Genel

Erdoğan ATEŞİN – TARİH BİLİNCİ

Erdoğan ATEŞİN

                                                                                                               Erdoğan ATEŞİN    Fotoğraf açıklaması yok.
TARİH BİLİNCİ
Tarih öğrenirken, onu bugünün gerçekleriyle birleştirmeyen, ilişkilendirmeyen anlayış ve tutum Marksistlerin, bilimsel düşünenlerin anlayış ve tutumu olamaz. Bilimsel kavrayış, so- muttan soyuta doğru gelişir. Burada belirleyici olan doğru bir ideolojik ve siyasi duruştur. Teoriyi zorlayarak veya belli dar kalıplara hapsederek, neyi ifade ettiği belli olmayan, devrimci literatüre yeni kavramlar, maceracı ve argo sözcükler ulayarak sosyalist komünist olunmuyor. Bilimsel sosyalistler, komünistler, bilimsel oldukları için bilimi anlaşılır kılarlar.
Dünya ve Türkiye devriminin doğru değerlendirmesi, Marksist bilimin ideolojik ve siyasi olarak anlaşılır doğru analizinden çıkacaktır. Marksist olmayıp ta Marksist gibi görünen anlayışlar, Marksizmin en tehlikeli düşmanlarıdır ve esas tehlike de bunlardan gelmektedir. Marksizmin bilimsel ve teorik doğruluğu, Marksist olmayan sahte Marksistleri de Marksist gibi davranmaya, Marksist gibi görünmeye zorlar. Bu yüzsüzlüğün veya iki yüzlülüğün temel dayanağı oportünizm, dogmatizm, liberalizm, reformizm ve revizyonizmdir. Marksistler hiç bir koşulda bu tür akımlarla bir arada olmayı doğru görmezler.
Marksizmin ekonomik, siyasi, ideolojik ve toplumsal programı, yeninin temsilcisidir ve giderek sınıfsız, devletsiz bir toplumu öngörür. Bugün ideolojik olarak çok ciddi açmazların yaşanmasının en büyük nedenleri bu ayrışmanın hala yapılamamış olmasındandır. Özellikle ’Mao’izm diyen örgüt, yapı, çevre, gurup ve partilerin en büyük sıkıntısı buradan kaynaklanmaktadır.
Çünkü Marksizm, bilimsel devrimci bir öğreti olarak siyasi, ekonomik ve felsefi bir bütünlük içerir. İdeolojik olarak, ideolojik, pratik politik alanda sınıf savaşımı teorisini savunur. Bütün teorik ve pratik faaliyetinin felsefesini Kemalizm, ulusalcılık ve milliyetçilik üzerine inşa etmiş ve onun üzerinden teori yapmaya kalkışmış 68 hareketi dönemin gerçekleriyle, nesnel koşullarıyla ne kadar uyum içinde olabilmiştir ? O nedenle süreçlerin tahlili ve süreçlere damgasını vuran örgütsel yapıların genişçe analizini devrimci bir parti ve ya hareket yapmak zorundadır.
Cumhuriyet tarihinin bütün süreçlerinde politik arenada milliyetçilik hep ön planda olmuş ve milliyetçilik bu topraklarda Osmanlı sonrası emperyalistler tarafından sınırları çizilen TC’nin varlık nedeni olmuştur ve bu teori üzerinden devlet fethişleştirilmişir. Güdük anti emperyalist kemalist süreçle birlikte, milliyetçilik ulus devlet adı altında çeşitli gerici ve ilerici süreçlerle birlikte çok kısa bir süre sonra faşizme evrilerek, faşist diktatörlüğe dönüşmüştür. Ulus devlet adı altında diğer ulus ve azınlıklara karşı asimilasyon ve daha sonra da soykırımlara varan süreç başlamış, azınlıklar sürekli baskı altında tutularak kendi kimliklerine yabancılaştırılmak istenmiş, istisnasız Kürtler başta olmak üzere bütün ulus ve azınlıklara Türklük dayatılmıştır.
Milliyetçilik gelişmiş batıda gerici, bizim gibi kapitalizmi az gelişmiş ülkelerde ilerici olamaz. Türk Milliyetçiliği ise hiç ilerici olamaz. Ezilen ulus milliyetçiliği milli baskı ve asimilasyondan kaynaklı belli süreçlerde ilerici rol oynayabilir ama, o da süreç içinde, tarihsel olarak gericileşerek devrimci özelliklerini yitirir. Bilimsel sosyalistler, Marksistler, milliyetçiliğin her türlüsünü kesinlikle reddederler. Devlet ve ulusu yücelten anlayış bilinçlerde sürekli bir düşman yaratır ve bu zemin üzerinden kitlelere sürekli bir korku pompalanır ve bu bir Amerikancı emperyalist projedir. Milliyetçi faşist hareketlerle, burjuva demokrasisinin toplumsal dayanakları çıkış itibariyle aynıdır. Finans kapital iktidar var oldukça, faşizm tehlikesi de var olacaktır. Bu bazen gizli, örtük, bazen de açık kendisini gösterir. Bizim gibi ülkelerde bunun toplumsal dayanağı küçük burjuva orta sınıflardır.
Faşizmi kavramanı anlamanın yolu, yarı sömürge, feodal kalıntıların hala var olduğu devleti doğru tahlil etmekten geçer. Bizim gibi ülkelerde faşizm tehlikesi, olgusal olarak sürekli vardır ve bunalımlar konjonktüründe iş başına getirilir. Darbeler döneminde açık faşizmin uygulandığına, dönemin bütün yaşayanları tanıktır. Bu süreçlerde devlet ve ulus, büyük demagojik çığırtkanlıklarla yüceltilerek hep gündemde tutulur, toplum milli, gayrı milli, anarşist, terörist ve vatan sever olarak iki kampa ayrıştırılır.
Bu durumlarda milliyetçi ve ulusalcı azınlık dışında herkes baş düşmandır. Devlette üç beş Türk’ten( ki Türk olup olmadıkları da tartışmalı ) ibarettir artık. Onlardan sonra kızılca kıyamet…12 Eylül ve 12 Mart’ta böyle iş başına geldiler. O dönemin sivil faşist güçleri, üniversitelerde ve normal hayatta aktif olarak devrimcilere karşı devreye sokulmuştu. Üniversitelerde ve Liselerde satırlı silahlı reisler paltolarıyla adeta devriye geziyorlardı.
Osmanlının son dönemleriyle Cumhuriyete geçiş dönemi Türkiye’de milliyetçiliğin geliştiği dönemlerdir. Cumhuriyetle birlikte devlet, bütün teorik ve pratik çerçevesini Kemalizm üzerine, ulusalcılık ve milliyetçilik üzerine inşa etmiş ve bütün ulus ve azınlıklardan bir Türkçülük oluşturmak istemiştir. Devletin faşist niteliği ve karakteri M.Kemal’in küçük burjuva devrimciliğiyle gizlenmeye çalışılmıştır. M.Kemal, küçük burjuva devrimcisidir, ancak Kemalizm eşittir, Kemal demek değildir. Kemalizm, dönemin Türk ticaret burjuvazisinin üst kesimi, toprak ağaları, şıhlar, ulema, bezirgan takımı sınıf ve katmanları içine alan bir harekettir ve çok kısa bir süreçten sonra emperyalizmle uzlaşarak halk düşmanı bir karakter kazanmıştır.
Bu süreçle birlikte devrimcilere ve genelde halka karşı faşist saldırılar başlar. Anadolu’da devrimci gurupların bir araya gelerek örgütlenmeye çalıştıkları Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası (THİF ) kapatılır, üyeleri istiklal mahkemelerinde ağır cezalar çarptırılır ve Mustafa Suphi karısı da dahil,15 yoldaşıyla birlikte Karadeniz’de hain bir saldırıyla 28-29 Ocak 1921 de katledilirler. Dönemin TKP”si bu kayıplarla ağır bir yenilgi alır ve sonrasında da revizyonistlerin kontrolüne girer.
Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası, Kemalist burjuvazinin bu iki yüzlü karakterine ve onun kitlelere ve devrimcilere ve onun faşist saldırısına karşı, 1922 de Türkiye Komünist Gençlik Teşkilatı ve Türkiye komünist Kadınlar Teşkilatı olarak bir bildiri yayınlarlar. Bildiride ’Burjuva efendiler, bir zamanlar hepinizin bir resmi Komünist Fırkası bile yaparak kalpaklarınıza kırmızı tepelik geçirdiğinizde henüz gözümüzün önünde canlı bir hatıradır. Meclisinizde ve resmi gazeteleriniz de Anadolu’da basın hürriyeti, toplanma hürriyeti ve fikir hürriyeti mevcut olduğuna, ne sansür, ne de istibdat gibi melanetlerin yokluğuna dair yaptığınız yaygaralar da henüz kulaklarımızda çınlamaktadır. Hatta bunları siz utanmadan meclisinizin zabıtlarına bile geçtiniz’ şeklinde teşhir edilir ve dönemin niteliği ortaya konulur,
ve yine devamında,
’—Hayır efendiler hayır ! Halk iştirakiyyun Fırkası resmi bir varlıktır. Kanunen teşkil etmiştir. Onu ilgaya sizin hakkınız yoktur. Her burjuva memleket gibi sizde de mevcut olması zaruri olan toplanma hürriyeti ve fikir hürriyeti hakkı buna manidir. Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası sınıfı bir varlıktır. O, Türkiye İşçi ve köylülerinin teşkilatıdır. Bu sınıflar var oldukça fırkada yaşayacaktır. Bu sınıflar imha edilemez ki,Fırkayı imha yada ilga edebilesiniz. THİF, beynelmilel bir varlıktır. Beynelmilel proletarya ordusunun Türkiye’deki bir müfrezesidir. Beynelmilel bir ordu mevcut oldukça siz o fırkayı, o müfrezeyi imha veya ilgaya teşebbüs edemezsiniz’ …’Fakat emin olunuz biz Türkiye komünistleri susmayacağız . Daima bağıracağız, maskenizi daima yere çarpacağız. Fırkanızı daima resmen ve kanunen ve sınıfiyen mevcut tanıyacağız. Bu haksız ve zalimane hücum ve taaruzlarınızı, Kemali şiddetle ve nefretle protesto ederiz. Kahrolsun yalancı ve gaddar burjuva siyaseti. Yaşasın işçi ve köylü sınıflarının kurtarıcı düşüncesi . Yaşasın Üçüncü Enternasyonal’
Kemalist burjuvazinin ve toprak ağalarının bütün iki yüzlü, bütün baskıcı faşist uygulamalarına karşın, dönemin komünistleri, Anadolu’da ki mücadeleye sonuna kadar destek vermişlerdir. M Suphi, 14 yoldaşıyla birlikte yaklaşık bin beş yüz kişilik bir orduyla o dönem bu nedenle Anadolu’dadır. M.Suphi dönemin komünistlerinin görevlerini şöyle ifade eder.
’Türkiye Komünist Fırkasına düşen vazife, yağmacı emperyalizmin bütün baskısına rağmen, ayaklanıp varlıklarını ispat eden Anadolu isyancılarına ve isyancıları temsil eden BMM (Büyük Millet Meclisi ) Hükümetine yardım etmek ve Anadolu’daki bu hareketi şarkın diğer mazlum ve medeni millet ve hükümetlerine bir örnek olarak göstermektir’
Ancak bütün bu gelişmelere rağmen Kemalizm savaş biter bitmez, kısa bir süre sonra kitlelere karşı faşist bir diktatörlüğe dönüşmüştür. Kemalizm, ne yukarıdan aşağıya feodalizmi bir bütün tasfiye eden, milli kapitalizmi geliştiren eski tipten bir Burjuva Demokratik Devrimdir, ne de aşağıdan yukarıya işçi köylü ittifakıyla devrimci bir tarz olan Demokratik Halk Devrimidir. Kemalizm, savaş içindeyken emperyalizmle uzlaşmıştır. 1968 bu gerçeği görememiştir, bu gerçek ancak 1971’de görülmüştür ve bu süreci İbrahim Kaypakkaya’yla başlatmak vicdani bir sorumluluktur. 68 hareketi doğru analiz edilmeden, bu günü anlamak ve analiz etmek te eksik ve hatalı davranmış oluruz. Ayrıca TKP’nin M. Suphi sonrası revizyonist klik tarafından ele geçirilmesi de Türkiye devrim mücadelesi açısından çok ciddi bir kırılma noktasıdır. TKP’nin bu revizyonist yüzü ve kimliği çok iyi teşhir edilmelidir. Bugünün TKP’si de Türkiye-Kuzey Kürdistan devriminin önünde revizyonist ulusalcı bir barikat göreviyle/görevleriyle işlevseldir.
Türkiye’nin 68-71, 71-78 devrimci birikimi bir bütün olarak çeşitli milliyetlerden Türkiye halklarına, ezilenlerine aittir. Devrimci bir çıkıştır, kitleseldir ama doğru önderlikten yoksundur. Türkiye Devrimci Hareketi çok kısa geçici bir dönem hariç, genellikle doğru önderlikten hep yoksun dur. Şüphesiz 68’inde, 78’inde bir ideolojisi vardır. 78’e damgasını vuran küçük burjuva mülk sahiplerinin kahramanlık eksenli sol maceracılığı ve sekterliğidir. Henüz çok genç, ideolojik, siyasi ve örgütsel önderlikten yoksun tecrübesiz bir kuşak.
1968- 71 ve 78″in doğru ve yanlışları sağlıklı bir şekilde değerlendirilmeden, doğru bir teorik ve pratik birikim elde etmek olanaksız. Dönemin en büyük dersi, gelecek kuşaklara doğru politika izleyen bir proletarya partisinin inşa edilmesinin zorunlu olduğu dersidir.
Erdoğan ATEŞİN

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu