Genel

KÜRESAM ANALİZ: DEVLETİN İDEOLOJİK GIDASI: TÜRK TARİH TEZİ VE GÜNEŞ DİL TEORİSİ…

Dr. Mustafa PEKÖZ

Türkçülüğün ideolojilik bir hegemonya haline getirilmesinde ‘Türk Tarih Tezi ile Güneş Dil Teorisi’nin önemli bir etkisinin olduğu birçok sosyal bilimci tarafından verilerle ortaya konuldu. Aynı zamanda bu tezlerin ‘resmi’ ideoloji haline getirilmesi ile Avrupa’da faşizmin iktidara gelmesi arasında eş zamanlı bir paralellik bulunmaktadır.

Dünya coğrafyasındaki bütün tarihsel ve toplumsal gelişmeleri ve değişimleri yok sayan,  insanlık tarihinin uzun bir tarihsel evrim içerisinde meydana geldiğini inkar eden ‘Türk Tarihi Tezi ve Güneş Dil Teorisi’,  hem Cumhuriyet’in hem de devlet partisi CHP’nin ideolojik  temelini oluşturdu.

Amerikalılardan Afrikalılara, Asyalılardan Avrupalılara kadar dünya coğrafyasında yaşayan bütün ‘ırkları’ Türk gören, bütün dillerin Türk dilinden doğduğunu iddia eden ve bütün insanlık tarihinin Türk tarihi olduğunu savunan bir düşünce,  bütün bilimsel değerlerden yoksun olduğu gibi ırkçı ve egemen ulus milliyetçiliğin ideolojik alt yapısını oluşturmaktadır.

Çin, Mezopotamya, Sümer, Elam, Akat, Asur, Eti, Mısır gibi Asya’da, Ortadoğu’da, Balkanlar’da Avrupa’da kurulmuş medeniyetlerin ve imparatorlukların tamamı ‘Türk medeniyet’leri olarak savunulmaktadır.

Bu tezlerin savunucularında ve Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından biri olan Tarih Öğretmeni Bayan Afet İnan, Türk Ocakları Kurultayı’nda şunları söylüyor; “Beşeriyetin en yüksek ve ilk medeni kavimi, vatanı Altaylar ve Orta Asya olan Türklerdir. Çin medeniyetinin esasını kuran Türklerdir. Mezopotamya’da, İran’da milattan en aşağı 7.000 sene evvel beşeriyetin ilk medeniyetini kuran ve beşeriyetin ilk devrini açan Sümer, Elam, Akta isimleri verilmekte olan Türk’lerdir. Mısır’da deltanın otokton sakinleri, Mısır medeniyetinin kurucuları Türk’lerdir. Mezopotamya’da milattan evvel 2300 tarihinde şöhret bulan Sami Hamurabi, tarihe mevki olan Asurlular tarih içinde tarihtirler. Grek namı alan Doryenlerin, Anadolu’nun otokton ahalisi, ilk ve hakiki sahipleri, ataları Eti’leri başları da olan Türkler’dir…”  Dünyanın oluşum evrelerini bir yana bırakarak, Türk tarihine ilişkin bu değerlendirme ile aslında dünyadaki tek ulusun ‘Türkler’ olduğu iddia ediliyor.

Hızını alamayan bu ünlü tarihi yazarı, aklına kim gelirse, ‘Türk kavimi’ olarak değerlendirip işin içinden çıkıyor; “…Latin medeniyetinin kurucuları kimlerdir? Bu medeniyetin unsurlarını İtalya’ya getiren halk, Etrüsk’lerdir. Eski Anadolu’da da milattan binlerce sene evvel yüksek medeniyet tesis edenler kimlerdir? Hitit’lerdir. Bütün bu halkların Türk olduklarına dair fikrin Avrupa alimleri arasında taraftarları vardır…”  Hiç bir bilimsel veriye dayanmadan, Anadolu’nun, Asya’nın ve Avrupa’nın bütün tarihini yok sayan ve bu topraklar üzerinde on binlerce yıl yaşamış hakların farklı tarihsel kültür değerlerini ve sosyal yaşantılarını inkar eden anlayışın temelinde yatan görüş ‘üstün ırk’ yaratma politikasıdır.

Türk tarihi anlatılırken de, bilim tarihi adına ileri sürülen saçmalıklar düşünce sınırlarını çoktan aşmış bulunuyor; “… Tarihin en eski devrilerinden başlayarak Orta Asya’dan Doğu’ya, Batı’ya Güney’e kuraklık ve ekonomik nedenlerle büyük göçler olmuştur. Bu göçmenler brakisefal, alpın tipinde, Türkçe konuşan insanlardır. Bunlar gittikleri yerlere ileri bir uygarlığa da götürmüşlerdir. Mezopotamya’da, Mısır’da, Anadolu’da, Çin’de, Girit’te, Hint’te, Ege’de Roma’da medeniyet kuranlar bu insanlardır. Türkler’dir. Dünyada medeniyetlerin kurulması ve gelişmesinde, dünyanın öteki köşelerine yayılmasında belli başlı pay Türkçe konuşan bu insanlarındır.” 

Irkçılığın resmi ideoloji haline getirilmesinde önemli bir etkinliği olan 15 Nisan 1931’de kurulan ve 1935 yılında “Türk Tarihi Kurumu’na dönüşen “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”dir. Temmuz 1932’de toplanan ‘Türk Tarihi Kongresi’nde savunulan ve tekrara dönüşen görüşleri de kısaca aktaralım; “…Asya’da Çin, Hint ve mukkades yurt edindikleri Anadolu, Eti, Mezopotamya’da Sümer, Elam, nihayet Mısır, Akdeniz ve Roma medeniyetlerini katir ve takip ettiğimiz Avrupa’yı o zamanlar mağara hayatından kurtarmışlardır… Birçok Türk kavimlerinin birbiri ardınca Avrupa’nın her tarafına yayıldıkları ve ilk medeniyeti yaydıkları ve buralara Türk anayurdu olan Orta Asya’dan geçtikleri anlaşılmıştır… Hint medeniyetinin de Orta Asya’dan gelen Türk kolları tarafından tesis olunduğunu göstermektedir… Dünya medeniyetinin orta Asya’dan ve Türklerden diğer yerlere ve milletlere geçtiğini ispat eden mühim ve kuvvetli delillerden biri de Türk dilidir…”

Dünyanın dört bir köşesine ‘uygarlığı’ taşıyan ve bugün bilimde teknolojide, sanatta, edebiyatta, kültürde dünyanın yakaladığı uygarlığın mimarı ‘Türkler’ olduğu belirtilirken, Anadolu’da en ilkel koşullarda, bilimden, teknolojiden uzak yaşamaları da ‘Allahın bir cezalandırması’ olarak her halde değerlendirilebilinir. Hiç bir bilimsel değeri olmayan ve son derece saçma görünen bu görüşlerin temelinde yatan ideolojik mantığın sorgulanması bir o kadar önemlidir.

‘Türk Tarih Kongre’lerinin tamamında dünyadaki bütün ırkların Türk olduğunun ispatlama çabası devam eder. Örneğin, İkinci Türk Tarihi Kongresinde, Arapların ve dolayısıyla Peygamberin de Türk olduğu savunulmaktadır; “Evs ve Hazrec kabileleri, Mezopotamya’dan, Sümer ilinden kalkıp, Sümer medeniyetin yayıldığı Yemen’e gelmiştir, oradan Medine’ye göçmüşlerdi. Kendilerinde Türk kültürü görülmekle Türk olabilecekleri anlaşılıyor… Peygamberin bir haremi Türktür, Peygamberin bir haremi, bir baldızı, bir kayınbiraderi Türktür… Peygamber bir Türk kubbesinde ibadet etmiştir…” , “… Peygamber kuvvetli bir ihtimal ile uruk(kabile,ırk) itibarıyla Türk olabilir…”

Hiçbir sosyolojik, tarihsel, kültürel ve bilimsel hiç bir değeri olmayan, insanlık tarihinin gelişim evleri üzerine tek bir kelime yazmamış olan, dünyadaki sosyolojik ve jeolojik değişimler hakkında tek bir satır bilgisi olmayanlar, bu saçmalıklar dışında başkaca yazabilecekleri bir şey yok. CHP’nin en temel ilkesi olarak kabul gören ‘milliyetçilik’ ilkesinin tartışıldığı dönem aynı zamanda Türk ırkçılığının ‘resmi’leştirilmesidir. İnsanlık tarihinin Türklerle başladığı iddiası hem CHP’nin programında hem de Anayasada bulunmaktadır. 1935’te CHP’nin programında yer alan, 1937’de ise Anayasal bir statüye kavuşturulan Milliyetçilik veya Türk ırkçılığı ilkesi üzerine dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya şunları belirtiyor; “Zaten insanlık tarihi Türklerle başlamıştır. Türk olmasaydı belki insanlık olmazdı ve muhakkak ki medeniyet de başlamazdı… Atatürk’ün vazettiği prensipler Türk’tür. Yani asiliyeti ve menşei itibarıyla tamamıyla milletin kendi seciyesinde alınmış ve onun bütün ihtiyaç ve zaruretlerine uygun olarak seçilmiştir. Bu prensipler aynı zamanda Türkçüdür de…” Şükrü Kaya tarafından dile getirilen bu görüş, hem CHP’nin programında hem de Anayasa’nın milliyetçilik bölümünde yer almaktadır.

Dünya uygularlık tarihinin Türklerle başladığının iddia edilmesi, esasen CHP’nin ve devletin ‘faşistleştirilmesi’ süreci bakımından dikkate alınması gerekir. Doğal olarak bu görüşler, İtalya’da Mussolini’nin savunduğu ‘İtalyan ırkçılığı’ ile Almanya’da Hitlerin ‘Cermen ırkçılığı’ndan çok daha ileri düzeyde savunulan faşist politik eğilimleri doğrudan yansıtan görüşlerdir. 

Üstün ırk arayışının diğer bir gerekçesi de dünyadaki mevcut dillerin Türk dilinden doğduğu iddiasıdır.  Dünyadaki bütün uygarlıklar Türk olduğuna göre Türk dili ve kültürü de  en eskiyi temsil etmektedir. Prof. Necmi Dilmen’in bu sorun üzerine yapmış olduğu değerlendirmede; “Güneş Dil Teorsi’nin asıl büyük hedefi Türk dilinin yeryüzü dillerine ana kaynak olduğu ispatıdır. Konuşulan ve yazılan dil, halkın bildiği, kullandığı manasını anladığı sözlerden kurulur. Öz Türkçe olduğundan hiç şüphe olmayan (kangı, kaçan, nite) gibi kelimeler bile, bugünkü konuşulan, yaşayan dilde yer bulmuyor. Bu halde, Arapça, Farsça, Fransızca sanılan ve halkça bilinmeyen bir kelimenin Türk kökünden geldiğinin ispatı demek, onun, konuşan ve yazılan dile alınması demek değildir ve olamaz…”

Bütün bu görüşlerin gerçekle hiç bir ilgisi olmamasına rağmen ‘Türk Tarih Tezi’ esas olarak ‘Türk ırkının üstün ırk’ olduğu faşist tezinin ispatına dayandırılma çabasıdır. Bu görüş şu cümlelerle çok net olarak ifade edilmektedir; “…Bir Türk tek başına bir ümmettir. Kısacası, Farslıların, Irak-ı Acemin, Irak-ı Arabın, Haricilerin kuvvetleri bir şahısta toplansa, o şahıs bir Türk’e denk olamaz…”

Dördüncü Türk Dil Kurultayı’nda Türk ırkçılığı şöyle  savunuluyor; “…Şimdi Türk’ün sesini daha iyi işitiyorum. Türk kendine güven! Türk durma yarat!”, “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur”, “Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi tarihsel gerçeklerle ve bilimsel doğrularla hiç bir ilişkisi olmayan ancak Türkiye’de faşizmin ideolojik temellerini yansıtan bu değerlendirmelerin üzerinde kısaca durmaktan yarar var.

CHP’nin önden gelen devlet yöneticilerinin ‘Türk ırkı’ üzerine söylemiş oldukları görüşler, hemen her yerde, faşist ideolojinin somutlaşmış biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.  Bu saçmalığa tip bir örnek vermek gerekirse; 1932 yılında Keriman Halis isimli genç bir Türk bayanın dünya güzeli seçilmesi üzerine M. Kemal’in vermiş olduğu beyanat, Türk ırkçılığının varmış olduğu boyutları ortaya koymaktadır. “Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz. Fakat Neriman, hepimizin işittiği gibi, söylemiştir ki, o bütün Türk kızlarının en güzel olmak iddiasında değildir… Türk ırkının diğer dünya milletleri içinde mümtaz olan asil güzelliğini göstermek teşebbüssünü takip etmiş ve bunun dünya nazarında muvaffakiyetiyle intak etmiştir… Şunu ilave edeyim ki, Türk ırkının dünya’nın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak  bildiğim için, Türk kızlarından birinin dünya güzel intihap olunmuş olmasını çok tabii buldum…” Bir genç kadının dünya güzeli seçilmesi ile Türk ırkının dünyanın ‘en güzel ırkı’ olduğunu iddia etmek kadar bir mantık zorlamasına gidilmesi esas olarak, faşizmin ideolojik temellerinin atılması bakımından önem kazanmaktadır. Gerek M. Kemal’in, gerek CHP’nin ve devletin kurucu kadrolarının ırkçılık üzerine savundukları fikirler, ‘Türk’ ırkçılığının, ideolojik-politik dayanaklarını oluşturma çabası olarak değerlendirilebilinir.

Özellikle Anadolu’nun‘Türk ırkının vatanı olduğu’ ve burada yaşayan her kesin Türk ırkından olduğunu iddia eden A. İnan’ın, Anadolu insanın fizyolojik tanımlamasını yaparak bunların ‘Türk ırkında’ olduğunu ispatlamaya çalışır. Hitlerin de Almanları, fizyolojik ölçülerinden ve görünüşünden yola çıkarak, Alman ırkının kendisine özgü ve başka ırklardan bulunmayan özelliklere sahip olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. Aynı şekilde A. İnan’da Türk ırkının kendine özgü ve diğer ırklardan mevcut bulunmayan özellikler taşıdığını belirterek, Anadolu’nun Türk ırkının vatanı olduğunu savunmaktadır. “Türklerde ayrı ayrı kabile isimlerini zikrederken, başka adlar altında da olsa, Türk ırk birliğini tebarüz ettirmek istedik. Bilhassa Anadolu’da bu anketten önce yapılmış olan incelemelerde bazı kabile isimlerine göre (mesela Laz, Kürt gibi) rakamlar verilmiştir. Biz bunların coğrafi bölgeleri gösterdiği için öylece koyduk. Bu karşılaştırmada da görülmüştür ki Türkiye’de ırk birliği mevcuttur…”

İnan’ın bu aktarmasında anlaşıldığı üzere, Türkiye’de yaşayan herkes Türk ırkındadır. Kürt ve Laz isimlerinin kullanılması ise sadece ‘kabile’lerin coğrafik tanımlaması ile ilgilidir. Anadolu’da Kürtler, Lazlar gibi başka uluslar ve etnik gruplar yoktur ve herkes ‘Türk’ ırkını temsil etmektedir. Anadolu’yu, Mezopotamya’yı hatta Asya’yı ve Avrupa’yı içerisine alacak şekilde geliştirilen ve ırk tanımlamasına dayanan bir ulusun varlığını bu düzeyde savunabilen bir politik görüş bulunmuyor

M. Kemal’in önerdiği tarihçiler tarafından geliştirilen bu tezlerin zamanlaması bir kaç bakımdan önemlidir. Irkçılık, şovenizm ve milliyetçilik ekseninde gelişen faşizm, Avrupa’da önemli bir siyasal güç oldu ve birçok ülkede iktidara geldi. Faşizminden ciddi oranda etkilenen Kemalist iktidar, Türkiye’de faşizmin ideolojik temellerini oluşturmak için önemli arayışlara girdi. Türk ulusunun toplumsal, tarihsel ve siyasal gerçekliğini inceleme ve araştırma adı altında, ırkçı, şovenist ve milliyetçi görüşler ‘resmi’ ideolojisi haline getirildi. Nasıl ki, Hitlerin ileri sürdüğü tezin özeti: “Alman ırkı dünyanın en üstün ırkıdır”, “dünyadaki bütün ırkların anası Alman ırkıdır” ve Hindistan’ı işgal etmek için “Hintlileri 7. derecede Alman ırkı soyundandır.’ M. Kemal’in savunduğu tez ise: ‘bütün ırkların soyu Türk’tür, bir Türk dünyaya bedeldir, bir Türk bir ümmette bedeldir.’ Bu iki görüş arasında tam bir benzerlik bulunmaktadır. Mussoloni’nin Romalıları, Hitlerin Almanları,  M. Kemal’in Türklerin üstün ırk olarak görmesi ve her üçünün de kendi ulusları dışındaki bütün ulusal ve ulusal azınlıkları inkar etmeleri tarihsel olarak aynı dönemi içerir.

M.Kemal’in geliştirmeye çalıştığı ve Türkçülüğe dayanan ırkçı, şovenist ve milliyetçi görüşlerle Avrupa’da faşizmin gelişmesi ve iktidarlara gelmesi arasında hem ideolojik hem de dönemsel olarak tam bir uyum vardır.

Türkiye’de bu ırkçı, şovenist ve milliyetçi ideolojinin devlet denetiminde geliştirilmesinin ve savunulmasının en önemli nedenlerden biri de,  Anadolu topraklarında yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan başta Kürtler ve Ermeniler olmak üzere çok sayıda etnisiteye dayanan toplumsal grupların bir bütün olarak inkar edilmesi politikasıdır. Anadolu’nun Türkleştirilmesi olarak ifade edilen bu anlayış, ‘Ülkenin bölünmez bütünlüğü ya da Türkiye bir bütündür parçalanamaz” ırkçı ve inkârcı anlayışının da temellerini oluşturmuştur.  Türk Tarih Tez ile Güneş Dil Teorisi, binlerce yıldır Anadolu’da yaşayan ve ortak tarihsel ve kültürel değerlere sahip halkların asimilasyon sürecine tabi tutulmasından başka bir anlam ifade etmiyor.

Özetle:

Faşizmin ideolojik temelini oluşturan bu görüşler aynı zamanda Türk-İslamcı Sentezin  ideolojik gıdasıdır. İttihat Terakki’den başlayarak gelen, Ziya Gökalp ile geliştirilen Pan Türkizim ve Pan İslamizim bir sentezi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir yanda Türk ırkının en üstün ırk olduğu görüşü diğer yandan İslam’ın gerçek savunucusunun M. Kemal veya Türkiye Cumhuriyetinin olduğunun iddia edilmesi, İslam kurucusu peygamberin Türk olduğunun belirtilmesi, Türk-İslam sentezci görüşlerle bir bütünlük arz etmektedir

Aynı şekilde ‘üstün ırk’ın üstün lider’i faşizmin en önemli görüşlerden biridir. Türklerin tarihsel olarak ‘tek üstün ırkı’ olduğuna, dünyadaki bütün ırkların anası sayıldığına ve insanlık tarihinin, kültürünün ve medeniyetinin yaratıcısı olduğuna göre, Türk ırkının ‘üstün lideri’ dünyadaki en büyük ve erişilmez liderdir. Türk Tarih Tez ve Güneş Dil Teorisi ekseninde M. Kemal’e biçilen değer, hakkında söylenen sözler, onu,  dünyanın en üstün ırkı olan ‘Türk ırkı’nın en üstün, erişilmez lideri’ olarak göstermiştir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, “kendi ırkdaşlarımızı ve bu ırktaki büyük seciyenin asaletini göklere çıkardığımız Türkü…” olarak ifade ettiği düşünce, faşizmin ırkçılık anlayışı bir başka yansımasıdır.

Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan kısa bir süre önce Rusya’da  Ekim 1917 Devriminin uluslar arası sarsıcı etkileri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kuruması dünya çapında toplumsal halk hareketlerini güçlendirdi. Sovyet Devriminin Türkiye’de yaratacağı etkilerin, ‘toplumsal bir devrime dönüşme’ tehlikesinden korkan M. Kemal rejimi, Ülkeye gelme kararı alan TKP Genel Sekreteri Mustafa Suphi’yi ve arkadaşlarını Karadeniz de boğdurdu. Anadolu’nun Türkleştirilmesi için de bu toprakların yerleşik sahipleri olan değişik kültürel ve tarihsel değerlere sahip ulus ve etnisiteye dayanan bütün grupların tasfiye edilmesi stratejisini kesintisizce uyguladı. Türklüğü egemen ulus ideolojisi haline getirerek, herkesi zorla Türkleştirme politikasını hayata geçirdi.  Asimilasyon politikasında önemli oranda başarılı olduğu söylenebilir.

Son halka olarak Kürtlerin sosyolojik ve tarihsel olarak tasfiye edilmesi hedeflendi. Ancak bu son halka tamamlanamadı ve tersine ciddi bir değişim oldu. Kürtlerin kendilerini tarihsel, toplumsal, kültürel ve sosyal yaşam tarzı olarak örgütlemeye başlamaları, devletin asimilasyon politikasının son halkası başarısız kaldı denebilir. Devletin, bugün de Kürtler üzerinde yürüttüğü tasfiye politikasının arka planı, Anadolu-Mezopotamya coğrafyanda Türkleştirme hamlesinin tamamlanmamış olmasıdır. Asimilayson politikasının bir başka yönü de İslamcılıktır. Bu batkımdan Türlük ile İslamcılık arasında kopmaz ideolojik bir bağ bulunuyor. Bu da Türk-İslam Sentezi olarak karşımıza çıkar. Türkiye’de bütün İslamcı cemaatlerin çok büyük bir kısmında Türkçülük ideolojik olarak egemendir. Bunun politik arka planı ise devletin kuruluş felsefesidir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu