Kategori: Politika
BİRLEŞİK CEPHE SİYASETİ ÜZERİNE ÜÇ GÖRÜŞ.
SOVYETLER BİRLİĞİNDE KAPİTALİZMİN RESTORASYONUNUN CİDDİ DERSLERİ
TOPLUMSAL SOSYOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞİM
neden gazete kok
Gazete KÖK
NEDEN GAZETE KÖK?
Kapitalizm insanı fiziksel, zihinse-düşünsel olarak böldü ve bu bölünme insan bilincinde muazzam bir bilinç bulanıklığına yol açtI ve devrimci saflarda bunun etkileri daha vahim boyutlarda kendisini gösterdi…Bu durum dünyanın çeşitli ülkelerinde devrimci komünist hareket, örgüt ve partileri derinden etkileyerek bugünkü süreci yarattı.
Toplumsal olgunun tarihsel, bütüncül ve onun eleştirel açıklanması, tarihsel bir metodolojiyle mümkündür. Tarihin ve tarihsel süreçlerin temel direklerini, temel taşıyıcı kolonlarını, bu kolonlardan her hangi birini söküp alırsanız tarih başınıza üzerinize çöker ve tarihin yıkıntıları arasında kaybolur gidersiniz, tarih sizi bir anlamda yutar. Öncelikle bugün ”Marksizmin Krizi, yetmezliği, ve aşılması” olarak açıklanan önermenin bilimsel tuttarsızlığını, Marksizmi bilimsel zenginleştirerek, geliştirerek mahkum etmekle mümkündür.
Bunun cevabı, Marksizmin Toplumsal alanı açıklama, ve onu değiştirme iddiası bilimsel ve güçlü bir iddia olarak sürmektedir…Revizyonist anlayışların gerçeklere saldırarak, onları yıkarak, tahrip ederek tarihte yer bulması ve tutunması kısa süreliğine amacına ulaşsa da, orta ve uzun vadede de bilimsel gerçekler ve onun metodolojisi karşısında tutunma şansı yoktur. Marksizm’den kopmuş, yada hiç marksist olamamış nesnelci ve öznelci bütün Marksist sapma ve Marksizm düşmanlarına karşı Marksizm’in Maddeci ontolojisini savunarak onun epistemolojisini bilimsel yöntemlerle geliştirmek ve zenginleştirmekle mümkündür…
Bilimsel sosyalizm ne yalnız başına tarihsel öngörülerle ne de toplum bilim yada felsefeyle açıklanabilir, sosyalist bilim bütün bu bilimlerin toplamda bir sonucudur. Bilim, insanın gerçeklere dair genel ve sistemli bilgilerinin toplamıdır. Bilginin sistematiği gerçeğe ait nedensellik ilişkilerinin keşfedilmesidir. Bir şeyin ne olduğunu anlamak, o şeyi tanımlamakla mümkündür ve bilginin nesnel gerçeklik olduğu kadar, bilginin kaynağı da yine nesnel gerçeğin ve onun deneyiminin sonucudur ve bilginin olmazsa olmaz ön koşuludur.
Her insanın kendi öznel gerçekleriyle var olduğu bu dünyada, bireysel olarak bireyin kendi öznel dünyasıyla toplumsal alana ilişkin bilim üretmesi çok zor ve olanaksızdır. Materyalizm nesnel gerçeğin ürünüdür…Bilim, bilinmeyenin kapısını aralayan ve bilinen ile bilinmeyen alanda gelişen bir faaliyettir ve bilim daima değişimi hareket noktası olarak alan ve o değişimi yöneten nedenselliği ve ilişkilerini keşfetmekle uğraşır…Öznel dünyasıyla var olan birey veya grup, yada örgüt, yada topluluk açığa çıkmış doğruların, toplumsal pratikte sınanmış gerçeklerin üstünü örterek, onu öteleyerek insanlığı ve bilinçleri bulandırarak bilinmezin içine sürükleme çabasına girse de, nesnel gerçeklik karşısında uzun süre tutunamaz…
Objektif olanla, subjektif olanı, teorik alanla pratik alanı, bilme ile yapmayı somuta uyarlayan bilinç bilimseldir ve ileridir. Tarihsel gelişmeleri maddi temele oturtarak değişimin önünü açabilir insan yani diyalektik materyalizmi toplumsal gelişmelere uygulamak. Marx, bütün çalışmalarında insanlığın bilincini derinlemesine etkileyerek, işçinin bileğindeki zincirin nasıl kırılacağını öğretmiştir…Marx, umut ile düş arasında insanlığın büyük umudu olmuş ve yaşamı boyunca devrimci bir eylem adamı olarak yaşamıştır. Marx öncesi Guizot, Mignet ve daha başka burjuva ideologlar, sosyologlar burjuva iktisatçı Rikardo sınıf mücadelesi gerçeğini savundular ancak onlar Marx,ın Weydemeyr’e yazdıgı mektubunda “Modern toplumda sınıfların varlığını ve sınıf mücadelesini keşfetme onurunun kendisine ait olmadığını” açıkça belirtmektedir…
Çünkü burjuva tarihçiler ve burjuva iktisatçılar Marx’tan önce sınıf savaşımının tarihsel gelişimini, sınıfların ekonomik yapısını açıklamışlardı…Marx bu alana ilişkin katkılarını ise şöyle ifade eder. Sınıfsal yapıların üretimin gelişim evresindeki belirli tarihi aşamalarla ilişki içinde olduğunu, ve sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne ve bu diktatörlüğün süreç içinde tedricen bütün sınıfları ortadan kaldıracağına evrileceğini öngörmüştür.
Marx, aslında toplumsal sistemlerin iç dinamik yapılarından kaynaklı olarak iç yaratıcı potansiyellerini tüketmedikçe, bu sistemlerin tarihin sahnesini terk etmeyeceklerini düşünmüştür. Bir toplumsal sistemin Yeniden üreterek, kendisini yenileyerek kendisini, yani varlığını devam ettirme potansiyeli tamamen tüketmesi ve onun tarihin sahnesini terk etmesi, yalnız başına üretim ilişkileri ile üretici güçler ve araçları arasında ki çelişmenin keskinliğiyle açıklanamaz.
Bütün bu süreçlerde ve dönüşümlerde zor ve şiddet, ve hakim- egemen sınıfların bu silaha başvurmaları karşı tarihsel zoru yaratarak toplumsal değişimlerdeki süreci etkilemiş, hızlandırmış yada yavaşlatmıştır. Zor, burada bir anlamda iktisadi bir güç olarak devreye girer. ” Zor, yeni bir topluma gebe olan eski tolumun ebesidir ” Marx…
Marx, bütün bu çalışmalarıyla, kapitalist piyasayı yalnız ekonomik ve felsefi olarak değerlendiren değil, onun insanlığın büyük kitlesel pratiğiyle hayata bulacak devrimci kritiğini yaptı.
Bu yaratıcı devrimci özüyle Marx, kendisinden önceki bütün büyük düşünürler arasında müstesna bir yere sahip olan büyük bir dava adamı, büyük bir bilim insanıdır…Düşün gerçekle buluşması ve onun yeryüzünde hayat bulması, zincirlerini kıran insanın özgürlük dünyasını yaratmıştır…Bugünün insanı artık kapitalizmin kesin sonunun geleceğine inanıyor ve bu bir realitedir, bu sonun nasıl geleceğini insanlık sürekli yeni bilgi ve pratik birikime ulaşarak daha bir bilince çıkarıyor ve büyük insan pratiği bunun teminatıdır…
Bütün burjuva revizyonist ihanetlerin ve onun insanlığın önüne koyduğu Gordion’un kör düğümünü insanlığın büyük devrimci birikimi çözecektir…Toplumsal-ekonomik ilişkiler, insanlık tarihi üzerinde karşılıklı çatışan sınıfların sahnesi olduğu gerçeği ve onu siyasal düzlemde, büyük siyasal bir devrimle emekçilerin ekonomik, siyasal, sosyal dünyasını yaratarak, büyük toplumsal değişimin yolunu açmıştır…
İnsanlık bugünkü tarihsel sürecinde, ekonomik büyük eşitsizlik ve ekolojik büyük yıkım olarak, iki büyük çelişme yaşamaktadır. Her iki çelişme uygarlığımızın yıkımını hızlandırmaktadır. Toplumsal düzlemde, emek/sermaye arasındaki çelişki o denli derinleşmiş ki, biri diğerini tasfiye etmeden sürdürülebilirliği kalmamıştır. Ekolojik olarak da Kapitalist sistem, eko sistem üzerinde büyük yıkımlar yaratarak, insan doğasını yok etmek üzeredir. Bugün iki büyük çelişki yaşanmaktadır, ve toplum bugün bu çelişkilerini çözmekle karşı karşıyadır, bunun dışındaki, etnik, dinsel, inançsal ve diğer çıkar çelişmeleri tamamen kapitalist- emperyalist sistemin suni olarak insanlığın ortasına bıraktığı fesatlıklardır…
Devrimler Tarihine Kısa Bir Özet
Dünyamız 1640 İngiliz Devrimiyle birinci devrimler sürecine girerek,1871 Paris Komüni deneyimi ve Avrupa’da ki burjuva Demokratik Devrimlerle, birinci devrimci sürecini tamamlamış, ikinci ve daha farklı bir devrimci sürece girmişti. Dünya genelinde devrimlerin birinci dalgası, kapitalizmin erken geliştiği Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşandı. Bu coğrafyadaki devrimler süreç içinde söz konusu kapitalist ülkeleri diğer ulusları sömüren konuma soktu ve bu ülkeler gericiliğin ve saldırganlığın merkezine dönüştüler.
Dünyamızda devrimler sürecinin ikinci dalgası, kapitalistleşme sürecine girememiş, geri feodal ülkelerde başladı ve Rus, Çin, Meksika ve Türkiye’de 1905-1917 yılları arasında gelişen kısmi Burjuva Demokratik Devrimler başarısızlığa uğrayarak tamamlanamadı. 19.yy ve öncesinde köylülüğü yedeğine alan batı burjuvazisi, Burjuva Demokratik Devrimler yaparken, 20 yy’da bu ülkelerin burjuvazisi ve ülkeler artık gericiliğin merkezi olmuşlardı. Geri kalmış ülkeler ise devrimlerin merkezi olmuşlardı. Bu ülkeler kapitalizm aşamasına geçememiş geri ülkelerdi. Bu süreç birinci dünya savaşına kadar devam etmiş, savaş sonrası dünya devrimi, büyük atılımlarla yeni ve daha büyük bir devrimci sürece girmişti.1917 Ekim devrimi çağımızın ilk emekçi devrimi idi.
Sovyet Devrimiyle dünyamız, emperyalizm ve proleter devrimler çağına girerken, kapitalizmi gelişmiş ve Burjuva Demokratik Devrimlerini tamamlamış batı ülkeleri emperyalizm aşamasına girerek dünya gericiliğinin merkezi olmuşlardı. Bu ülkeler artık sermaye ihraç ediyor ve bağımlı ülkelerde milli olan her şeyi tahrip ediyor ve geri ulusları boyunduruk altına alıyorlardı. Bu sömürgecilik ya direk işgaller şeklinde gerçekleşiyordu, ya da sermaye ihracı yoluyla oluyordu. 1900′ ler öncesi burjuva devrimci süreçler yaşanıyorken, söz konusu ülkelerde, ilerleyen süreçlerde devrimci süreçler dibe vurarak, gericiliğin ve sömürgeciliğin merkezi oldular. Feodal despotizmin ve gericiliğin merkezi Rusya ise, 1917 Ekim devrimiyle dünya devriminin ön cephesi oldu.
Kapitalizmi gelişmiş ülkeler ise dünyanın geri ve ezen ülkeleri oldular. Lenin o dönemde Rus devriminin demokratik muhtevasını doğru kavrayarak, bütün oklarını feodal Çarlığa çevirmişti. Devrimin hedefi feodal Çarlık’tı ve bunun için işçi köylü ittifakını savundu; ve devrimin kuvvetlerinin bu iki sınıf olduğunu tespit ediyordu. Dünyanın batı Avrupa’sında gelişen birinci Burjuva Demokratik Devrimler süreci, feodal despotik ve Krallıkları tarihin dışına atıyordu ve ilerici idiler.
İkinci demokratik devrim dalgası, anti emperyalistti ve bağımsızlığı hedefliyordu. Dünyamız bu süreçlerde iki farklı devrimci dönem yaşayarak, feodalizme karşı gelişen Demokratik Devrimler sürecinden, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı Milli ve Demokratik Devrimler sürecine girmiştir Gelişmiş kapitalist batıda, Burjuva Demokratik Devrimlere burjuvazi önderlik etmişti ve bu devrimler burjuva demokratik devrimlerdi, geri kalmış ezilen ülkelerde ise küçük sermaye, aydınlar, eşraf Milli Demokratik Devrimlere önderlik etmeye çalışmış ise de bu devrimlerin önemli bir kesimi başarısızlığa uğrayarak tamamlanamamıştır. 1917 Büyük Ekim Devrimine kadar bu süreç devam etmiş, Ekim Devrimiyle birlikte dünyamız farklı devrimler sürecine girmiştir.
İkinci devrim dalgasıyla birlikte, proletarya önderliğinde sosyalizm mücadelesine yönelen devrimlerin hemen hemen hepsi, yeniden Demokratik Devrimler mevziini çekilerek kendilerini buradan savunma sürecine girmişlerdir. Lenin,1917 Ekim, Devrimiyle dünyamızın ” emperyalizm ve proleter devrimler çağına ” girdiğini söylemişti. Mao, Sovyetlerde ki geriye dönüşü doğru tahlil ederek ”devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halkalar devrim istiyor” diyerek insanlığın yeniden Milli ve Demokratik Devrimler sürecine geri çekildiğini doğru analiz ediyordu.
Ekim Devrimiyle sosyalist devrimler sürecine giren dünyamız, bugün yeniden Milli ve Demokratik Devrimler mevziine geri çekilmiştir. Sosyalist Devrimler dalgası bu süreçte özellikle batıda geri çekilmiş ve dünyamızın bağımlı, yarı bağımlı ülkeleri Milli ve Demokratik Devrimler süreci mevziine girmiştir. Dünya genelindeki devrimci mücadeleler, gelişmiş kapitalist emperyalist ülkeler hariç,1848 tarihten bu yana, hala Demokratik Devrimler mevziinde gelişmektedir.
Emperyalist kapitalist ülkelerde ise tamamen karşı devrimci süreçler yaşanmaktadır. Asya, Afrika ve Latin Amerika halkları hala Milli ve Demokratik Devrimler mevziinde kendi ülkelerini savunma süreci yaşamaktadırlar. Çünkü, insanlık önüne çöze bileceği sorunlar koyar, onun dışındaki tespitler ütopik ve hayalcidir. Dünyamız bugün emperyalizm, milli ve demokratik devrimler ve sosyalizme yönelim ve sürdürülebilirlik süreci zeminlerindedir..”…insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşuların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar” Marx. (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı) Bütün Toplumsal Sorunlar Devrimlerle Çözülür…
Küresel saldırılara karşı dünyada küresel bir müdahale gücü de gelişiyor. Bugün artık bütün batı dünyası da devrim coğrafyasıdır. Emekçiler kapitalizmin merkezlerinde direniyorlar ve kapitalizm doğduğu coğrafyada yıkılacaktır…Sorunlar devrim sonrası da olacaktır ve insanlık kendi tarihinde hep yeni devrimlerle kendi tarihsel sürecini ilerletecektir…Kapitalizmi yıkacak olan emekçi sınıflar, yeni bir toplumu kurmak için yeniden ve yeniden devrimlerle kendisi de birer sınıf olarak tarihin sahnesini terk ederek başka bir toplumsal sistemin önünü açacaktır…Ancak bu süreç uzun bir tarihsel süreç, burjuvazi, yani devrimle devrilen sınıflar hala direnmeye devam edeceklerdir…
Marx, Paris Komününden çıkardığı derslerden hareketle, bütün teorisini tehlikenin yıkılan burjuvaziden geleceği üzerine kurmuştur…Sovyetlerdeki dönüşüm durumun böyle olmadığını gösterdi ve teori yeniden hayattan çıkmıştı… Bütün bu süreçlerde Komünist Partileri bürokratik burjuva aygıtlara dönüşerek, emekçilere ve devrimlere ihanet etti ve kapitalist sisteme yeniden entegre oldular. İhanetin kol gezdiği bu koşullarda devrimci kalabilmek ve emekçi mevzilerde direnebilmek devrimci kalmakla mümkündür.Büyük ileri atılımlar, büyük toplumsal örgütlenmeler gerektirir. Toplumsal konsensüs bu yönde gelişmektedir…
Devrimci Marksizmin somutu açıklama yöntemi bu yöndedir.1900’lerin son dönem, ikinci yarısı sonrası ortaya çıkan örgüt, grup ve partiler, tarihsel olarak miadını doldurmuş, küçülerek kişiler örgütüne dönüşmüş ve sistem tarafından çok kötü kullanılan ve kontrol edilen bir duruma düşmüş ve devrimci özlerini kaybetmişlerdir..Sendikalar, Demokratik Kitle Örgütleri vb. yapılarda bu sürecin bir parçası olmuş ve toplumsal olanı savunan değil, sistemin kontrol kuleleri konumundadırlar…
Bugünün temel devrimci görevi, kapitalist emperyalist saldırganlığa karşı, emeğin toplumsal kuvvetlerini ve üreten insanlığın toplumsal muhalefetinin kolektif birliğini, küresel düzeyde ve tek tek ülkelerde devrimci bir güç haline getirecek, somutu anlayan ve açıklayan önderlikler yaratmaktır. Kapitalizmin alternatifi, herkesin yeteneği kadar üreteceği, ihtiyacı kadar tüketeceği bir toplumsal sistemdirGazete Kök, bütün yukarıda anlatmaya çalıştığımız nedenlerden kaynaklı bir ihtiyaç olarak yayın hayatına başlamıştır. Kitlelerin gerçek gücü, onların sayısal çoğunluğunda değildir. Kitlelerin gücü, onların örgütlü gücündedir, örgütlü olma halleridir…Örgütsüz kitlelerin yaptırım gücü yoktur ve tarihsel olarak misyonlarını gerçekleştiremezler. Örgütlü kitleler, sonuca odaklanırlar sonuç odaklı ayağa kalkarlar…GAZETE KÖK Emeğin devrimci kavgasını birlikte büyütmek için bir mevzidir. Birlikte büyütelim bu kavgayı…
GAZETE KÖK
22.10 2020
DEVLET’İ DOĞRU TANIMAK,
Liberal Dünya düzeni öldü…
Düzensizlikten düzen üretme algısı ve ”Yeni Dünya Düzeni” safsatası üzerinden 1980’den beri dünya halkları, tarihte eşi benzeri görülmemiş katliamlarla, savaşlarla ve büyük kitlesel göçlerle evlerinden, yurtlarından ve vatanlarından edilmektedir.
Düzensizlikten düzen üretme algısı ve ”Yeni Dünya Düzeni” safsatası üzerinden 1980’den beri dünya halkları, tarihte eşi benzeri görülmemiş katliamlarla, savaşlarla ve büyük kitlesel göçlerle evlerinden, yurtlarından ve vatanlarından edilmektedir.
İkinci dünya savaşı sonrası ABD öncülüğünde Birleşik krallık İngiltere ile birlikte tasarlanan ve SSCB’nin( Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ) 1991’de çöküşüyle birlikte George H.W.Bush tarafından ”Yeni Dünya Düzeni ” olarak lansmanı yapılan ve dünyayı savaşlarla dizayn eden bu düzensizlik ve emperyalist saldırganlık bugün dünyanın ezilen ülkeleri tarafından şiddetle reddedilerek, bütün inandırıcılığını kaybetmiştir. ”Yeni Dünya Düzeni” dünyayı yeniden paylaşım savaşının, yani Üçüncü paylaşım savaşının başlangıcıdır ve bu süreç SSCB’nin dağılmasından sonra başlamış, Osmanlı İmparatotluğunun parçalanarak dağılması süreci nasıl ki Birinci Dünya savaşına yol açtıysa, bugün dünyamız aynı süreci yaşamaktadır.
Dağılan Osmanlı coğrafyasının paylaşılması Birinci Dünya savaşına yol açarak, emperyalist paylaşım savaşına dönüşmüştü. SSCB ve Varşova Paktinin dağılması da tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun dağılması sonrasındaki sürecin devamı gibi yeniden bir paylaşım savaşına dönüşerek bugün Orta-Doğu’da, Uzak Doğu’da, Kafkaslarda, Baltık Cumhuriytlerinide, Asya ve Afrika’da fiili savaşlarla ve ekonomik savaşlara dönüşerek bütün şiddetiyle devam etmektedir.
Dünyanın ezilen bağımlı ülkeleri ve halkları, ABD’nin nükleer gücünü ve ekonomik üstünlüğünü kullanarak Asya’nın ezilen bağımlı ülkelerini hatta Avrupayı tehdit eden saldırganlığı, kirli ittifaklar ve bunlar üzerinden dünyaya yapılan tehditler artık insanlığın vicdanında kabul görmemektedir.
Dün ABD’yi kurtarıcı ilan edenler, bugün ABD’yi düşman olarak görmektedirler.
1980’den beri dünyayı savaşlarla dizayn eden liberal dalga ve demokrasi oyunu, başta ABD olmak üzere, Avrupa ve diğer bütün alanlarda geri çekilme sürecine girmiş ve inandırıcılığını kaybetmiştir. Dünyada gelişen aşırı milliyetçi dalga ve Avrupa’nın bir çok ülkesinde gelişen ırkçı faşist gelişmeler, Avrupa’da yeniden boy veren aşırı faşist nitelikli partiler parlamentolarda pozisyon alarak geleceğin dünyasını etkilemeye devam ediyorlar.
İngiltere’nin, AB ‘den ayrılması krallığın tahtını sarsmıştır, elitler artık çok ta belirleyici değildir. Dip dalgası farklı şekillenerek, dünyaya farklı bir milliyetçi enerji pompalarken, buna karşı gelişen emek hareketinin tarihsel dibe vuruştan, Tarihsel bir yükselişine bir geçişine tanıklık etmekteyiz,
”Milad” diyebileceğimiz bir tarihsel yeniden başlangıç.
ABD, baskıcı militarist politik bir savaş örgütü iddiasını Donald Trump üzerinden sürdürerek, içine düştüğü yönetim krizini aşmaya çalışırken daha da saldırganlaşarak, dünyayı ekonomik savaş ve fiili savaşlarla tehdit etmeye devam ediyor. Çin, Rusya, Türkiye, dahada faşist totaliter baskıcı rejimlere kaymış ve özellikle Türkiye, adeta demokratik sokak hareketleri sıfır noktasında minimalize edilerek kontrol edilmektedir. İran’da ki faşist Orta-çağ kalıntısı molla rejim, her gün onlarca Kürt yazar, düşünür, savaşçı, ve emekçisini idam ederek bölgede bir güç olma iddiasını şiddetle pekiştirme çabasındadır.
ABD, dünyada oyun kurucu rolünü tekleştirerek, adeta dünyaya meydan okuyor, daha düne kadar ”stratejik müttefik’ olarak gördükleri ülkeleri, stratejik düşman ilan edebiliyor ve bu tavrıyla dünyanın güvenliğini ciddi bir şekilde tehdit ediyor…ABD bu tavrıyla giderek tecrit olurken, diğer taraftan dünyanın güveliğini ciddi bir tahribata uğratarak, dünyayı yaşanılmaz kılıyor.
Diğer taraftan Çin’in Avrasya üzerindeki etkisi her geçen gün artarak devam ediyor ve bu genişleme ABD ve Avrupa ülklerinin pazar alanlarını daraltarak, onları yeni pozisyonlar almaya zorluyor.
Özellikle dünya ticaretinin hala %34’nü kontrol eden ABD bu gelişmeden muazzan derecede rahatsızlık duyarak, bölgede daha agresif politikalara yöneleceğinin mesajlarını açıktan veriyor. Donald Trump bu sürecin ürettiği bir kişidir ve abd’nin Gorbaçov’udur. ABD ve yöneticileri, büyük bir ahlaki çöküntü içine düşmüş, jeo-politik ve jeo-stratejik türbülanslar yaşayan ve dünyaya ahlaksızlık, hukuksuzluk pompalayan bir asalaklar gruhuna dönüşmüştür.
ABD’nin Orta-Doğu politikaları, İsrail ve gerici Arap petrol Şehleri üzerinden yürüyen, -Mısır’ıda bu cepheye dahil edebiliriz- kirli bir siyasetin, bölge halkları üzerindeki yıkıcı etkileri her geçen gün dahada vahşileşerek devam etmektedir. Bu sürecin sürdürülebilirliği tamamen kirli bir savaşa endekslenmiş ve bu savaşın yeniden bir paylaşım savaşı olduğu artık çok nettir.
Rusya ise, bölgeye ilişkin politikalarıyla bu sürecin bir parçası olmuş ve bölgesel düzlemde önümüzdeki süreci belirleyen temel gücü konumundadır. İran,-Irak-Suriye-Lübnan Şii ekseni üzerinde askeri-politik manevralar yapan orta düzeyde bir ülke konumundadır ve şimdilik sürecin bir parçasıdır.
Dünyamız şimdilik bir barış sürecine uzaktır, bu barış gelecekse, Orta-Doğu’nun ve ezilen dünyanın özgürleşmesiyle gelecektir. Bunun dışındaki çözüm önerilerinin hepsi savaşın hizmetindedir ve oraya hizmet etmektedir. ABD ekonomisi ve abd’nin iç politik dengeleri ciddi bir çıkmazın eşiğindedir ve bu süreç kaçınılmaz olarak ABD’yi büyük bir panik içine sürükleyerek ve ciddi yönetim krizine sokmuştur. ABD’nin bugün ciddi bir yönetim sorunu vardır.
Liberal yeni dünya düzenin kurucusu ve baş aktörü ABD ve Birleşik Krallık-İngiltere kurdukları düzenin, nasıl da büyük bir düzensizlik olduğuna tanıklık etmektedir. Savaşlarla dayatılan bir düzen ve bütün ekonomik kaynakların silahlarla dağıtıldığı bir dünya…
Şimdi bu emperyalist, liberal kapitalist piyasanın yerine, farklı politik, ideolojik, askeri ve ekonomik bir piyasa inşa edilmek isteniyor ve bu piyasa savaşla inşa edilecektir… ABD’de 3 Kasım seçimleri sonrası bölgede yeni gelişmeler olacaktır, süreç devam ediyor.