Gıda krizi ve Türkiye
Çilekeş dünyamızın insanları, yaklaşan paylaşım savaşının sıkıntısını yaşarken şimdi de en az onun kadar vahim bir gıda krizi çıktı.
Ahmet Hulusi KIRIM
Çilekeş dünyamızın insanları, yaklaşan paylaşım savaşının sıkıntısını yaşarken şimdi de en az
onun kadar vahim bir gıda krizi çıktı. 2019 yılından beri dünya genelinde artan gıda fiyatları bu sene artık tepe yaptı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte ise mevcut kriz eşiğe dayanmış durumda.
2007-2008 Dünya Gıda Krizi, dünya çapında gıda fiyatlarındaki yüksek artışlar nedeniyle küresel bir krize dönüşmüş, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklara, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde sosyal huzursuzluklara neden olmuştu. Bu krizin nedeni tarım ürünü üreten ülkelerdeki kuraklıklar ve petrol fiyatlarındaki artışlardı.
Dünya Gıda Programı yaklaşık 49 milyon insanın bugün, kritik açlık seviyeleriyle karşı karşıya olduğunu tahmin ediyor. Verilere göre yaklaşık 811 milyon kişi ise her gece yatağa aç giriyor. Açlığın had safhada olduğu Afrika’da tarımda, yenilenebilir su kaynaklarının ancak yüzde 3’ü,Asya’da yüzde 14’ü kullanılabiliyor.
1980’li yıllardan beri süre gelen serbest piyasa ekonomisinin ve küreselleşmenin, 90’lı yıllarda
tarım ve gıdayı dünya ticaretine dahil etmesi, güçlü sermayeleriyle dünya ticaretini elinde tutan birkaç uluslararası şirketin söz sahibi olduğu bugünkü sistemi getirdi. Şu anda dünyada birkaç şirket ve ülkenin hakimiyetinde olan küresel gıda ticareti, yerel pazarları tehdit etmekte, ülkelerin kendi kendine yetme, tarımı destekleme, kooperatifleşmeyi hızlandırma politikalarını bırakıp ithalata yönelik gıda sistemlerine geçmelerine neden oluyor. İlk anda, pahalı üretmek yerine dışarıdan ucuz almak iyi bir çözüm gibi gelse de, zaman içinde özellikle buğday, mısır, pirinç gibi ana gıda maddelerinin dışarıdan alınması ulusal para birimlerindeki düşüşler nedeniyle zorlaşmaya başladı. Aynı zamanda küçük üreticilerin üretimi bırakmalarına, köyden kente göçün artmasına yol açtı, tarım toprakları yerleşime açılarak kaybedildi.
Dünyamızı kasıp kavuran gıda sıkıntısı aniden ortaya çıkmış gibi görünse de aslında uzun
zamandır bekleniyordu. Bahis konusu sıkıntının temel nedenleri, nüfus artarken ekilen arazi oranının göreceli olarak azalması, sanayileşmiş ülkelerin sebep olduğu iklim değişmesinin kuraklık ve sel gibi değişmeler göstermesi, biyodizel gibi yeni yakıtların mısır ve soya gibi tarımsal ürünlere dayanarak yiyecek maddelerinden elde edilmeye başlanması, fahiş oranlarda artan petrol fiyatlarının nakliyeyi pahalılaştırırken spekülatörlere fiyatlarla oynama fırsatı vermesi, dünyada baş gösteren bölgesel çatışmalar sonucu milyonlarca insan mülteci olurken üreticilikten net tüketici konumuna düşmesi olarak sayılabilir. Bu nedenlerin yanında göreceli artan refah düzeyi ve değişen tüketim alışkanlıkları ile Çin ve Hindistan’dan kaynaklanan tarımsal ürünlere talep artışı da dengeleri, ekolojik dengeyi alt üst ediyor. Bugün Kapitalist sistemin derin ve kronik bir krizi mevcut. Bunun ötesinde ise çok daha büyük bir tehlike olan gıda sıkıntısının ayak sesleri oldukça yakından duyuluyor.
Geçmişte makineleşmeye geçilmesi, daha çok gübre ve tarımsal ilaç kullanımı ile tarımsal üretim bir süreliğine artmıştı. Ne var ki özellikle gelişmekte olan ülkeler bu gelişmenin rehavetine kapılıp artan nüfus ve tüketim eğilimlerini dikkate almadılar. İklim kuşağının değişmesi, kurak bölgelerin artması da buna tuz biber ekti. Tarım ülkeleri uyguladıkları yanlış tarım politikalarıyla sanayileşmiş ülkelerden, ülkemizde olduğu gibi pahalı tohumlar almaya mecbur edildiler. Gen teknolojisinin zararlı/yararlı yönleri ortaya konmadan ve küresel sermayenin insafına terk edilerek, hızla bu konuda ne olduğu belirsiz adımlar atılmaya zorlandı. Bütün insanlık için kuraklık ve hastalıklara uygun tohumlar geliştirilmesi gerekirken, sömürgeci amaçlarla davranıldı. İlaveten, 1980’lerden sonra Dünya Bankasının tarımda vermiş olduğu kredilerin bilinçli olarak ciddi boyutta azaltılmış olması da bugünkü sorunları doğurdu.
TÜRKİYE’DE ÇÖKERTİLEN TARIM
Yıllardır ülkemizde bilerek ihmal edilen ve çökertilen tarım sektörünün, “dünyada tarımsal açıdan kendi kendine yeten 10 ülkeden biriyiz” sloganının geçmişte kaldığı bir gerçek. Geçmişte tahıl, et, sebze, meyve ihracatçısı olan ülke bugün ithalatçı konumunda. Gıda krizinin yarattığı riskleri ele alan son global Rapora göre Türkiye, en ağır risk altındaki ilk 11 ülke arasında yer alıyor. Türkiye gıda enflasyonunda birinci sırada. Raporda Türkiye’de gıda zamlarına karşı tüketiciye yönelik ne vergi, ne sosyal koruma, ne de piyasaya yönelik hiçbir adım atılmadığı ortaya konuyor. Tarımsal hasıla bakımından Avrupa’da birinci dünyada yedinci ülke olmakla övünürken dolar bazında değerlendirildiğinde hasılada düşüş var. Türkiye’nin 2010 yılında tarımsal hasılası 52 milyar 592 milyon dolar iken 2013’e gelindiğinde 42 milyar 517 milyon gerilediği görülüyor.
Tarımda dış ticaret verileri de iç açıcı değil. 1980’li yılların başına kadar kendine yeterli ve net ihracatçı olan Türkiye, tarımın liberasyonu, tarımsal kurumların özelleştirilmesiyle ve ithalatçı politikaya geçişle büyük bir çöküş yaşadı. Tarım dış ticaretinde ihracat 17 milyar dolar, ithalat 16 milyar dolar seviyesinde. Türkiye bugün, tarımsal hammaddelerde ciddi açık veren ve dışa bağımlı bir ülke konumunda.
İMF programları doğrultusunda yapay bir şekilde ucuz tutulan kur sayesinde yapılan ithalat ve
ardına kadar açılan gümrük kapıları sonucu tarım sektörü yok oldu. Dünya Bankasının oltada yem olarak attığı 500 milyon dolarlık kredi ile tarımsal yapı bağımlı hale getirildi. Ürün çeşitlendiriyoruz sahtekarlıklarıyla, tekel olduğumuz ürünlerde bile ithalatçı konumuna geriledik. Küresel emperyalist kapitalist sisteme tüm kurumlarıyla eklemlenen ve iliklerine kadar sömürülen ülkenin, zincirlerini kırmadıkça bu sarmaldan kurtulması da mümkün değil.
31.10.2022