Gündem

MEHMET ŞİMŞEK’İN SINIRLARI, REJİMİN SINIRLARI

Salih Zeki TOMBAK

 

MEHMET ŞİMŞEK’İN SINIRLARI, REJİMİN SINIRLARI

Erdoğan, “Ekonomiden sorumlu bakan” Nebati’yi Meclis’e yolladı ve ekonominin başına, daha önce aynı görevden hakaret ve ağıŕ suçlamalarla kovduğu Mehmet Şımşek’i adeta bir “kurtarıcı” gibi, getirdi. Dün Erdoğan’ın ve Nebati’nin “bütün dünya hayranlıkla izliyor ve bizi örnek almaya başlıyor” diye övdüğü “faiz sebep, enflasyon netice” temeline oturan “milli ekonomi programı, Şimşek’in deyişiyle “rasyonaliteye dönüş zorunluluğu” nedeniyle ortamdan çekildi.

Her ekonomi programı bir dizi tercihe dayanır. Erdoğan ve Nebati’nin programının esası çalışan sınıflardan en büyük sermayeye servet transferi konusunda görülmemiş bir radikalizme dayanmasıydı. Bu yüzden çalışanların milli gelirden aldığı pay, ilk defa %38’ler mertebesinden %24’ün altına inmişti. Bu programla Şimşek’in programı arasında rasyonellik farkından çok, bu acımasız servet transferi devam edecek mi, yoksa gelir dağılımında adaletli bir denge mi aranacak sorusunun ortaklığı önemlidir.

M. Şimşek’in programı Türkiye toplumunun defalarca maruz kaldığı IMF programıdır. TL, kur üzerinde baskılamaya son verilerek yüksek oranda devalüe edilecek; bir denge yakalandıktan sonra faizler yükselecek; kurla birlikte enflasyon atak yapacak, mal ve hizmetlerin maliyetlerinde ve tabii fiyatlarında yüksek artışlar gerçekleşecek; mevcut vergiler arttırılacak; kısacası krizin faturası çalışan sınıflara ödetilecek.

TÜİK çalışanların ve emeklilerin ücret ve maaşlarını düşük tutmak için enflasyonu olduğunun çok altında gösterme genel müdürlüğüdür. Kurum bu göreve devam edecek, ücret ve maaşlar açlık sınırının da altında sefalet seviyesinde belirlenecektir.

TC. Merkez Bankası, bankalara baskı ile yaptırdığı döviz mevduatlarının karşılıklarını arttırma ve döviz mevduatlarının toplam mevduatlar içindeki payını küçültme gibi uygulamaların yanısıra, düşük faizli devlet tahvilleri satın aldırmıştı. Faizler yükselince bankalar zarar yazmaya başlayacak, finans sektöründe kırılganlık oluşacak. Şimşek yönetimi, bankaların zararını karşılayacak ve bankacılık sektöründe bir kriz yaşanmasına meydan vermeyecektir.

“5’li”nin hazine garantili, dövize endeksli sözleşmelerini gözden geçirmek Mehmet Şimşek ve ekibinin ne haddidir, ne onlar böyle bir işe heveslenir. Keza ihale kanununu ilk çıktığı hale döndürüp sabitleyemezler.

Erdoğan’ın başkanlığındaki Varlık Fonu çatısı içine alınmış firmalar TBMM adına Sayıştay tarafından denetlenemiyor. AFAD hesapları, Spor Toto gelirleri gibi Sayıştay denetimi dışında tutulan çok sayıda arpalık var. Şimşek bunların hiçbirini Sayıştay denetimine almaz, alamaz.

Sermayeye yönelik vergi koyamaz. Mevcut kurumlar vergisi gibi vergilerin toplanmasını etkinleştiremez, muafiyetleri kaldıramaz, oranları yükseltemez.

Mehmet Şimşek ve ekibi silahlanma giderlerini, AKP elitlerinin ortağı olduğu savunma sanayi alanındaki yağmayı ve savaş harcamalarını kısamaz. Türkiye’nin katlanarak artan güvenlik bütçesini sınırlandıramaz, çünkü güvenlikçi politikalara dur diyemez.

Kısacası büyük sermayeye, bankacılık sistemine ve rejimin AKP eliti dahil “efendilerine” krizin faturasından bir pay ödetmez, ödetemez.

Türkiye bir hukuk devleti değil. Yabancı sermayeye ve uluslararası yatırım fonlarına güven vermek üzere kurumlara bağımsızlık ve etkinlik sağlamak ve hukuka dönülüyormuş görüntüsü yaratmak için, en bilinen bazı hukuksuzlukların giderilmesi gerekir. Erdoğan’ın TC Merkez Bankası’nın bağımsızlığından yargının bağımsızlığına razı edilmesi Mehmet Şimşek ekibinin harcı da değil; haddi de değil.

Örneğin Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Osman Kavala, Can Atalay davalarında, hukuka doğru adım atılmasını bile M. Şimşek sağlayamaz.

Bunlara rağmen kurun 35-40 tl mertebelerine doğru adım adım dengelenmesiyle, vatandaşların ellerindeki dövizi bozdurmasıyla ve uluslararasi piyasalarda bir miktar güven oluşmasıyla günü kurtaracak miktarda para bulmayi başarabilirse, yerel seçimlerden sonra, gecmişte şahsına edilmiş hakaretler ve suçlamalar tekrar edilebilir, NAS hatırlatılabilir.

Buraya kadar Mehmet Şimşek programının genel çerçevesini konuştuķ. Şimdi kriz üreten ve gücü yettikçe krizin faturasını halka ödeten sistemin, rejimin ve devletin, halķın bu faturayı ödemeye razı olmaması halindeki hareket tarzına ve bu tarzın sınırlarına.

HALK HAYIR DEDİĞİ ZAMAN
Peki halk krizin faturasını ödemek istemezse, bunu çeşitli toplumsal hareketlenmelerle ifade etmeye başlarsa ne olur? Eskiden bu sorunun cevabı Amerikancı Askeri Darbe, sıkıyönetim, 90 gün işkenceli standart gözaltı, hukuksuz yargılama, sistematik işkence, işkencede ölümler, idam cezalarının infazı, Diyarbakır Mamak, Metris Cezaevleri, jandarma/gardiyan dayağı vb vb idi. Şimdi darbeye ve sıkıyönetime gerek yok. Devlet bir güvenlik devletidir. Münferit eylemlere, halklaşamamış hareketlenmelere odaklanacak şiddet organizasyonu var. İstihbaratı güçlü.

Yaygın, kitlesel, eşzamanlı toplumsal hareketlenmelere Kürt halk hareketi ve Gezi örneginde olduğu gibi, istihbaratı da, şiddeti de yetmiyor. Çünkü devlet şiddetinin de meşruiyete, toplumsal onaya ihtiyacı var. Demokrasisi ve demokratik değerleriyle övünen batının devletler düzleminde insan hakları ve demokrasi temelli itirazları neredeyse sıfırlanmış olsa da, sivil ve demokratik güçlerin, aydınların itirazlarının da devletin faşist uygulamalarını sınırlayıcı, yer yer frenleyici bir etkisi halâ mevcut. Yoksa devlete başkaldırının, ölerek vurularak efsaneleşen isimlerin, 15-16 Haziran gibi, 1 Mayıs 1977 gibi, Gezi gibi, Kürt Özgürlük hareketinin her düzeyde yarattığı direniş gibi vb efsane olayların oluşturduğu kazanımlar ve kültür, sadece o andaki iktidarın değil, rejimin, sistemin meşruiyet zeminini aşındırıyor.

Toplumun hayatını görece kolaylaştıracak, gelir dağilımını iyileştirecek, devlet politikalarını şiddete nisbeten az başvurarak uygulayacak sistemiçi bir muhalefetin önünün nasıl tıkandığını kısa süre önce seçimlerde yaşadık. İktidardan korkusuna HDP ile görüşemeyen, müzakere edemeyen, Dünyanın dört bir tarafında, kendisinin benzerleri olan siyasi partilerle, düşünce kuruluşlarıyla ilişki kuramayan, emek mücadelesi, emekçi halk, örgütlü mücadele sendikal hareket, sömürü vb yerine kul hakkı, helalleşme, beytül male el uzatmak gibi islamik bir dille konuşmaya yönelen; devlete mesaj vermek için Kayyım kavramını bile ilkesel olarak reddetmeye cesaretsiz bir muhalefetin devlet ve iktidar gücüyle, gayrı meşru bir seçim zeminine nasıl razı edildiğine ve bu zeminde nasıl püskürtüldüğüne tanıklık ettik.

Şimdilerde, zam yağmuru ve vergi artışlarını gördükçe, güya AKP ve müttefiklerine oy veren halkla dalgasını geçen, aşağılayan, “Nasıl eğleniyor muyuz?” twitleri atan bir lumpen akım gelişiyor. Halk sanki bu lumpenliğin önüne pişman olmuş ve dizlerinin üstüne çökmüş olarak gidip, kendisini teslim edecek. ihtiyacımız olan son şey bu lumpen yaklaşımdır.

Şimdi yapmamız gereken başta HDP, Yeşil Sol Parti ve “Emek ve Özgürlük Ittifakı” olmak üzere, demokrasi cephesinde kazanıcı, kendimizi ve ittifaklarımızı yeniden inşa etmeyi temel alan bir tartışmayı, hepimizi zenginleştiren bir olgunlaşma imkanı halinde gerçekleştirmektir. Ortak akılla, ortak iradeyle, yolumuzu açarız.

Umut ve çözüm bizdedir.

Salih Zeki TOMBAK

7/06/2023

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu