Genel

ÇIPLAK DİKTATÖRLÜK

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

“Hata ülke” dediğimiz coğrafyada İngilizler tarafından kurulan Türk devleti bugün artık çıplak diktatörlükle yönetilmektedir. Sistemin buraya varacağı çoktan belliydi. Yıllardır Türkiye’nin İranlaşacağını söyleyip durduk. Fakat kimseyi ikna edemedik. O kimselere göre; “biz politika bilmezler”dik(!) Şimdi olan biten ortada. “Suçlu ayağa kalk“ desek bile bir şey ifade etmeyecektir. Ama o süreçten bugüne kimin ne yazdığı arşivlerde duruyor. Bir bakılsın diyoruz. Eğer samimilerse belki hatalarının farkına varırlar. Çıplak islamist-faşist diktatörlüğün inşasındaki rollerini belki görürler. Belki akıllanırlar da bugünden sonra Türk egemenlik sisteminin klikleri arasında süren mücadelede taraf olmazlar. Çünkü onlar arasındaki savaş biz Kürdlerin savaşı değildir. Savaşımız sistemin tüm kanatlarına, daha doğrusu sistemin ontolojik nizamınadır.

Kışlacılar ile takunyacılar arasındaki mücadele yeni değildir. Osmanlı sarayı ile İttihat-ı Terakki arasında başlayan ve devam eden bir mücadeledir. Kemalist iktidarla kışlacılar iktidar oldu. Takunyacılar önemli oranda tasfiye edildiler. Bu durum 1950’lere kadar sürdü. 1950’lerde başlayan takunyacı çevre örgütlenmesi AKP ile iktidar oldular. Devleti adım adım ele geçirdiler. Siyasi otoritesini sağladıkları gibi ülke ekonomisini de ele geçirdiler. Bu aynı zamanda takunyacı sermayenin kışla sermayesine karşı zaferidir. Böylelikle otoritelerini sağladılar.

AKP ile Türk devletinin geldiği yer ortadadır. Çıplak bir hükümdarlık sürmektedir. İçte İslamist-faşist bir iktidar kurulmuş bulunmaktadır. Buna itiraz eden herkes ya öldürülmekte, ya zindana atılmakta, ya da yurtdışına kaçmak zorunda bırakılmaktadır. Dışta kavgalı olmadığı bir devlet kalmamıştır. Türk devletini bu duruma iten nedenler olmalı. Bu saikler nedir diye sorulursa eğer, başkaları muhtelif gerekçeler sayabilir ama bize göre bunların başında Kürd/Kürdistan sorunu gelmektedir. Eğer bu sorun olmasaydı Türk devletinin Batı sistemi ile bir sorunu olmayacaktı. Bugün Batı sistemi Kürd/Kürdistan sorunu üzerinden şemsiyesini kaldırırsa Türkiye’nin onlarla bir sorunu olmayacaktır.

Türkiye Cumhuriyetini kuranlar İtihat-ı Terakkicilerdir. Türkçülük üzerine kuruldu. Kemalizm bunu ete-kemiğe büründürdü. “Tek vatan, tek millet, tek dil” üzerine kurulan bir sistem tesis edildi. Kendi deyişlerine göre, olmayan bir milleti 72,5 milleten oluşturma ülküsü ve öyküsüdür. Tam 90 sene bu mantıkla “hata ülke” dediğimiz coğrafyada hüküm sürdürüldü. Fakat bunu sürdürmenin artık bu mantıkla yürütülemeyeceği anlaşılınca Türk devlet aklı buna bir eklenti daha yaptı. Türkçülüğün yanına İslamı da ekledi. Böylelikle “Türk-İslam Sentezi” oluşturuldu. Şu an Türk devleti bu mantıkla yönetilmektedir.

Bu mantık sahipleri Türk devletinin tüm kurumlarını ele geçirmişlerdir. İktidardan gidecekleri de yoktur. Onları iktidardan indirecek bir iç dinamik sahada yoktur. Zaten kendileri için tehlikeli gördükleri tüm güçleri tasfiye ettiler. Hala da tasfiye edilecek bazı güçler vardır. Bunların başında MHP gelmektedir. Çünkü MHP, AKP’nin sırtındaki kamburdur. Bundan kurtulmaya çalışacaklar. Onlar da tasfiye edileceklerdir. Geriye Demirelci muhafazakar kesim kalıyor. Onların başından beri AKP iktidarıyla bir sorunları olmadı. Muhalefet dediklerinin ise mevcut iktidar ve ortaklarının birer izdüşümünden farksızdır. Çünkü ortak korkuları var. Kürd/Kürdistan korkusudur, bu. Ülkenin bölüneceği, sistemin çökeceği korkusudur. Bu nedenle iktidar ve muhalefetiyle “vatan, millet, Sakarya” ve “Hata Ülke“ Türkiye’nin “ülke ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”nde tekleşmişlerdir. Bu nedenle kimse bir beklentiye kapılmasın. “AKP-MHP seçmen kaybına uğruyor, seçimle iktidar değişimi olacak” vb. hayaller kurmasın. Öyle bir şey olmayacak. Seçim olur mu? Olursa sonuç önceden bellidir. Sonuç da AKP iktidarının devamıdır. Kimse bu sonuca itiraz etmeyecektir. Cuhmurbaşkanlığı seçiminde bu açıkça görüldü.

Türk egemenlik sisteminin buraya evrileceğini, AKP’nin ortaya çıkmasıyla tespit ettik. Türkiye İranlaşacaktır dedik. Var olan birkaç demokrasi kırıntısı da ortadan kalkacaktır dedik. Fakat kimi çevreler AKP’ye “demokrasi misyonu“ biçti. Kışla kültürünün tasfiye edileceği, onun yerine demokrasinin inşa edileceği iddiasında bulundular. Bu konuda kendilerini uyardık. Öyle bir şey olmayacaktır. Çağdışı bir sistem kurulacaktır dedik. Bu nedenle hem seçimlerde, hem referandumlarda AKP kesinlikle desteklenmemelidir dedik. Ama o kimseler bunu da anlamadılar. Hem seçimlerde ve hem de kısmi anayasa referandumunda AKP’nin kuyruğuna takıldılar. Kerhen veya sehven bu çıplak diktatörlüğün inşasında önemli katkılarda bulundular.

Gelinen aşamada sistem tek kişi şahsında diktatörlüğe evrilmiştir. Bunun geri dönüşüde yoktur. İç dinamikler açısında kimsenin bunu dönüştürme gücüde şimdilik yoktur. Yarın ne mi olur? Recep Tayyip Erdoğan kendi destekleyicileri dışındaki tüm güçlere nefes aldırmayacaktır. Toplum rehin alınmıştır ama Anadolu toplumu sınıflı bir toplumdur. Bu sisteme karşı uzun süre sessiz kalamaz. İtiraz edecektir. Baş kaldıracaktır. Sahaya inecektir. Ama bu süreçte değil. Buna bir zaman gerekiyor. O zamana kadar sistem daha da darlaşacaktır. Recep Tayyip Erdoğan sistemi, hem ülke içinde, hem dış dünya ile olan sorunları daha da derinleşecek ve bunların hedefi haline gelecektir. Zaten Batı sistemin Türkiye’ye karşı bugün uygulamaya koyduğu ambargolar bunun somut göstergeleridir.

Recep Tayyip Erdoğan projesi Türk devlet aklının projesidir. Proje sahiplerinin mantığı şudur: Türkiye bugünden sonra ancak bu iktidar ve mantıkla yönetilebilir. Toplum ancak bununla zapt-ı rapt altına alınabilir. İç dinamikler bu iktidarla susturulabilir. Dış güçlere karşı ancak bu iktidarla karşı durulabilir. Bugün olan biten budur. Bu nedenle AKP iktidarı kendilerini bağlayan tüm uluslararası anlaşmalardan kurtulmaya çalışıyor. Daha evvel altına imza koyduğu BM İnsan Hakları Sözleşmesi ve İstanbul Sözleşmelerini iptal etti. Onların kendilerine yükledikleri sorumluluklardan böylelikle de kurtuldular. Bundan sonra da uluslararası alanda kendilerine sorumluluk yükleyen tüm anlaşmaları birer birer iptal edecekler. Bunlardan kurtuldukça da dışarıya karşı iyice agresifleşecekler. İçte astığı astık, kestiği kestik bir politika izleyecekler. Emareleri birer birer ortaya çıktı ve daha da çıkacaktır.

AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen ve ABD Konseyi Başkanı Charles Michel’in Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmelerinde çok acayip bir resim ortaya çıktı. Recep Tayyip Erdoğan oynadığı misyona uygun bir tavır sergiledi. ABD-AB arasında yapılan toplantılarda alınan kararlarla Türk devletinin ev ödevlerini bir dosya halinde belirlemişlerdi. AB Heyetinin Türkiye’ye gidiş nedeni bu dosyayı Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne koymak içindi. Türkiye hazırlıklıydı. Buna tepki olarak Ursula Von der Leyen’i ayakta bekleterek tepkisini gösterdi. Kimi bunu kadın haklarına saygısızlığa yorumlasa da aslında meselenin onu aşan boyutu vardı. O da ABD-AB’nin ortaklaşa Türkiye hakkında aldığı kararlara gösterilen tepkinin sonucuydu. Ursula Von der Leyen’i ayakta bekletmesinin nedeni buydu. Onun şahsında rencide edilmek istenen ABD ve AB’nin siyasi kimliği idi. Bunu da yaptı. “Siz ne karar alırsanız alın bizi ırgalamaz, umurumuzda değilsiniz“ mesajı ile ABD ve AB‘ye yanıt verdiler .

Biz Batı sisteminin sahiplerine, kendilerine Türk diyen barbarları dilimiz döndükçe izah etmeye çalıştık. Fakat onları ikna edemedik. Nedeni Batı sitemin sahiplerinin Türklerle olan çıkar ilişkisiydi. Şimidi bu çıkar çatışması yaşanıyor. Taraflar kozlarını masaya sürüyor. Türk sisteminin sahipleri bağırarak çağırarak bunu kaba yöntemlerle yapıyor. Fakat Batı sisteminin sahipleri buna gerek duymuyor. Onlar inceden inceye projelerini uyguluyor. Ellerindeki siyasi, ekonomik, askeri güçleri ile Türk egemenlik sistemini çöktürmeye çalışıyor. Her halükarda bunu başaracaklardır. Bu, kötü bir şey değildir. Bu nedenle Kürdler ve Anadolu toplumu bunu desteklemelidir. Çünkü bu onların da çıkarınadır. Burada ayrıca Türk egemenlik sistemini ele geçiren AKP iktidarının iç uygulamalarını saymaya bile gerek yoktur. Türkiye bir cezaevine dönmüştür. İçeride veya dışarıda olmanın önemi yoktur. Hepsi esir alınmıştır. Toplum dilsiz ve tepkisiz bırakılmıştır,

Türk egemenlik sisteminin süreç politikası budur. İster kışlacılar, ister takunyacılar iktidarda olsun fark etmez. Biri bir diğerinden daha iyi değildir. Bir dönem kışlacılara karşı “demokrasi gücü“ diye takunyacılar desteklendi. Şimdi de takunyacılara karşı “millet ittifakı“ denilen ırkçılar “demokrasi gücü“ diye destekleniyor. O veya bu klik iktidara geldiğinde ne değişecek? Kim devleti ele geçirirse geçirsin bir değişiklik olmayacaktır. Kürdistan’da işgal devam edecek. Kürd millet gaspı devam edecek. Kürd/Kürdistan inkarı devam edecek. Katliam, soykırım, göçertme, asimilasyon devam edecek. Anadolu toplumu içinde iyi şeyler olmayacak. İtiraz eden kendini ya cezaevinde bulacak, ya da soluğu yurtdışında alacak dedik. Biz bunu dedikçe kimileri; “İklim değişiyor, Türkiye demokrasiye geçiyor, Kürd sorunu çözülüyor. Katkı sunmak için yardıma gidiyoruz” deyip takım elbiselerini giydiler, kıravatlarını taktılar, çantalarını koltuklarına alıp ver elini Türkiye dediler.

Gittiler gitmesine de ne mi yaptılar? Takunyacıları her alanda desteklediler. Kısmi anayasa değişim referandumu için seminer, sempozyum, miting yaptılar. Afiş bastılar. Cumhurbaşkanı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklediler. Bu işler karşılıksız değildir. Takunyacılar da çantalarına parayı koydular. Bir de yanlarına koruma verdiler. Düşünün! Türk egemenlik sistemi sahipleri kime koruma verir? Bu sistemi iyi tanıyoruz. Annelerin kucağındaki bebeleri bile kurşunlayan barbar bir sistem olduğunu kim bilmez? Ama aynı sistem birilerini korumak için yanlarına niye koruma verir? Anlaşılan şu ki, alan memnun, veren memnun. Tihniyet meselesi. Bu tihniyet sahipleri bir de kalkıyor “Kürdçülük” yapmayı taslıyorlar. Alsan alamazsın, satsan satamazsın misali.

Fakat bu çevreler şunu anlamadılar. Dinci bir gelenekten, hele İhvan-ı Müslüm (Müslüman Kardeşler) geleneğinden gelen siyasi bir hareket demokrasiyi inşa etmez. Etmediği gibi var olan demokratik kalıntıları da ortadan kaldırmayı yaşamsal görevi addeder. Bunun en somut örnekler ortadadır. İran Mollaları, Mohammed Mursi ve AKP’ninde yaptıkları budur. Hedefleri şeriat düzeni kurmaktır. Bu ta başından beri programlanır. İşe masumiyet postuna börünmekle başlanılır. Bununla toplumsal desteğe ulaşmaya çalışılır. Destek te alırlar. Bu destekle iktidarda olurlar. İktidar olduktan sonrada bu destek güçleri birer birer tasfiye ederler. AKP’yi başından beri destekleyen çevreler artık hata mı, yoksa suçu mu desek -pek fark etmez- bu tuzağa düştüler. Peki akıllandılar mı? Kimi değişti ama kimi aynı suçu işlemeye devam ediyor. Bunlar tanıdık kişi ve çevrelerdir. Halen kendilerine nöbet yazdırmaya devam ediyorlar.

12 Nisan 2021

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu