Genel

NASIL BİR POLİTİK ÖZNE?

Nasıl Bir Politik Özne?
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki politik özne olabilmek için tarihsel bir haklılığı temsil etme niteliğine sahip olmak gerekir. Politik özne toplumsal
adalet kavramından ayrı olarak düşünülemez. Adalet kavramının söz konusu olduğu yerde de tarihsel zorunlulukları aşma çüretine sahip olma niteliği öne
çıkar. Tarihsel zorunlulukları aşma cüreti kaçınılmaz olarak bir takım toplumsal niteliklerin temsiliyetini gerektirir; Örneğin feda ruhu gibi bir erdem olmadan
böyle bir cüreti harekete geçirmek olanaksızdır. Dolayısıyla, politik özne, toplumun en erdemli, en ileri unsurlarını bünyesinde toplamalıdır.
Proletaryanın politik öznesi, komünizm mücadelesine sarf edilen, mübadelenin ve mübadele değerinin konusu olmayan somut komünist emeğin yaratıcısı
ve taşıyıcısıdır. Toplum biçimlerine niteliğini veren toplumsal yasaların bilgisine sahip olması gereken proletaryanın politik öznesine nesnelliği bu yasalara
uygun olarak değiştirebilme iradesini veren güç komünizm davasına seferber edilmiş bu somut komünist emektir.
Politik özne karşıtıyla çelişkisi ve mücadelesi içinde sürekli yeniden kurulur. Proletaryanın politik öznesinin karşısındaki güç burjuva politik özne olarak
burjuva devletidir. Politik öznenin inşa süreci sınıfsız topluma kadar süren aşamalı bir süreçler dizgesidir.
Politik özne olabilmek için toplumun en ileri, en erdemli unsurlarını bünyesinde toplamış olmak gereklidir, ancak, yeterli değildir. Politik özne toplumun en
ileri unsurlarını tarihsel zorunlulukların aşılması için örgütlemeli ve belirli amaçlara yönlendirmelidir. Tarihsel zorunlulukların aşılması görevi bu zorunlulukları
teşkil eden yasaların bilgisine sahip olmayı gerektirir. Politik özne tarihsel zorunluluklarının yasalarının bilgisine sahip olmalı ve bu bilgiyi zorunlulukların
aşılması için kullanabilmelidir. Althusser’in öznesiz ve ereksiz tarih tezi ile yadsıdığı politik öznenin bu nitelikleridir. Bu nitelikler politik özne olarak bir komünist

partinin nitelikleridir.Komünist Parti, politik özne olarak toplumun en ileri, en erdemli unsurlarının örgütlü bir biçimde bünyesinde toplandığı bir mücadele
örgütüdür.
Proletaryanın politik öznesi sosyalist inşa aşamasında devletleşir ve proletaryanın devletiyle özdeşleşir. Politik öznenin komünist hukuku ile sosyalist
inşanın alt yapısında kapitalist ekonomipolitiğin ve hukukun kalıntıları arasındaki çelişki politik özne ile kitlelerin karşılıklı olarak birbirine yabancılaşmasının
nesnel zeminini oluşturur. Yabancılaşmanın bu nesnel zemini sosyalizm koşullarında üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti altında politik öznenin komünist
hukukunun aynı zamanda kolektif üretim ilşkilerinin hukuku olarak kurumsallaşması ile çözülebilir.
Althusser’in sandığı gibi tarih her zaman toplumsal yasaların kendiliğinden işlemesi ile gerçekleşen bir süreç değildir. Üretim araçlarının
toplumsallaştırılması eylemi üstüne yükselen sosyalist toplum ereği toplumsal yasaların kendiliğinden işlemesi ile gerçekleşmez. Sosyalist inşa üretim
araçlarının özel mülkiyetini zor yoluyla ortadan kaldırmaya yönelmiş iradi bir eylemler bütünüdür. Sosyalist topluma kadar tarih gelişmesi üretici güçlerin
tarihsel düzeyine karşılık gelen belirli üretim ilşkilerinin birbirini izlemesi biçiminde kendiliğinden bir süreç izlemiştir. Ancak, sosyalist toplumun inşası diğer
toplum biçimlerinden farklı olarak kendiliğinden bir süreç değil zor yoluyla tarihsel zorunlulukların aşılması etkinliğidir. Çünkü, kolektif üretim ilşkileri kapitalist
toplum içinde gelişemez. Kolektivizmin nüveleri kapitalist toplum içinde ortaya çıksa da bu nüvelerin bir toplum biçimi haline gelebilmesi için üretim araçlarının
özel mülkiyetini ortadan kaldırmaya yönelmiş bir toplumsal devrim gerekir.Oysa, kapitalist üretim ilşkileri daha feodalizmin bağrında üretici güçlerdeki
gelişmeye paralel olarak ortaya çıkar ve feodal toplumun alt yapısı kapitalistleşmeye başlar. Burjuva devrim, kapitalistleşmeye başlamış feodal toplumun üst
yapısını değiştirmeye ve kapitalist üretim ilşkilerine uygun hale getirmeye yönelmiş bir devrimdir.Sosyalizm öncesi toplum biçimleri ilkel komünal toplum
dışında üretim araçları üstünde özel mülkiyetin farklı biçimlerini temsil eder. Sosyalizm, tarihte ilk kez, emek etkinliğinin toplumsal niteliğine dayanarak üretim
araçları üstünde özel mülkiyeti ortadan kaldırmaya yönelmiş iradi bir eylemler bütünüdür.
Sosyalist devrim ise yalnızca kapitalist toplumun üst yapısını yadsıyan bir devrim değil ama esas olarak kapitalist üretim ilşkileri yerine o ana kadar
gelişme olanağı bulamamış kolektif üretim ilişkilerini tesis etmeye yönelmiş aynı zamanda alt yapısal bir devrimdir.Sosyalist devrimin proletarya dikdatörlüğü
altında sürdürülme zorunluluğu kapitalist toplumun kalıntılarının sosyalist inşayı tehdit etmeye devam etmesinden kaynaklanır.Sosyalist inşa kapitalist
toplumun ekonomi politik ve hukuksal kalıntılarını inşa süreci boyunca sürekli gerileterek komünst topluma doğru ilerleme aşamalarında giderek ortadan
kaldırmalıdır. Bütün bu tarihsel zorunluluklar sosyalist inşa sürecinin kendiiğndenciliğe karşıt olarak iradi bir süreç olmasını gerektirir.
”Potsmodernizmin metazifk retoriği, tarih bilimini ve özne-yapı çatışmasını yadsıyor. Ezen ezilen biçiminde bölünmüş, karşıtlara dayanan sınıflı toplumsal
düzeni red ediyordu. Proletarya modası geçmiş otantik bir akımdı, onun yerini çoğulcu siyasete dayanan temsiller, tarihle bağları kopmuş ereksel olmayan
oynak ve akışkan özneler almıştı.
Devrim artık bir solcu romantizmi olarak görüyor, gülünç bulunuyordu. Kitlelere artık sınıf bilinci yerine küçük burjuva aydın ihaneti taşınıyordu. İşçi sınıfı
arsında olması gerekenler, kitlelerle bağlarını tamamen kopararak, konferans salonlarında üniversite kürsülerinde ve salaş sokak sergilerinde, kapitalizmden
rol çalarak geviş getiriyorlardı. Sol bir kuşaktır bu entelektüel düşkünlerin istilası altındadır.
Marksit Solun nesnel çöküşü, geriye pek çok kötücül miras ve alışkanlık bıraktı.Pek çok put ve evliya türedi sol içinde.Kurumlar cemaatlere dönüşerek, kendi
pişişik alanlarını yarattılar.Gelecek ile ilgili üst anlatılar ve ütopyalar yerini yarı zamanlı öğütlere bıraktı.Solu bugün artık medyumlar yönetiyor.
Postmodernizmin üst anlatılara karşı duyduğu tutucu septisizmin temelinde iki eğilim yatar bir sınıflı toplumun reddi ve tahakümsüz bir dünya hümanizmine
dayanan her türden üst anlatının otantikleştrilmesi. İkincisi ise özne iktidar çatışmasının reddi özenin anonimleştirilerek hadım edilmesidir. Postmodernizm
modernizimden nitel bir kopuşu temsil etmez aksine katmerleşen çürüyen emperyalizme bir çıkış yolu sunar özetle postmodernizm geç kapitalizmin ta kensidir.
Rutin ve monoton kapitalizm ve onun gerici üstyapıları olan geleneksel yeniden üretim araçları ilga olarak günümüzde geniş bir hacme ulaşan meta ekonomisi
ile yer değiştirmişlerdir.Günümüzde Meta ve pazar dağılımı ekonomik politik ve toplumsal üst yapıların konsolidasyon bütünü ile postmodernizmi içerirler.
“Özne dağınık, belirsiz,ve tözden yoksun bir öznelik yararına ortadan kaybolmuştur.Başka bir deyişle her şeyi kuşatan ve etten kemikten yoksun bomboş bir
bilincin yansıtıldığı muazzam bir alana dönüştürülen özne vücudun yaydığı uçucu bir madde benzemektedir. Yani herşey nesnellikten yoksun öznellik ışınları
yaymaktadı”
(Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi?,
Jean Baudrillard
Kapitalizmde öznenin bu sefaleti kapitalizmin kendisi kadar kapitalizm öncesi dönemi de kapsar. Öznenin sefaleti kapitalizm koşullarında emeğin de metalaşmasıyla doruğuna ulaşmıştır. Anti-kapitalist mücadelenin öncüsü ve sosyalizmin kurucu öznesi olan politik öznenin tarihsel misyonunu belirleyen işte
bu koşullardır. Her şeyin, bütün değerlerin metalaştırıldığı kapitalist toplumda politik özne, öncelikle kendisini ve sonra birey olarak özneyi yeniden kurma
görevi ile karşı karşıyadır.
Emeğin henüz metalaşmadığı ve dolayısıyla toplumsallaşmadığı kapitalizm öncesi döneme kıyasla öznenin kapitalist ekonomipolitiğin yasaları karşısında
bu çırpınışının somutlaştığı organizma proletaryanın öncüsü olarak politik öznedir. Tarihte ilk kez olmak üzere insanlık politik öz<ne şahsında ekonomipolitiğin
yasaları karşısında özgürleşme olanağı bulmuşlardır; bu olanağı yaratan etken proletarya ile birlikte emeğin toplumsallaşmasıdır.
Toplumsallaşan emek etkinliği kendisini kuşatan nesnel yasalara karşı yine kendi var oluşundan gelen bir nesnel yasayı, üretici güçlerle üretim ilşkileri
arasındaki zorunlu uygunluk yasasını dayatarak meydan okurken insan olarak özneye de nesnel yasalar karşısında eğilmeyeceği yeni bir tarihsel süreç
açıyordu. Tarihte ilk kez insan kendisini kuşatan ekonomipolitiğin nesnel yasalarına karşı emeğin toplumsal niteliğine dayanarak tarihsel özne rolünü oynama
olanağı buluyordu. Emeğin toplumsallaşmasından önceki tarihsel süreç özne rolünün tamamen ekonomipolitiğin nesnel yasaları tarafından dolaysız olarak
gerçekleştirildiği bir süreçti. İnsan, tarhte ilk kez emeğin toplumsal niteliğine dayanarak nesnel yasalar karşısınsda özgürleşme dolaysıyla özne olma olanağını
proletarya ile buluyordu.
”Ekonomi kavramı bugün kavramı borçlu olduğumuz antik Yunanda olduğundan çok daha geniş ve çok daha teknik bir anlamda kullanılmaktadır. Bugün
kavram tüm ekonomik ilişkilerin bilimi olarak alınır. Burada söz konusu olan ‘ekonomik ilişkiler’ kavramı tüm ekonomik davranış biçimlerini ve normlarını da
kapsamaktadır. Ekonomi kavramının anlam bakımından “salt ekonomi” ile sınırlandırılması onun bugün daha çok matematiksel yapı teorisi biçimine ve tercih
önceliklerine dayalı olarak rasyonel karar teorisine dönüşmüş olmasının nedenini de açıklar. Ancak bu nedenle ekonomi ve ahlak ilişkisi İngilizce konuşulan
dünyada ağırlıklı olarak “ticaret etiğine” indirgenebilmiştir. Oysa ekonomi doğrudan toplumun yaşam kaynağının oluşturulup kalıcılaştırılmasını ile ilgilenen bir
bilim olduğu için kendisini toplumun yaşamın diğer tüm alanlarıyla ve diğer tüm alanlarını inceleme konusu yapan düğer tüm bilimlerle ilişkilendirmek
zorundadır. Zira toplumsal yaşamın temellerine dair bütünlüklü bakış ancak ekonomiden hareketle mümkün olabilmektedir.
Ekonomi kavramını borçlu olduğumuz antik Yunanda kavram daha dar bir alanı, yani ev ve ailenin ekonomik idaresini kapsamına alsa da; ekonomiden
evin ve ailenin “amaca uygun” ve “ahlaken iyi” idare edilmesinin öğretisi anlaşılmaktadır. Ekonomi kavramı ev ekonomisinin “amaca uygun” ve “ahlaken iyi”
idare edilmesinin yasalarını araştırmayı amaçlayan bir bilim olarak ismini antik Yunanca oikos (ev) ve nomos (yasa) kavramlarından almaktadır. Öyleyse
ekonomi ev idaresinin yasası anlamına gelmektedir. Almancada kavramın bu antik anlamı hala korunur. Zira Türkçede Fransızca “budget” sözcüğünün
karşılığı olarak türetilen “bütçe” kavramı Almancada “ev” kavramını muhafaza eden “Haushalt” kavramıyla karşılanır. “Haus” ev demektir. Mahallenin idaresi,
kentin idaresi, ülkenin ve devletin idaresi; hepsi bir biçimde evin idaresi anlamına gelmektedir. Kavramın antik Yunanca anlamında evin idaresine amaca
uygunluk ve ahlaken iyilik şartı getirilmektedir. Eskiçağda amaca uygunluğun ve ahlaken iyiliğin kıstası sitenin/devletin/toplumun mutluluğudur. İşte,
ekonominin bugün yaygın olarak kullanılan kavramında burada söz konusu olan ekonominin ahlak/etik ve mutluluğa hizmet eden erekselliğinin artık tamamıyla
dışarıda tutuluyor ve unutulmuş olmasıdır.”
.Doğan Göçmen
Doğan Göçmen’in de belirttiği gibi ekonomi kavramı kendisinde bir ahlak içeriğini de barındırır. Dolayısıyla her farklı toplumsal yapının ahlak kavramı
ekonomipolitiğinin niteliği tarafından şekillendirilir. Kapitalizmin ekonomipolitiği bütün değerlerin metalaştığı bir genel ahlaksızlığa karşılık gelir. Proletaryanın

politik öznesinin tarihsel görevi de tam burada başlar. Politik özne genel yozlaşma ve ahlaksızlaşma koşullarında insan olarak özneyi yeniden kurma görevi ile
karşı karşıyadır. Kapitalist ekonomi politiğin proleterin emek gücünün yarattığı artı-değere el koyması aynı zamanda bir ahlaksızlığa karşılık gelir.Dolayısıyla, proleter politik özne ahlaklı toplum paradigmasının taşıyıcı öznesidir.

Politik özne kapitalist ekonomipolitiğin yasalarına karşı insanı emek etkinliğinin kolektif nitelikleri etrafında yeniden biçimlendirme tarihsel
görevi ile karşı karşıyadır. Bu tarihsel görev her şeyden önce üretim araçları üstünde özel mülkiyetin kaldırılması ve böylelikle emek etkinliği üstünde sermaye
boyunduruğunun kaldırılmasını zorunlu olarak gerektirir.
Poitik özne tarihsel misyonunu üretim araçları üstünde özel mülkiyeti kaldırdıktan sonra bu türden bir mülkiyet biçiminin kendisini tekrarlamaması için emek
etkinliğinin kolektif niteliklerine dayanarak burjuva ekonomipolitiği ve hukukunu toplumsal yaşamın her alanında gerileterek sınıfsız toplum ereğinin
gerçekleşmesine kadar sürdürür. Sınıfsız toplum ereğinin gerçekleşme aşamaları ve burjuva hukukunda her gerileme süreci politik öznenin tarihsel misyonunda bir söneye karşılık gelecektir. Bir etik toplumu olarak sosyalizm kolektif etiğin toplumsallaştığı oranda üretici güçlerdeki gelişmeye bağlı olarak
komünizme evrilirken politik öznenin tarihsel misyonu da kendisi ile birlikte sönme yoluna girecektir.
Politik özne kapitalist ekonomipolitiğin neden olduğu genel yozlaşma ve ahlaksızlaşma koşullarında kendisiyle birlikte insan olarak özneyi yeniden
şekillendirirken anti-kapitalist mücadelenin zorunlu olarak gerektirdiği kolektif niteliklere dayanır. Emek etkinliğinin kolektif nitelikleri ile eşitsiz gelişme
yasasının üretim ilşkilerine yansıması olan metalaşmış bireysel nitelikler arasındaki çelişki politik öznenin iç ilişkilerinde iki çizgi mücadelesine bürünür. İki çizgi mücadelesi eski ile yeni, yok olmakta oan ile gelişen arasındaki mücadeledir. İki çizgi mücadelesinin nesnel zemini üretim araçları üstünde özel mülkiyete
dayanan kapitalist toplum ve onun kültürüyle gelişmekte olan kolektivizm mücadelesi arasındadır.
Althuser’in politik öznenin tarihsel misyonunu hiçleştirerek ”safını seçme” ye indirgediği bu süreç insanlığın tarih öncesnden tarih yapıcılığa ilerlediği ve
kendi kaderini kendi eline aldığı bir süreçtir. Emiğin toplumsal formuna dayanan politik öznenin etkinliği tarihsel yasalar karşısında bu yasaların nesnesi olan
insanlığın bu yasaların bilgisine sahip olarak onları kendi yararına kullanarak tarihi değiştirdiği sınıfsız topluma kadar uzanan bir süreci kapsar. Kolektivizm için mücadele kolektif nitelikler gerektirir ve politik özne toplumsallaşmış emeğin bağrında gelişen bu kolektif nitelikleri işleyerek kendisini yeniden üretir.Politik
öznenin tarihsel misyonu kolektif nitelikler tüm toplumu kucaklayan bir toplumsal etik haline gelinceye kadar sürecektir.
Komünizmin birinci aşaması olan bütün bir sosyalizm süreci proletaryanın tarihsel öncüsü olan politik öznesinin devletleşme sürecidir. Proletaryanın politik
öznesinin aşama aşama burjuva hukukunun yerini alacak olan kolektif hukuku esasta kolektif etik üstüne kurulu olduğu için genelleştikçe gereksizleşip sönme
eğiliminde olan bir hukuktur. Bundan sonraki bölümlerde devletleşen politik öznenin komünizmin gelişme evrelerinde proletaryanın devleti ile birlikte sönme
diyalektiğini irdeleyeceğiz.Proletarya kolektivizmi gerçekleştirmek, sömürücü sınıfların direncini bastırmak ve kapitalizmin kalıntıları ile mücadele etmek için bir
devlet iktidarına gereksinim duyar; proletarya dikdatörlüğü/demokrasisi olcak olan bu devlet iktidarı sınıfsız topluma ilerleme sürecinde aşama aşama burjuva
kalıntıların gerletilmesine ve kolektivizmin tam tesine bağlı olarak üretici güçlerin ”herkese ihtiyacı kadar” şiarına olnak tanıyacak bir düzeyde geliştiği
koşullarda sönme eğilimine girecek ve sönecektir.
Sosyalist toplum öncesi tarihteki toplum biçimleri üretici güçlerde meydana gelen gelişmeye bağlı olarak kendiliğinden süreçler olarak ortaya çıkmıştır.
Sosyalist toplumun öncülü toplumsallaşmış emek etkinliğidir. Ancak, sosyalist toplum yukarıdan aşağı inşa edilmesi gereken iradi bir süreç olduğu için
kapitalizmin evrimleşmesi ile kendiliğinden gerçekleşmez. Kapitalizmin evrimleşerek kendiliğinden sosyalist topluma dönüşeceğine dair tezler oportünist
tezlerdir. Emek ile sermaye arasındaki çelişki ve kapitalist toplumun üst yapısının bir burjuva dikdatörllğü olması kapitalizmin kendiliğinden sosyalist topluma
evrimleşmesine engeldir.
Sosyalist toplumun yukarıdan aşağı inşa edilme zorunluluğu sosyalist inşayı aynı zamanda etik bir süreç haline getirir. Sosyalist kültür kitleselleşmeden
sosyalist inşanın sürekliliğini sağlamak mümkün değildir. Ayrıca, sosyalist inşa süresince kapitalist toplumun ekonomipolitiğinden ve üst yapısından devreden
kalıntılar sosyalist inşayı tehdit etmeye devam ettiği için üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti altında devrimin komünist topluma kadar sürdürülmesi bir
zorunluluktur. Althusser’in anlamadığı şey işte, politik özne olarak Komünist Partinin bütün bu zorunlulukları aşmak için gerekli olan öncü misyonudur.
Komünist Parti, proletaryanın politik öznesi olarak öncü misyonunu mücadele tarihi içinde oluşmuş olan kendi iç hukukunu sosyalist inşanın hukuku haline
getirerek yerine getirebilir. Proletaryanın politik öznesi olarak Komünist Partinin mücadele tarihinin şekillendirdiği hukuku emek etkinliğinin kolektif nitelikleri
üstünden gelişmiştitr. Çünkü, Komünist Parti toplumsallaşmış emek etkinliğinin tarihsel haklılığını ve adalet anlayışını temsil eder. Komünist Partinin mücadelesinin ana hattını oluşturan temel çelişme emeğin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel biçimleri arasındaki çelişmedir. Böylelikle, Politik öznenin
hukukunun emek etkinliğinin kolektif nitelikleri üstünden gelişmiş olması tarihsel bir nesnelliktir.
Althuser’in öznesiz ve ereksiz tarih tezinde ”safını seçme” olarak adlandırdığı politik tavır bu ”safını seçme” eyleminin sonucu olarak bireye kaçınılmaz
olarak çeşitli sorumluluklar yükler. ”safını seçme” belirli bir adalet anlayışından ayrı olarak değerlendirilemez. Birey, belirli bir adalet anlayışına göre safını
seçer. Burada, emeğin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel biçimleri arasındaki çelişkide birey ” safını seçer” ken proletaryanın bütün toplumsal
değerlerin üreticisi olarak üretim araçları üstünde mülkiyetin özel biçimlerine son verme eyleminin, yani, sosyalist devrim eyleminin tarafında olmaya karar
verirken kapitalizme karşı mücadelenin getireceği kimi sorumlulukları ve bedelleri de kabüllenmiş olur. Kapitalizme karşı mücadelenin aynı zamanda bir adalet mücadelesi olması ve bedel ödemeyi göze almayı gerektirmesi ”safını seçme” eyleminde bireye sorumluluk yükler. İşte, siyasal mücadelenin bu
sorumlulukları bireyin emek etkinliğinin kolektif niteliklerine sahip olmadan yerine getirilemez. Başka bir söylemle, üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan
kaldırma etkinliği, yani, bir sosyalist devrim etkinliği fedakarlık, özveri, davaya bağlılık gibi emek etkinliğinin kolektif niteliklerine sahip olmayan bireyler ve
örgütlülükler tarafından gerçekleştirilemeyeceği gibi bir sosyalist inşa süreci de bu kolektif nitelikler hukuklaşmadan sürdürülemez.
Althuser’in öznesiz ve ereksiz tarih tezi Marksizmin temel kavramı olan toplumsal adalet kavramından yoksun olduğu için toplumsal adaletin
gerçekleşmesi için gerekli olan politik öznenin sahip olması gereken nitelikleri de göz ardı etmektedir. Oysa, Marksizmin üzerinde geliştiği epistomolojik zemin
tam da gerekli emek-zamanı ile artı emek-zamanı arasındaki, yani, ücretle kar arasındaki çelişkinin tahlilinden çıkan toplumsal adaletin gerçekleştirilmesi için
üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılmasına yönelik bir devrim öngörüsüdür. Althusser, öznesiz ve ereksiz tarih teziyle zor yoluyla gerçekleşecek
olan bir sosyalist devrim etkinliğini muğlak bir ”safını seçme” ye indirgerken politik öznenin tarihsel iradi misyonunu yadsıyarak kendiğindenciliğe düşerken
diğer taraftan Marksizmi toplumsal niteliğinden soyutlayan bir pozitivizme sürükleniyor. Marksizm, nesneler arasında niceliksel ilişkiler kuran ve nesnelliği bu

niceliksel ilişkiler üzerinden kuran pozitivizmi kapsar; fakat pozitivizme indirgenemez. Marksizm, emekle sermaye arasındaki çelişkinin tahlilinde gerekli emek-
zamanı ile artı emek-zamanı, ücretle kar gibi nicelikler arasındaki çelişkinin tahilinden proletaryanın üretim araçlarını toplumsallaştırmak suretiyle ücret

sistemine son vererek emek etkinliğini sermaye tahakkümünden özgürleştireceği bir politik devrim gibi üretim ilişkilerinde nitel bir değişim sentezine varır. Marks, kapitalde kapitalist ekonomipolitiğin matematiğini, yani, nicelikler arasında kurduğu ilişkiyi tahlil ederken ne kadar bilimsel bir temelden hareket
ediyorsa Fransa’da Sınıf Savaşımları’nda Komünün kahramanlıklarını anlatılırken bir o kadar tarihçidir. Dolayısıyla, Marksizmin tarihsel materyalizmi
toplumsal bir adalet kavramından ayrı olarak değerlendirilemez. Althusser’in Marksizm anlayışı toplumsal adalet kavramından yoksun olduğu için politik
öznenin toplumsal adaleti gerçekleştirmek için sahip olması gereken nitelikleri de anlamakta yeteneksizdir.
Althusser’in öznesiz ve ereksiz tarih te4zinde politik özne yerine kullandığı ”safını seçme” eylemi adalet kavramından yoksundur. ”safını seçme” nin hangi
kriterlere göre gerçekleştiği belirsizdir. Oysa, politik özneyi tanımlayan etkinlik tam da politik öznenin tarihsel bir h4aklılıktan hareketle gerçekliği değiştirmeye
yönelmiş eylemselliğidir.
1996 ve 2000 yıllarında F Tipi siyasi ceza evlerine karşı ölüm orucuna katılmış olan, zorla ve yanlış müdahale sonucu Wernike-Korsakof hastası olan Ömer Ünal bir tartışmada Ölüm Orucu gereklimiydi sorusu üzerine ” Bizim ceza evi şartlarında F Tipi ceza evlerine karşı, yani, hücre sistemine karşı Ölüüm
Orucu’ndan başka eylem seçeneğimiz yoktıu ve biz Ölüm Orucu’na gitmeseydik tarihsel misyonumuzu yerine getiremezdik, yani, politik bir özne olamazdık”
derken politik öznenin tarihsel misyonunu pratik bir tarihsel deneyim üstünden örneklendiriyordu.
Politik özne olarak Komünist Parti çelişkisiz bir birlik değildir. Eskiyle yeni, öznellikle nesnellik, bireycilikle kolektifçilik arasındaki mücadele Komünist Parti
içinde de iki çizgi mücadelesi biçimini alarak süre gider.
Sosyalist inşada tek parti çok parti sorununa kısaca değinmek gerekirse, tarihsel gelişmelerin her ülkenin kendi süecine neler getireceğini önceden
öngörmek çoğu zaman olanaksızdır. Sosyalizm deneyimlerinde, hemen hepsinde, tarihsel gelişmenin, mevcut diğer örgütlülükler arasında tek partiyi öne
çıkarmış olması rastlantı olarak değerlendirilemez.Ülke devriminin meselelerine vakıf olma ve gereken süreçlrerde doğru siyasetleri hayata geçirebilmesi,
doğru bir stratejik hatta, doğru taktik-politik manevraları yapabilme yetkinliğine ulaşmış olan bir örgütlülüğü gerektirir; elbette, böylesi bir örgütlülük,
proletaryayı ve halk sınıflarını kendi perspektifinde tutmakta diğer yapılardan avantajlı bir konum edinecektir.Ancak, tarihsel süreç öyle gelişebilir ki mevcut
örgütlülüklerden hiç biri devrim sürecini bütün yönleri ve görevleri ile birlikte tek başınaa koorrdine edebilecek bir yetkinliğe ulaşmadan çok örgütlü bir devrim
sürecinin de gelişmesi olasılıklar dahilindedir.Özelikle, Anadolu coğrafyası gibi kendi tarihinde köklü bir ulusal sorun ve mezhepsel farklılaşma ve çelişkiler de
barındıran, proletaryanın köylülükten tam olarak ayrışmadığı yarı-feodal bir sosyoekonomik yapıda, halk sınıflarına dair olarak, farklı tabakaların siyasal
eğilimlerini temsil eden örgütsel yapıların birbirine üstünlük sağlayamadığı ya da bir birlik oluşturamadığı bir siyasal konjonktürde devrimin gelişmesi de mümkündür.

Burada, esas olan, sosyalist perspektife dair nasıl bir sosyalizm sorunu öne çıkmaktadır.Proleter hukuk ve proletarya kollektivizmine dair genel bir mutabakatın oluştuğu koşullarda tarihsel süreç birden fazla siyasal yapının insiyatifinde gelişmiş de olsa, sosyalist inşanın temel problemlerine dair
ortaklaşabilme sorunu belirlyici olacaktır.Emek faaliyetinin karşılığını, onun yasa karşıtı niteliklerine endeksleyen bir sosyalist inşa hukuku altında çok partili bir
sosyalizm süreci de yönetsel bir zaafiyet yaratmadan mümkün olabilir.Burada, özel olarak tercih edilen bir çok partili sosyalizm projesinden değil tarihsel koşulların dayatabileceği birden fazla politik özne öncülüğünde ortaya çıkabilecek bir sosyalist inşa sürecinden bahsedilmektadir. Böyle bir durumda, birden fazla politik özne, örneğin, bugün bir demokratik kitle örgütünde nasıl bir arada otrtaklaşabiliyorsa bir sosyalist paradigma etrafında anayasal bir teminat altında da ortaklaşabilirler. Demokratik kitle örgütlerinin demokratik merkeziyetçilik ilkesi altında azınlığın çoğunluğa uyması prensibi ile birden fazla politik öznenin bir sosyalist anayasa altında ortaklaşması pekala mümkündür. Zaten, sovyetlerin gelişim süreci içersinde tek partiyi ortaya çıkaran süreç de buna benzer bir süreçtir.

Proletarya dikdatörlüğü/demokrasisi, esasta,bir hukuksal nitelik sorunudur.Emek
faaliyetinin karşılığının, onun, aynı zamanda politik niteliği ile diyalektik bir ilşki içinde kendi ifadesini bulabildiği bir sosyalist inşa sürecinin, tek parti ya da çok
partili bir süreç olmasının biçimselllikten öte bir anlamı olamaz, diye düşünüyorum.Burada, Komünist partinin, bir hukuk dayatıcısı olarak değil, proletaryanın
hukuksal örgütlenmesinin bir koordinasyon örgütü olarak görülmesi gerekir.
Proletryanın hukukunu dayatacak olan parti ya da partiler değil ilkelerdir.Sosyalist inşanın ilkeleri anayasal bir teminat altına alındıktan sonra bu ilkeler etrafında mutabakat koşulları oluşmuşsa birden fazla politik özneyle de bir sosyalist inşa süreci pekala mümkündür.Proleter kollektivizme dair ilkesel birlik koşullarında, çok partili bir sosyalist inşa
süreci de olasıdır.Kaldı ki sosyalizm deneyimlerinde, sovyetik yapılar dahilinde görünüşte tek parti kültüne rağmen farklılaşan bir çok siyasal eğilimin temsil
olanağı bulduğu unutulmamalıdır; ki bu sınıf mücadelesinin kaçınılmaz bir görüntüsünden başka bir şey değildir.Eğer, farklı tabakaların eğilimleri olarak
farklılaşan siyasal eğilimler kaçınılmaz bir olgu ise, bu eğilimlerin kendisini tek parti içinde ya da birden fazla parti olarak temsil edebilirliğini de kabul etmek
gerekir, diye düşünüyorum.Hatta, çok partili bir sosyalist inşa sürecinin siyasal eğilimleri daha görünür hale getirmesi anlamında ideolojik mücadele açısından
daha demokratik ve daha net bir siyasal ortam yaratabileceğinden bahsetmek mümkündür.Burada, yegane kaygının, yönetsel disipline bağlı olarak
gelişebileceği düşünülse de, yönetsel disiplin sorunu, öncelikle, parti hukuku sorunu değil sosyalist inşa hukuku sorunu olarak görülmelidir.Sosyalist inşa
hukukunu, parti hukuku ile bir ve aynı sorun olarak indirgemek, daha başından, süreci bürokratik biçimlere bağımlılaştırmaktan başka bir anlama
gelmez.Sosyalist inşa, ilkeler esasında kitlelerin yaratıcılığının olanak bulabildiği bir süreç olarak görülmeli ve kollektif inşa sürecinin çelişkilerinin, ,sosyalist üst
yapının niteliğini de belirleyeceği unutulmamalıdır.Sosyalist inşa ilkesi, zaten, nasıl bir kollektivizm sorunsalının karşılığını tanımlar.İlkesel birlik koşulllarında,
kollektivizmin siyasal üst yapısının biçimsel görüntüsü tek parti yada çok partili biçimler de alabilir.
Bütün yetki ve otoritenin partinin elinde toplandığı bir sosyalist inşa süreci bürokratizme gebedir.Yönetsel ve hukuksal yetki ve görevlendirmeler, kitle
insiyatifinde sovyetik bir formatta inşa ilkesi esasında gerçekleşmelidir.Partinin bir hukuk dayatıcısı ve inşa sürecinin yegane güvencesi olarak geliştiği bir inşa
süreci, sosyalizm deneyimlerinin de gösterdiği gibi bürokratik biçimlere gebedir.Sosyalist inşa sürecinin güvencesi ilkelerdir; İlkelerin denetleyicisi de
kitlelerdir.Komünist partinin tarihsel misyonu kollektivizmin ilkelerini belirlemek ve inşa sürecini koordine etmektir.Marksizm, Paris Komününün sınırlı
deneyimlerinden dahi olası bir kollektif inşa sürecini, memurların seçilebilir ve her an görevden alınabilir bir proleter demokratik biçimde formüle eder.
Sosyalizm deneyimleri özellikle revizyonizmin egemenliği altında Marksizmin proleter kollektivizmme dair bu temel ilkelerine dahi sadık kalamamakla
bürokratik biçimlerden başka bir şey yaratmadılar.
Politik özne olarak Komünist Parti kavramını, proletarya iktidarından öncesi ve sonrası olarak iki aşamada değerlendirmek gerekir.Komünist parti,
kendisini var eden tarihsel şartlardan ayrı olarak düşünülemez.Komünist partinin proletarya iktidarından önceki tarihsel var oluş nedenleri ile proletarya iktidarı
aşamasındaki var oluş nedenleri farklılaşmıştır.Komünist parti, proletarya iktidarından önceki aşamada öncelikle bir harp ve mücadele aracıdır.Dolayısıyla,
bütün örgütsel şekillenmesi bu amaca dair olarak gelişmek zorundadır.Proletarya iktidarından sonrası süreç için komünist partinin, yine harp ve sınıf mücadelesi örgütü niteliği değişmemekle birlikte, bu kez, proletaryayı iktidara taşıyan alt örgütlülükleri ile birlikte, artık, aynı zamanda komünist parti bir
sosyalist inşa örgütüdür.
Komünist partinin ,bir harp ve sınıf mücadele örgütü olarak niteliği ile, sosyalist inşa örgütü olarak niteliğinin bileştiği ve aynılaştığı siyasal ve örgütsel mecralar olduğu gibi sosyalist inşa aşamasının getirdiği yeni misyon ve görevlere bağlı gelişen yeni siyasal ve örgütsel mecralar da söz konusudur. Burada,
çelişkinin evrenselden özgüle, özgülden evrensele ilkesini hatırlamak gerekir.Proletrya iktidarı aşamasından önce Komünist Partinin örgütsel varlığının niteliği,
esasta, bir harp ve sınıf mücadelesi örgütü niteliğindedir.Bütün örgütsel şekillenmesi proletaryanın iktidar hedefine yönelik olmak zorundadır.Proletarya
iktidarından sonraki aşama, birinci olarak, proletaryayı iktidara taşıyan örgütsel yeterliliklerin tarihsel olarak gelişmiş olmasıyla (ki aksi koşullarda proletarya
iktidarı olanaklı olamazdı) kendiliğinden, Komünist Partinin nitel düzeyinde bir üst aşamaya karşılık gelir.Bu üst aşamayı tabir edereken kullandığımız “
kendiliğinden” deyimi sözcüğün mecazi anlamı ile anlaşılmalıdır. Yoksa proletaryayı iktidara taşıyan örgütsel yeterliliklerin yaratılması hiç de “kendiliğinden”
bir süreç değil tamamen tarihe iradi müdahalelerin yarattığı “kendinde” bir olgudur.
Proletarya iktidarından sonraki aşama için Komünist Parti, artk, yalnızca bir harp ve sınıf mücadelesi örgütü değil, aynı zamanda, bir sosyalist inşa
örgütüdür; ve dolayısıyla, sosyalist inşa aşamasında Komünist Partinin tarihsel misyonuna yeni olgular eklenmiştir. Kuşkusuz, sosyalist inşanın kendisi de
sınıf mücadelesinden bağımsız bir süreç değildir. Ancak, sosyalist inşa aşamasında Komünist Partinin kendisini yeniden üreteceği tarihsel koşşullar
değişmiştir.Proletarya iktidarından önceki aşamada Komünist Parti kendisini bir sınıf mücadelesi ve harp örgütü olarak, neden-sonuç diyalektiği devrimle karşı
devrim arasındaki güç ilişkileri olan bir tarihsel süreç için yalnızca ve yalnızca proletaryanın öncü müfrezezi olarak yeniden üretmek zorundayken, proletarya
iktidarı koşullarında Komünist Parti, kendisini, parti için parti diyalektiği ile yeniden üretemez.Çünkü, proletarya iktidarı koşullarında Komünist Partinin kendisini
yeniden üreteceği tarihsel materyal nitel bir değişim geçirmiş, iktidarda olan sınıf haline gelmiştir.
Dolayısıyla, proletarya iktidarı koşullarında kollektivizmin nihai amacı olan sınıfsız toplum ereğinin yalnız politik özne olarak Komünist Partisine değil
ama proletaryanın her türlü örgütsel varoluşuna yüklediği tarihsel misyon ne ise politik öznenin kendini yeniden üretme diyalektiği de bu misyona göre yeniden
şekillenmek zorundadır.Sosyalist inşanın yaratması gereken proleter inşa hukuku, kendisinde sönme diyalektiği taşıyan bir hukuk niteliğinde olmalıdır. Öyleyse, Komünist Partinin kendisi de kollektif inşa hukukunun sönme diyalektişğinden azade değildir.Bu anlamda, sosyalist inşa sürecinde, parti için parti
anlayışı bürokratizmin başladığı yerdir.
Pratik bir örnekleme gerekirse, proletarya iktidarından önceki aşamada, Komünist Parti nin pratik ihtiyaçlarından biri, sınıf mücadelesi için, örneğin halk
ordusu için gerilla yetiştirmektir.Proletarya iktidarı aşamasında, yine, sınıf mücadelesinin araçlarından biri olarak, emperyalizm var olduğu sürece, halk ordusu
için gerilla yetiştirmektir.Ama bu işlev, artık, yalnız ve yalnız partinin görevi değil bir bütün olarak proletaryanın bütün örgütsel biçimlerinin ortak görevidir.Yine,
sosyalist inşa aşamasında partinin görevi, örneğin dış işleri memuriyeti için dış işleri memuru yetiştirmek değildir.Bir bütün olarak proletaryanın bütün örgütsel
biçimlerini temsilen bir dış işleri görevlisi seçmek ve her an görevden geri alanabilecek bir hukuksal formasyonda görevlendirmektir.
Dolayısıyla, sosyalist inşa aşamasında Komünist Parti, sosyalist iktidarı olanaklı hale getirmiş olan kendi tarihsel yaratımları olarak, proletaryanın bütün
örgütsel biçimleri üstünden ve onlara bağlı olarak kendini yeniden üretmek durumundadır.Komünist Partinin kendini yeniden üretim dinamiği olarak bu yeni
demokratik biçim, eğer, tarihsel koşullar buna uygun olsaydı, proletaryanın iktidar mücadelesi aşamasında dahi tercih edilen biçim olacaktı.Ancak,
proletaryanın iktidarından önceki aşamada Komünist Parti, çevrili bulunduğu tarihsel zorunluluklar nedeni ile, daha açık bir ifade ile, kapitalist kuşatma altında,
kendisini sınıfın mücadele örgütü olarak nasıl yeniden üretebiliyorsa ancak öyle üretebilirdi.Sınıfın kendi iktidarı koşullarında ise Komünist Partinin kendini
yeniden üretme olanakları, bir önceki aşamaya göre çok farklılaşmıştır.
Dolayısıyla, Komünist Parti, sınıfın iktidarı koşullarında tabir yerindeyse, daha demokratik biçimleri hayata geçirme olanağını, bizzat demokrasinin
kendisini gereksizleştirmek sonal amacı demek olan, komünist toplum ereğine bağlı olarak kendini yeniden üretme biçimlerini koordine etmekle
yükümlüdür.Tarihteki bütün toplum biçimlerinde alt yapı, yani, üretim ilişkileri, üst yapının niteliğini belirler.Bu olgu, tarihsel materyalizmin bir yasasıdır.Sosyalist
inşanın, ilksel, proaktif olarak, yukarıdan aşağı bir inşa süreci olarak tanımlanmış olması, yine, tarihsel materyali çevreleyen zorunluluklar gereği, kollektif
üretim ilşkilerinin verili olarak eski toplumdan olduğu gibi devralınacağı gerçekliğinden dolayıdır..Ancak, yine, sınıf mücadelesinin gelişme diyalektiği içinde,
kollektivizmin öncüllleri eski toplumun bağrında toplumsallaşmış emek faaliyetinin aldığı özel tarihsel bir biçim olarak, sınıf örgütlülüklerinde gelişme
eğilimindedir.Sosyalist inşa aşamsnda Komünist Parti, hem inşa sürecini, hem de kendisini proletaryanın bizzat emeği toplumsallaştırdığı biçimlere bağlı olarak
gelişen örgütsel biçimlerden, örneğin, sovyetlerden ve sovyetlerin kendini yeniden üretme biçimine bağlı olarak yeniden üretmelidir.
Bu demektir ki, kollektif inşa hukukunun gereği ve tarihsel misyonu ne ise, Komünist Partinin bu tarihsel misyonun üstünde, özel ve kendisi için bir
tarihsel misyon tanımlanamaz.Kapitalist formasyonda, proletarya, emeğin toplumsallaşmış biçimini temsil eder.Sosyalist formasyonda ise, proletarya, yalnız
emeğin toplumsallaşmış biçimini değil, ama ondan nitelik olarak daha gelişmiş bir üst biçim olarak, emeğin kollektifleşmiş biçimini temsil eder.Proletaryanın bu
tarihsel varoluş diyalektiğinin bizzat kendisi kollektif hukukun da niteliğini belirlemek durumundadır.Dolayısıyla, kollektif hukuk ve onun bütün örgütsel biçimleri,
emek faaliyeti toplumsal olmaktan kollektif olmaya doğru geliştikçe sönme eğilimi taşıyacak bir nitelikte olmalıdır.
Komünist Parti, yalnızca ve yalnızca, kendisi için bir politik özne değildir.Proletaryanın mücadele aracı ve değişen tarihsel koşullarda farklılaşan tarihsel misyonları olan bir örgütsel biçimdir.Dolayısıyla, Komünist Parti hukukunun kendisi de, kendisini var eden tarihsel koşullar değiştikçe ve ortadan kalktıkça,
sönme diyalektiği taşıyacak bir nitelikte olmalıdır.Hukuksal biçim olarak, kendisini, kendisi için üreten bir politik özne, proletaryanın tarih yapıcılığının örgütsel
biçimlerinden biri olma misyonunun, yani, tarihsel araç misyonunun yerine, kendisini tarihsel bir amaç olarak ikame etmiş demektir ki, bu, küçük burjuva
entellektüelizminin ve teknik bilgi-birikimin, burjuva askeri bürokratik aygıtta oynadığı yönetsel rolün kollektivizme ikamesi anlamından başka bir şey ifade
etmez.
İktidar mücadelesi aşamasında Komünist Partinin özellikle askeri unsurları siyasal mücadelenin gereklerini yerine getirirken maddi üretimin dışında
kalmaktadırlar. Komünist Parti iktidarı ele geçirdikten sonra sosyalist inşa sürecinde maddi üretimin içine çekilmelidir. Bu görev inşa sürecinde bir an önce
ivedilikle gerçekleştirilmelidir. Bu görev politik öznenin maddi üretime yabancılaşıp bürokratlaşmaması için zorunlu bir önlemdir. Sosyalizm deneyimlerini
yozlaşmaya sürükleyen bürokratizm eğilimleri özellikle maddi üretime yabancılaşmış kafa emeği kadroları arasında gelişmiştir. Bürokratizm bir kez
sistemleştiğinde onunla mücadele çok zordur. Çünkü bürokratizm doğrudan politik özne içinden gelişmekte ve politik özneyi ele geçirerek kendi

ayrıcalıklarını sistemleştirmektedir.” Herkese emek etkinliğinin kolektif niteliklerine göre” ilkesi sosyalist inşa sürecinde kitlelerin birbirlerini ve politik özneyi
denetleyebileceği bir doğrudan demokrasiyi etkinleştirerek politik devrimi kolektif üretim ilşkilerinin içine doğru yayarak genişletir.
“…. Aslında, oportünistlerin örgütlenme sorunu üzeindeki tutumları,birinci madde üzerindeki çekişmeler surasında zaten ortaya çıkmaya başlamıştı:Sımsıkı
kaynaşmamış gevşek bir parti örgütünü savunmaları;parti kongresinden ve onun seçtiği kurullardan başlayarak,partiyi yukardan aşağı örgütleme düşüncesine
(bu “bürokratik” düşünceye) düşmanlıkları; her profösöre, her yüksek okul öğrencisine, her “grevci”ye, kendini parti üyesi ilan etme olanağını verecek biçimde,
partiyi aşağıdan yukarı örgütleme eğilimi; bir parti üyesinin, parti tarafından tanınmış bir örgüte bağlı olmasını öngören “biçimciliğe” düşmanlıkları, “örgütlenme
ilşkilerini yalnızca platonik olarak kabule” yatkın burjuva aydının anlayışına kaymaları; oportünist anlayışta daha da derine gitme ve anarşistçe sözlere
bağlanma eğilimleri; merkeziyetçiliğe karşı özerkliğe yatkınlık göstermeleri- kısacası bütün bunların hepsi, yeni ıskra’da şimdi bol bol çiçekleniyor ve ilk
yanılgının, tümüyle ve somut biçimde giderek daha çok açığa çıkmasına yardım ediyor.”
Bir Adım İleri İki Adım Geri-Lenin syf:9

Burada, Lenin, proletaryanın iktidarından önceki bir sürece dair olarak Komünist Partinin niteliksel ve işlevsel bir tasvirini yapıyor.Sınıfın iktidarından
önceki bir süreçte Komünist Partinin zorunlu olarak yukardan aşağı bir örgütlenme perspektifinden başka seçeneği yoktur.Ancak, bu örgütlenme perspektifi
dahi, yine, aşağıdan, partiye bağlı yan örgütlerden desteklenmeden sürdürülemez.Lenin, üyelik şartlarından biri olarak, parti üyesinin, parti tarafından tanınmış
bir örgüte bağlı olması ilkesi ile politik özne ile ona bağlı örgütler arasındaki diyalektik ilşkiyi de belirtmektedir.
Anlaşılır bir olgudur ki, sınıfın iktidar süreci, en azından siyasal iktidarı zor yoluyla değiştirme yetisine erişmiş bir politik özne ve ona bağlı diğer
örgütlülüklerin yaratılma sürecinin asgari düzeyde tamamlandığı anlamına gelir.Dolayısıyla, proletaryanın iktidarda olduğu süreç için politik öznenin “kendini
yeniden üretme olanakları” proletarya lehine farklılaşmış, nitel olarak bir üst aşamaya geçmiştir.Komünist Partinin tarihsel işlevi kendisini yaratan tarihsel
koşullardan bağımsız düşünülemez.Proletarya iktidarı koşşullarında Komünist Partinin tarihsel misyonu, bir sınıf harp örgütü olmasının yanında, aynı zamanda
ve yine bu olgusal niteliğe bağlı olarak sosyalist inşa örgütü niteliğindedir.Sosyalist inşanın niteliği, onu olanaklı hale getiren sınıfın, emeği toplumsallaştıran
sınıf olmaktan gelen kendine özgü demokrasi kültünden ayrı bir olgu değildir.Proletaryanın öncü müfrezesinin sosyalist inşadaki tarihsel misyonu, emek
faaliyetini toplumsallaşmış biçiminden, yani,” kendiliğinden” halinden, kollektifleşmiş biçimine, yani, “kendinde” haline doğru geliştirmektir.Bu tarihsel misyon,
sınfın bütün demokratik olanaklarının sosyalist inşa ve sınıfsız toplum ereğine yöneliminden başka bir anlama gelmez.Dolayısıyla, sosyalist inşa sürecinde,
proletaryanın öncü müfrezesinin kendisini de yadsıyacak biçimleri ve aşağıdan yukarı örgütsel ve hukuksal biçimleri hayata geçirmesi gerekir.
Gerekir, çünkü bu kollektivizmin doğası gereğidir.Maoizmin “kitlelerden kitlelere” şiarı, sosyalist inşa sürecinin emek faaliyetinin “kendiğinden”
toplumsallaşmış biçiminden kollektifleşmiş, “kendinde” biçimine yükseltilme eylemliliğinden başka bir şey olmayan, kollektivizmin hukuksal ilkelerinin nerede
aranması gerektiğine dair doğru bir referanstır.Proletarya, kendi sınıf hukukunu, kendi kültüründen başka bir şeyden türetemezdi.
Yasama, yürütme ve yargı erkinin sovyetlerde toplandığı bir kollektif inşa sürecinde, Komünist Partiyi, kollektif inşanın tek garantörü olarak görmek, her
şeyden önce, sovyetlerin işlevselliğini biçimselliğe indirgemekten başka bir anlam ifade etmez.KomünistParti, sosyalist inşanın yegane garantörü değil,
başlangıçta, tarihsel zorunluluklardan dolayı birincil garantörü durumunda olan, ancak, sosyalist inşanın ilerleyen evrelerinde bu garantörlüğünü sınıfın
yaratacağı diğer örgütsel biçimlerle koordineli olarak paylaşan, bir tarihsel zorunlu örgütsel biçimdir. Sosyalizm için mücadele aşamasında, sosyalist devrim
için Komünist Parti şiarı ile, sosyalist inşa aşamasında, sınıfsız toplum için Komünist Parti şiarı arasındaki tarihsel farklılık, Komünist Partinin sosyalist inşadaki
tarihsel misyonunu da belirlemektedir.Sosyalist devrim için mücadele aşamasında Komünist Parti, merkezi yönü güçlendirilmek ve yukardan aşağı
örgütlenmek zorundadır.Sosyalist inşa sürecinde ise Komünist Parti, kollektif hukukun taşıması gereken sönme diyalektiğine bağlı olarak, kendi varlık
nedenini, koordineli olarak sınıfla paylaşan ve sınıfla paylaştığı oranda sönme eğilimine giren bir örgütsel biçim olarak belirlenmeden, bürokratizmden kurtulma
olanağı yoktur.
Kollektif inşa süecinin esas garantörü, proletaryanın sınıf hukuku olarak inşa ilkeleridir. Bu ilkeler , bir anayasa ile teminat altına alınmalıdır.
Dolayısıyla, anayasal bir teminat altında çok partili bir sosyalizm de mümkündür.Proletarya, sınıf hukukunun vesayetini, Komünist Parti dahil hiç bir örgütsel
biçime terk edemez. Sosyalizm uygulamaları, pratikte, burjuva hukuk egemenliğinde, kollektif inşanın Komünist Parti vesayetine terk edildiği ve sonuç olarak
bürokratizmin kurumsallaştırıldığı süreçler olarak tarihe geçmişlerdir.Proletarya, sosyalist inşanın esas garantörü olarak, kendi sınıf hukukunu sovyetlerde
kurumsallaştırarak, yasama, yürütme ve yargı erkini sınıfta toplamalı ve bu erkin kullanım hakkını, tıpkı kollektifin maddi üretiminin kullanım hakkında olduğu
gib, emek faaliyetinin kollektif niteliklerini esas alan bir paylaşım hukuku ile dağıtarak, sönme eğilimi taşıyan bir proleter devlet, “artık devlet olmayan devlet”
yaratmalıdır.Proletaryanın kendi sınıf hukuknun sönme diyalektiği, bizzat, proletaryanın tarihsel varoluş biçiminde, yani, emeğin toplumsal
niteliğindedir.Toplumsallaşmış emek faaliyeti aynı zamanda kollektifleştikçe ve kollektifleştiği oranda, proleter devlet ve hukuk da gereksizleşerek sönme
eğilimine girecektir.
Yasama, yürütme, yargı ve kitle denetimi erkinin sınıf tarafından emek faaliyetinin kollektif nitelikleri esasında kullanımı, ne kadar tam ve noksansız
olursa proletaryanın devleti ve hukuku da o kadar sönme eğilimi taşıyacaktır.Kollektif inşanın sınıfsız toplum ereği, Komünist Partinin kendisininde, kendini bir
amaç olarak tanımlamadan, sönme diyalektiği taşıyan kollektif inşa hukukuna bağlılığını zorunlu kılmaktadır.Proleter devlet aygıtının ve Komünist Parti ya da
Komünist Partilerin sönme diyalektiği emperyalizmle sosyalist inşa arasındaki çelişkiden bağımsız olmamakla birlikte bire bir aynı çelişki
değildir.Emperyalizmle sosyalist inşa arsındaki çelişki, proletaryanın sınıf olarak emperyalizme karşı silahlanma meselesidir.
Proletaryanın, sınıf olarak emperyalizme karşı, emperyalizm var olduğu sürece silahlanması zorunluluğu ile proleter devlet aygıtının sönme diyalektiği
arasında bire bir bir ilişki yoktur.Bu ikinci çelişki, proleter devletin, emperyalizme karşı aynı zamanda bir harp örgütü olmasını ile ilgili bir olgudur.Proleter
devletin sönme diyalektiği ise, her özgün çelişkide olduğu gibi, sosyalist inşanın sınıfsız topluma ilerleme sürecinin, yani, “kendiliğinden” olarak
toplumsallaşmış emeğin, bu kez, “kendinde” olarak, yani, iradi olarak, kollektifleşme sürecinin çelişkisidir.Bir başka söylemle, sosyalist hukukun sönme
çelişkisi, emeğin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel biçim(ler) i arasındaki çelişkinin, sosyalist inşa sürecine dahil özgün bir görünümü iken, emperyalizm
ile sosyalist inşa süreci arssındaki çelişki, bu aynı çelişkinin evrensel görünümüdür.Çelişkinin özgün görünümü ile evrensel görünümü, bir birine bağıntılı,
ancak, birebir aynı süreçler değildir.
Emeğin toplumsallıktan kollektifliğe evrimsel-devrimsel dönüşümü sürecinin çelişkileri, Marksizm tarafından, bütün yönleri ile tahlil edilmemiştir.Çünkü, Marksizmin önünde, tarihsel veri olarak, Paris Komününün sınırlı deneyimlerinden başka bir veri yoktur.Emeğin toplumsallıktan kollektifliğe dönüşümü süreci,
sosyalist inşanın içsel bir çelişkisidir.Emperyalizm ile sosyalist inşa arsındaki dışsal çelişki ise, sosyalist inşanın bu içsel çelişki ile ilgili olmakla beraber, bire bir
aynı çelişki olarak tanımlanmayacağı anlamına gelir bu..Emperyalizmin varlığı, sosyalist inşanın sınıfsız topluma ilerleme sürecini, hem dışsal ve hem de yasal
eğilimler şahsında içsel olarak etkiler.Ama, bu etkiyi yaratan, emperyalizm ile sosyalist inşa arasındaki çelişkiyi, sosyalist inşanın içsel çelişkisi ile birebir
aynılaştırmak, her şeyden önce, proletarya enternasyonalizmine bir güvensizliğin göstergesidir.
Emperyalizm ile sosyalist inşa süreci rasındaki çelişki, tek tek kollektif inşa süreçlerinin bir çelişkisi olduğu kadar, esas olarak, dünya proleteyası ile
emperyalizm arasındaki çelişkidir.Dolayısıyla, bu çelişkinin tam çözümü, bir dünya devrimi sorunudur.Sosyalist inşa süreci ise, emperyalizmin varlığından
dışsal ve içsel olarak etkilense de, esas olarak emek faaliyetinin kollektif niteliklerinin, yasal nitelikler üstündeki iktidarı sorunu olarak, yeniden
tanımlanmalıdır.Bu yeniden tanımlama yapılmadan, ne sosyalist ekonomipolitiğin temel sorunlarına, ne de sosyalist inşa ile emperyalizm arasındaki çelişkiler
sorununa doğru bir siyasal perspektif geliştirmek olanağı olmadığı görülmelidir.
Emperyalizm var olduğu sürece proleter devlet sönmez, sönemez; ama, bu, emperyalizm var olduğu sürece, proletarya devleti sönme yolunda gelişmez
anlamına gelmez.Ve en sonu, proletaryanın sınıf hukukunun sönme sorununu, emek faaliyetinin yasal niteliklerinin, yasa karşıtı niteliklerinin gelşimini
engelleyemeyeceği nitel bir gelişme süreci olarak tanımlamak gerekir.
Proletaryanın politik öznesi sosyalizmde üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti koşullarında proleter devletin nüvesini teşkil eder. Dolayısıyla, politik
öznenin tarihsel misyonundan bahsedildiğinde politik öznenin sosyalist demokrasi ve demokrasinin sönmesinin tarihsel diyalektiği ile ilşkisinin de irdelenmesi
gerekir.
“Oysa, proletarya diktatorası, yani ezilen sınıflar öncüsünün, ezenlerin sırtını yere getirmek için egemen sınıf olarak örgütlenmesi, demokrasinin yalın
bir genişlemesiyle yetinemez. İlk kez olarak zenginler için değil, yoksullar için, halk için demokrasi durumuna gelmiş bulunan demokrasideki önemli bir
genişleme ile birlikte, proletarya dikdatorası, ezenler, sömürenler, yani kapitalistler için bir dizi sınırlamalar da getirir.İnsanlığı ücretli kölelikten kurtarmak için
bunların sırtını yere getirmek zorundayız.; bu adamların direncini zorla kırmak gerekir; ve baskının olduğu yerde, özgürlüğün olmadığı demokrasinin olmadığı
8burjuva demokrasisi) (bn), apaçık bir şeydir.

”Engels, okurun anımsayacağı gibi: “…Proletarya devlete hala gereksinim duyduğu sürece, bunu hiç de özgürlük için değil, ama düşmanlarına karşı
bastırmayı örgütlemek için duyar, Ve özgürlükten söz etmenin olanaklı duruma geldiği gün, devlet, devlet olarak var olmaktan çıkar.” dediği Bebel’e mektubunda, bunu hayranlığa değer biçimde dile getirmiştir.
Halkın engin çoğunluğu için demokrasi ve sömürücüler için zora dayanan bastırma, yani demokrasiden dıştalama; kapitalizmden komünizme geçiş
sırasında demokrasinin uğradığı değişiklik, işte böyle bir değişikliktir.
Ancak komünist toplumda, kapitalistlerin direnci kesin olarak kırıldığı, kapitalistler ortadan kalktığı ve sınıflar yok olduğu (yani toplumsal üretim araçlarıyla
ilşkileri bakımından toplum üyeleri arasında ayrım silindiği) zaman, ancak o zamandır ki, “devlet ortadan kalkar ve özgürlükten söz etmek olanaklı duruma
gelir”. Ancak ve ancak o zaman gerçekten tam, gerçekten hiç bir istisna tanımayan bir demokrasi olanaklı duruma gelecek ve uygulanacaktır.Ancak ve ancak
o zaman demokrasi sönmeye başlayacaktır- şu basit nedenle ki, kapitalist kölelikten, kapitalist sömürünün sayısız korkunç,yabanıllık, saçmalık ve
alçaklıklarından kurtulduktan sonra, insanlar, toplum biçiminde yaşamanın yüz yıllardan beri bilinen, bin yıllar boyunca törel buyruklarda yinelenen yalın
kurallarına uymaya ve, hiç bir zor, hiç bir baskı, hiçbir bağımlılık olmaksızın, devlet aygıtı denilen o özel baskı aygıtı olmaksızın uymaya yavaş yavaş
alışacaklardır.
“Devlet söner” deyimi, çok başarılı bir deyimdir, çünkü, aynı zamanda sürecin hem kertelilik ve hem de kendiliğindenliğini dile getirir.Böyle bir sonuca
ancak alışkanlık yol açabilir ve kuşkusuz o yol açacaktır, çünkü, sömürü olmadığı, öfke uyandıran, hoşnutsuzluk ve başkaldırıya yol açan, baskıyı gerektiren
hiç bir şey olmadığı zaman, insanların toplum biçiminde yaşamanın zorunlu kurallarına uymaya ne büyük bir kolaylıkla alıştıklarını çevremizde binlerce ve
binlerce kez görüyoruz.
Demek ki, kapitalist toplumda, yalnızca kolu kanadı kırpılmış, sefil, bozulmuş bir demokrasiye, yalnızca zenginler için, azınlık için bir demokrasiye sahip
bulunuruz.Proletarya diktatorası, yani komünizme geçiş dönemi, ilk kez olarak sömürücü bir azınlığın baskı altına alınmasının yanı sıra, halk için, çoğunluk için
bir demokrasi gerçekleştirecektir.Ancak komünizm, gerçekten tam bir demokrasiyi gerçekleştirmeye yeteneklidir; ve demokrasi ne kadar tam olursa, o kadar
gereksiz bir duruma gelecek ve kendiliğinden sönecektir.”

Devlet Ve Devrim- Lenin , syf:89-90

Lenin, burada, devletin sönmesi ile ilgili yaptığı nitelemede “kendiliğinden” deyimini, komünist toplumun ikinci evresi için kullanmaktadır.Yani
“herkesten yeteneği kadar herkese ihtiyacı kadar” ilkesinin hüküm süreceği üretici güçlerde ve emek üretkenliğinde olağanüstü bir gelişmenin yaşandığı
komünizmin üst evresine bir gönderme yapılmaktadır.Yoksa, devletin sönmesi olgusu, hele de burjuva hukukun egemenliğinde hiç de “kendiliğinden” bir süreç
olarak gelişecek önsel tarihsel verilerden oluşmaz.Marks ve Engels, devletin sönmesi ile ilgili tesbitlerini ve kollektivizmin devletine dair öngörülerini, yeni
toplumun kapitalizmin bağrından çıktığı şekliyle bir değerlendirmesi üstüne inşa etmişlerdir.Dolayısıyla, bir ütopya değil bilimsel öncülleri olan bir sosyalizm
tasviri yapmışlardır.Ancak, burada, sosyalizm tasvirinde esas alınan Paris Komününün sınırlı deneyimleri, Marks ve Engels’te, burjuva hukukun yerine
proletaryanın kendi sınf hukukunu bütün yönleri ile tanımlayan bir sosyalist inşa ilkesi tanımlamada yetersizliklerle baş başa bırakmaktadır.Oysa, proletarya
kendi sınıf hukukunu kapitalist toplumun bağrından çıktığı haliyle dahi egemen kılabilecek toplumsal yeterlilikleri kendi varoluşunda taşıyan tarihin gördüğü en
ileri, en dinamik ve en devrimci sınıftır.Dolayısıyla, inşa ilkesinin denetlenebilir yönü olan paylaşım dinamiğinin emek faaliyetinin kollektif niteliklerine
endekslenmesi ile proletaryanın, kendi sınıf hukukunu, özsel nitekilikleri ile hayata geçirme ve burjuva hukuku bütün yönleri ile tasfiye etme olanağı
vardır.Kaldı ki, proletaryanın, eşitsiz gelişme yasasına karşı inşa etmek zorunda olduğu kollektivizm, yine proleterryanın, yasa yandaşı eğilimlere karşı tarihsel
zor diyalektiğini, ancak, emek faaliyetinin yasa karşıtı niteliklerinin hukuklaşmasında bulabilirdi.Süreci “kendiliğindenlik” ten kurtararak, kollektif inşaya
“kendinde”, iradi bir nitelik verebilmenin ve burjuva hukukun asalaklığından kurtulmanın başka bir tarihsel dinamiği de yoktur.
Engels, tarihsel çözümlemesinden sonuçlar çıkartırken şöyle der:
” Devlet topluma dışardan dayatılmış bir erklik değildir. Hegel’in ileri sürdüğü gibi, ‘ahlak düşünün gerçekliği’ , ‘ aklın imgesi ve gerçekliği’ de
değildir.Devlet, daha çok, toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki ürünüdür; bu toplumun, önlemekte yetersiz olduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde
bölündüğünden, kendi kendisi ile çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır.Ama, karşıtlıkların, yani karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve
toplumu, kısır bir savaşım içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan çatışmayı hafifletmesi, “düzen” sınırları içinde tutması gereken
bir erklik gereksinimi kendini kabul ettirir; işte toplumdan dağan, ama onun üstünde yer alan ve ona gitgide yabancılaşan bu erklik, devlettir”

Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin Ve Devletin Kökeni
“Devlet, eski gentilice örgütlenmeye göre, ilkin uyruklarının toprağa göre dağılmasıyla
belirlenir. … Toprak olduğu yerde duruyordu, ama insanlar hareketli duruma
gelmişlerdi. Bu durumda, toprağın bölgelere bölünüşü hareket noktası olarak alındı ve
yurttaşlar gens ve aşiret ayırımı yapılmaksızın, nerde yerleşmişlerse orda, kamusal
hak ve görevlerini yerine getirmeye bırakıldı.
İkinci olarak, bizzat silahlı güç halinde örgütlenen halkla, artık doğrudan doğruya aynı
şey olmayan bir kamu gücünün kuruluşu gelir. Bu özel kamu gücü zorunludur, çünkü
sınıflara bölünmeden sonra, halkın özerk bir silahlı örgütlenmesi olanaksız duruma
gelmiştir. … bir jandarma kuvveti zorunlu oldu. Bu kamu gücü, her devlette vardır;
yalnızca silahlı adamlardan değil, ama maddi eklentilerden de, gentilice toplumun
bilmediği hapishaneler ve her türlü ce za kurumlarından da bileşir.
Bu kamu gücünü yaşatmak için, devletin yurttaşlarının katkıda bulunması gerekir –
vergiler. Bu vergiler, gentilice toplumda hiç bilinmeyen şeylerdi.
Kamu gücünü ve vergileri ödetmek hakkını kullanan görevliler, toplumun organları
olarak, toplumun üzerinde yer alırlar. … Uygar devletin en bayağı polis memuru,
gentilice toplumdaki bütün organizmaların bir arada sahip olduklarından çok “otorite”
sahibidir. … Bunun böyle oluşu, bunlardan birinin toplumun bağrında yaşarken,
öbürünün, toplumun dışında ve üstünde olan bir şeyi temsil etmek durumunda
bulunmasındandır.
Devlet, sınıf karşıtlıklarını frenleme gereksinmesinden doğduğuna, aynı zamanda, bu

sınıfların çatışması ortasında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, iktisadi
bakımdan egemen olan, ve bunun sayesinde; siyasal bakımdan da egemen sınıf
durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için
yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir. İşte bundan ötürüdür ki, antik dev let, her
şeyden önce, köleleri boyunduruk altında tutmak için, köle sahiplerinin devletiydi:
tıpkı feodal devletin, serf ve angaryacı köylüleri boyunduruk altında tutmak için
soyluların organı, ve modern temsili devletin de ücretli emeğin sermaye tarafından
sömürülmesi aleti olması gibi.
Tarihin tanıdığı devletlerin çoğunda, yurttaşlara verilen haklar, ayrıca servetlerine
göre değişmiştir; bu olgu, devletin mülksüz sınıfa karşı korunmak için, bir mülk sahibi
sınıf örgütü olduğunu açıkça gösterir. … Cumhuriyet, bu en yüksek devlet biçimi,
servet ayrımını artık resmen tanımaz. Zenginlik, demokratik cumhuriyette, gücünü
dolaylı ama o kadar da güvenli bir biçimde gösterir. … bu ittifak, devlet borçları ne
kadar çok artar, ve hisse senetli şirketler, yalnızca ulaştırmayı değil, üretimin
kendisini de ellerinde ne kadar çok toplar ve böylece borsada ne kadar merkezi bir
durum kazanırlarsa, o kadar kolay gerçekleşir. … cumhuriyetin hiç de zorunlu
olmadığını kanıtlar. Ve kısacası, mülk sahibi sınıf, doğrudan doğruya, bütün
yurttaşlara tanınan genel oy hakkı aracıyla hüküm sürer. Ezilen sınıf, yani gerçekte
proletarya, kendi kendini kurtarmak için yeteri kadar olgunla şmadıkça, çoğunlukla,
varolan toplumsal rejimi, olanaklı tek rejim olarak düşünecek, ve siyasal bakımdan
söylemek gerekirse, kapitalist sınıfın kuyruğunu, onun aşırı sol kanadını
oluşturacaktır.
Demek ki, devlet düşünülemeyecek bir zamandan beri varolan bir şey değildir. İşlerini
onsuz gören, hiçbir devlet ve devlet gücü fikri bulunmayan toplumlar olmuştur.
Toplumun sınıflara bölünmesine zorunlu olarak bağlı bulunan belirli bir iktisadi
gelişme aşamasında, bu bölünme devleti bir zorunluluk durumuna getirdi. … Bu
sınıflar, vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz
bir biçimde ortadan kalkacaklardır. Onlarla birlikte, devlet de kaçınılmaz bir biçimde
yok olur.
Öyleyse… uygarlık, işbölümü, işbölümü sonucu bireyler arasında ortaya çıkan değişim,
ve bu iki olguyu kapsayan meta üretiminin tam olarak gelişerek, daha önceki toplumu
altüst ettikleri toplumsal gelişme aşamasıdır.
Ama rastlantı, bir bütünün kutuplarından yalnızca biridir; bu bütünün öbür kutbuna
zorunluluk denir. … doğa için doğru olan şey, toplum için daha az doğru değildir. … Ve
günümüzde de, ürün, üreticiye egemendir; günümüzde toplam üretim, ortaklaşa
hazırlanan bir plana göre değil, kendini, en sonunda devirli ticari bunalımların,
fırtınaları içinde doğal bir yıkım şiddetiyle kabul ettiren yasalar taraf ından düzenlenir.
İnsan da bir meta olabilir; eğer insan, köle durumuna getirilirse, insan gücü, değişimi
ve sömürülmesi olanaklı bir şey olur. İnsanlar daha değişim başlar başlamaz, bizzat
kendileri de değiştirilebilir oldular. İnsanlar bunu istesin istemesin, aktif, pasif
durumuna geldi.
Toplumun, bir sömüren ve bir de sömürülen sınıf biçimindeki ilk büyük bölünüşü, en
yüksek gelişmesine uygarlıkla erişen kölelikle birlikte meydana geldi. … Kölelik, ilk
sömürü biçimidir, antik dünyaya özgü bir biçimdir; onun yerine, ortaçağda servaj
(toprakbentlik), modern zamanlarda da ücretlilik ( salariat) geçer. Bunlar, uygarlığın
üç büyük çağını belirleyen, üç büyük kölelik biçimidir; kölelik, önce açık ve sonra da
az gizli, uygarlığın bütün devirlerinde varlığını sürdürür.
Uygarlığın kendisiyle birlikte başladığı ticari üretim aşaması, iktisadi bakımdan 1)
paranın, 2) üreticiler arasında aracı sınıf olarak tüccarların, 3) özel toprak mülkiyeti
ve ipoteğin; ve 4) üretimin egemen biçimi olarak köle çalışmasının sahneye girişiyle
belirlenir. Uygarlığa karşılık düşen ve uygarlıkla birlikte kesin olarak kurulan aile
biçimi, tek eşlilik, yani , erkeğin kadın üzerinde üstünlüğü ve toplumun iktisadi birimi

olarak karı-koca ailesidir. Uygar toplumun özeti, bütün tipik dönemler içinde yalnızca
egemen sınıfın devleti olan, ve her zaman, her şeyden önce; ezilen sömürülen sınıfı
bağımlılık içinde tutmaya yönelik bir aygıt olarak kalan, devlettir. Uygarlık için, aynı
biçimde belirleyici olan iki şey de, bir yandan, bütün toplumsal işbölümünün temeli
olarak, kent ile köy arasındaki karşıtlığın artışı; öbür yandan, mülk sahibine, hatta
öldükten sonra bile mallarını istediği gibi kullanma olanağı veren vasiyetnamelerin
ortaya çıkışıdır. … Almanlarda, namuslu Almanın mirasını kiliseye kolayca
bırakabilmesi için, vasiyet kurumunu sokanlar; rahipler olmuştur.
Uygarlığın ruhu, ilk gününden günümüze kadar, yalınkat bir açgözlülük oldu; onun tek
ereği, zenginlik, gene zenginlik, ve hep zenginliktir; ama toplumun zenginliği değil, şu
bayağı bireyin zenginliği.
Uygarlığın temeli, bir sınıfın bir başka sınıf tarafından sömürülmesi olduğundan, bütün
gelişme sürekli bir çelişme içinde oluşur. Üretimdeki her ilerleme, aynı zamanda
ezilen sınıfın, yani büyük çoğunluğun durumunda bir gerileme belirtisidir. Kimileri için
bir iyilik olan şey başkaları için kesenkes bir kötülüktür; sınıflardan birindeki her yeni
kurtuluş, öbür sınıf için yeni bir baskıdır.
Egemen sınıf için iyi olan şey, egemen sınıfın kendisiyle özdeşleştiği bütün toplum için
de iyi olmalıdır. Öyleyse, uygarlık ilerledikçe, kaçınılmaz bir sonuç olarak meydana
getirdiği kötülükleri, iyilikseverlik örtüsüyle örtmek, telleyip pullamak, ya da
yadsımak, sözün kısası, ne geçmiş toplum biçimlerinde, hatta ne de uygarlığın ilk
aşamalarında bilenen danışıklı bir ikiyüzlülüğe bürünmek zorundadır; bu ikiyüzlülük,
en aşırı derecesini, son olarak, şu olumlamada bulur: Ezilen sınıf, işverenler sınıfı
tarafından , yalnızca sömürülen sınıf yararına sömürülmektedir; eğer sömürülen sınıf
bundan hoşlanmaz ve hatta direnmeye dek giderse, velinimetlerine, sömürücülerine
karşı nankörlüklerin en katmerlisi olur bu.
Toplum çıkarları, özel çıkarlardan kesinkes daha önemlidir, ve bunların adil ve uyumlu
bir ilişki içine konmaları gerekir.”

Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin Ve Devletin Kökeni

Engels’in sınıflı toplumda devletin işlevine dair yaptığı bu çözümleme toplumların ekonomipolitiği ile üst yapısı arasındaki ilişkiselliği ortaya koymaktadır.
Sınıflı toplumlarda ekonomipolitiğin niteliği devletin niteliğini belirler.Sınıflı toplumlarda devletin niteliği üretim ilşkilerinin niteliği tarafından belirlenmektedir.
Politik özne, proletaryanın öncelikle, burjuva devlet aygıtını parçalayıp ortadan kaldırma eyleminin ve burjuva aygıt tarafından koşullandırılıp sürdürülen
üretim araçları üstünde özel mülkiyet egemenliğinin tasfiye edilmesinin ve sonrasında, sosyalist inşa sürecinde, burjuva ekonomi politiği ve burjuva hukukuna
ait kalıntıların aşama aşama geriletilmesi siyasetinin politik aracıdır.
Politik özne bu tarihsel misyonunun nihai sonucu olarak üretim araçları üstünde toplumsal mülkiyetin niteliğine uygun olarak sınıfsız topluma ilerleme
sürecinde giderek kendisini de gereksizleştirecek bir demokratizmin teorik ve pratik yaratıcısıdır.
Politik öznenin tarihsel olarak verili sorunlarından biri olarak, örneğin, kadın sorunu, Engels’in de belirttiği gibi üretim araçları üstünde özel mülkiyetin
koşullandırdığı ve sosyalizm sürecinde de burjuva ekonomi politiği ve hukukuna ait kalıntılar bağlamında varlığını sürdüren köklü tarihsel bir sorundur.Politik
özne öncülüğünde kadının özgürleşmesi tıpkı emek etkinliğinin özgürleşme süreci gibi burjuva ekonomi politiği ve hukukunun kalıntılarının aşama aşama
tasfiyesine ve üretim araçları üstünde toplumsal mülkiyetin niteliğini yansıtan bir demokratizmin yaşama geçirilmesine bağlıdır.
Kadın cinselliğini metalaştıran ve kadını ev köleliğine hapseden sınıflı toplumun ekonomi politiğinin kalıntılarıyla birlikte nihai olarak aşılması kolektif üretici
güçlerde ve emek üretkenliğindeki gelişmeye bağlı olarak, aşama aşama, ‘’herkese ihtiyacı kadar’’ komünist şiarının gerçekleşmesine bağlıdır. Emek
etkinliğinin tarihsel kösteklerinden özgürleşmesi sorununa sıkı sıkıya bağlı olan kadın özgürleşmesi politik özne öncülüğünde bireysel yeteneklerin ve
özgürlüklerin gelişimini kolektif yeteneklerin gelişimine endeksleyecek ve kolektif üretici güçlerin tarihsel olanakları ölçüsünde zorunlu çalışmanın yerine
gönüllülük temelinde çalışmayı ikame edecek bir kolektif demokratizm aracılığıyla mümkündür.
Proletaryanın politik öznesinin nüvesini teşkil edeceği sosyalist devletin hukuku ve demokratizmi ile burjuva devletin demokratizmi ve hukuku arasındaki
fark iki karşıt sınıfın, proletarya ve burjuvazinin tarihsel erekleri arasındaki farka karşılık gelir. Kapitalist toplumda burjuvazinin tarihsel ereği kardır. Burjuva
devlet aygıtı kar dinamiği ile gerçekleşen üretim araçları üstünde özel mülkiyeti süreklileştirmek için örgütlenmiştir. Proletaryanın politik öznesinin öncülük
edeceği sosyalist devlet ise üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti zeminin de kitlelerin gereksinmelerinin kolektif üretici güçlerin olanakları ölçüsünde
karşılanması için örgütlenmiştir. Burjuvazinin kar ereği sömürüye dayanır ve burjuva hak aslında bir haksızlığa karşılık gelir. Kapitalist üretim ilişkilerinin
üstünde geliştiği bu tarihsel haksızlık ancak kolu kanadı jırılmış göstermelik br demokratizmle ve çoğu zaman da burjuva demokrasinin askıya alındığı faşizmle
sürdürülebilir. Kapitalizmin emperyalizm aşaması burjuva demokrasisinin nesnel koşullarınnın ortadan kalktığı faşizme karşılık gelir. Proletaryanın politik
öznesinin öncülük ettiği sosyalist devletin demokratizmi ise üretim araçlarının toplumsal mülkiyet biçiminin tarihsel olanakları ile sınıfsız topluma doğru gelişme
diyalektiği olan kitlelerin etkin katılımına dayalı gerçek bir demokratizmdir.
Proletaryanın politik öznesinin tarihsel misyonu üretim araçları üstünde özel mülkiyeti kaldırarak toplumsal mülkiyeti ve buna karşılık gelen bir
demokratizmi gerçekleştirerek emek kitlesini tarihin nesnesi konumundan öznesi konumuna yükselterek sınıfsız toplum ereğine doğru kolektif üretici güçleri
geliştirmektir.Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti altında da sınıf mücadelesi devam eder. Burjuvazi iktidardan devrilse de kapitalist toplumun kalıntıları ve
kültürü henüz tam olarak ortadan kaldırılmamıştır. Proletarya dikdatörlüğü / demokrasisi altında toplumda ve politik özne içinde sınıf mücadelesi iki çizgi mücadelesi biçimini alır. Burada, mücadele burjuvazi ve kapitalist toplumun kalıntıları ile kolektivizm arasındaki mücadeledir.Politik özne içindeki iki çizgi mücadelesi toplumda varlığını sürdüren sınıfsal karşıtlıkların bir yansımasıdır.
Kuşkusuz, modern devletin bütün kalıntıları ile birlikte parçalanarak yok edimesi, miras hukukunun da ortadan kaldırılması ile doğru orantılı bir
süreçtir.Tarihsel materyalizm biliminin ustalarının, Paris Komününün sınırlı deneyimlerinden türettikleri sosyalist inşa ilkesinin tanımladığı kollektivizmin,
emeğin toplumsal niteliğini temsi etmesi gereken içeriğindeki diğer yetersizlikler gibi, sosyalist inşanın birinci aşamasında burjuva hukuka dayandırılması ve
ikinci aşamaya, yani hukukun söneceği aşamaya geçişin yalnızca üretici güçlerde yaratılacak gelişmeye endeksli olarak tarif edilmesi, burjuva hukukun kendi

dinamikleri ile sönme niteliği olmadığına göre, hangi toplumsal dinamiklerle söneceği gerçekliğini muğlak bırakmaktadır.Miras hukuku da bu muğlaklıktan
nasibini alan burjuva hukukun bir parçası niteliğindedir.
Oysa, sosyalist inşayı daha proletyeryanın kapitalizme karşı örgütlenme aşamasından itibaren burjuva sınırlarından azade etme olanağı, bizzat emeği,
tarihsel olarak, ama bu kez çok daha gelişmiş üretici güçler zemininde yeniden toplumsallaştırmış sınıfın tarihsel varoluş biçiminden, dolayısıyla öz
kültüründen türetilebilecek proleter hukukla aşma olanağı mevcuttur. Sosyalist inşanın paylaşım dinamiğinin -ki tarihteki bütün hukuksal biçimlerin müdahil
oldukları dinamik paylaşım dinamiğidir- emek faaliyetinin kollektif niteliklerine endekslenerek, burjuva hukukun kollektivizmle çelişen bütün açmazlarından
kurtulma olanağı vardır.Kollektifin bireyi, emeğinin kollektif niteliklerinden başka, kollektif inşa hukuku tarafından yasal güvenceye bağlanmış hiç bir bireysel mülkiyete sahip olamıyacağından mirasçısı da olmayacak, ve böylelikle özel mülkiyet, tüketim nesneleri üstünden dahi bir devir olanağı bulamıyacağından
tarihin mezarlığına gömülecektir.
Marks, ” Tarihi yapan ilkeler değil ilkeleri yapan tarihtir.” der. Bu tesbitten anlaşılması gereken şudur ki hüküm süren nesnel yasaların yerini alabilecek yeni
toplumsal yasaların nüveleri ortaya çıkmadan, tarihi, insanlar tarafından konulmuş ilkelerle değiştirme olanağı yoktur. İlkeler tarihseldir. Bir ilkeyi uygulanabilir
kılan şey onun tarihselliğidir. Tarihsel öncüller ortaya çıkmadan ilkeler uygulanamaz. Emek toplumsallaşmadan sosyalizmin olanaksız olması gibi, ilkelere can
veren onlarda ifadesini bulan tarihsel öncüllerdir. Marks ve Engels, bir proleter hukuktan bahsetmiyorlar. Çünkü, proletaryanın hukuku, onun mücadele
deneyimlerinin bir birikimi olarak şekillenir. Marks ve Engels’in elinde proletaryanın mücadele deneyimlerine ilişkin olarak Paris Komünü’nün sınırlı
deneyimlerinden başka bir şey yoktur. Ama biz, sosyalizm deneyimlerinin ortaya çıkardığı, bürokratizm gibi yeni sorunların çözümü bağlamında emek
etkinliğinin toplumsal niteliğini yansıtan ve politik öznenin şahsında kimlikleşmiş olan kolektif hukuku, yalnızca siyasal üst yapının değil kolektif üretim
ilşkilerinin de hukuku haline getirerebilecek tarihsel deneyime sahibiz. Yeni bir sosyalizm projesi, neden doğrudan proleter bir hukukla sosyalist inşaya
başlamasın?
İktidar mücadelesi aşamasındaki politik özne zorunlu olarak bir profosyonel devrimciler örgütü olmak zorundadır. Bu iillegal örgütlenme koşullarında
kitleleri devrimci mücadeleye seferber etmek, devrim sürecinin stratejik ve taktik siyasetlerini yaşama geçirmek için bir zorunluluktur. Ancak, iktidardaki bir
politik özne için profosyonel siyaset konusunda durum farklılaşır. Profosyonelleşmiş siyaset maddi üretimden ayrışmış bir bürokrasiyi koşullar. Dolayısyla, bir
sosyalist inşa sürecini profosyonelleşmiş siyasal özne aracılığıyla sürdürmek sosyalizm deneyimlerinin de gösterdiği gibi bürokratizm eğilimini güçlendirir.
Profosyonelleşme emeğin meta formunun toplumsal iş bölümünde aldığı biçimdir. Dolayısıyla profosyonelleşme meta üretimi toplumuna özgü bir katagoridir.
Sosyalizmde emek etkinliği bir meta değildir dolayısıyla profosyonellik ve sektörel ayrışma zorunlu biçim değildir.
Profosyonelleşme ve uzmanlaşma aynı kavramlar değildir. Profosyonelleşme bir iş kolundaki emek etkinliğinin diğer emek etkinliklerinden ayrışarak tek
uğraş haline gelmesidir. Uzmanlaşma ise diğer emek etkinlikleri ile ilşkisi içinde belirli konularda birikim geliştirmektir. İktidardaki bir politik öznenin belirli
konularda yetkinleşmiş uzman kadrolara ihtiyacı vardır. Ancak bu uzman kadrolar maddi üretimin içinden gelmeli maddi üretimden ayrışıp ona
yabancılaşmamalıdırlar. Profosyonellik ise belirli bir uğraşın maddi üretimden ayrışarak ona yabancılaşmasını beraberaberinde getirir.
İktidardaki bir politik öznenin demokratik merkeziyetçilik ilkesine yaklaşımı ile iktidar mücadelesi sürecindeki demokratik merkeziyetçilik arasında da
farklılıklar vardır. İktidar mücadelesi sürecinde politik özne zorunlu illegalite koşulları ve hızlı karar alıp yaşama geçirme zorunlulukları ile kuşatılmış olduğu için merkezi yönü güçlendirilmiş bir demokratik merkeziyetçiliğe ihtiyaç duyar. İktidardaki bir politik özne ise öncelikle sosyalist inşa sorunu ile karşı karşıya olduğu
için demokratik yönü öne çıkarılmış bir demokratik merkeziyetçiliğe ihtiyaç duyacaktır. İktidardaki politik özne burjuva demokrasisinin bir kalıntısı olan temsili
demokrasi yerine kolektivizmle uyumlu doğrudan demokratik biçimleri yaşama geçirmelidir. Temsili demokrasi yönetim mekanizmalarını maddi üretimden
ayrıştırarak sosyalist üst yapının yani kolektivizmin devletinin alt yapıya yani kolektif üretim ilşkilerine yabancılaşmasının maddi temelini oluşturur. Sosyalizm
deneyimlerinden çıkarılacak en önemli derslerden biri de budur. Sosyalizm deneyimlerinin temsili demokrasideki ısrarı bürokratizm eğilimlerini güçlendirmiştir.
Lenin Ne Yapmalı adlı çalışmasında da iktidar mücadelesi sürdüren bir politik öznede genişletilmiş bir demokratizmin neden mümkün olamayacağını
ortaya koyar. İllegalite koşulları ve burjuva devletin baskısı iktidar mücadelesi sürdüren bir politik öznede genişletilmiş bir demokratizmin gerçekleşmesini
engeller. Böylece, Lenin’in, politik öznenin demokratizmi sorununu tamamen içinden geçilen tarihsel sürecin şartlarıyla ilişkisi içinde değerlendirdiği ortaya
çıkar. İktidardaki bir politik öznenin tarihsel misyonu kolektivizmi geliştirmek ve eski toplumun üst yapısal ve alt yapısal kalıntılarını geriletmektir. Dolayısıyla,
iktidardaki bir politik öznenin en gelişmiş demokratizm biçimlerini kolektivizmle uyumlu olarak yaşama geçirmesi önünde hiç bir engel yoktur.
”Bunun yanı sıra bize, örgüte ilişkin açıklanan
görüşün “demokratik ilkeye” aykırı olduğu
itirazı yöneltilecektir. Bir önceki suçlama, öz be
öz Rus iken, bu suçlama öz be öz yurtdışı
karakterdedir. Ve yalnızca bir yurtdışı örgütü
(“Rus Sosyal Demokratları Yurtdışı Birliği”)
kendi yazı kuruluna, başkalarının yanı sıra şu
yönergeyi verebilirdi:
“Örgütlenme İlkesi. Sosyal
demokrasinin başarılı bir gelişimi ve
birliği için, parti örgütünün kapsamlı
demokratik ilkesi vurgulanmalı,
geliştirilmeli ve bu uğurda mücadele
edilmelidir; ve bu, partimiz saflarında
ortaya çıkan anti-demokratik eğilimler
karşısında özellikle gereklidir.” (İki
Konferans, sf. 18)
Raboçyeye Dyelo’nun, İskra’nın “antidemokratik” ilkeleriyle nasıl savaştığını gelecek
bölümde göreceğiz. Ama şimdi, “ekonomistler”
tarafından öne sürülen “ilke”ye daha yakından
bakalım. “Kapsamlı demokratik ilke”nin şu iki
zorunlu koşulu içerdiğini herhalde herkes kabul
eder: Birincisi, tam açıklık; ikincisi, bütün
görevlilerin seçimle belirlenmesi. Açıklık
olmadan, hem de yalnızca örgüt üyeleriyle sınırlı
kalmayan bir açıklık olmadan demokrasiden söz
etmek gülünç olurdu. Alman sosyalist partisini

demokratik bir örgüt olarak nitelendiriyoruz,
çünkü bu partide kongre oturumlarına kadar her
şey açıkça yapılıyor; ama üye olmayan herkes
için gizlilik perdesine bürünmüş bir örgütü
kimse demokratik olarak nitelemeyecektir.
Öyleyse “kapsamlı demokratik ilke”nin temel
koşulu gizli bir örgüt için yerine getirilemeyecek
bir koşul iken, bu ilkenin öne sürülmesinin
anlamı nedir, diye bir soru çıkıyor ortaya.
“Kapsamlı demokratik ilke” kavramı yüksek
perdeden, ama kof bir sözdür. Dahası da var. Bu
söz, örgütsel bakımdan bugün karşı karşıya
olduğumuz acil görevler konusunda tam bir
anlayışsızlığı tanıtlamaktadır. Devrimcilerin
“geniş” kitlesi içinde, ne kadar sorunlu bir
gizliliğin egemen olduğunu herkes biliyor.
“Üyelerin sıkı bir eleme”den geçirilmesini
(Raboçyeye Dyelo, sayı 6, sf. 42) tamamen haklı
olarak isteyen B-v’nin bundan nasıl acı acı
yakındığını gördük. Ve şimdi, “yaşam
sezgileriyle” böbürlenen ve böylesi bir durum
söz konusuyken en sıkı gizliliğin ve üyelerin en
sıkı bir biçimde (yani daha da dar bir çerçevede)
elenmesi gereğini değil de “kapsamlı demokratik
ilkeyi” vurgulayan insanlar ortaya çıkıyor!
Iskalamak buna denir.
Durum, demokrasinin ikinci göstergesi, seçme
hakkı açısından da daha parlak değildir. Politik
özgürlüğün bulunduğu ülkelerde bu koşul bir
doğallıktır. Alman Sosyal Demokrat Partisi
tüzüğünün birinci maddesi şöyle der: “Parti
programının ilkelerini kabul eden ve gücü
oranında partiyi destekleyen herkes parti üyesi
sayılır.” Bütün bir politik arena, bir tiyatro
sahnesinin izleyicilere açık oluşu gibi, herkese
açık olduğundan, kimin bu ilkeleri kabul edip
etmediğini, kimin desteklendiğini veya karşı
çıktığını gazetelerden ve halka açık
toplantılardan herkesçe bilinir. Şu ya da bu
politikacının çalışmaya nasıl başladığını, nasıl
bir gelişim gösterdiğini, yaşamın zorlu bir
anında nasıl bir tutum sergilediğini, genel olarak
öne çıkan belirli niteliklerinin neler olduğunu
herkes bilir. Bundan dolayı da elbette tüm parti
üyeleri bilgisine vakıf oldukları kişiyi belirli bir
parti görevine seçebilir ya da seçmeyebilir.
Partideki bir insanın politik faaliyet alanında
attığı her adımın (sözcüğün gerçek anlamıyla)
genel denetimi, otomatik olarak işleyen ve
biyolojideki “en iyi uyum sağlayanların hayatta
kalma” ilkesi olarak adlandırılmaya olanak veren
bir mekanizma yaratır. Tam açıklık, seçim ve

genel denetim yoluyla gerçekleşen “doğal
ayıklanma”, her parti çalışanının, nihayetinde en
doğru noktada konumlanmasını, gücüne ve
yeteneklerine en uygun görevi üstlenmesini,
hatalarının tüm sonuçlarına katlanmasını ve
herkesin gözü önünde hatalarını kabul etme ve
bunlardan kaçınma yeteneğini ortaya koymasını
güvenceler.
Şimdi bu tabloyu, bizdeki otokrasinin
çerçevesi içine oturtmaya çalışın bakalım! Bizde
“parti programının ilkelerini benimseyen ve
partiyi kendi gücü oranında destekleyen”
herkesin, gizlilik içinde çalışan bir devrimcinin
her adımını denetlemesi düşünülebilir mi?
Herkesin, gizli çalışan devrimciler toplamının
içinden şu ya da bu devrimciyi seçmesi,
çalışmanın bekası açısından devrimcinin
kimliğini o “herkes”in onda dokuzundan
gizlemekle yükümlüyken mümkün müdür?
Raboçyeye Dyelo’nun yüksek perdeden
dillendirdiği bu sözlerinin gerçek anlamı
üzerinde biraz olsun düşünüldüğünde, bir
ayıklama gerçekleştirenin jandarmalar olduğu
otokrasinin zifiri karanlığı altında parti
örgütünün “kapsamlı demokrasisi”nin yalnızca
içi boş ve zararlı bir oyun olduğu görülecektir.
İçi boş bir oyundur, çünkü, gerçekte devrimci
bir örgüt hiçbir zaman kapsamlı bir demokrasi
uygulamamıştır ve ne kadar isterse istesin bunu
yapamaz. Bu zararlı bir oyundur, çünkü
“kapsamlı demokrasi ilkesini” pratiğe geçirme
girişimleri, sadece polisin kitlesel tutuklamalar
yapmasını kolaylaştıracak, hüküm süren
amatörlüğü kalıcılaştıracak, pratik faaliyet
yürütenlerin düşüncelerini, kendilerini birer
profesyonel devrimci olarak yetiştirmenin ciddi
ve acil görevine yoğunlaştırmaktan alıkoyup,
“kâğıt üzerinde” ayrıntılı seçim sistemi tüzükleri
hazırlamaya yöneltecektir. Bu “demokrasicilik
oyunu” ancak yurtdışında, gerçek, canlı bir
çalışma olanağına sahip olmayan insanların sık
sık bir araya geldiği kimi yerlerde ve özellikle
küçük gruplar içinde gelişebilirdi.”
V.İ. Lenin- Ne Yapmalı
Lenin’in Ne Yapmalı’da ele aldığı politik öznenin demokratizmi sorunu henüz iktidar mücadelesi aşamasına ilişkin koşullara ilşkindir. Sosyalist inşa
sürecinde devletleşmiş bir politik öznenin demokratizminin nasıl olabileceği henüz bu çalışmada bulunamaz. Ancak, sosyalist inşa süreci için Lenin,
”Demokratizmi olabildiğince geliştirmek, bunun biçimlerini aramak” tan bahsederken kolektivizm için emek kitlesinin yönetsel sorunlara en aktif bir biçimde
katılabileceği etkin bir demokratizm arayışı içindedir.
”Demokrasiyi sonuna dek geliştirmek, bu gelişmenin biçimlerini araştırmak, bu biçimleri pratiğin [sayfa 104] deneyinden geçirmek vb.: toplumsal devrim
savaşımının en önemli görevlerinden biri de budur. Tek başına alındığı zaman, hangisi olursa olsun, hiçbir demokratizm sosyalizmi sağlamaz; ama gerçek
yaşamda, demokratizm hiçbir zaman “tek başına” değil, “tümün içinde” alınacaktır; demokratizm bir yandan ekonomik gelişmenin etkisine uğrayacak, ama bir
yandan da, dönüşümün uyardığı ekonomi üzerinde etkide bulunacaktır vb.. Yaşayan tarihin diyalektiği böyledir.”
Devlet ve Devrim – Lenin
Lenin’in, politik öznenin demokratizminin niteliği konusundaki görüşlerinin tamamen politik öznenin tarihsel misyonundaki değişimlere göre belirlendiği
açıktır. Çünkü, Lenin bir diyalektikçidir. Devletleşmiş bir politik özne, yani, sosyalist inşanın kurucusu olan bir politik özne, tıpkı sosyalist devletin sahip olduğu
bir sönme diyalektiğine sahip olmalıdır. Politik öznenin sönme diyalektiği kolektif üretim ilşkilerinin sosyalizmin üst yapısının işlevlerini aşama aşama yerine

getirebilecek bir biçimde yetkinleştirilmesi ile gerçekleştirilebilir. Bu, sosyalist üst yapıyla alt yapının, yani, sosyalist devlet ve politik özne ile kolektif üretim
ilişkilerinin giderek özdeşleşecek bir diyalektik ilişki içinde geliştirilmesi ile mümkün olabilir. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti altında kolektif üretim
ilşkilerinin niteliğine karşılık gelen bir demokratizmin gelişme derecesi ile kolektif üretici güçlerin gelişimi arasında doğru orantı vardır. Demokratizm
yetkinleştikçe kolektif üretici güçlerin gelişme temposu hızlanır; kolektif üretici güçler geliştikçe de daha yetkin bir demokratizm olanaklı hale gelir.
Proletaryanın mücadele örgütü ve proletarya dikdatörlüğü/demokrasisinin kurucu unsuru olarak politik özne sosyalist inşa sürecinde burjuva ekonomipolitiği
ve burjuva hukukunun kalıntılarını aşama aşama gerileterek kendi tarihsel işlevini önce sınıfa ve sonra tüm topluma taşıyan süreklileştirilmiş kültür devrimleri
ile sınıfsız toplum hedefinin gerçekleşme derecesine bağlı olarak sosyalist devletle birlikte sönme eğilimine girer. Ancak, emperyalist abluka ve tehdit devam
ettiği sürece proletaryanın politik öznesinin tarihsel görevleri de güncel kalacaktır. Proletaryanın politik öznesinin ve proletarya dikdatörlüğünün tarihsel misyonu emperyalizmin ve kapitalizmin kalıntılarının tarih sahnesinden kaldırılacağı sınıfsız topluma kadar güncel kalacaktır.

Politik Özne Ve iki Çizgi Mücadelesi
İki çizgi mücadelesi proletarya ve onun öncüsünün proletarya dışı sınıflarla sürdürdüğü politik mücadelenin politik öncü içindeki bir
yansımasıdır. İki çizgi mücadelesinin kaynağı üretim ilişkilerinde sınıfların ve farklı tabakalarının karşılıklı konumlanışındadır.
Proletarya dışı sınıflarla birlikte proletaryanın üst katmanları, nitelikli iş gücü proletaryanın devletini ve politik özneyi ona yabancı bir güce, yeni tipte bir
burjuva devlete dönüştürme eğilimini kendi var oluş koşullarında yeniden üretme eğilimindedirler.Bu, insan istencinden bağımsız eşyanın doğasının nesnel bir
eğilimidir. Proletaryanın alt katmanları ile üst katmanları arasındaki çelişki örneğin, kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkide olduğu gibi proleter
demokratizm ile burjuva demokratizmi arasındaki karşıtlıkda kendisini sürekli olarak ortaya koyacaktır. Bu çelişkilerin kaynağı emeğin kendisini yeniden
üretme koşullarındadır.Üretici güçlerin gelişimine bağlı olarak derinleşen toplumsal iş bölümü kapitalizm koşullarında olduğu gibi sosyalizm koşullarında da
kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkiyi yeniden üretmektedir.
Kafa emeğinin taşıyıcısı olan entelektüel teknik birikim bireysel niyetten bağımsız olarak tamamen iş bölümünün yarattığı toplumsal alışkanlıkların bir
yansıması olarak proleter demokratizmi burjuva demokratizmine doğru değiştirme eğilimi taşır. Çünkü, burjuva demokratizmi kafa emeğine yönetici bir paye
vererek ona daha geniş bir özgürlük alanı yaratmaktadır.
Sosyalist inşanın hukuku proletaryanın en alt katmanlarının koşullarını esas almalıdır. Yalın emeği ve kolektif niteliklerinden başka hiç bir şeye sahip
olmayan proletaryanın en alt tabakasının emek temelli hakları sosyalist inşanın temel taşı niteliğindedir.
”Herkesten yeteneği kadar herkese emek etkinliğinin kolektif niteliklerine göre” ilkesi politik özneye iki çizgi mücadelesini kaynağında, üretim ilişkilerinde
sürdürme olanağı verir.
Sosyalizm için iktidar mücadelesi aşamasında ve sosyalist inşa sürecinde farklı sınıf ve tabakaların siyasal eğilimleriyle proleter öncü arasındaki iki çizgi
mücadelesi kaçınılmaz bir olgudur. Bu, insan istencinden bağımsız sınıf mücadelesinin üretim ilişkilerinde ve politik özne içindeki bir yansımasıdır.
Politik özne içinde ikinci bir çizgi programlaştığında bu durum parti birliğiyle bağdaşmaz ve ikinci çizginin tasfiye edilmesi gerekir. ”Herkesten yeteneği
kadar, herkese kolektif niteliklerine göre” ilkesini temel alan bir sosyalist anayasa altında çok partili bir sosyalist inşa süreci de mümkündür. Burada, çelişkinin
özdeşliği ilkesi söz konusudur. Ancak, çelişkinin özdeşliği ilkesinin herhangi bir olguya uygulanabilirliği koşulludur, şarta bağlıdır. Buradaki şart ”herkese
kolektif niteliklerine göre” ilkesini temel alan bir sosyalist anayasadır.
Politik özne ya da özneler içinde iki çizgi mücadelesi çözüme bağlanmış olsa da çelişki ortadan kalkmaz. Farklı sınıf ve tabakaların siyasal eğilimleri üretim
ilişkileri içinde varlığını sürdürür ve kendisini yeniden üretir. Bu, sosyalist toplumun henüz sınıf çelişkilerini bağrında taşıyan bir toplum olmasından
kaynaklanan nesnel bir olgudur. ”Herkese kolektif niteliklerine göre” ilkesi sosyalist inşa sürecinde pratiği esas alan içeriğiyle olanaklı hale getirdiği bir
doğrudan demokratizm aracılığıyla iki çizgi mücadelesinin bizzat üretim ilişkileri içinde sürdürülmesinin ekonomi politik biçimidir. İki çizgi mücadelesi
sosyalist ekonomi politiğin kendisine içkin olan bir olgudur. İki çizgi mücadelesinin siyasal içeriği ekonomi politiğin sınıf mücadelesine bir yansımasından
başka bir şey değildir.
”Herkese kolektif niteliklerine göre” ilkesi iki çizgi mücadelesi sorununu ortaya çıktığı yerde, üretim ilişkilerinin pratik alanında çözer. Böylelikle, sosyalist
demokrasinin monolitik olma zorunluluğunu ortadan kaldırır.
1912 Prag Konfereransına kadar sosyalist hareket bir parti içinde farklı fraksiyonların bulunmasına izin veriyordu. Prag Konferansından sonra komünist
partinin farklı fraksiyonları barındıramayacağı, bir hizipler birliği olamayacağı görüşü hakim hale geldi. Politik öznenin farklı franksiyonlara ilişkin tutumu
onun devrimci programının pratik uygulanmasına ilişkin bir sorundur. ” Herkese kolektif niteliklerine göre” ilkesi bir doğrudan demokratizm aracılığıyla
sosyalist anayasanın ilkelerini kolektif üretim ilişkilerinin tartışılmaz ve değiştirilemez ilkeleri haline getirerek fraksiyonlar sorununu pratik olarak çözer. Bu
ilke altında fraksiyonlar ve birden fazla parti sorunu tamamen sosyalist demokrasinin bir biçim sorunu haline gelir.
Leninist proletarya partisi fraksiyonlara izin vermeyen, yekpare, monolitik bir partidir. Esasen proletaryanın birden fazla politik özneye ihtiyacı da yoktur.
Çünkü, proletarya çıkarları ortak olan tek bir sınıfa, emekçiler sınıfına ait bireyler toplamıdır. Burjuvazi ise sınıf olarak bir bütün değil çıkarları farklılaşmış ve
birbirleriyle rekabet halinde olan parçalı bir sınıftır. Dolayısıyla, burjuva demokrasilerinde birden fazla burjuva parti olması gayet normal bir olgudur.
Proleter parti, kendi çatısı altında franksiyonlara izin veremez. Bu, parti disiplini açısından sakıncalı bir durumdur.

”Biz, en zor koşullar altında mücadele eden bir partiyiz. Kendimize şunu söylemeliyiz: Parti birliğinin sağlam kalması için, belirli bir sapma mahkum
edilmelidir.”
Lenin, Seçme Eserler, cilt:9, s:152
Sosyalist inşanın birden fazla partiyle sürdürülme sorunu ise dünya çapında bugünkü konjonktürün ortaya çıkardığı fiili bir durumdur. Dünya çapında bugün
hiç bir coğrafyada tek bir politik öznenin önderlik ettiği bir sınıf mücadelesi yoktur. Farklı coğrafyalarda sınıf mücadelesi genel olarak birden fazla politik özne
önderliğinde sürdürülmektedir. Bu fiili durum bir sosyalist inşa sürecinin birden fazla politik öznenin önderliğinde bunların bir koalisyonu biçiminde
gerçekleşmesi olasılığını öne çıkarmaktadır.
İki çizgi mücadelesi, sosyalist inşa sürecinde burjuva hak ile kolektif hak arasındaki karşıtlığın bir yansıması olarak şekillenir. Eski sınıflı toplumun kalıntısı
olan sınıf ve tabakalar sosyalist inşa sürecinde burjuva hak’kın etki alanını genişletmek isterler. İki çizgi mücadelesi sosyalist inşa sürecinde toplumda farklı
sınıf ve tabakalarla proletarya arasındaki karşıtlığın politik özne içinde aldığı siyasal biçimdir.
Birden fazla politik özne öncülüğünde bir sosyalizm paradigmasının olanaklılığı için bu politik öznelerin sosyalist inşanın temel ilkeleri zemininde
ortaklaşmaları gerekir; böyle bir ortaklaşma mevcutsa birlik sorunu teorik bir sorun olmaktan pratik bir sorun olmaya doğru yer değiştirir.
‘’Herkesten yeteneği kadar, herkese emek etkinliğinin kolektif niteliklerine göre’’ inşa ilkesi burjuva ekonomi politiği ve burjuva hukukunun kalıntılarına
dayandırılan sosyalizmden geriye dönüş eğilimlerinin yolunu kapatan bir kolektif demokratizmle üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini ve emek etkinliğnin
özgürce gelişimini garanti altına alarak birden fazla politik özneyle bir sosyalist paradigmayı olanaklı hale getirir. ‘’ Herkesten yeteneği kadar herkese emeği
kadar’’ eski inşa ilkesi halen burjuva hukuk zemininde durmasıyla sosyalist inşanın ilkelerinin garantörlüğünü doğrudan politik öznenin insiyatifine
bırakıyordu. Oysa, kolektif niteliklere dayandırılmış olan sosyalist demokratizm sosyalizmin ilkeler zemininde sınıfsız topluma doğru gelişimini bizzat kendi
niteliğinde içermekte ve farklı politik özneler arasındaki birlik sorununu bizzat pratik bir sorun haline getirerek çoklukta birliği olanaklı duruma getirmektedir.

Fikret Karavaz

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu