Genel

İRAN OLAYLARI, BATININ RİYAKARLIĞI

AHMET HULUSİ KIRIM

İran’da Amini isimli genç bir Kürt kızının, başörtüsünü, İslami kurallara göre örtmediği iddiasıyla kabaca “ahlak polisi” olarak adlandırılan “rehberlik devriyesi” tarafından gözaltına alınması ve öldürülmesi sonucu Doğu Kürdistan’da kadınların öncülüğünde başlayan protesto gösterileri ülke geneline yayılarak devam ediyor. İran İnsan Hakları Gözlemevinin bildirdiğine göre, yazıyı kaleme aldığımız günde 76’in üstünde insan katledildi. Ülke Genelinde yayılan eylemlere, saçlarını kesen, başörtüsünü çıkaran kadınların cesaretle öncülük etmesi rastlantı değil. Çünkü İran’daki molla rejimi de diğer İslamcı rejimler gibi kadınlara yönelik baskı ve dayatmaları kendi ideolojik dayanaklarından biri olarak görüyor. Başta kadınlar ve orta kesimler ise kadın hakları ve insan haklarıyla ilişkin değişim istiyorlar. Ancak dini rejimlerde başörtüsü yasağını tartışmak demek sistemin temelden tartışmaya açılması demek.

Çünkü o başörtüsü yeni bir toplum yaratma sürecini de, devlet kurumlarının şekillenmesini de, vatandaş- devlet ilişkisini de belirleyen unsurlardan. Başörtüsü İslami rejimin en temel sembollerinden. Böylesi bir sembolden feragat etmek hem ülke içinde hem de dışında mevcut rejimin, her türlü tavizi vermeye yakın olduğu şeklinde algılanır kaygısı taşıyorlar.

1 Şubat 1979 günü Ayetullah Humeyni’yi Paris’ten alıp Tahran’a gönderen irade, kendi stratejik hedefleri doğrultusunda toplumu ortaçağ karanlığına attı ve İran halkı 46 senedir bu felaketten kurtulamıyor. İran halkı için dram Karayipler’deki Guadeloupe adasındaki toplantıda başladı. Bu adada Ocak 1979 tarihinde dört batılı ülkenin lideri (ABD, Fransa, Almanya, İngiltere) bir araya geldi.

O günlerde de Batı, bugün olduğu gibi sıkıntı yaşıyordu. Çünkü SSCB Afganistan’ı işgal etmiş, İran’da kitleler Rıza Pehlevi’ye karşı ayaklanmış ve Türkiye’de de düşük yoğunluklu iç savaş yaşanıyordu. İran’da zorba rejime karşı ayaklanan halk, liberaller, laikler, demokratlar, din adamları ve komünistleri de kapsayan çok renkli, geniş bir ittifak kurmuştu.

Dört büyük liderin 1979 yılındaki sorunu, Rıza Pehlevi’nin devrilmesi halinde, güçlü İran Komünist Partisi(TUDEH) nedeniyle ülkenin tamamı veya bir bölümünün SSCB’nin kontrolüne girme riskiydi. Toplantı sonucunda, Rıza Pehlevi’nin desteklenmesini isteyen güvenlik danışmanı Brezezinski’nin muhalefetine karşın Humeyni’nin İran’a gönderilmesine karar verildi.

Humeyni’ye tek şart söylenmişti. TUDEH yok edilecekti. Bu aynı zamanda laik-demokratik bir cumhuriyet arzusundaki tüm seküler kesimlerin de Humeyni’ye teslim edilmesi demekti. Humeyni sözüne sadık kaldı, komünistleri temizledi. Liberal ve sosyal demokratları biçti. Bu sonuçta SSCB uydusu TUDEH partisinin Sovyet politikaları doğrultusunda mollalara teslim olması, bağımsız politika geliştirememesinin de belirleyici rolü oldu.

İran’ın iyice kök salan teokratik devlet yapılanmasında toplum ve devlet bürokrasisi, sahip oldukları siyasal ve dini görüşleri yönünden esas olarak “Muhafazakarlar” ve “Reformistler” olarak iki gurupta kategorize edilebilir. Muhafazakarlar devlet ve toplumsal hayatın her alanında dini kuralların uygulanmasını, Reformcular ise İslami Cumhuriyete sahip olmakla birlikte Malezya’dakine benzer ılımlı bir rejimi savunuyorlar.

İran’ın, ABD ve Batılı emperyalistlerin ekonomik yaptırımları ile karşı karşıya olması ve yine ABD, İsrail ve körfezdeki Arap rejimlerinin hedefinde olması nedeniyle molla rejimi, ülke içinde halktan yükselen her demokratik talep ve tepkiyi “dış güçlerin oyunu/kışkırtması olarak kodlayıp hedefe koyarak, %30-35 civarındaki kemik tabanını konsolide ediyor. Onları gerektiği zaman sokağa çıkarabiliyor.

Rejimin “devrim ihracı” adı altında sürdürdüğü politikanın giderek kabaran faturası, dini rejimin maddi olarak ödüllendirdiği 3-5 milyonluk zengin kesim hariç, yaşam koşulları giderek kötüleşen orta sınıflardaki hoşnutsuzluğun ve tepkinin artmasına neden oluyor. Molla rejimi, halkın talep ve beklentilerini yani değişim isteğini karşılamak yerine, bizim de yabancı olmadığımız gibi,” dış güçlere” bağlayıp bu eylemleri bastırmak için daha fazla baskı ve şiddete sarılıyor. Yüksek enflasyon ve zamlar, elektrik kesintileri, kuraklık ve halkın temel ihtiyaçlarının karşılanmasındaki kötü yönetim, artan yolsuzluklar halkın hoşnutsuzluğunu giderek büyütüyor.

Batının, evrensel insan hak ve özgürlükleri konusunda çifte standartlı olduğu bilinen bir gerçektir. Çünkü ekonomi-siyasi çıkarları neyi gerektiriyorsa o şekilde davranır. Ortadoğu’daki teokratik, otoriter rejimler buna örnektir. Batı, İran sorununda da ikiyüzlü bir politika izliyor. Bir yandan İran’a yaptırımlar uygularken diğer yandan molla rejiminin bölgede statükonun devamındaki rolünün de farkında.

Ortadoğu’da “direniş ekseni” (Şii hilali) adını verdiği Şii radikal cepheleşmeyi kuran İran, bugünkü varlığıyla, İsrail’in Batı’nın güçlü güvenlik şemsiyesi altına alınmasının da nedenidir. Şii radikal devlet anlayışı, Batı’nın, zengin Körfez ülkeleri başta Sünni Arap devletlerini de “terbiye” etmekte kullandığı, hatta bu devletleri, “tehdit algıları” nedeniyle İsrail ile Abraham anlaşmalarına bile yönlendirdiği, jeopolitik ilişki geliştirdiği iyi bir aparattır.

Aslında, Batı ve İsrail için demokratik-laik İran, kullanılabilen bir varlık değildir. Molla rejimi, bir yandan kendi yaşam alanını genişletmeye çalışırken, diğer yandan da, objektif olarak Batı’nın Ortadoğu’da yerleşik kurumsallaşmasını sağlamaktadır. İran’da yaşanacak köklü bir değişim, Molla rejiminin ortadan kalkması, Ortadoğu için yeni bir jeopolitik kırılma olacaktır. Ortaya çıkacak laik-demokratik İran gerçeği, İsrail’in “tehdit altındayım” stratejisinin de çöküşü demektir..

İran’ın 2009 senesinden beri yaşadığı muhalefet dalgalarında Batı, İran muhalefetini hiçbir zaman lafı güzaftan öte samimi olarak desteklemedi. Aksine muhalefet dalgası ne zaman kabarsa İsrail üzerinden bir “dış tehdit” unsuru yaratarak, rejimin sokağı bastırmasına ve “dış tehdit” bahanesiyle içerdeki muhalefeti ezmesine objektif olarak destek oldu.

İran rejimi, İsrail’in meşruiyetini artıran, Mısır’da Sisi ile BAE’de Muhammed bin Zayed ve S.Arabistan’da Muhammed bin Salman’ı güçlendiren, bölgede demokrasi hedefli Arap devrimlerinin baskılanmasını sağlayan bir kimlik taşıyor.

İran’da Amini’nin ölümü nedeniyle başlayan gösteriler elbette dini rejimin yıpranmasına, itibarının zedelenmesine veya belli bir ölçüde aşınmasına neden olacaktır. Ancak dini rejimin gücü ve teşkilatlanması, muhalefetin ise örgütsüz ve önderliksiz olduğu düşünüldüğünde, ülke genelinde devam eden gösterilerin, dini rejimi sarsma ihtimalinin yüksek olmadığını gösteriyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu