Gündem

Avrasya Doktrini, ABD İçin Savaş Nedenidir!

Sovyet'lerde sistemin yeniden kapitalist Mülkiyete evrilmesi, SSCB ( Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ) ve Doğu Bloku ülkelerin dağılması sonrası, ABD'de ki emperyalist burjuva ideologlar dünya genelinde kapitalizmin yeniden kesin hakimiyetini ilan ettiler.

Avrasya Doktrini, ABD İçin Savaş Nedenidir!
                                                                        Erdoğan ATEŞİN
MAKALEFotoğraf açıklaması yok.
*ABD, ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞINI ÖNE ALMAK İSTİYOR.
Sovyet’lerde sistemin yeniden kapitalist Mülkiyete evrilmesi, SSCB ( Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ) ve Doğu Bloku ülkelerin dağılması sonrası, ABD’de ki emperyalist burjuva ideologlar dünya genelinde kapitalizmin yeniden kesin hakimiyetini ilan ettiler. ABD bu süreçle birlikte bir anlamda imparatorluğunu kesin ilan ediyordu…ABD için dünya devletleri ABD’nin birer eyaletiydi ve bu devletlerin tamamı imparatorluk merkezine bağlıydı. Bu işin fikir babası Samuel Huntington’du!…
Huntington, Anglo-Sakson imparatorluğunu savunuyordu. Bu savunu ”Yeni Dünya Düzeni”nin bir anlamda manifestosuydu. Bu manifestonun temel felsefesi, dünyayı mümkün olduğunca küçük adacık devletlere bölerek kontrol etmekti. 1990 yılından sonra Rusya, Yugoslavya, Çekoslavakya’da bir çok irili ufaklı devletcikler türetildi. Yine bu süreçle birlikte Hungtington, ”Komünizm çökertildi, ‘Doğa Almanya’nın Batı Almanya ile birleşmesi gerektiğini’ savunuyordu. Dünyanın bir çok bölgesinde kendilerinin daha evvel ürettikleri devletçiklerin, diğer bağımlı ulus ve milliyetlerle de bütünleşmelerini istemiyorlardı ve bu konumdaki devletlerin çoğunu bölerek, parçalayarak daha da ufalamaya çalışıyorlardı.
Amaç, Ulus olarak bütünleşmeye çalışan devletlerin parçalanması ve yönetilmesi. ABD, Demokratik Almanya’yı, Almanya’ya bir anlamda rüşvet olarak vermiş ve karşılığında Yuogslavya’nın paylaşımını tamamlamıştır. Almanya öteden beri Slovenya ve Hırvatistan’ın tarihten gelen toprağı olduğu tezinden vazgeçerek, Doğu Almanya’yı topraklarına yeniden katarak fit olmuş, Yugoslavya’nın parçalanmasında ABD’nin tetikçiliğini yapmıştır.
ABD’nin, ulus ötesi operasyonları Sovyetler’in dağılmasında büyük dışsal rol oynamış ve Sovyet coğrafyasındaki Cumhuriyetlerin neredeyse tamamı yeniden paylaşım savaşları arenasına dönmüştü. Gorbaçov ve Yeltsin dönemi SSCB’nin fiili olarak kapitalist piyasaya entegrasyonu sürecidir ve süreç 1991 de tamamlanmıştır.
Yeltsin döneminin Başbakanı Yevgeni Pirimakov, SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan Rusya’yı, artık ezilen ülke konumunda değerlendiriyordu ve şöyle sesleniyordu kürsüden Rus halkına:  ”Rusya, artık ezilen bir ülkedir”... Pirimakov’un bu konuşmasına tepki gösteren Rusya Parlamentosunun alt kanadı DUMA, Primakov’un üstüne yürüyerek onu kürsüden indirdi. Bu saldıraya tepki koyan klik saldırıya tavır takınarak, Primakovun teorisini sahiplendi. Bu klik Doğu Avrupa’da, Balkanlar’da ve daha bir çok ülkede faaliyet yapan KGB’nin elemanlarıydı ve Putin bu grubun başındaydı.
Sovyetler’den arta kalan Rus ekonomisi zor bir süreçten geçiyordu. Ekonomisi çökmüş, yüzölçüm olarak daralmış, bütün ittifak ülkelerini kaybetmiş, boşalttığı alanlara ABD ve Avrupa’lı tekeller yerleşiyordu. Primakov bu çıkışıyla adını ”Avrasya Doktrini ” olarak koyduğu tezini geliştirerek ileriki süreçlerde Rusya’nın temel stratejisine dönüştürdü. ” Çin’le stratejik düzeyde dostluk” çıkışı ilk dönemlerde tepki alıyordu ama bu süreci Putin ve kadrosu ustaca yönettiler. Bütün bu gelişmeler 1992′ sonrası süreçte ortaya çıktı ve Rusya bölge ülkeleriyle yeniden ilgilenmeye başlamıştı ve uluslararası güç olmak için özel bir çaba içine girmişti.
*AVRASYA DOKTRİNİ’NE GİDEN SÜREÇ.
Rusya parlamentosu bu süreç öncesi ve sonrası çok kavgalı oturumlara sahne oldu ve dönemin Başbakanı Primakov bu konuda Yeltsin’in batıya teslim olmasına direniyordu ve kendi bağımsız politikalarını geliştirmeye çalışıyordu. Bu süreçte ”Avrasya Doktrini” giderek Rusya’nın genel stratejisine dönüşerek adım adım genişleyerek Rusya parlamentosunda karşılığını buluyordu. Bu stratejinin fikir babası Primakov, Bu süreçte daha ileri adımlar atarak Putin’i Boris Yeltsin’e DUMA başkanı olarak önerdi ve bu süreçte Siyasetlerini de geliştirerek ”Primakov Doktrini ” olarak kitaplaştırdı…Primakov, Rusya, Çin, Hindistan ittifakını savunuyordu ve bu savunuyu ”fikri delilik” olarak yorumlayanlar çok oldu ançak Primakov bu stratejiyle ABD’nin tek dünya hakimiyetine karşı konulabilir konusunda netti.
Bu ittifakın şöyle bir riski vardı, üç nükleer güç ülkenin ittifakı, dünya için tehdit olarak görülecekti ve dünyanın bu ittifaka sıcak bakamayacağı düşüncesi idi. Bu süreçte Rusya ve Çin, BM Güvenlik Konseyi daimi üyesiydi ve bu stratejik birliktelik bir tehdit olarak algılanacaktı… Bu stratejinin 3. ncü dünya savaşını öne alacağını düşünüyorlardı. Nükleer bir güç olan Pakistan’nın bu sürece tavrı önemliydi ve bu ciddi bir sorundu. Rusya ve Çin’in bu süreçte barışa ihtiyacı vardı gelişimlerini tamalayabilmek için. Primakov çalışmalarında bu sürece ilişkin önleyici stratejiler geliştirmeye çalışıyordu.
Primakov, Bütün bu olası sorunlara rağmen sürece müdahalede gecikmenin çok büyük riskler taşıdığını biliyordu. Çünkü Amerika bu süreçte eski Sovyet cumhuriyetleri-devletleri içinde üsler kurmaya başlamıştı. Bu süreçte Amerika’nın Sovyet coğrafyasına yerleşmesinin Rusya için ölümcül bir tehdit olarak görülüyordu. Doğu Bloku ülkelerinde ve üniversitelerinde kaynak olarak okutulan Primakov’un ”Avrasya Doktrini” düşünceleri de bu süreçte kitap olarak hazırlanıyordu.
”Avrasya Doktrini”, ”Bağlantısızlar Hareketine” benzetiliyordu ve dönemin Tito, ( Yugoslavya eski Devlet Başkanı ) Sukharno, ( Endonezya eski Devlet Başkanı ) ve Nasır, ( Mısır Eski Devlet Başkanı ) hareketi fikriyatı yeniden hortlatılıyor diye düşünenler, süreç içinde dünyada gelişen kuvvet ayrışmasının giderek tek kutuplu bir dünyaya giden yolun taşlarını döşediğini görüyorlardı. Çünkü Dünya 1991 sonrası yeni bir sürece girmişti, karşılarında artık 1953’lerden önceki gibi bir Sosyalist blok yoktu ve soğuk savaş dönemi Amerikan’ın tek dünya devleti olma stratejisine evrilmişti.   1953 – 1991 arası süreci ”soğuk savaş” ve revizyonist iktidarların kapitalist dünyayla entegrasyonu sürecidir.
1990 sonrası süreçte Güney Slavya ( Yugoslavya ) topraklarında kanlı bir savaş bütün şiddetiyle başlamış ve devam ediyordu. Bu savaş yeni sürecin ve çarpışan kuvvetlerin egemenlik fikriyatını ve geleceğe yönelik planlarının da yeni başlangıcıydı. Bu sürece direnmeye çalışan yoksul Yugoslav halkı, büyük kıyımlar ve katliamlarla paramparça edildi ve halkların direnişi emperyalist katiller tarafından bastırılarak bu coğrafya yeniden Amerikan emperyalizmi ve Avrupalı tekeller arasında paylaşıldı…Bu süreçle birlikte ”ideoloji Çağı”nın bittiğini ABD ve Emperyalist batı açıktan ilan ediyordu.
Putin, Primakov ve çevresi bu sürecin nereye evrileceğini biliyorlardı ve bu kadroların içinde KGB’nin eski tecrübeli kadrolar vardı, bu kadrolar eski Sovyet etkinliğinde olan coğrafyalarda çok etkindi ve sürecin içinden gelişmiş kadrolardı. Aslında 1961 yılında Tito, Sukharno, ve Nasır’ın, dünya kamuoyuna yönelik yayınladıkları bildirinin gelecekte gelişebilecek bölgesel sorunların da habercisiydi. 1961 tarihli bildiride aynen şunlara dikkat çekiliyordu.” Bizler iki pakt arasına sıkışmış ezilen ülkeler olarak, iki süper gücün baskıcı politikalarını şiddetle reddediyoruz. Bu iki süper gücün her türlü dayatmalarını reddediyoruz. Her türlü ideolojik ve tarihsel çatışmalar dışında, ‘bloksuzluğu” öneriyoruz diyorlardı.
Dünya dengelerinde bu süreçlerde inanılmaz değişimler yaşanıyordu. ÇKP ( Çin Komünist Partisi )- SBKP- ( Sovyetler Birliği Komünist Partisi ) arasında kıyasıya bir ideolojik mücadele yaşanıyordu ve 1957-60 Deklarasyonları, 1960-63 polemikleri, bütün sonuçlarıyla birlikte, dünya kamuoyuna deklere ediliyordu. 1961- 1994 arası süreç, dünyada yeni dengelerin şekillenme sürecidir ve bu süreç dünya tarihinde önemli bir dönemeç ve kırılma sürecidir.
Süreç sonunda artık ”VARŞOVA PAKTI” yoktu ve dünya BM ( Birleşmiş Milletler ) üzerinden kontrol edilen ABD tarafından tek kutuplu olarak yönetiliyordu.
Rusya bu süreçte ”Bloksuzlar” olarak ifade edilen mazlum halklar kategorisinde görülüyordu. Çin, bu süreçlerde BM içinde etkin değil, edilgen pozisyonda ve kısmi veto hakkına sahipti. Rusya’nın bu pozisyonunu Primakov, o süreçte şöyle tarif ediyordu. ” Şimdi Rusya Devletinin de içinde yer aldığı büyük bir doğu ittifakı doğmak üzeredir. ABD ve Batılı tekeller bu süreçte bölgede ki ülkeleri parçalayarak, küçük nüfuslu ülkeler kuruyorlar ve hegemonyalarını pekiştirmeye çalışıyorlardı. Bu durum yeni bir bölgesel paylaşım savaşıydı özünde.
*ESKİ DEVRİM COĞRAIYORDU?FYASI NASIL KUŞATIL
Batının ” Yeni Dünya Düzeni ” dediği şey özünde yeni bir sömürge ve paylaşım düzeniydi…Asya, Balkanlar, Ortadoğu ve dağılan Sovyet coğrafyası yeninden paylaşılıyordu. Bu teorinin Babası Samuel Huntington’du. ”Medeniyetler Çatışması” çalışmasında bu süreci doktrine ediyordu. Bu teorisini güçlü kılmak için şöyle diyordu. ” Dünyanın yeni bir sisteme ihtiyacı olduğu kesindir. Bu sistem, Komünizm denilen çağ dışı kafanın yıkılması sonrasında, ekonomisi düzgün ülkelerin dağılan ülkelere krediler vererek oluşturdukları ekonomik yapılardır. Bu sayede Komünist düzen içinde az çalışıp çok harcatan mantığın yerini, çok daha fazla çalışma mantığı alacaktır. Çünkü, dağılan ülkeler şimdi hem yeniden yapılanmak, hem de kalkınmak için Batı’nın ulaştığı normlara yetişmeye çalışmalıdır”
Primakov, Hungtinton’un bu tezini şöyle yanıtlıyordu. ” Medeniyetlerin merkezi Asya ve Doğu Avrupa’dır. Bir takım yeni medeniyetlerin tarihsel gerçekle çatışması imkansızdır. Bazı bilim adamlarının ‘ Medeniyetler Çatışması’ diyerek tarif ettiği şey, zaten kaybedilmiş bir tarihin ardından yapılan saklambaç oyunudur. Tarihsel gerçeklik gösterir ki, medeniyetlerin beşiği olmuş topraklar sömürge olmayı reddetmiştir. Bugünde bunun aksi olmayacaktır. Sadece bir geri adımdan bahsedilebilir. Artık tek başına savunma ilkesinin yerini, birlikte savunma ilkesi almıştır. Çünkü şimdi medeniyetin beşiğini esaret altına almak isteyen güç çok daha kuvvetlidir ve medeniyetlerin çatışma değil birleşme zamanı gelmiştir.”
*PRİMAKOV’UN ÇIKIŞI- “AVRASYA DOKTRİNİ” Ve ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ’NE UZANAN SÜREÇ…
Rusya, Tek kutuplu dünyanın kendisi için felakete dönüşeceğini doğru algılamış, Primakov, Avrasya ülkelerine yönelik bu ülkeler arasındaki ilişkinin geliştirilmesi için faaliyetlerini aralıksız sürdürüyordu, Putin ve çevresindeki kadrosu yeniden harekete geçmişti ve Rus aklı yeniden örgütleniyordu. Avrasya Doktrini ve Şanghay İş Birliği Örgütü çıkışı, Dünyada ABD ve İngiltere’nin başını çektiği Anglo Sakson imparatorluk fikrine karşı, alternatif bir çıkış olan çok kutuplu bir dünya fikriydi. Bu süreçte Putin Rusya’da milli güçlerle yaptığı iktidar anlaşmasıyla ”biz de varız” diyordu ve dünya sahnesine yeni bir güç olma yolunda yeni mesajlar veriyordu.
Çarlık sonrası Sovyetlerin, ”Stalin hatası” olduğunu ve Sovyetlerin çöküşünü Stalin’e, Lenin’e fatura ediyordu. Putin, kendi ekibi olan Rus milliyetçileri, Avrasya fikrine sıcak bakan Rus ”komünistleri” ve eski emekli askerlerle birlikte Rusya’da iktidarı ”Ulusal İttifak” olarak bir araya getirmiş ve önderliğini ele geçirmişti. Bu süreç Huntington’un ”Medeniyetler Çatışması” ve ”Tek Dünya Devleti” tezine karşı bir hamleydi.
Bu hamleyle birlikte,1.12.1995 yılında Kırgız, Kazak, Tacik Devlet yetkilileriyle güvenlik görüşmeleri yapıldı. Kazakistan devlet başkanı Nursultan Nazarbayev, Kırgız Cumhurbaşkanı Askar Akayev ve Tacik Devlet Başkanı İmamali Rhmanov ile direk toplantı ve görüşmeler yaparak, öncelikle eski Sovyet coğrafyasını toparlamaya çalışıyordu ve strateji doğruydu.
Temel strateji şuydu, Sovyetler’in dağılması sonrası dağılan bütün eski Sovyet ülkelerini yeniden Rus egemenlik alanına çevirmek ve giderek Rusya’nın çevre ülkelerinden Balkanlar ve Varşova Paktı eski egemenlik alanlarına yayılmaktı. Bu süreçte söz konusu ülkelerle uluslararası terörizmle mücadele, dine dayalı terörizmle mücadele, bölücülüğe ve eroin- uyuşturucu ticaretine karşı ortak mücadele ve daha da önemlisi ekonomik işbirliği sözleşmeleri yapılıyordu ve Rusya bütün bu süreçlere gözlemci olarak katılıyordu.
Gözlemciler Vladimir Rushailo ve İvan İvanov’du ve bu gözlemler sonucunda 17 Haziran 1995’te, o tarihte henüz Devlet Başkanı olmayan Ulusal Güvenlik Sorumlusu Putin’e, olumlu raporlar verildi ve bu raporlar düzenli bir şekilde tasnif edilerek, Rusya Güvenlik Kurulunda Masaya Yatırılıyordu. Putin, Avrasya sorunuyla ilgili görevlendirdiği ve 2003’lerde Dışişleri Bakanı olan İvan İvanov’u Çin’le işbirliği konularını araştırmak için görevlendirdi. Bütün bu süreçlerde Rusya Parlamentosunun alt kanadı olan DUMA Putin’e destek verdi.
Putin, yine bu süreçte Rusya’nın Şanghay İşbirliği Örgütüne girmesi için Boris Yeltsin’le sürekli temas halindeydi ve Yeltsin’i ikna etmeye çalışıyordu. Bütün bu gelişmeler ışığında Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan Devlet Başkanları 1996 yılında Çin’in Şanghay kentinde bir araya geldiler ve bu toplantıdan ”Şanghay İşbirliği Örgütü” kararı çıktı. Örgütün merkezi Şanghay olarak karar altına alındı. Putin Devlet Başkanı olduktan sonra Bölge’de örgütü daha da büyütmek için bölge ülkelerinde çalışmalarına devam etti.
Batı ile Avrasya arasında karasız tutum takınan Özbekistan Putin için önemliydi. 1997 yılında Rusya ve Kırgızistan, Özbekistan’la bölgede güvenlik konularında anlaştılar ve bu süreçle birlikte Özbekistan Şanghay İşbirliği Örgütüne katılarak, örgüte üye olan ülke sayısı 6 ya çıktı. Daha önce ”Şanghay Beşlisi” olarak faaliyet yapan örgütün ismi, bu katılımla ”Şanghay İşbirliği Örgütü” olarak değiştirildi.
Bu gelişme Rusya ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında 6 Temmuz 2001’de iki ülke arasında Kremlin’de ”Moskova anlaşması” olarak imzalandı. Anlaşma, Amerikan hegemonyasına karşı direnebilecek tüm ülkelerle ilişki, işbirliği ve daha bir çok sorunlar içeriyordu. ABD hegemonyasına karşı işbirliği ve ABD ordusuna karşı ortak tavır, Füze kalkanına karşı ortak hareket konularında resmiyet kazanacak anlaşmalar imzalandı.
Putin, Dönemin Ulusal Güvenlik Sekreteri Rushalio’yu, yarı gizli olarak bu defa da Arap ülkelerine gönderdi. 2001’in Eylül- Ekim aylarında Rushailo, Suudi Arabistan, Irak ve Libya’ya gitti ve bu görüşmelerde Suudi Arabistan Çeçenleri terörist olarak kabul etti ve bu gelişme El Cezire televizyonun da ”27 Müslüman ülke Rusya ve Çin’le aynı anlayış ve eksende anlaşma yapıyor” olarak dünya kamuoyuna resmen duyuruldu.
Primakov Doktrini, içeriğinde daha da önemlisi Türkiye’nin Avrasya’nın merkezi olması önerisiydi. Avrasya Doktrininin en can alıcı hamlesi bununla yapılıyordu ve bu süreçlerde Türkiye, Hem Rusya, hem de Çin İle bir takım askeri anlaşmalar imzaladı. Bu iki ülke Türkiye’nin askeri gücünü büyütmek için çalışmalar yapacakları konusunda Türkiye’ye ile anlaştılar. Bu Avrasya’cı güçlerin yeni bir genişleme stratejisiydi. Türkiye’de  eksen kaymıştı ve ABD, o günden sonra Türkiye’yi ”NATO içinde dost görünümlü düşman ülke” olarak görmeye başladı.
ABD, Düşünce Kuruluşları- Think -Tank -1948 yılında kurulan RAND COPARATİON Türkiye hakkında gizli raporlar hazırlayarak, dönem dönem basına ”Türkiye’nin ekseni kayan, dost görünümlü düşman” olduğunu yıllık raporlarında yayınlıyordu. Millennium Challenge, ” Bin yılın Meydan Okuması 2002” Tatbikatıyla, Türkiye’nin işgal edilmesini planlandığı  ve provasının yapıldığı büyük bir savaş oyunu sümile ediliyordu.
Avrasya projesinin ve Primakov’un nihai hedefi Çin, Rusya, Hindistan’ı da içine alan daha geniş bir perspektif içeriyordu. Ancak Rusya’nın geleneksel milliyetçi akımları bu projeye sıcak bakmıyorlardı ve bütün bu tartışmaların yaşandığı bir süreçte Putin, Hindistan’a gitti ve Rusya ile Hindistan arasında bu gezi sürecinde bazı askeri anlaşmalar imzalanmıştı ve bu anlaşmaların ne olduğu dünya kamuoyuna açıklanmadı, gizli tutuldu.
Oysaki Rusya’nın Çin’le imzaladığı askeri ve uluslararası savunma stratejilerine ilişkin anlaşmanın aynısını Yeni Delhi’de Hindistan ile de imzalamıştı. Bu anlaşmalara Rusya, Çin ve Hindistan uluslararası politikalar konusunda ortaklaşa tutum alacaklardı. Amerika’nın, Irak ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyetine yönelik baskılarına ortak tavır takınılacaktı. Amerika ve Avrupa’nın üçüncü bir ülkeye Demokrasi adı altında baskı uygulamalarına karşı engellemeler yapılacaktı. Avrupa ordusuna karşı üç ülke ortak çekince koyacaklardı. Rusya ve Çin orduları ortak tatbikat yapabilecek, Hindistan ilk etapta bu tatbikatlara gözlemci olarak katılacaktı.
Bütün bu gelişmeler ışığında Rusya, Çin ve Hindistan 1. Aralık 2000’de ortak bir anlaşma imzaladı Ve bu anlaşma bir bildiriyle kamuoyuna açıklandı. Bu bildirinin özeti, iki ülkenin dış politika konusunda ortak tutum alması idi.
Irak ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ( Kore DHC ) konularında barışçıl çözüm…
Amerika bu konularda özellikle açıktan uyarılacak.
Çeçenistan ve Sincan-Uygur bölgesinde ki ayrılıkçı hareketlere karşı işbirliği.
Amerika ve Avrupa’nın üçüncü bir ülkeye Demokrasi adı altında baskı uygulamalarına karşı engellemeler yapılacaktı.
Avrupa ordusuna karşı ortak tutum.
İki ülke siyasi konularda iş birliği yapacak,
Rus ve Çin orduları ortak tatbikat yapabilecek.
Bu bildirinin en kritik maddesi, diplomatik dil tamamen terk edilerek dost ve düşman kavramı somut yapılmıştı.
Bildiride Rusya ve Çin’in, çok kutuplu dünyanın bir zorunluluk olduğu şiddetle belirtilmişti.
Amerika’nın, Ezilen dünya ülkelerine yapacağı baskılara karşı ortak mücadele tavrı. Rusya devlet Başkanı Putin, Çin Devlet Başkanı Jiang ile Pekin görüşmesinin, iki ülke arasındaki ilişkinin biteceği yönündeydi. Bu süreçte Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin, görevini ÇKP kongresinde Hu Jintao’ya bırakmıştı.
Rusya, Çin arasında soğuk rüzgarların estiği beklentisi, tam tersine Moskova anlaşmasına bağlı kalan bir anlaşmayla boşa çıkarılmıştı.
Bütün bu kararlar, Rusya’nın alt kanadı DUMA’da ve Rus Parlamentosunda,12 Temmuz 2002- ila 4 Ağustos 2002 tarihleri arasında oylanarak kabul edilmiş ve resmiyet kazanmıştı. Avrasya cephesindeki gelişmeler, Bir çok burjuva ideolog tarafından Rusya, Çin Hindistan Yakınlaşmasının Üçüncü Dünya Savaşını tetikleyeceğini düşünüyordu. ABD ve İngiltere, Avrupa’yı da arkasına alarak bütün bu sürece karşı Ortadoğu’ya daha çok yüklenerek, Bütün Ortadoğu Ülkelerinin içinde operasyonlar yapıyordu. Irak, Afganistan, Suriye, Libya, Yemen, Baltık Ülkelerin NATO’ya alınması, Ukrayna’ da devam etmekte olan yıkıcı savaş, ve Karadeniz’den Rusya ve Türkiye’yi çevreleme stratejisi, Akdeniz’e yapılan sevkiyat, Nükleer başlık taşıyan savaş gemileri, ağır bombardıman yapacak kapasitede savaş uçakları, hava savunma sistemleri v.s…
Gerici- paramiliter Hamas’ın, İsrail’e saldırısıyla başlayan yeni sürecin bölgesel bir savaşa ve giderek bütün dünyayı tehdit eden bir emperyalist saldırganlığa dönüşme olasılığı, her geçen gün Akdeniz’e yapılan büyük emperyalist askeri yığınakla ve yığınağın teknolojik ve yüksek vurucu kapasitesi, sürecin ciddiyetini bizlere anlatıyor.
*ORTADOĞU VE DÜNYA, 1’Cİ DÜNYA SAVAŞI KONJÖKTÜRÜNE GERİ DÖNÜYOR VE ORTADOĞU YENİDEN BİR PAYLAŞIM SAVAŞINA ZORLANIYOR
ABD ve İngiltere, Fransa Desteğinde Batı emperyalizmi, Orta-Dogu’da büyük bir bölgesel savaş yürütmektedir.. Dünya savaşına dönüşme potansiyelleri taşıyan bu büyük kuşatma, bölgedeki bütün ülkeleri ( Rusya,Türkiye, İran, Suriye, Irak, Azerbaycan, Ermenistan, Filistin, Lübnan, Suudi Arabistan, Tunus, Libya, Katar, BAE, Afganistan, Pakistan, İsrail v.s) gibi ülkeleri derinden etkileyerek, söz konusu ülkelerin iç çelişkilerini milli çelişme düzleminde zorluyor… Bölgede ve bölge ülkelerinde savunmanın millî yönü daha çok öne çıkmaktadır…Emperyalizm ve bölgenin ezilen ülkeleri ve halkları arasındaki çelişki baş çelişkidir.
Orta doğu yeniden paylaşılarak, yeniden dizayn ediliyor. Gazze’ye 30 km mesafede 1 trilyon metre küp rezerv gaz kesin tespit edilmiş, bu rezervin kat kat fazla olduğu bilgisi gizli tutulmaktadır. Gaza Marine’de 693 metre derinlikte ( Gazze’ye 30 km mesafede ) 38 milyar metre küp gazın işletmesini Çin’li şirket üstlenmek istiyordu ve bu anlaşma Filistin’le imzalanmak üzereyken, Gazze’yi savaş sürecine soktular. Bu savaş nedeniyle İsrail’in de Tamar gaz platformu savaşla birlikte Hamas tehdidi nedeniyle kapatılmış durumdadır…
İsrail’in, ”Davut Koridoru” olarak ifade edilen koridoru hayata geçirmek için, Kuzey Suriye üzerinden, Fırat’ın doğusundan Kürt coğrafyasına ulaşmak, Fırat ve Dicle ırmakları arası coğrafyayı da içine alarak ( YUKARI MEZOPOTMYA’YA KADAR UZANAN BÖLGE ) Akdeniz’in kalbine inmek esas amaç. Bu nedenle savaşın Suriye’nin Kuzey’ine sıçraması büyük bir olasılık ve oradan da Türkiye’nin Güney’ine. İsrail’in, aralıklarla Suriye’yi bombalaması bu stratejinin en önemli ayaklarındandır.
Azerbaycan, Ermenistan, İran ve Türkiye arasında ki Zengizur koridoru Türkiye için hayati bir koridordur. Türkiye bu alanda baskı oluşturmak için Azerbaycan’a verdiği askeri destekle, Ermenistan’ı anlaşmaya zorlamaktadır. Bir yol Bir Kuşak projesine alternatif, Mumbai’den, Suudi Arabistan’a, İsrail’den, Pire Limanı ve Türkiye’yi baypas ederek Almanya’ ya uzanan bir enerji koridoru inşa edilmek isteniyor. Akdeniz ve Kürt coğrafyasının kontrolü İsrail’in stratejik hedefleri arasındadır. 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e ani baskınıyla başlayan savaşın, süreç içinde giderek Suriye üzerinden Fırat’ın Doğu’suna, Hatay merkezli ve oradan Akdeniz’e inen bir düzlemde gelişeceği yönündedir.
Emperyalist sistem, 1.nci ve 2.nci paylaşım savaşlarıyla, ezilen dünya üzerinde büyük bir sömürü ağı kurmuş, kapitalizmin eşitsiz gelişimi ve rekabetçi karakteri dünyayı yeniden bir savaş sürecine sokmuştur. Jeopolitik ve stratejik kaynakların kontrolü ve paylaşılması bu coğrafyanın kuvvetler arası mücadelenin arenasına dönüşmesinin esas nedenidir.
Jeo-politik, dünyayı anlama ve geleceğe ilişkin nelerin yaşanacağını, ne türden süreçlerin bizi beklediğini öngörebilmektir. Küreselleşmiş dünyanın doğası gereği merkezileşmiş bir dönüşümselleşme içinde başka ülkelerin ekonomik, askeri, sosyal ve toprak egemenliğini tehdit eden bir aşamaya evrildiği gerçeğinden hareketle, çelişkinin hangi alanlarda çatışmaya dönüşeceğini saptamak jeo-politiğin alanıdır ve bunu saptamak çelişkiyi ve süreci doğru anlamakla mümkündür..
Sovyetlerin dağılmasından sonra dağılan coğrafyada güç mücadelesi ve yeni ittifakların oluşması mücadelesi, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması sonrası, Avrupa’nın geleceği, ABD’nin kırılgan iç jeo-politiği bütün bu süreçlerin sebep ve sonuçlarıdır.
İngiliz Genel Kurmay Başkanı Nicek Carter’ın ” üçüncü dünya savaşı çıkabilir”… türünden demeçleri, bir çok düşünür, akademisyen ve stratejist tarafından konuşuluyor ve hala tartışılıyor. Joe Biden’a, Irak’ta askerlik yapan eski bir Abd’ li askerin, ”bize Irak’ta sivilleri öldürttünüz, insanlık suçu işlediniz” çıkışları, Biden ve Trump taraftarları arasındaki gerilimin sokaklara nasıl yansıdığını bütün dünya kamuoyu açıktan izledi ve bu süreçte Şi Cinping, Batı saldırganlığına karşı, Çin ordusunu en üst düzeyde hazırlığa çağırıyordu. Kısacası bütün emperyalist dünya bütün olanaklarıyla yeni bir dünya savaşına hazırlanıyor.
Rusya’nın eski Sovyet bakiyesi ülkelerde güç mücadelesi, ( Kafkaslar, Balkanlar, Baltık cumhuriyetleri) Karadeniz’in güvenliği, ve Baltık ülkelerine yönelik NATO genişlemesi ve bu stratejiye karşı, buralardan Ortadoğu ve Asya’ya sarkmaya çalışan Büyük Rus hamlesi.
Bütün bu süreçler küresel olarak büyük jeo-politik ve jeo-stratejik, ekonomik güç mücadelesine dönüşmüş, ve bu mücadele toplamda Küreselci güçlerle, ulus devletçiler arasında cereyan ederek, dünyanın bu büyük Jeo-politik fay hatlarını kırarak, dünyayı yeniden bir küresel savaşa zorlamaktalar. Küresel güç odaklarının, Ortadoğu coğrafyasında ki güç mücadelesinin en büyük hedeflerinden en önemlisi de Anadolu ve Büyük Mezopotamya hinterlandıdır.
Kürt coğrafyası, yani Anadolu’nun doğu ve güneydoğusu enerji kaynakları olarak yüksek potansiyel taşıyan bir coğrafyadır. Bölgenin Hazar havzalarına yakınlığı ve bu alan üzerinden Ortadoğu ve Orta Asya’ya daha kolay ve daha ucuz maliyetlerle yapılacak Jeo-stratejik hamleler, zengin ve temiz içilebilir su kaynakları, yüz yıldır devam eden kırılgan etnik yapısı ve daha bir çok nedenle son yüz yıldır savaşların hiç durmadığı bir coğrafyadır.
Bütün bu sorunlarla birlikte Karadeniz’in Jeo-stratejik önemi ciddi bir sorun olarak Türkiye’nin gündemine uzun bir dönemden beri girmiş, Güney Kafkasların da Türkiye’nin güvenliği için hayati önemde olduğu tarihsel bir gerçektir.
Bakü-Tiflis-Ceyhan enerji koridoru Azerbaycan üzerinden direk ve en doğrudan Akdeniz’e inen ve oradan Avrupa’ya açılan enerji yolları Hürmüz boğazı, Kızıl deniz ve Süveyş kanalı gibi kritik coğrafi bölgelerden geçmek zorundadır. Bu yolun Basra körfezine alternatif olarak daha güvenilir olduğu söylenmektedir.
ABD ve Avrupa için Azerbaycan önemli bir enerji ulaşım kapısıdır. bütün bu nedenlerle Güney Kafkasya, Anadolu, Karadeniz, Güney Akdeniz, Orta-Doğu ve Orta-Asya coğrafyalarının kesiştiği bu büyük coğrafya, Türkiye’nin güvenlik kuşağı ve Jeo-stratejisinin tamamıdır. Bu bölgede ABD, AB, Rusya, Çin, İran, Türkiye, İsrail, güvenlik dengelemek ve kaynakları kontrol etmek için kıyasıya ve ölümcül bir savaş yürütmektedirler.
Kürt sorunu ve tarihsel sürecin ürettiği bu realite bugün hala doğru kavranamamış, bu konuda egemen Türk komprador burjuvazisinin ve işbirlikçi Kürt toprak ağası ve Kürt işbirlikçisi burjuvazinin ihaneti devam etmektedir. Tarihsel bakış, bölgede yüz yıldır devam eden bu büyük savaşların, içsel bağlantıları ve dış müdahalelere açık olma halini çok somut olarak ortaya koymuştur…
Orta çağ tarihçiliği ve mantığıyla, burjuvazinin sosyolojik tarihçiliği üzerinden bugünü doğru anlamak, doğru çözümler üretmek mümkün değildir. Türk egemen burjuva zihniyet ve Kürt işbirlikçi ortaçağ kalıntıları, ABD ve İngiltere üzerinden yıllardır bölgede, işbirlikçi karakterleri nedeniyle düşük yoğunluklu savaş konjokturünde gerilimlerden beslenen, palazlanan savaş ağası klik yarattılar.
ABD’nin ikinci dünya savaşından beri süre gelen saldırı ve işgal politikaları, Beyaz Saray’da oturanların iradesinde olmayıp, emperyalizmin karakterindendir. Emperyalizm karakteri gereği durmaksızın hegemonya peşinde koşar. Bu nedenle ABD ve İngiliz emperyalizmi dünya halklarının da baş düşmanıdır.
Amerika, on binlerce askeriyle dünyanın 715 noktasında asker bulunduruyor. 153 ülkede ise askeri üsler şeklinde konumlanmış. Yerel ve bölgesel savaşlarla etki alanını durmadan genişleterek kendisi için yeni alanlar açmaya çalışıyor.
*BU YY’IN EN ÖNEMLİ GERÇEKLERİNDEN BİRİ SALDIRI, AYRIŞMA VE ÇATIŞMADIR.
Özellikle ABD’nin son 20 yıllık pratiği Balkanlar, Kafkaslar, Orta Uzak doğu ve Afrika, Akdeniz, Karadeniz, Baltık ülkeleri ve son yıllarda Çin’ i çevrelemek için izlediği saldırı, işgal ve yağma politikası bu teoriyi doğrulamaktadır.
ABD, dünya genelinde gelişen son küresel krize karşı, çözüm olarak ekonomisinin büyük bir kısmını savaş ekonomisine dönüştürmüştür.. Bu nedenle olağan üstü bir silah üretimi ve ticareti yapmaktadır. Dünyayı uydularla, okyanusları savaş gemileri ve denizaltılarıyla sürekli kontrol altında tutuyor.
Bir yandan başını ABD, İngiltere, Fransa’nın çektiği toplamda Batılı saldırgan emperyalist devletler. Bunlar 1. nci blokta yer alan barışın baş düşmanı kampın temsilcileri. Diğer yandan Çin, Rusya, ( Şanghay İşbirliği Örgütü ) ikinci savunma cephesi. Birde her an emperyalizmin saldırı, talan ve yıkım tehlikesiyle yüz yüze olan ezilen mazlum dünya devletleri ve halkları…
Not: Makalenin bütün kaynakları tarihleriyle birlikte makalenin içindedir.
Erdoğan ATEŞİN
25.10.2023

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu