Genel

KÜRD MİLLET POLİTİKASI PROBLEMLİDİR – 2

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

 

KÜRD MİLLET POLİTİKASI PROBLEMLİDİR – 2
DEVŞİRİLMİŞ MANKURT ANADOLU TOPLUMU
Kendine “Türküm” diyen Anadolu toplumu hastalıklı bir toplum. Çünkü kimlik problemi var. Kendisinin bile inanmadığı bir kimliğe sahipleniyor. Bu da sorunludur. Nedenine gelince bu toplum bileşenlerin Türk olmadığı, farklı milletlerden gelenler olduğudur. Tarihten süzüle gelen ortak bir kimlikleri ve kültürleri yoktur. Bu olmayınca Türk egemenlik sistemi tarafından zoraki kirli bir kimlik dayatılmıştır. Kirli ırkçı Türk milliyetçiliği dayatılmıştır. Bu da sistemi daha da katılaştırmıştır. Esnemez, bükülmez bir resim ortaya çıkmıştır.
Türk egemenlik sistemi Kürd/Kürdistan sorununu kendi varlığını tehdit eden bir tehlike olarak görüyor. Kürd/Kürdistan sözünü işittiğinde kırmızı görmüş öküze dönüyor. Kendi değişleriyle “72,5 milletten yoktan bir ulus var ettik“ dedikleri ismi “Türk“ denilen toplumun dağılacağı korkusunu yaşıyor. Bu korku giderek Kürd fobisine dönüştü. Bunu oluşturduğu argümanlarla topluma da yedirdi. “Bölündük ha bölüneceğiz“ korkusu toplumun bilinçaltına yerleşti. Toplum psikolojik olarak bunalıma sürüklendi. Bunun sonucu Kürdler düşman olarak görülmeye başlandı. Ondan sonra Kürdlere karşı her uygulama hoş görüldü ve sıradanlaştı.
Toplum insani özeliklerini yitirdi. Tıpkı sistem gibi barbarlaştı. Müzmin bir hastalığa dönüştü. Bu hastalığın tedavisi hem var hem yok. Kürd millet egemenliği gasp edildiği müddetçe bu hastalık müzmin bir hal olarak devam eder. Bunun tedavisi Kürdlerin millet olmadan doğan insani ve milli haklarına kavuşmasıyla mümkündür. Kürdler bunun çabasını veriyor ve hem de ağır bir bedel vererek. Verilen bu bedel Kürdlerin kurtuluşu için olduğu kadar kendilerine “Türk“ denilen Anadolu toplumunun bu müzmin hastalıkta kurtarmaya da yöneliktir.
Kürd/Kürdistan’a giydirilen boğucu gömleğin devamını isteyen “Türk“ denilen toplum ve “bağımsızlığı çöp tenekesine attık, bölücü değiliz, birlikte yaşamak istiyoruz,“ diyen Kürdler bunu anladıkları zaman hem “Türk“ denilen kesim, hem Kürdler kurtulmuş olur. Anlaşılan o ki ne kendine “Türk“ diyenler ne de sömürgeci eşikte kendini bağlatmak ve tokatlatmak isteyen Kürdler bunu anlamış değildir. Sağ olsun bunu “üst akıl“ anlamış ve her iki toplumu bu handikaptan kurtarma işini üslenmiştir.
İsmine Türk denilen toplumu oluşturan ezici çoğunluk haramzadedir. Bunu dediğimiz için şimdi Ankara Cumhuriyet Başsavcısı yine hakkımızda dava açacak. Fakat biz yine de söylemiş olalım. Dediğimiz yalan mı? Hayır! Büyüklerimiz aslını inkâr eden haramzadedir dememiş mi? Demiştir. O zaman mesele ne?
Bakın Süleyman Demirel ne demiş: “Biz Türklükten başka bir kimlik kabul edemeyiz. Kürdü ben Kürdüm, Lazı ben Lazım, Rumu ben Rumun, Ermenisi ben Ermeniyim, Pomağı ben Pomağım, Çeçeni ben Çeçenim, Çerkezi ben Çerkezim, Gürcüsü ben Gürcüyüm, Arnavutu ben Arnavutum, Boşnağı ben Boşnağım dese peki kim Türk? O zaman Türk kalmaz.”
Eeee zaten yıllardır dediğimiz bu. Ne diyorduk? Türkiye denilen hata ülkede Türk yok. Pardon Konda’nın yapmış olduğu araştırmaya göre şu an Türk devlet sınırları içinde yaşayanların %2,8’i Türk. Geri kalan %97,2’si Kürd, Laz, Rum, Ermeni, Yahudi, Roman, Gebende, Pomak, Boşnak, Çeçen, Çerkez, Arnavut, Gürcü, Arap vs. İşte bunlardan her kim ki ben Türküm dese haramzadedir. Valla bunu demek günahsa da sevapsa da bundan bizim bir günahımız yok. Çünkü bu düşüncenin patent hakkı büyüklerimize ait. Biz sadece onların dediğini dile getiriyoruz. Ne demişlerdi? Aslını inkâr eden haramzadedir demişlerdi. Yani Türk olmayıp ta ben Türküm diyen kişi haramzadedir. Süleyman Demirel’de bir haramzadedir. Çünkü Pomak olmasına rağmen ben Türküm dediği için. Daha ötesi var. Bugün Türk devletini idare edenlerin hepsi haramzadedir.
Bu nedenle sömürgecilerimizin en büyük fobisi “ bölünme” korkusudur. Bunu önlemek için akla ziyan teoriler oluşturdular. Günün ihtiyaçlarına göre güncelleyip sahaya sürüyorlar. Bunu sadece devlet ricalinin resmi ve sivil yetkilileri yapmaz. Sistemin bir domine gücü de yapmaz. Sistem tüm aparatlarıyla bunu yapar. “Ülkenin devlet ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak” için bütün metodoloji her varyantıyla pratikleştirilir. Bu da yetmez. İstisnalar hariç toplumun bütününe yakını bunu yapmayı kendine görev bilir ve kolektif bir itaat yaratılır. Kimi bunu “din kardeşliği”, “kimi sınıf kardeşliği”, kimi “ortak vatan” mottosoyla yapar. “Ülkenin siyasi ve toprak bütünlüğünü koruma” ülküsünde ortaklaşırlar. Kim ne adına bunu yaparsa yapsın siyasi literatürde bunun karşılığı ilhaktır, sömürgeciliktir. Ezilen milletin milli egemenliğinin gasp edilmesidir. Bunu kendilerine hatırlattığınızda pişkin gerekçelere sığınırlar. Ne kadar Kürd “dostu” olduklarını sayar dururlar. Bak hele! Hem milli egemenliğimizi gasp eden sistemi savunun, hem de sizin dostunuzuz deyin. Sizin gibi dost olduktan sonra düşmana ne gerek var? Hasta mısınız?
Bu paranoid düşünme tarzının tedavisi yoktur. Bir tedavi var ise, o da pratikte onları gaspettiklerinden azad etmekle mümkündür. Yani bu haksız ve hakkaniyetsiz sahiplenmenin sonlandırılmasıyla onları bu patolojik sorundan kurtarabilirsiniz, ancak! Velev ki ülke dedikleri topraklar-esasında bir siyasal sistemdir- bölündü diyelim, bu, dünyanın sonu değil ki. Dünyada bunun çok örneği var. İsviçre’yi ele alın. Konfederal bir devlet. 26 kanton’dan oluşmaktadır. Yaşamın her alanında dört dil konuşulmaktadır. Kimin hangi dili konuştuğu sorun olmamaktadır. Bunlar oluyor diye Isviçreliler kahrından ölmüyorlar. Kimsenin patolojik sanrıları ayaklanmıyor.
Belçika; Brüksel, Valon ve Flaman olmak üzere üç bölgeden oluşmaktadır. Her bölgenin meclisi ve hükümeti vardır. Dilleri farklı. Kimse bundan rahatsızlık duymaz. Kimse bölündük diye kitlesel intiharlara başvurmuyor.
İspanya; Kastilya, Galiçya, Katalan ve Bask adında dört bölgeden oluşmaktadır. Her bölgenin milli bayrağı, milli meclisleri vardır. Her birinin dili farklıdır. Ama ülke halkı karabasanlarla yatıp kalkmıyor.
İngiltere (Birleşik Kralık); İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda adında dört bölgeden oluşur. İskoçlar, Gallerliler, Kuzey İrlandalılar kendilerini İngiliz olarak görmezler. Bunların Kendi milli bayrakları ve meclisleri var. İngilizler “bölünme paranoyasıyla” ilaç tüplerini avuçlayıp ağızlarına boşaltmıyorlar. “Bölünse” ne olur? Dünyanın sonu mudur?
Sonuçta her millet kendi yoluna gider. Dünyada bunun birçok örneği var. En bariz birkaç örnek verelim; Çekoslovakya, 1918 ile 1992 arasında varlığını sürdürmüş iki milletli bir devletti. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçalanması üzerine kuruldu. 1917 yılında ABD’nin Pittsburgh kentinde Çekoslovakya’nın ilk devlet başkanı Tomáš Garrigue Masaryk ve diğer Çek ve Slovak siyasetçiler toplanarak iki milletin eşit bir şekilde temsil edildiği bir devletin kurulmasını kararlaştırdılar. Ancak birçok Slovak bu birleşmeye karşıydı. 1939 yılında Adolf Hitler’in teşvikiyle ilk Slovak Cumhuriyeti kuruldu. Ancak 1945 yılında II. Dünya Savaşı’nın sonunda bölgeyi işgal eden Sovyetler Birliği Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurdu. 16 Kasım-29 Aralık 1989 arasında meydana gelen Kadife Devrimi ile Sosyalist sistem sona erdi. Václav Havel devlet başkanı seçildi. 1 Ocak 1993’te barışçıl bir şekilde Slovakya ve Çek Cumhuriyeti adında iki bağımsız devlete bölündü. Şu an bu her iki millet komşu olarak kardeşçe yaşıyorlar. Hatta aralarında büyük bir yardımlaşma var. Aralarında hiçbir düşmanlık yok.
Yugoslavya; 1918-2003 yıllarında varlığını sürdürmüş çok milliyetli bir Balkan devletiydi. Fakat sorunlu bir devletti. Milletler arasında olduğu gibi Sırplar ile diğer milletler arasında sürekli sorunlar yaşandı. 2008 yılında son olarak Kosova’nın ayrılmasıyla 7 ülkeye bölündü. 7 devlet ortaya çıktı. Bu devletler; Sırbistan, Bosna Hersek, Karadağ, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Kosova’dır. Slovenya ve Hırvatistan şu an Avrupa Birliği üyesidir. Eskiden bu milletler arasında çok sorunlar vardı. Soykırıma varan uygulamalarla insanlık dışı trajediler yaşandı. Ama şimdi yan yana komşu olarak sorunsuz yaşayıp gidiyorlar.
Bizi ezen Türk, Arap ve Farslara haklı olarak diyoruz ki, mevcut olan yönetim sisteminiz ve uygulamalarınızla aramızdaki sorunlar hal olmuyor. Başvurmadığınız insanlık dışı yöntem bırakmadınız. Astınız-kestiniz, yakıp-yıktınız, asimile ve sürgün ettiniz. Din ve sınıf adına kandırmaya çalıştınız. Tahran, Bağdat, Şam ve Ankara’yı “ortak vatan karar kılıcıları“ olarak dayattınız. Ama Kürdleri bir türlü ne kandırabildiniz, ne bitirebildiniz. Hele insanlığın geldiği bu aşamada bundan sonra hiç bitiremezsiniz.
Kürdler de kendilerine dayattığınız sistem ve uygulamaları zaten kabul etmiyor. Elde silah savaşıyor. Karşılıklı birçok insanımız ölüyor. Ekonomik kaybın hesabını bile tutan yok. Bu ne zamana kadar devam edecek? Biz diyoruz ki, demokratik kurallar içinde ya eşit temelde birlikte yaşayalım, ya da her millet kendi yoluna gitsin. Aralarındaki sorunlar da böylelikle biter. En doğru yol bu iki yoldan biridir. Bunları reddederseniz birileri gelir tepenize biner. Tıpkı Yugoslavya, Irak, Suriye’de olduğu gibi sizi perişan eder. Bu gidişle olacak olan budur. Bu daha mı iyi? Tarihten ve insanlıktan hiç mi ders çıkarmazsınız? Öyleyse görüp yaşayacaksınız. Denildiği gibi: “Olaylar acı verir, ancak bir sonraki adım için en güzel öğretmen yaşanmışlıklardır.”
Devam Edecek..!
Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu