürt entellektüelizmi, Türk kimlikli devlet yapısı içinde temsil olanaklarının sınırlılığı dolayısı ile küçük burjuva entellektüelizmnin memur zihniyetini temsil etmesi ile Kürt ticaret burjuvazisinin bölgesel özerklik ve Kürt feodallerinin ayrı bir devlet paradigmaları arasında siyaseten salınımlar göstermektedir.

M.Karasu gibi Kürt küçük burjuva entellektüelleri de Abdullah Öcalan gibi nerede emperyalizmin ve komprador kapitalizmin bir DHD ihtimaline karşı hoş göreceği hatta teşvik edeceği bir oprtünist revizyonist tez varsa onu allayıp pullayarak işverenleri olan Kürt ticaret burjuvazisi ve feodallerine Kürt köylülüğü ve proleteryasını yedeklemenin arayışına girişmektedirler.Küçük burjuva entellektüelizminin de işi budur zaten; efendilerine yaltaklanmak…   

Yoksul ve küçük köylü üreticilerinin büyük çoğunluğu, toprak sahipleri ile  veya temsilcileri ile zilyetlik, ortakçılık ve diğer feodal ilişkiler içinde değildir.Ancak Anadolu tarımında feodalizm esas olarak değişim sürecinden ziyade üretim sürecinin kendisindedir.Küçük meta üretimi yapan köylülük esas olarak kendi geçimlik ihtiyacı için kulanım değeri üretmektedir.Ürünün sonradan metalaşması bu gerçekliği değiştirmez ve bu kullanım değeri üretilirken yine belirleyici olarak satın alınmış emek değil aile emeği kullanılır.Yani emeğin kendisi metalaşmamaktadır.Artı ürünün bir kısmı zorunlu olarak diğer geçim araçlarını edinmek için metalaşır.Bu değişim sürecinde tefeci, tüccar ve tefeci, tüccar niteliğindeki devlet köylünün artı-emeğine el koymaktadır.Ürünün metalaşma sürecinde ürününü pazara götürecek olanağı olmadığından köylü ürünü pazar fiyatının altında bir fiyatla elden çıkarır.Ama esas sömürü şu olgudadır ki metalaşan ürünün kar realizasyonu tefeci, tüccar yada tefeci tüccar niteliğindeki devletle değişim sürecinde sonlanmaz;kar realizasyonu mamul maddenin yani sanayi ürününün pazara sunumu ile tamamlanır.İşte bu olgu, komprador kapitalizmin niteliği gereği gereksinim duyduğu ucuz hammaddenin yaratılmasının dinamiğinin tarımda küçük meta üretimi olduğu gerçeğinden kaynaklanır.       

 Bu anlaşılır bir şeydir; eğer tarımda kapitalist ülkelerde olduğu gibi esas olarak satın alınmış emek kullanılsa idi ve bir tarafta üretim araçlarından yoksun emek kitlesi diğer tarafta üretim araçlarını ve toprağı sermayeye dönüştürmüş olan kapitalistler şeklinde bir sınıfsal bölünme oluşsaydı, kapitalizm kendi dinamikleri ile gelişecek ve ilkel birikim süreci tamamlanacaktı.Ancak emperyalizm ve ona bağlı olarak gelişen komprador ilişkiler bizzat kar realizasyonunu tarımın bu yarı-feodal niteliğinin yani küçük meta üretiminin çelişkileri ile gerçekleştirmektedirler. 

Demokratik Konfederalizm Projesi’nin en büyük açmazı Kürt köylülüğünün gerçekliğini görememesindedir. Kürt köylülüğü, tarımın yarı-feodal niteliğinin yapısına bağlı olarak yukarıda irdelenen nedenlerle kendi coğrafyası dışında proleterleşmektedir. Köylü ve tarım sorununun çözümlenmediği yarı-feodal yapılara özgü olan bu nüfus hareketi ancak bir toprak devrimi ile çözümlenebilir. Toprak devriminin üzerinden atlayarak Demokratik Konfedaralizm Projesi kimlerle inşa edilecektir?

Coğrafyada yarı-feodal yapının çözüldüğü, köylü sorunun ortadan kalktığı görüşünden hareketle doğrudan sosyalist devrim teorileri geliştiren anlayışlarla ilkesel ayrılığımız da bu noktadır. Bırakalım diğer nedenleri, yalnızca Kürt ulusal sorununun varlığı bile coğrafyanın devrimci sürecinin halen demokratik devrim aşamasında olduğunu göstermektedir. Toprak devriminin üzerinden atlayarak ve onun sınıf ittifaklarını ve devrim stratejisini görmezden gelerek doğrudan sosyalist devrim paradigmaları geliştirmek her şeyden önce proletaryayı köylülük gibi devrimci bir müttefikken yoksun bırakarak devrim mücadelesini iğdiş etmekle bir ve aynı şeydir.

        Komprador kapitalizm ve emperyalizmin gereksinim duyduğu ucuz hammadde ve hatta ucuz iş gücünü yaratan üretim ve hatta değişim süreci feodal karakterde olan küçük meta üretimidir.Komprador kapitalizmin ilkel birkimin oluşmasını engellediği iddaları doğru değildir.Büyük komprador holdinklerin kökeninde tefeci, tüccar sermayesi ve toprak ağalığı vardır.Oluşan bu sermaye birikimi tarımda küçük meta üretimini tasfiyeye yönelemez çünkü bizzat onun üstüne inşa edilmiştir.         Başkasının toprağını işletenler işletmeyenlere göre çok daha kötü koşullarda üretim yapmaktadır.Ortakçılıkla kiracılık, kapitalist üretim biçimine yakınlığı ile karşılaştırıldığında, kiracılık daha yakındır.Ortakçılıkta, hasat iyi de olsa kötü de olsa, ürün önceden anlaşıldığı şekilde toprağı işletenle toprak sahibi arasında bölüşülmektedir.Kiracılıkta durum daha farklıdır.Hasat iyi olduğunda kira rahatlıkla ödenebilmektedir.Toprak verimliyse, ürün pazarda değer buluyorsa, ücretli işçi bile çalıştırılıp,kapitalist ilşkilere girilebilmektedir.Hasat kötü olduğunda, üretici kirayı ödeyememekte,ödediyse de kendisine bir şey kalmadığından, tefeciyle, tüccarla ilişkiye girmekte, daha önceden ilişkisi varsa, bu ilşkiler, kendi aleyhine dönüşmekte, topraktan ve üretim araçlarından kopmaktadır.        Köylülüğün topraktan ve üretim araçlarından kopma süreci komprador kapitalizm koşularında kapitalizmmin kendi dinamikleri ile geliştiği koşulardan farklıdır.Bir taraftan giderek bölünen arazi ve yoğun sömürü yoksul ve küçük köylülüğü ve hatta orta köylülüğü topraktan koparırken köylülüğün oldukça önemli bir kısmı proleterleşmemekte ve yarı proletere dönüşmektedir.Tarımla ilişkisini toprağını ortakçı veya kiracıya bırakarak sürdüren bu kitle komprador kapitalizme ucuz iş gücü ve yedek iş gücü yaratmaktadır.Yarı- proleterler ücrete karşılık gelen gerekli emek zamanını düşürerek vasıfsız iş gücü kullanan sektörlerde komprador kapitalizme ucuz iş gücü yaratmaktadır.Ucuz iş gücünün bir diğer kaynağı da yedek iş gücüdür.     

” Yoksul ve küçük köylü üreticiler, az sayıda ve ilkel tarım araçlarına sahip olup, kendi emekleri ile ve aile bireylerinin emekleri ile üretimde bulunmakta, kapitalist üretimdeki işçiler gibi çalışmaktadırlar.Onlardan farkları, üretim araçlarının kapitalistlere değil kendilerine ait olmasıdır.Üretim araçları kapitalistlere ait olsaydı, üretim ilişkileri kapitalistle olacaktı, fakat kendi toprağı olan yoksul ve küçük köylülerin ilişkileri, tefeci, tüccar ve tefeci, tüccar niteliğindeki devletle; başkalarının topraklarını işletenlerin ilşkileri, hem toprak sahibile hem de tefeci, tüccar ve tefeci, tüccar niteliğindeki devletledir.Bu sınıfın ürettiği artı emek,tefeci,tüccar,toprak sahibi ve tefeci,tüccar niteliğindeki devlet tarafından gasp edilmektedir.Daha başka bir anlatımla,yoksul ve küçük köylü üreticiler, feodal ilişki içinde üretimlerini sürdürmekte, çok zor duruma geldiklerinde, topraktan ve üretim araçlarından yukarıda anlatıldığı gibi kopmaktadırlar.     

   Yoksul ve küçük köylü üreticiler,feodal üretim biçiminde görülen kullanım değeri üretmektedir. Bilinmektedir ki,kulanım değeri, üreticinin kendi gereksinimlerini karşılamak,yaşamını sürdürmek için yapılmaktadır.Bu nedenle,üreticinin ürünlerini pazara götürmesi,onun pazar için üretim yaptığı anlamına gelmez.Pazar için üretim, değişim değeri üretimi demektir.Küçük üreticinin kendi üretim araçları ile doğrudan ürettiği ve kullanım değerine sahip ürün, tüccar aracılığı ile bilinmeyen pazara götürüldüğünde değişim değerine sahip metaya dönüşmektedir.Burada artı- değer,feodal biçimde üretilmekte, değişim sırasında tüccar tarafından ele geçirilmektedir.Üretim araçlarına sahip kapitalist,emekçilerin iş gücünü ücret karşılığında satın alarak ürettiği ürünü parayla değiştirmek için pazara götürmektedir.Burada ürünün üretilme biçimi önemlidir,pazarda para yerine başka bir ürünle değiştirilmesinin hiçbir önemi yoktur.     

   Kapitalist üretimin temel ölçütü üretimin ücretli emek tarafından yapılmasıdır.Kapitalist üretim, aynı zamanda süreç ilerledikçe sermaye birikimi yapar, küçük tarım üreticilerinin yerini  ücretli tarım işçileri alır.Yoksul ve küçük köylü üreticileri, üretim araçlarının parçası yada sahibidir ve doğayla ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır ve üretim araçları, üreticinin kendisini yeniden üretmek için kullanılmaktadır.     

   Orta köylülerin büyük çoğunluğu kendi arazilerini işletir.Bu sınıfın esas özelliği, kendi emeği ile aile bireylerinin emeği ile tarımsal üretim yapmaktır.Küçük meta üretimi yapan orta köylüler, bazen tarım işlerinde ve tarım dışı işlerde geçici ücretli işçi olarak çalışırken, bazen kendileri de ücretli işçi kiralayarak kapitalist meta üretimi yani pazar için üretim yapmaktadırlar.İşleri iyi gidenler zamanla kapitalist çifçilere dönüşürken, kötü gidenler, tüccar tefeci veya banka borçları nedeni ile topraktan ve üretim araçlarından kopmaktadırlar.       

  Zengin köylülerin esas üretim biçimi , kapitalist üretimdir, çünkü gelirleri, ücretli işçilerin artı-değerleridir.Bunun yanında, topraklarını kiraya verip, bu yolla da getirim elde etmektedirler.Zengin köylülerin topraklarını kira karşılığında işleten yoksul ve küçük köylüler ise, kendi gereksinimleri için üretim yaptıklarından, toprak sahibi ile feodal ilişki içindedirler.Söz konusu topraklar, ücret karşılığında işçi çalıştıran kapitalist işletmeler tarafından işletildiğinde, buradaki ilişki, kapitalist ilişkidir, toprak sahibine ödenen kira, artı-değerin işçilere ödenmeyen bölümünden verilmektedir.Bir başka anlatımla zengin köylülerin bir tarafı ücretle çalıştırdıkları işçilerle kapitalist ilişki içinde olurken,diğer tarafı, topraklarını, kirayla, ortakçılıkla, yarıcılıkla verdiği yoksul ve küçük köylülerle,orta köylülerle feodal toprak ilişkisi içindedirler.     

  Büyük toprak sahipleri ve toprak ağalarının tamamına yakını kendi topraklarına sahiptir.Zengin köylüler gibi ücretli işçi kiralayarak, kapitalist üretim gerçekleştirirken, ticaret yaparken, topraklarını, tarımsal üretim yapan yoksul ve küçük köylülere, orta köylülere, zengin köylülere yarıcılıkla, ortakçılıkla veya kiracılıkla vererek, bu kesimlerle feodal ilşki içindedirler.     

  Tarımsal kesimde, ücretli işçi çalıştıran kapitalist işletmeler, dikkate değer bir varlık göstermemektedir,Kendi hesabına çalışanlarla ücretsiz aile işçisi toplamı neredeyse, esas işi tarım olanların tamamıdır.       

 Anadoluda işletmelerin işlettiği araziler daha çok küçük parçalar halindedir.Bunun nedenleri, Osmanlı tımar sisteminde kullanım hakkı olan arazinin onu işletenlere verilmesi, borçlarını ödeyemeyen bazı köylülerin arazilerinin belli bir kısmını elden çıkarması ve veraset nedeni ile arazilerin daha küçük parçalara ayrılmasıdır.Bir işletmenin çok sayıda parça işletmesinin nedenleri ise, kendi topraklarında elde ettiği ürünle geçinememesidir.Yoksul köylüler, küçük köylüler ve orta köylülerin bir bölümü böyle yapmaktadır.       

 Yoksul ve küçük köylüler, küçük meta üretimi ile sağlanan gelirle geçinemediği halde, topraktan ve üretim araçlarından kopamamaktadırlar.Bunun en önemli nedeni ücretli olarak çalışacakları kapitalist işletme bulamamalarıdır.       

   Kırsal nüfusta nispi azalma ile birlikte tarımda küçük meta üretiminin korunması Asya tipi tarım geçmişinden gelen yarı-feodal formasyonlarda esas eğilimdir. çünkü komrador kapitalizmin tarımı kapitalistleştirme dinamiği olmadığı gibi bizzat küçük meta üretimi niteliğindeki tarım emperyalizme bağımlılığın koşulları olan ucuz tahıl ve hammadde ile ucuz iş gücünün yaratıcısıdır.       

   Lenin tarımda kapitalizm ile ilgili değerlendirmelerini yaparken ücretli emeğin ve makina kullanımının yaygınlaşmasını ve ücretli işçi artış oranının toplam nüfus ve kırsal nüfus artış oranından yüksek olmasını önemli ölçütler olarak görür.         

 Tahıl fiyatlarının küçük köylü toprak mülkiyetinin belirleyici olduğu ülkelerde kapitalist üretim biçimine sahip ülkelerden daha düşük olmasının esas nedeni küçük meta üretiminde emeğin kendisinin metalaşmamasıdır.         

  Küçük meta üretiminde sermaye birikiminin üretim süreci döngüsünün dışında gerçekleşmesi önemlidir çünkü bu olgu bu üretim tarzının kendi dinamikleri ile asla kapitalist üretim tarzına dönüşemeyeceğini anlatır.            Anadoluda tarımda ücretli emek kullanım oranları bölgelere göre şöyledir:            İstanbul bölgesi %0,1, Batı Anadolu bölgesi %1,9,Batı Marmara bölgesi %4,5, Doğu Marmara bölgesi %2, Ege Bölgesi %5,4,Akdeniz bölgesi %10,6,Orta Anadolu bölgesi %4,5,Batı Karadeniz bölgesi %2,9, Doğu Karadeniz bölgesi52,Orta Doğu Anadolu bölgesi%3,6, Kuzey Doğu Anadolu bölgesi %4,2,Güney Doğu Anadolu bölgesi%7,9 ”

Vasfi Nadir Tekin – Zincirin Halkası

            Görüldüğü gibi sanılandan farklı olarak tarımın en fazla kapitalistleştiği bölgeler ücretli iş gücü kullanım oranları ile %10,6 ile Akdeniz bölgesi ve %7,9 ile Güney Doğu Anadolu bölgesidir.Bu bölgeler aynı zamanda büyük toprak mülküyetinin en fazla görüldüğü bölgelerdir.             Kır nüfusunda yüzdelik azalmaya karşılık tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin geliştiği ve tarımın kapitalist bir niteliğe büründüğü iddaları tutarsızdır.Nüfus oranlarına dair istatistik yüzdeler tek başına üretim ilişkilerinin niteliğine ilişkin bir şey ifade etmezler.Bizzat tarımsal üretim sürecinin irdelenmesi gerekir.Tarla tarımına yarı feodal niteliğini veren esas olgu üretim aşamasında emeğin metalaşmamasıdır.Kısmen satın alınmış emek kullanımı tarımın yarı feodal niteliğini değiştirmez.Ayrıca kır nüfusunda yılara göre nispi azalma yani kırdan şehire sürekli nüfus hareketi yine yarı- feodal ekonomilere dair bir olgudur.Küçük meta üretimi niteliğindeki tarla tarımı köylülüğün esareti olduğu gibi kırdan şehire nüfus hareketi komprador kapitalizme vasıfsız iş gücü ve yedek iş gücü yaratır.Ayrıca kırdan göçle gelen yığınların tarımdan tamamen ayrılmaması ve yarıcı, ortakçı,kiracı ilişkisi ile kır ekonomisiyle ilşkisinin sürmesi onlara yarı proleter nitelik verir ve bu yarı proleter kitle işçinin kendisini yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu miktara karşılık gelen gerekli emek zamanını yani ortalama ücretleri düşürür.           Görüldüğü gibi Anadolu tarımında küçük meta üretimi niteliğinde kapitalist ve feodal formasyonlar çok farklı biçimlerde iç içe geçmiş ve birlikte komprador kapitalizmin karakterini belirlemektedirler.Bu üretim ilşkilerinden hangisinin belirleyici olduğu tartışmasının tutarlılığı yoktur.Bu iki üretim biçimi iç içe geçerek bir format oluşturmaktadır.       

   İMF ve Dünya Bankası tarım projeleri ile tarımı tekeleştirme girişimleri ile getirilen sözleşmeli çiftçilik gibi olgular da  sonuçta küçük meta üretiminden başka bir şey değildir.Tarımda kar marjları düşük, doğal etkilere açık,risk oranı yüksektir. Bu olgularda tefeci tüccar sermayesinin ve komprador sermayenin tarımda kapitalist yatırıma yönelmemesinin nedenlerindendir.Küçük üretici topraktan tedricen kopsa da  küçük meta üretimi ve yarı feodal formasyon komrador kapitalizmin karakterini belirlemeyi sürdürecektir.         

  Anadoluda yıllara göre işletilen toplam arazi miktarının dağılımında çok büyük farklar görülmemektedir.Örneğin 1952 de işletilen toplam arazi miktarı 194 5194 00 dekar, 1963 de 171 427 776 dekar, 1980 de 227 640 289 dekar, 1991 de 234 510 913 dekar, 2000 de 184 348 223 dekardır.             Görüldüğü gibi işletilen toplam arazi miktarı hemen hemen 1952 de işletilen arazi miktarı kadardır.Buna karşılık kırsal nüfustaki azalma nispi bir azalma olup kırsal nüfusta gerçekte bir artışı göstermektedir.Örneğin 1927 de kırsal nüfus 10 392 391 (%76,14), 1950 de 15 702 851 (%74,96), 1965 de 20 585 604 (%65,58), 1980 de 25 091 950 (%56,08), 1990 da 23 146 684 (%40,98), 2000 de 23 838 629 (%35,13), 2010 da 17 500 632 (%23,73) dür.              Görüldüğü gibi kırsal nüfus 1980 lere kadar sürekli artmış , 1980-2000 arasında hafif bir düşme ile sabit kalmış, 2000-2010 arasında belirgin bir düşme görülmektedir.Kırsal nüfustaki nispi azalmaya karşılık toplam işletilen arazi miktarı ve ücretli tarım işçisi oranlarında anlamlı bir değişme görülmemektedir.             

Anadoluda tarımda ücretsiz aile işçisi oranları bölgelere göre şöyledir;              İstanbul bölgesi %5,2, Batı Anadolu Bölgesi %79,4, Batı Marmara %83,4, Doğu Marmara %74,3, Ege %82,2, Akdeniz %82,5, orta anadolu %90,6,  Batı Karadeniz %91,7, Doğu Karadeniz %94,9, Orta Doğu Anadolu %92,0, Kuzey Doğu Anadolu %95,8, Güney Doğu Anadolu %83 dür.           

  Görüldüğü gibi sadece bu oranlar dahi Anadolu tarımının ücretsiz aile emeği üstüne kurulu olduğunu göstermektedir.Marks’ın tanımı ile kapitalist ekonomik formasyon emeğin bizzat kendisinin metalaştığı formasyondur ve diğer ekonomik formasyonlardan bu niteliği ile ayrılır.Leninist kriterlerle değerlendirildiğinde de ücretli işçi kullanım oranlarının toplam nüfus ve kırsal nüfus artış oranlarından yüksek olmadığı görülmektedir.Makine kullanım oranları da traktör başına düşen arazi miktarlarından görüleceği gibi yoksul, küçük ve orta köylülükte hiç de üretken değildir.           

   Bu göstergelerin hemen hepsi Anadolu tarımının üretim ve değişim süreçlerinde çok çeşitli şekillerde iç içe geçmiş kapitalist ve feodal formasyonların oluşturduğu yarı-feodal bir niteliği göstermektedir.Anadolu tarımı rakamlarında gösterdiği gibi büyük oranda küçük ve orta ölçekli tarla tarımıdır.Yine verilerden de görüldüğü gibi tarla tarımında esas olarak aile emeği kullanolmakta satın alınmış emek kullanımı tali kalmaktadır.Marks’ın tanımı ile bir üretim ilşkisine kapitalist denilebilmesi için emek etkinliğinin bizzat kendisinin metalaşması gerekir.Tarla tarımında emek etkinliğinin kendisi metalaşmamakta emek ürünü metalaşmaktadır.Anadolu tarımının bu yarı-feodal niteliği sonuçları itibarı ile hiç de basit ve yok sayılabilecek bir olgu değildir.Emperyalizme bağımlılık ilişkilerine ve komprador kapitalizme niteliğini veren tarla tarımının yarı-feodal niteliğidir.Tarla tarımının yarı-feodal niteliği komprador kapitalizmin bütün üretim ve paylaşım dinamiklerini de belirlemektedir.Tarımsal üretim süreçlerinde emek etkinliğinin metalaşmaması ve esas olarak satın alınmış emek kullanımının tali kalması tarımsal ürünün, yani sanayi hammaddelerinin girdi maliyetlerini düşürerek pazar fiyatını da düşürmektedir.Bir çok sanayi hammaddesi niteliğindeki tarım ürününde alıcının tefeci-tüccar niteliğindeki devlet olması tarımsal ürünlerin piyasa fiyatını düşüren diğer bir etkendir.Devletin belirlediği fiyat zaten tekel fiyatıdır ve üretim ilşkileri tarımsal ürünün serbest pazar ilişkileri ile belirlenmesini engellemektedir.Yine tarla tarımının küçük ölçekli tarım olması itibarı ile yeni yetişen kuşakların geçimini karşılamaması nedeni ile kırdan şehre göçe neden olan niteliği bir taraftan yarıcı yada ortakçı ekonomisi ile kır ekonomisi ile ilşkisini sürdüren diğer taraftan şehirlerde bulabildikleri işlerde istihdam edilen kitleleri yaratmaktadır.Bu kitlelerin topraktan tamamen ayrılmış olanları proleterleşmekte tarımla ilişkisini sürdüren kısmı ise yarı-proleteryayı olşturmaktadır.Bu yarı-proleter kitle özellikle vasıfsız kol emeği kullanılan sektörlerde emeğin kendisini yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu miktara tekabül eden gerekli emek zamanını yani ortalama ücretleri düşürmektedir.Tarla tarımının yarı-feodal niteliği komprador kapitalizmin ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücünün de yaratıcısı olmaktadır.Emek etkinliğinin fiyatını düşüren diğer bir etken yine tarla tarımının bir fenomeni olarak kırdan şehre göçle gelen işsiz kitle yani yedek iş gücüdür.       

 Komprador kapitalizm yarı-feodal nitelikteki küçük meta üretimi görüngüsündeki tarla tarımını yeniden ve yeniden üretmektedir.Çünkü komprador kapitalizmin bütün üretim ve paylaşım dinamikleri tarımın bu yarı-feodal niteliği tarfından belirlenmektedir.Tarla tarımı Anadolu köylülüğünün esaretidir.Küçük meta üretimi niteliğindeki tarla tarımında sermaye birikimi üretim sürecinin dışında gerçekleştiğinden yani kar büyük oranda ürünü satın alan tefeci-tüccar ve tefeci-tüccar niteliğindeki devlet tarafından realize edildiğinden küçük meta üreticisi köylülük sermaye birikimi yapamaz dolayısı ile yarı-feodal nitelikteki aile tarımını satın alınmış emeğin kullanıldığı yani emek etkinliğinin kendisinin metalaştığı büyük ölçekli kapitalist tarıma dönüştüremez.Tefeci- tüccar sermayesi ise tarımsal üretimin düşük kar marjları, doğal koşular tarafından belirlenen risk oranının yüksekliği buna karşılık sermaye piyasaları ve ticaretin tarımsal üretimden daha karlı nitelikleri ile biriktirdikleri sermayeyi büyük ölçekli tarla tarımına dönüştürmeyeceklerdir.Bu eşyanın doğası gereğidir.Tefeci- tüccar sermayesinin varlık nedeni zaten küçük meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımıdır.Tefeci-tüccar sermayesinden kendi varlık nedenini ortadan kaldırması beklenemez.         

Demokratik Konfederalizm Projesi’nin en büyük açmazı Kürt köylülüğünün gerçekliğini görememesindedir. Kürt köylülüğü, tarımın yarı-feodal niteliğinin yapısına bağlı olarak yukarıda irdelenen nedenlerle kendi coğrafyası dışında proleterleşmektedir. Köylü ve tarım sorununun çözümlenmediği yarı-feodal yapılara özgü olan bu nüfus hareketi ancak bir toprak devrimi ile çözümlenebilir. Toprak devriminin üzerinden atlayarak Demokratik Konfedaralizm Projesi kimlerle inşa edilecektir?

Coğrafyada yarı-feodal yapının çözüldüğü, köylü sorunun ortadan kalktığı görüşünden hareketle doğrudan sosyalist devrim teorileri geliştiren anlayışlarla ilkesel ayrılığımız da bu noktadır. Bırakalım diğer nedenleri, yalnızca Kürt ulusal sorununun varlığı bile coğrafyanın devrimci sürecinin halen demokratik devrim aşamasında olduğunu göstermektedir. Toprak devriminin üzerinden atlayarak ve onun sınıf ittifaklarını ve devrim stratejisini görmezden gelerek doğrudan sosyalist devrim paradigmaları geliştirmek her şeyden önce proletaryayı köylülük gibi devrimci bir müttefikken yoksun bırakarak devrim mücadelesini iğdiş etmekle bir ve aynı şeydir.

 Anadolu köylülüğünün esaretinin  ve emperyalizme bağımlılık ilşkilerinn beliryeci halkası olan küçük ölçekli meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımının komprador kapitalizm tarafından neden tasfiye edilemiyeceğini gördük.Anadolu gibi yarı-sömürge yarı-feodal sosyoekonomik yapılarda geriye yegane seçenek olarak deyim yerindeyse zorunlu olarak emperyalizme bağımlılık ilişkilerini sonlandırmak için küçük meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımını zor yolu ile kollektif tarıma dönüştürmekten başka seçenek kalmamaktadır.Bu nedenle tarımı kolektifleştirmek Demokratik Halk Devriminin (DHD) asgari pogramının birincil öğelerindendir.         

  Köylülüğün büyük çoğunluğunun kendi toprağını ekip biçen küçük meta üreticisi konumunda olması ve tarımın yarı-feodal niteliği nedeni ile tarlasının bizzat köylülüğün esaretinin nedeni olması toprak devriminde toprak talebinin zayıflığını açıklar.Anadolu tarımının niteliğinde de görüldüğü gibi özü toprak devrimi olan Demokratik Halk Devriminin bir talebi olarak her koşulda toprak talebi güncelleşmeyebilir.Bu durumda yine tarla tarımının yarattığı ikincil ekonomik demokratik talepler diğer toplumsal mağduriyetlerin yarattığı taleplerle birlikte ve sorunun asıl nedenini tasfiye etmek üzere tarımın kollektifleştirilmesi hedefleri DHD nin asgari programını belirleyecektir.Tarla tarımı esaretinin nedeni olan köylülük iş,eğitim,sağlık hizmetleri,konut gibi insani yaşam standartları karşılığında küçük mülküyetinden vaz geçmeye razı olacaktır.Tarımın kollektifleştirilmesinin önündeki engel küçük meta üreticisi köylülük değil varlık nedenleri tarımın yarı feodal niteliği tarafından belirlenen tefeci-tüccar sermayesi, tefeci-tüccar niteliğindeki devlet, kopmrador kapitalistler, toprak ağaları ve emperyalizmdir.Esas olarak DHD nin asgari programına dahil olan tarımın kolektifleştirilmesi programı devrimle karşı devrim arasındaki güç dengelerine bağlı olarak azami programa da devredebilir.DHD nin tarım programı tarımın kolektifleştirilmesi ve yine küçük meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımının  yarattığı ikincil ekonomik demokratik talepler olarak özetlenebilir.Komprador kapitalizmin Anadolu tarımının yarı-feodal niteliği üstünde inşa edilmesi İbrahim Kaypakkaya tarafından sosyoekonomik yapının baş çelişkisinin feodalizmle geniş halk yığınları arasındaki çelişki olarak belirlenmesinin de proleteryanın bilimi olan diyalektik tarihsel materyalizm biliminin ustalıklı kullanımına bir örnektir.Öyle ki söz konusu coğrafyada burjuva feodal devlet aygıtının bizzat ekonomik faaliyetinin kendisi de yarı-feodal sosyoekonomik yapılara dair bir sermaye tipi olan asalak tefeci-tüccar sermayesi nitelindedir.       

  Ezen ve ezilen ulus milli burjuvazisi dahil genel olarak milli burjuvazinin tarımı kapitalistleştirme dinamiğinin olmadığı ve komprador kapitalizmin niteliğinin bizzat tarımın yarı-feodal niteliği tarfından belirlendiği koşullarda emperyalizme bağımlılık ilşkilerini sonlandırmak için bir zorunluluk olarak tarımı kollektifleştirme görevi ile birlikte diğer ekonomik demokratik taleplerin proleterya öncülüğünde gerçekleştirilme zorunluluğu Demokratik Halk Devrimini kapitalizmin emperyalizm öncesi aşamalarında görülen ve emperyalist kapitalizm çağında geçerliliği kalmamış olan burjuva demokratik devrimlerden ayırır.       

   Kapitalizmin emperyalizm aşamasından önceki süreçlerde küçük ölçekli tarımın büyük ölçekli tarıma dönüşmesi ve tarımda küçük mülküyetin yerini tarım kapitalistlerine ve ücretli emekçilere bırakma süreçleri yani feodalizmin tasfiyesi başlıca iki tarzda görülmektedir:          1)JAKOBEN TİPİ BURJUVA DEVRİM:Bu tarz burjuvazinin proleterya ve köylülükle ittifak halinde feodal üretim ilişkilerini bir devrimle tasfiye etmesiyle karakterizedir.Burada burjuvazi ve halk sınıflarının beklentileri ortaklaşmıştır.burjuvazi kendisine yük olan feodal üst yapıdan ve pazarın gelişmesini engelleyen feodal üretim ilşkilerinden bir devrimle kurtulurken proleterya ve köylülükte feodal zobalıktan kurtularak emeğini satma özgürlüğüne kavuşacaktır. 1789 fıransız ihtilali bu tarza örnektir.           2)PRUSYA-JUNKER TİPİ :Bu tarzda burjuvazi aristokrasi ile uzlaşarak feodalizmi tasfiye eder.Bu tarzın hayat şansı bulabilmesi tarımda kapitalist üretim ilşkilerini geliştirecek lokomotif bir sanayinin varlığına bağlıdır.Britanya da dokuma sanayi bu rolü oynayarak tarımda kapitalist üretim ilşkilerinin gelişmesini ve toprak beylerinin kapitalistlere dönüşmesini teşfik eder.Böylelikle bir devrime ihtiyaç olmadan tarım kapitalistleşir.Feodal üst yapı kapitalizmle uzlaşarak burjuva revizyonla kapitalizme uygun hale getirilir.         

 Kapitalizmin emperyalizm aşamasında bu iki tarz da geçerliliğini yitirir.Eperyalist kapitalizm yarı ya da yeni sömürgelerde feodal kalıntıların tasfiyesine bizzat kendisi engeldir.Emperyalizm yarı ve yeni sömürgelerde yukarıda belirtildiği gibi ucuz hammadde ve işgücü yaratan feodal kalıntıları burada Anadoluda tarla tarımını korumakta komprador kapitalizmi küçük ölçekli tarla tarımına bağlı olarak geliştirmektedir.Tarla tarımının belirleyici olduğu yarı feodal ekonomik formasyonda yoğun sömürüye rağmen kitlelerin tepkisinin yetersizliğinin nedeni de bizzat tarla tarımının kendisidir.Komprador kapitalizm yarı feodal üretim ilşkilerini tasfiye etmemekte/edememekte ancak çürütmektedir.Bu çürüme yarı feodal üretim ilşkilerinde köy kökenli yığınların bireyleşememesi olgusu ile birlikte gelişmektedir.Gerek tarla tarımında ikame edilen gerekse komprador kapitalizme ucuz işgücü olarak şehirlere gelen kitleler tarla tarımının yarı feodal niteliğinin yarattığı düşük ücretler nedeni ile vasıfsız iş gücü olarak yada işsiz yedek iş gücü olarak toplandıkları şehirlerde çekirdek aileler kuramamakta dolayısı ile birey haline gelememektedirler.Şehir varoşlarının profiline bakıldığında bu kitlelerin kalabalık aileler halinde bir arada yaşadıkları görülmektedir.Bu kitleler şehir hayatının hareketliliği ve çok kültürlülüğü karşısında eski feodal kültürlerini koruma refleksleri bir güven duygusu yaratmak maksadı ile din ve aidiyet kültürlerine sarılmakta aidiyet kültürlerini ve dini yoğun sömürünün yarattığı tahribata karşı bir afyon olarak kullanmaktadırlar.              YARI -FEODAL SOSYO EKONOMİK YAPI VE KÜRT SORUNU:Anadolu ve orta doğu coğrafyasında köylü sorunu ile iç içe geçmiş bir Kürt sorunu görülmektedir.Köylü sorununu yaratan tarla tarımının yarı feodal niteliğidir. Burada Kürt köylülüğü ve proleteryası yarı feodal tarla tarımının yarattığı sorunların muhatabı durumundadır.Bir toprak devrimi programı olan demokratik devrim yaşanmadan köylü sorununun çözümü olanaklı değildir.Emperyalizm ve komprador kapitalizmin tarla tarımının yarı feodal niteliğini tasfiye etmek gibi bir dinamiği yoktur.Komprador kapitalizm bizzat tarla tarımının yarı feodal niteliği ile gelişmektedir.Tarım sektörü doğa koşularına açık,kar marjı nisbeten düşük, risk oranı yüksek bir sektördür.Tarıma sermaye aktarımı komprador kapitalizm ve emperyalizmin tercihi olmadığı gibi emperyalist kapitalizmin yasaları ile de çelişen bir olgudur yarı ya da yeni sömürge ülkelerde.Görüldüğü gibi bir toprak devrimi programı olan demokratik devrim gerçekleşmeden köylülüğün ve proleteryanın özgürleşmesi olanaklı değildir. Burada toprak talebinin her koşulda toprak devriminin şartı olmadığı unutulmamalıdır.

Coğrafyamızda olduğu gibi yarı feodal nitelikli küçük ölçekli tarımda tarla köylülüğün esaretinin nedeni durumundadır.Tarla tarımının kendisi komprador kapitalizmin emperyalizmle bağımlılık ilşkilerini şekillendirmekte ve yarı feodal sosyoekonomik yapıya karakterini vermektedir.Toprak devrimi tarla tarımına son vererek büyük ölçekli kollektif tarımı geliştirerek köylülüğün ve proleteryanın esaret koşullarının nedenini ortadan kaldırırken kitlelerin diğer ekonomik ve demokratik taleplerini de karşılamakla emek etkinliğinin esaretininin nedenlerini ortadan kaldıracak ve üretici güçlerin özgürce gelişme koşularını yaratacaktır.Burada Kürt ulusunun ulusal demokratik talepleri paralelinde gerçekleşen ulusal mücadele Kürt köylülüğünü ve proleteryasını yalnız başına özgürleştirme çabasına yetmeyecektir.Üst yapıya ve ulusal kültüre ilişkin talepler Kürt mülk sahibi sınıflarını ve onların yedeği durumundaki bir kısım Kürt küçük burjuva entellektüellerinin talepleridir.Bir toprak devrimi programı olamadan bağımsız birleşik Kürdistan mücadelesi de Kürt köyllüğünü ve proleteryasını özgürleştirmeye yetmeyecektir.Ayrıca BOP kapsamında emperyalizmin Kürt sorununa ilgisi köylü sorununun burjuva çözümünden ve emperyalist kapitalizme yeni dinamikler kazandırma niyetinden ayrı düşünülmemelidir.           

 Görüldüğü gibi Anadolu coğrafyası ve orta doğu da yarı feodalite ve emperyalist bağımlılıktan kurtulmanın yolu toprak devrimi programı olan bir demokratik devrimden geçmektedir.Tarla tarımı tasfiye edilmeden köylülüğün ve proleteryanın özgürleşmesi olanaklı değildir.Tarla tarımının yarı feodal niteliğnin tasfiyesini emperyalizm ve komprador kapitalizmden beklemek emperyalizmden bindiği dalı kesmesini beklemek olacaktır ki böyle bir şey olanalklı olmadığı gibi dünyanın hiç bir coğrafyası içinde geçerli bir olgu değildir.Tarla tarımının bizzat kendisi yarı feodal niteliği ile komprador kapitalizme karakterini vermekte ve emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin koşularını yeniden ve yeniden üretmektedir.           

 Bu olgu da kimi istatiksel verileri ileri sürerek komprador kapitalizmin tarla tarımını tasfiye ettiğni idda etmek MLM in abc sinden hiç bir şey anlamamanın göstergeleridir.İstatikler çok şey ifade etse de olgulardaki nitel değişmeleri yalnızca istatiksel olarak ifade etmek olanaklı değildir. Şehir nüfusunun oransal olarak artmış olması istatiksel bir olgudur ve olgunun tabiatı gereğidir.Tarla tarımını mülküyet ilişkilri ve yarı feodal niteliği değişmemiştir.Örneğin Mis Süt, Pınar Süt gibi kapitalist işletmeler sütü büyük oranda bir kaç ineği olan küçük üreticiden toplamakta sadece pastörize edip paketleyerek piyasaya sürmektedirler.Bu yarı feodal tarımın tipik örneklerinden biridir.Burada küçük üretici, satın alınmış emek kullanmamakta aile elbirliği ve angarya belirleyiciğini korumaktadır; kaldı ki bu coğrafyada ekmekten sanayi hammaddelerine kadar bütün tarımsal ürünler böyle üretilmektedir.Şehir nüfusu sadece oransal olarak ve üretim araçlarını nispi gelişimine paralel olarak artmaktadır.Artan şehir nüfusu büyük oranda yedek iş gücü kitlesi olan işsizlerden oluşmaktadır. Köylü sorunu komprador kapitalizm ve emperyalizmin hayati sorunlarının başında gelir. Köylü sorunu demek sıkıntılı kitleler demektir ve örgütlendiklerinde bir devrim ihtimalini gerçeleştirme potansiyeli taşırlar.Bu nedenle EMPERYALİZM VE İŞ BİRLİKÇİLERİ İLE BUNLARIN YARDAKÇILARI ÇEŞİTLİ DEMOGOJİLERLE KÖYLÜ SORUNU VE DEMOKRATİK DEVRİMİN MUHTEVASINI REVİZE ETMEYE ÖZEL BİR ÇABA SARFETMEKTEDİRLER. (abç).

Kürt sorununda da Demokratik Halk Devriminin temel sınıfları olan proleterya ve köylülük dışında kalan sınıfların  pragmaları etrafında yaratılan paradigmalara  tanınan toleranslar da bu revizyon çabalarından ayrı düşünülmemelidir.            Siyasal bir hareketin karakteri yalnızca mücadele tarzı ve mücadele edenlerin sınıfsal kimliği ile belirlenmez; Siyasal programı tarafından belirlenir.Avrupada kapitalizmin kendi dinamikleri ile geliştiği emperyalizm öncesi aşamada üretim ilşkileri kapitalistleşirken yeni üretim ilşkileri ile çelişen feodal siyasal üst yapıyı değiştirip kapitalizme uyumlu hale getirme ve ulusçuluk mücadelesi veren Jakobenlerin ve jirondenlerin siyasal müttefikleri proleterya ve köylülüktü. Çünkü proleterya ve köylülüğün serflikten kurtuluşu jakoben ve jironden eğilimlere bölünmüş burjuvazinin feodal üst yapı ile mücadelesinin sonucuna bağlı idi.Jakobenizm, radikal burjuvaziyi temsil ederken jirondenler uzlaşmacı burjuvaziyi temsil etmekteydi.Dünya tarihine bakıldığında pazarların kapitalistleşme ve uluslaşma süreçlerinin paralellik gösterdiği ve milliyetçiliğin emperyalizm öncesi kapitalizmin ideolojisi olarak yükseldiği görülür.Kürt özgürlük hareketi de diillendirdiği ulusal kimlik talepleri ile bir ulusal harekettir.         

  Kürt özgürlük hareketi de bir ulusal harekettir ve bütün ulusal hareketler gibi burjuva karakterdedir.Kürt özgürlük hareketi mücadele tarzı ile jakoben bir karakter taşısa da -ki siyasal talepleri ile jakobenizmden çok geride durmaktadır- bir siyasal programın hayat şansı bulması ekonomipolitiğin olanakları dahilindedir.Başka bir söylemle Kürt ulusal hareketi anti- kapitalist bir niteliğe bürünmeden asıl mağdur ve mücadele eden kitlesi olan Kürt proleteryası ve köylülüğünün yaşam koşularını değiştiremez demektir bu.         

  Kürt ulusal hareketi anti- kapitalist bir niteliğe bürünmeden Kürt proleteryası ve köylülüğünün yaşam koşullarını neden değiştiremez?

            Çünkü, komprador kapitalizmin ekonomipolitiğinin mağduru konumunda olanlar Anadolu proleteryası ve köylülüğü gibi Kürt proleteryası ve köylülüğüdür.Küçük meta üretimi şeklindeki yarı feodal tarımın niteliği komprador kapitalizmin ve emperyalizme bağımlılığın belli başlı bütün dinamiklerini belirlemektedir.Tarımda sermaye birkimi yukarıda da değinildiği gibi üretim süreci dışında değişim sürecinde gerçekleşmekte ve küçük üreticinin ürünü pazara tefeci tüccar ve tefeci- tüccar niteliğindeki devlet tarafından götürülmektedir.Bu durumda sermaye birikimi tefeci-tüccar sermayesi şeklinde kendisini yeniden üretirken küçük meta üreticisi köylülük büyük oranda ve esas eğilim olarak ne proleterlebilmekte ne de kapitalistleşebilmektedir.Burada tefeci- tüccar sermayesi aynı zamanda genellikle büyük toprak mülküyetini de temsil etmektedir.Anadoludaki holding sermayesinin kökenine bakıldığındında da büyük toprak mülküyeti görülecektir.           

  Küçük meta üretiminin yıkımı ile köylülük yavaş ve sancılı bir süreçte proleterlere ve yarı proleterlere dönüşmekte şehirlere göç etse de tarımla ilşkisini halen sürdüren bu yarı-proleter kitle vasıfsız iş sektörlerinde ücrete tekabül eden gerekli emek zamanını düşürerek komrador kapitalizme ucuz iş gücü yaratmaktadır.Yine emeğin bizzat kendisinin metalaşmadığı koşularda yarı- feodal tarla tarımı ve küçük meta üretimi emeğin metalaştığı kapitalist tarıma oranla ilk elden tarımsal ürün ve sanayi hammaddelerinin fiyatını düşürerek kompador kapitalizme ve emperyalizme ucuz hammadde yaratmaktadır.Tekrar tekrar belirtildiği gibi küçük meta üretimi tarzındaki yarı-feodal tarım emperyalizme bağımlı komprador kapitalizmi yeniden ve yeniden üretmektedir.Tefeci-tüccar sermayesini ve tefeci-tüccar niteliğindeki devleti yeniden ve yeniden üreten küçük meta üretimi tarzındaki yarı-feodal tarımdır.           

 Kürt ulusal hareketi Kürt komprador burjuvazisi ve toprak ağaları ile Kürt milli burjuvazisi gibi yalnızca yalnızca siyasal üst yapının mağduru durumundaki olan sınıf ve tabakaların -ki bunlara Kürt küçük burjuva entellektüelizmini de dahi etmek gerekecektir- değil ama bizzat komprador kapitalizmin ekonomipolitiğinin de mağduru konumundaki Kürt proleterya ve köylülüğünün gerçek sınıf beklentilerini temsil edecek şekilde küçük meta üretimi tarzındaki yarı-feodal tarımı kollektifleştirme programına sahip olmadan kitlelerin yaşam koşullarını değiştireceğini vaat ettiği her siyasal paradigma bir sahteliğe tekabül eder ve iflasa mahkumdur.            Çünkü Kürt ulusal hareketinin birlesiminde bulunan mülk sahibi sınıflar da kendilerini tefeci-tüccar sermayesi, büyük toprak mülküyeti ve komprador kapitalistler olarak yeniden üretirken komprador kapitalizmin yukarıda anlatılan ekonomipolitiği gereği sınıfsal çıkarları tarımın yarı-feodal niteliğini koruyup sürdürmekten yanadır.Kürt ulusal hareketi siyasal söylem ve tarz olarak burjuva jakoben bir karakter gösterirken Kürt kompradorları ve toprak ağaları ile ilşkilerinde jünker bir karakteri yansıtmaktadır.Ancak bu iki nitelik de biçimsel olarak kalmakta ve Kürt coğrafyasında komprador kapitalizm ve yarı-feodalite ilşkisinde değişim yaratarak ulusal bir kapitalizm yaratma dinamiği bizzat komprador kapitalizmin sınıf ve tabakaları tarafından iğdiş bir vaziyettedir.Çok daha güçlü coğrafi ve ekonomik koşullara sahip olduğu halde İtihat ve terakki ve onun devamı olarak Türk Kemalizmi tarımı kapitalistleştirerek ulusal bir kapitalizm yaratmamış yada yaratamamışken  onun kötü bir takliti ve bir nevi Kürt Kemalizmi görünümündeki Kürt ulusal hareketinden ulusal bir kapitalizm yaratmasını beklemek tamamen hayal mahsulü bir şey olacaktır.Bu durumda tarihsel anlamda geriye iki seçenek kalmaktadır; Kürt ulusal hareketi ya anti-kapitalist bir evrim geçirecek ve sosyalist hareketlerle birleşecektir yada İttihat ve terakki benzeri bir süreçte emperyalizm ile uzlaşacak ve kompradorlaşacaktır.         

 Anadoluda ulusal sorunla köylü ve tarım sorununun tarımın yarı-feodal niteliği tarafından belirlenen böylesine iç içe geçmişliği ulusal kurtuluşun diyalektiğini sınıfasal kurtuluşa endekslediği açıkça görülmektedir.Böyleyken Demokratik Halk Devriminin asgari ve azami programı dışında öne çıkarılacak herhangibir siyasal paradigma kitlelerin kurtuluşunu ertelemek ve süreci daha sancılı ve sıkıntılı hale getirmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.Burada Kürt ulusal hareketi burjuva jakoben bir söylemi de temsil etse komprador kapitalizmim ekonomipolitik çelişkilerinin jakobemnizme bir temel teşkil edecek nitelikte olmadığı görülmelidir.Yani burjuva jakoben bir söylem ve pratiğin kitlelerin yaşam koşullarında burjuva anlamda da bir iyileşme yaratmasına bizzat komprador kapitalizmin ekonomipolitiği engeldir.Komprador kapitalizmin bütün bu çelişkilerinin de gösterdiği gibi tarımı kollektifleştirecek ve finans kapitali bütün kurum ve ilşkileri ile tasfiye edecek bir Demokratik Halk Devrimi süreci yaşanmadan Türk ve Kürt proleteryası ve köylülüğü ile halk sınıflarının esaret koşullarını değiştirme olanağı yoktur.                         Burjuva demokratik devrimler çağı kapanmıştır.Emperyalizmin yarı yada yeni sömürgelerde gelişrirdiği komprador kapitalizmin niteliği feodal üretim ilşkilerinin kapitalist üretim ilşkileri ile harmanlandığı dünyanın kimi bölgelerinde farklılıklar gösterse de esasta emek etkinliğinin feodal sömürü biçimleri ile kapitalist sömürü biçimlerinin iç içe geçtiği yarı-feodal ekonomiler yaratmaktadır.Yukarıda değinildiği gibi kendi dinamikleri ile gelişen kapitalizm ile komprador kapitalizm arasındaki bütün niteliksel farklılıklar emperyalist kapitalizm öncesi görülen burjuva demokratik devrimlerle Demokratik Halk Devrimleri arasındaki nitel farkında nedenlerini ortaya koymaktadır.Milli burjuvazi dahil komprador kapitalizmin bütün sermaye sınıflarının tarımı kapitalistleştirme dinamiği yoktur.Bu sınıflar sermaye birikimlerini bizzat tarımın yarı-feodal niteli üstünden gerçekleştirmekte ve geri üretim ilşkilerini ekonomik alt yapıda korumaktadırlar.Emperyalizme bağımlı komprador kapitalizmin tarımı neden kapitalistleştiremiyeceğine ilişkin başlıca etkenler özetlenirse; 

          1)Tarımın yarı-feodal niteliğinin hüküm sürdüğü üretim ilşkilerinde sermaye birikiminin üretim süreci dışında değişim sürecinde gerçekleşmesi,           

2)Yrı-feodal tarımın emperyalizmin ve komprador kapitalizmin talep ettiği ucuz iş gücü ve ucuz hammaddenin yaratıcısı olması,         

  3)Yarı-feodal yapılarda tarımsal üretimle pazar arasındaki ilişkinin tefeci-tüccar sermayesi tarafından kurulup sürdürülmesi,         

  4)Tarımda yarı-feodal üretim ilşkilerinin bir taraftan yavaş ve sancılı olarak çözülürken diğer taraftan komprador kapitalizmin esas dayanağı olarak yeniden ve yeniden üretilmesi,         

  Bu olgular aynı zamanda burjuva önderlikli ulusal hareketlerin kapitalist yollu bir siyasetle emperyalizme bağımlılık ilşkilerini neden sonlandıramayacaklarını ve emperyalizm çağında ulusal kapitalizmin olanaksızlığını da açıklamaktadır.Yarı- sömürge ülkelerde burjuva demokratik devrimin görevleri Demokratik Hlk Devrimine devreder ve DHD siyasal bir tercih değil emperyalizme bağımlılık ilşkilerini sonlandırmak için bir zorunluluıktur.DHD nin öncü sınıfları proleterya ve köylülüğün ittifakı esasındadır.Emperyalizme bağımlılık ilşkilerini sonlandırmak için tarımın kollektifleştirilme zorunluluğu DHD ile sosyalist devrimi içi içe geçirir ve proleterya yoluna sosyalist inşa ile kesintisiz olarak devam eder.           

 Yarı-feodal yarı-sömürge yapılarda toprak reformu tarımda feodal iüretim ilşkilerini tasfiye etmez.Çünkü yarı-feodal ilşkiler bizzat tarımın  küçük meta üretimi niteliğinden gelişmektedir.Küçük meta üretimi emek etkinliğinin metalaşmasını engelleyerek sermaye birikiminin üretim sürecinin dışında değişim süreçlerinde gerçekleşmesine ve tefeci-tüccar sermayesi olarak asalak bir sermaye yapısının oluşmasına neden olmaktadır.Yarı-feodal yarı-sömürge yapılarda bizzat devlet aygıtının ekonomik faaliyeti de tarımda tefeci- tüccar sermayesi niteliğindedir.Tefeci-tüccar sermayesi coğunlukla büyük toprak mülküyetini de temsil etmektedir.           

Toprak reformu, örneğin, Nikaragua’da sandinistler tarafından denenmiştir. Köylüler kendilerine dağıtılan toprakları toprak beylerine satmışlar ve silahla iktidara gelen Sandinistler seçimle iktidarı kaybetmişlerdir.Güney Amerika gibi özellikle küçük ölçekli tarıma elverişli olmayan tarımsal ürünlerin coğrafyasında toprak reformu hamlesi gerçekten de yanlış bir siyasetti.Güney Amerikada serf niteliğinde topraksız köylülük köylülüğün temel dokusunu oluşturmakla birlikte tarımsal ürünler kahve, şeker kamışı gibi büyük ölçekli tarımı gerektiren ve küçük meta üretimi için ekonomik olmayan ürünlerdir.Toprak reformu ile Köylülüğün küçük toprak parçalarına sahip olması onların ekonomik koşullarında bir iyileşme yaratmamıştır.Bu nedenle köylülük kendilerine dağıtılan toprakları büyük toprak sahiplerine satmışlardır.         

  Anadolu tarınmnda ise esas olarak kendi toprağını eken küçük meta üreticisi köylülük belirleyici konumdadır. Tarımsal ürünlerin niteliği küçük ölçekli tarla tarımına olanak tanısa da küçük meta üretiminin kendisinin emeğin metalaşmasını engelleyerek sermaye birikimini değişim süreçlerine taşıması sureti ile asalak sermayeyi beslemesi ve komprador kapitalizmin bu ekonomik döngüde gelişmesi toprak reformu yolu ile tarımın kapitalistleşmesini engelleyeceği gibi köylüllüğün ekonomik koşullarında da köklü ve sürdürülebilir bir iyileşme yaratmayacaktır.İşte bu nedenlerle yarı-sömürge yarı-feodal komprador kapitalizmlerde köylü ve tarım sorununun yegane çözümü tarımı kollektifleştirmektir.Köylü sorununu emperyalizm için can alıcı sorun haline getiren de bu olgudur.Toprak reformu, kooparatifleşme gibi reformist uygulamalar köylülüğün tarımda istihdamına dair bir süreklilik yaratamamakta bir taraftan küçük meta üretimi kendisini tekrarlarken diğer taraftan kırdan şehre göçle gelen artı nüfus işsizler ordusunu büyütmekte ve toplumsal huzursuzluk derinleşmektedir.           

 Genel olarak üretim ilişkilerinin, özel olarak tarımın kapitalistleşme süreci uluslaşma sürecine tarihsel olarak paralelelik gösterir.Ulusal hareketler sınıfsal kombinasyonlarında komprador burjuvazi ve toprak ağalarından milli burjuvazi, köylülük ve proleteryaya kadar geniş bir yelpaze gösterirler.Bu nedenle ulusal hareketler tarihsel konjonktürlerin belirleyiciliğinde proleterya ve köylülük gibi halk sınıflarının etkisi ile sosyalizme de yönelebilir komprador burjuvazi, toprak ağaları ve milli burjuvazinin ekisi ile kapitalist yola ve emperyalizm ile işbirliğine de yönelebilir.Kapitalizmin emperyalizm aşamasından sonra yarı yada yeni- sömürgelerdeki ulusal hareketlerin milli burjuvazi önderliğinde dahi olsa ulusal bir kapitalizm inşa etme dinamiklerinden neden yoksun oldukları yukarıda değerlendirilmişti.

Şimdi ML nin ulusal hareketlere dair ilkesel siyasetinin belirleyici kavramlarına da kısaca değinmemiz gerekecektir.Yarı-sömürgelik ve komprador kapitalizm koşullarında gelişen bir ulusal hareket siyaseten kararsız bir atom gibidir.Tarımı kapitalistleştirerek ulusal bir kapitalizm inşa edemeyeceği için emperyalizme bağımlılık ilşkilerini kapitalist üretim ilşkilerine dayanarak sonlandıramaz.Yine sınıfsal birleşenlerinin çok renkliliği ve seremaye ve büyük toprak mülküyetini de içermesi nedeni ile mevcut siyasal yapısı ile tarımı kollektifleştiremeyeceğinden tarım ve köylü sorununu çözemez.Bu olgu emperyalist kapitalizm çağı ile burjuva demokratik devrimler çağının sona ermiş olmasının yarattığı bir gerçekliktir.Kapitalizmin emperyalizm aşamasında yarı ve yeni sömürgelerde tarım ve köylü sorununu çözecek yegane devrim proleterya ve köylülüğün ittifakına dayanan Demokratik Halk Devrimidir.Bu tarihsel koşularda bir ulusal hareket siyaseten kararsız bir durumdan kararlı hale ancak kendi içinden gelişecek ve proleterya ile köylülüğün siyasal beklentilerini ifade eden bir dönüşümle sosyalist bir niteliğe bürünerek veya dışında gelişen sosyalist hareketlere entegre olarak ulaşabilir.Komprador kapitalizm koşullarında gelişen ve sosyalist bir dönüşüm yaşamayan ulusal hareketlerin sınıfsal nitelikleri sonucu eninde sonunda emperyalizmle uzlaşarak kompradorlaşmaları tarihsel olarak kaçınılmaz bir olgudur.Anadoluda İttihat Terakki deneyimi böyle sonuçlanmıştır.Bir tür Kürt Kemalizmi görünümündeki Kürt ulusal hareketi kendi içnde sosyalist bir evrim geçirmediği koşularda sonuç farklı olmayacaktır.Yarı- sömürge bir yapıda DHD kapsamında tarımın kollektifleştirilmesi ve finanas kapitalin bütün kurum ve ilşkileri ile tasfiyesi emperyalizme bağımlılığı sonlandırmak için bir siyaal keyfiyet değil zorunluluktur.         

Kürt kompradorlar, toprak ağaları ve Kürt milli burjuvazisinin oluşturduğu büyük mülküyetin ulusal sorunla ilgili talepleri ulusal kimlik, dilin serbestleşmesi ve yerel yönetimle ilgili düzenlemelerden ibarettir.Üst yapısal ve yönetsel taleplerden oluşan bu istemler burjuva -feodal devlet aygıtı ile mümkünse ortaklaşmak, mümkün değilse ayrı bir devlet olarak örgütlenme şeklinde özetlenebilir.Mülk sahibi sınıflar için ulusal sorun pazar sorunu ve yönetsel ayrıcalıklar edinme yada mevcut devlet örgütlenmesinde kendileri için getirilmiş sınırlamaların kaldırılması sorunudur.         

 Demokratik Halk Devriminin bir unsuru olarak proleteryanın öncüsünün gündeminde olan ulusal sorun ise hakim ulusa ayrıcalıklarının giderilmesi ile birlikte esas olarak komprador kapitalizmin ekonomipolitiğinden kaynaklanan sorunların, başta tarım ve köylü sorunun çözülmesi, dil, ulusal ve kültürel kimlik üstündeki baskıların kaldırılması kollektif üretim ilşkilerinde halkların tam eşitliğinin koşullarının yaratılması sorunudur.Mülk sahibi sınıflar için sorun esasta pazar sorunu iken proletryanın öncüsü için sorunun nedeni üretim ilşkileri ile birlikte pazarın kendisidir.Ortada paylaşılacak bir pazar var olduğu sürece mülk sahibi sınıflar için ulusal sorun her zaman güncel kalacaktır.Proleteryanın öncüsünün hedefi ise sorunu yaratan üretim ilşkilerini ve pazarı ortadan kaldırarak kollektif üretim ilişkileri esasında halkların tam eşitliğinin koşullarını yaratmaktır.Ezen ve ezilen ulusun mülk sahibi sınıfları ulusal sorunun kendileri için esasta pazar sorunu olması gerçekliğinin üstünü miillyetçilik ideolojisi ile örtmeye çalışırlar.Çünkü onların pazar çelişkileri için mücadele edecek kitleleri manüpüle edecek milliyetçilikten daha uygun bir ideoloji yoktur.Zaten ulusları yaratan tarihsel olgu da aynı pazar etrafında toplanan yığınların dil, tarih ve coğrafi birlik oluşturmalıdır.Ulusal birlikler çelişkisiz birlikler değildir.Mülk sahibi sınıflar ile mülksüzler arasındaki çelişki ulus devletlerin temel çelişkisidir ve sosyalist öngörü ulus devletlerin bu temel çelişki ile sonlanacağını belirleAncak, teorik olarak Kürt feodalleri ve millli burjuvazinin ekonomipolitik kimliğini ve beklentilerini  gizli biçimde ifade eden bu paradigma  bu coğrafyada  uygulanma olanağı bulsa dahi pratik sonuçları itibarı ile  bir DHD sürecini gittikçe artan oranda bir zorunluluğa doğru geliştirmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır.Çünkü bu paradigma özgürlük müvadelesinde esas mücadele eden ve bedel ödeyen Kürt köylülüğü ve proleteryasına içi boş bir milli ruhtan başka hiç bir şey vadetmemektedir.     

Genel olarak aydın-entelektüel kesimin de giderek ilgisine nail olan bu radikal demokrasi ve demokratik konfedaralizm paradigması bir taraftan köylü sorunun emperyalizm ve komprador kapitalizm için en makul tarzda bir hal yoluna koyma stratejisi olması ile gerekse komprador kapitalizmin belli başlı siyasal çelişkilerini bu zümrenin hareket alanı dışına ikame etmesi ve köylülüğün devrimci enerjizini pasifize etmesi ile de kendilerini cezbetmekte ve efendileri olan kompradorların ,iktidarını bir Demokratik Halk Devrimi olasılığına karşı korumaktadır.BOP kapsamında Orta Doğuda yeni bir yapılanma arayışında olan emperyalizm içinde demokratik konfederalizm  paradigması halkları emperyalist siyasete yedeklemenin ve devrim olsılığını halkların devrimci enerjisinin içini boşaltarak ortadan kaldırmanın bir  siyasal biçimi işlevini görmektedir. Türk kemalizminin iflası gibi bir Kürt kemalizmi icat eden radikal demokrasi ve demokratik konfedaralizm paradigmasının iflası da kuşkusuz kitlelerin zamanından çalarak iflas etmeye mahkumdur.

Radikal Demokrasi kavramı altında öne sürülen görüşler Marx’ın Komünist Manifesto’da burjuva sosyalizmi, Lenin’in daha sonra ekonomizm olarak nitelediği reformizmin bir biçimidir. Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfedaralizm Projesi kapsamında öne sürdüğü görüşlerde Radikal Demokrasi’nin bu reformist içeriğine farklı kimlik ve aidiyetlerin Demokratik Ulus projesi kapsamında bir koalisyonu eklemlenmiştir. Egemen burjuva -feodal üretim ilişkilerini tafsiye etmeyi hedeflemeyen bu projenin Kürt ve farklı milliyet ve aidiyetlerden proletarya ve köylülüğe sunduğu herhangibir özgürlük perspektifi yoktur. Kürt burjuvazisi ve büyük toprak mülkiyetinin çıkarlarına ‘demokratik’ bir maske giydirilmiş halde formüle edilen bu görüşler kitlelerin özgürleşme mücadelesini ekonomik demokratik mücadele ve bir takım üst yapısal reformlarla sınırlayan eski ekonomizmin coğrafyamıza uyarlanmış bir biçiminden başka bir içeriğe sahip değildir.Bizim MLM’ler olarak itirazımız Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfedaralizm Projesi’nin Orta Doğu’nun çok kimlikli yapısına ilişkin olarak kimliklerin bir koalisyonunu öngörmesine değildir. Bu, akılcı olarak düşünen herkesin paylaşabileceği bir çıkarımdır. Bizim itirazımız bu çok kimlikli ortaklaşmanın egemen üretim ilişkilerinde devrimci bir değişimi öngörmemesinedir.

Demokratik Konfederalizm Projesi’nin en büyük açmazı Kürt köylülüğünün gerçekliğini görememesindedir. Kürt köylülüğü, tarımın yarı-feodal niteliğinin yapısına bağlı olarak yukarıda irdelenen nedenlerle kendi coğrafyası dışında proleterleşmektedir. Köylü ve tarım sorununun çözümlenmediği yarı-feodal yapılara özgü olan bu nüfus hareketi ancak bir toprak devrimi ile çözümlenebilir. Toprak devriminin üzerinden atlayarak Demokratik Konfedaralizm Projesi kimlerle inşa edilecektir?

Coğrafyada yarı-feodal yapının çözüldüğü, köylü sorunun ortadan kalktığı görüşünden hareketle doğrudan sosyalist devrim teorileri geliştiren anlayışlarla ilkesel ayrılığımız da bu noktadır. Bırakalım diğer nedenleri, yalnızca Kürt ulusal sorununun varlığı bile coğrafyanın devrimci sürecinin halen demokratik devrim aşamasında olduğunu göstermektedir. Toprak devriminin üzerinden atlayarak ve onun sınıf ittifaklarını ve devrim stratejisini görmezden gelerek doğrudan sosyalist devrim paradigmaları geliştirmek her şeyden önce proletaryayı köylülük gibi devrimci bir müttefikten yoksun bırakarak devrim mücadelesini iğdiş etmekle bir ve aynı şeydir.

Tarım ve köylü sorunu Kürt ulusal sorununu Anadolu ve Orta Doğu devrimiyle ilişkilendiren nesnel momenttir. Kürt köylülüğü ve proletaryası ayağa kalkmışken Anadolu ve Kürdistan coğrafyasında hüküm süren faşizmi ve onun koruyup sürdürdüğü egemen üretim ilişkilerini bütünüyle tasfiye ederek kendi özgürlüğünü gerçekleştiremezse çok yazık olur. Bu, Kürt köylülüğü için olduğu kadar tüm Anadolu ve Orta Doğu halkları için çok önemli bir devrimci fırsattır. MLM’ler, Kürt sorununun yalnızca Kendi Kaderini Tayin Hakkı bağlamında değil aynı zamanda köylü ve tarım sorunuyla ilişkisi üzerinden Anadolu ve Orta Doğu devriminin en önemli devrimci dinamiklerinden biri olduğu gerçeğinden hareketle birleşik bir devrim perspektifinde ısrar etmelidirler.

Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfedaralizm projesi ve M.Karasu’nun Radikal Demokrasi vurgusu Kürt sorununu köylü ve tarım sorunundan ayıştırarak Kürt köylülüğü ve proletaryasının devrimci potansiyelini iğdiş etmektedir. Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasının devrimci dinamiklerini aynı iğdiş etme operasyonu bir kısım sol tarafından Kürt sorunu tarım ve köylü sorunundan ayrı olarak Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın dar burjuva içeriğine hapsedilerek yapılmaktadır.

Fakat bugünkü Kürt Hareketinin bütün bu reformist niteliğine rağmen egemen ulus şovenizmine yönelmiş bir mücadele olarak bir demokratik muhtevası vardır. MLM’ler Kürt Hareketinin bu demokratik muhtevası zemininde onunla faşizme karşı birleşik mücadele zemininde her türlü ortaklaşma zeminini değerlendirmeli ve Kürt Hareketinin asıl mücadele eden kitlesi olarak Kürt köylülüğü ve proletaryasının siyasal perspektifini devrimcileştirecek ideolojik mücadeleyi sonuna kadar sürdürmelidirler.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu