Genel

12 Eylül 1980 Faşist Diktatörlüğü

Eğer 12 Eylül 1980 Faşist Diktatörlüğünü, Siyasal Gericiliğin bir miladı olarak ele alırsak, yarım asıra yakın bir süre üzerinden geçmesine karşın, hala sınıf hareketi yerlerde sürünüyorsa, işçiler bir avuç sendika bürokratı ya da ağasının eline terk edilmiş, üretimden gelen gücünü bile kullanamaz durumdaysa, bu vahim durumun sorumlusu, hemde şu an içerisinde bulunduğumuz nesnel koşulların uygunluğuna karşın, kendini Komünist, Sosyalist olarak gören bizleriz.

Kendi güçsüzlüğümüzden kaynaklı, içi boş Demokrasi söylemleri ile sistem solu partilerin kuyruğuna takıldık.

Öyle ki bazılarımız ideolojik ve örgütsel bağımsızlığımızı kaybederek, işçi sınıfının bağımsız sınıf politikasından tavizler verdik.

Siyaset yapıyoruz diye, Siyaseti Burjuvazinin çizdiği ve sınırlarını belirlediği alanda kabul ederek, kendimizi bu alana kapatarak, bu alanda figüranlık yaptık.

Sistem Solu Partilerin düzen içi çözümlerinin peşine takılarak, yığınlarda oluşan öfke ve hoşnutsuzlukların düzen dışına çıkmaması için, tepkileri düzen içerisinde eritmek için, onlara niyetimizden bağımsızda olsa yardımcı olduk.

Bugün de, bu yönetememe krizi içerisinde debelenen Sistemim Efendileri, bu Krizleri aşabilmek için Yığınların önüne Marks’ın “her üç ya da altı yılda bir, parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin ‘temsil edeceğini ve ayaklar altına alacağını” belirleyen seçimlerle oluşturulan parlamento, halk yığınlarının doğrudan canlı eylemine tamamen dar gelecek bir deli gömleği olabilir” söyleminde ne olduğunu ortaya koyduğu SEÇİMLERİ getiriyor.Ne yazık ki kendilerini işçi sınıfının öncüsü, Komünist parti olarak gören Dükkancıklar da, bu Burjuva Siyaset Sahnesinde sahnelenen Seçim oyuna balıklama atlıyorlar.

Bizi, Komünistlerin Birliğini savunduğumuz için Likidasyona yardımcı olmakla itham edenler, aslında kendi küçük dükkancıklarında mesut ve mutlu yaşayan Komünistçiklerdir.

Onlar kendi dükkancıklarında, mutlu ve mesut yaşarken, Sistemin efendileri her geçen gün işçi sınıfının geçmişte nice bedeller ödeyerek kazandıkları haklarını bir bir GASP etmektedirler.

Ama sorsanız, biz işçi sınıfının öncü gücüyüz, biz işçi sınıfının partisiyiz, biz Komünist Partiyiz gibi, yaşadığımız nesnellikle bağdaşmayan Hamaset dolu sözler ederler.

Yukarıda da değindik, Eğer 12 Eylül 1980 Faşist Diktatörlüğünü, Siyasal Gericiliğin bir miladı olarak ele alırsak, yarım asra yakın bir süre üzerinden geçmesine karşın, hala sınıf hareketi yerlerde sürünüyorsa, işçiler bir avuç sendika bürokratı ya da ağasının eline terk edilmiş, üretimden gelen gücünü bile kullanamaz durumdaysa, bu içler acısı durumu nasıl açıklayacaklardır.

O nedenle baştan beri söylediğimiz, bu DÜKKANCI MANTIĞIN yıkılması, Dükkanlarında mutlu ve mesut yaşayanların, kafalarını gömdükleri kumdan çıkartmalarıdır.Onun için Komünistlerin Birliği diyoruz.

Dünyada ve Ülkede Sistemin Efendilerinin ekonomik ve siyasal olarak Yönetememe Krizi içerisinde debelenmeleri nesnel bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır.

Ancak biz Marksistler biliyoruz ki, Yönetenlerin Yönetemez olması tek başına yeterli değildir.

Aynı zamanda Yönetilenlerin de artık eskisi gibi Yönetilmek istememesi gerekir.Bu durumun Yönetilenlerin bilincinde yer almasını sağlayarak, bu bilinçle pratikte eylem içerisinde olmalarını sağlayacak olan, İşçi Sınıfının İş yerlerinde ve Mahallelerde oluşturacağı Sınıf Araçları ve tabi ki olmazsa olmaz, İşçi Sınıfının Öncü Gücü, onun aklı Komünist Partidir.

Bunun yolu, bunun ilk adımı da KOMÜNİSTLERİN BİRLİĞİDİR. Yaşanan nesnellik, kendi düşüncelerini ve programlarını, Seçimleri bir araç olarak kullanmadan da, yığınlara aktaracak bir olanak sunmuştur.

Yeter ki bu aktarımı sağlayacak Sınıf Araçlarını hayata geçirsinler. Zaten yığınlar yaşayarak öğrendikleri için bilinçlerinde bilinç kıvılcımları oluşmaktadır.Komünistlere düşen bu bilinç kıvılcımlarını bir ateşe dönüştürecek, düşünen eli, aklı Partisi başta olmak üzeri Sınıf Araçlarını kullanmaktır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu