Genel

Barışçıl, Parlamentarist Bir Süreçte Değiliz, Savaş Sürecindeyiz…

Erdoğan ATEŞİN

 

Barışçıl, Parlamentarist Bir Süreçte Değiliz, Savaş Sürecindeyiz…
Çağımızın derinleşerek değişen mücadale biçim ve koşullarında, kapitalist-emperyalist ve geçmiş bütün sınıflı toplumlardan ödünç aldığımız çelişki ve sorunların, birikerek yeni bir dünya savaşına evrildiği bu tarihsel koşullarda, devrimci komünistlere büyük ve kaçınılmaz tarihsel görevler düşmektedir…
Savaşın esas akım olduğu karşı devrimci süreçler yaşıyoruz, yani büyük dünya savaşı içindeyiz. Bütün ülkeler kendi savaş hükumetlerini süratle kuruyor ve bu sürece uygun politik sıtratejiler oluşturarak silahlanıyorlar…
Devrimci Komünistler, karşı devrimin bütün bu yıkıcı ve yok eden saldırganlığına ancak örgütlü, tepesinden tırnağına kadar silahlanmış öncü müfrezeyle ve emekçilerin tarihsel zoruyla karşı koyabilir…Devrimci şiddet, devrimci zor bugün fiili olarak silah kuşanarak, bu haydut ve ceberrut sisteme karşı koyarak hayat bulur.
Barışçıl, parlamentarist bir süreçte değiliz, savaş sürecindeyiz.
Ukrayna, Afganistan, Irak, Suriye, Sudan, Yemen, Filistin bütün Ortadoğu, kapitalist-emperyalist- dünya, savaş hali yaşamaktadır. Artık ülkeler toptan yok ediliyor. En son Ukrayna örneği bu süreci en iyi anlatan canlı bir pratiktir. Yeminli halk düşmanı faşist neo-nazi Volodimir Zelensky, bütün dünyayı savaşa zorlayan savaş örgütü Nato’ nun piyonu, ülkesindeki barajları bombalayarak patlatıyor ve milyonlarca insanın yurtsuz kalmasını onbinlerce insanın yok olmasını göze alabiliyor.
Bu bir savaş suçudur. Yeminli faşist Volodimir Zelensky, suç işlemeye devam ediyor. ABD, Tayvan ve Uygur Türkleri üzerinden, Çin’i zamansız bir savaşa zorlasa da, ekonomik olarak uzun süreli bir savaşı abd ekonomisinin kaldıramayacağını, abd ‘li think-tank ler tarafından rapor edilmektedir…
Dünyada devam eden fiili savaşlar, Rusya-Çin blokunu güçlendirmekte, süreci gören Türk burjuva egemen sınıflar, farklı savaş blokları tarafından kendi bölgesinde koşulsuz işbirliğine, daha naif bir ifadeyle ittifaka zorlanan bu süreçte, çok karekterlilik sergileyen tutumuyla, seçim sonrası ciddi bir savaş kabinesi oluşturarak, çökmüş ekonomisiyle bölgede işgalci ve saldırgan tutumlar sergiliyor…
2000’li yıllardan bu yana yıllardır büyük talan ve çapuldan beslenen Egemen Türk burjuvazisi ve devlet içinde devlet olmuş akp kliği, çeşitli taktik manevralarla ayakta kalıp bölgede güç olma mücadelesi vermektedir…Başaracak mı ? Başarı şansı nedir?
Avrupa Birliği (AB) üyeliği ümitlerini tamamen yitiren ve NATO üyeliği devam eden, ancak yapısal koşulların da zorlaması nedeniyle ABD’nin yanında Rusya, Çin, komşu ülkeler ve uzak coğrafyalarda ki devletler de dahil olmak üzere pek çok farklı aktörle yakın ilişkiler geliştirmeye çalışan Türkiye, önümüzdeki süreçlerde dış politikasında “bölgesel güç” kavramı üzerinden yeni politikalar üretmek zorunda kalacaktır…
”Bölgesel güç kavramı” , uluslararası literatürde, “coğrafi olarak tanımlanmış bir terim olup, bir bölgeye ait olan ve söz konusu bölgeyi ekonomik ve askeri açıdan etkileyen, hatta dizayn eden bölgede hegemonik güç işlevi görebilecek güce ve bu güç kaynaklarının kullanım ve kontrolüne sahip olacak şekilde dünya ölçeğinde belli bir etki ve güce sahip, komşuları ve bölge ülkeleri tarafından bölgesel lider, bölgesel başat güç olarak kabul edilen bir ülke” olarak tanımlanmaktadır.
“Alman Küresel ve Bölgesel Araştırmalar Enstitüsü’nden ( GİGA ) Martin Beck’e göre, bir bölgesel güç mutlaka şu unsurlara sahip olmayı gerektirir”:
“Kendine ait kimliği ile kabul edilen bir bölgenin parçası olmalı,
Bölgesel bir güç olma niteliklerine sahip çıkmalı,
Kendi ideolojik yapılanması kadar bölgenin coğrafi boyutunda kararlı etkisini göstermeli,
Üst düzey askeri, ekonomi, demografi, politika ve ideoloji yetenekleri olmalı,
Bölge ile bütünleşik olmalı,
Bölgesel güvenliği yüksek önemde görmeli,
Bölgedeki diğer kuvvetler tarafından ve özellikle diğer bölgelerdeki bölgesel güçlerce bir bölgesel güç olarak kabul görmeli,
Bölgesel ve küresel yapılarla bağlantılı olmalı.
Peki, bu kriterleri Türkiye’ye uyarladığımızda nasıl bir tabloyla karşılaşıyoruz?
Türkiye, kuşkusuz yüzlerce yıllık tarihsel birikimi ile, Türk ve Müslüman kimlikleriyle öne çıkan, bunları toplum geneline benimsetmiş olmakla birlikte, coğrafi konumu ve yakın ilişkileri itibariyle bu kimliklerin yanı sıra, Avrupalı, Amerikan müttefiki, NATO üyesi, kendi coğrafyasında farklı ulus ve milletlere model ülke, Osmanlı’nın ardılı vs. gibi farklı kimliklere sahiptir.
Bu anlamda, Huntington’ın “bölünük” (torn) ülke olarak tanımladığı Türkiye, çok kimlikli parçalı etnik yapısı nedeniyle bunları tek potada eritmekte zorlanmakta ve çok farklı millet ve azınlıklardan bir devletin bütün çelişkilerini hala şiddetle yaşamaktadır…Bu süreç, Osmanlı’dan bugüne uzanan ve ardı arkası gelmeyen isyan ve başkaldırılara sahne olmaktadır. İç ve dış dinamikleri bağlamında gelişen son yüz yıllık süreç kısmi barış dönemleri hariç genelde savaşlar sürecidir…
Doğrudan Türkiye’nin etki alanı olan Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Türk dünyası gibi coğrafyalara bakıldığında, tüm bu farklı bölgelerde etkili olabilecek politikaların daha çok Müslümanlık (Sünni İslam) ve milliyetçilik temelinde kurgulandığı görülmektedir.
Bütün bu çoğrafyalarda Kürtler ve Arapların da yüz yıllardır yoğun yaşadığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgeleri olsun, gerek etnik Türk unsurların yoğun bulunduğu Türk dünyası olsun, yine birçok farklı millet ve milliyetin olduğu Balkanlar olsun, bu değişik coğrafyalarda uygulanabilecek ortak politikaların kimlik boyutundaki tek ortak unsuru İslam (Müslüman) kimliğidir. Birde milliyetçi söylemler…
Ancak Türkiye sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapısı nedeniyle, kemalist laik hassasiyetleri, dünya genelinde İslam’a yönelik yargı ve korkular nedeniyle bu temelde dış politikalar oluşturmakta zorlanmakta ve ciddi riskler de barındırmaktadır.
İkinci olarak, Kemalist gelenek üzerine kurulu olan Türkiye, bugüne kadar “bölgesel güç” konseptini askeri stratejileri, güvenlik mimarisi ve dış politika geleneğinde henüz yeterince geliştirmeyi ve yaymayı başaramamıştır.
Bütün bu nedenlerle Türkiye’nin dış politikada atak, müdahaleci vs. gibi pratik sergilemesi, hem ülke içerisinde, hem de dışarısında ciddi tepkiler olabilmekte ve bunun meşrulaştırılması konusunda çeşitli zorluklar yaşanmaktadır.
Bu bağlamda, Türkiye kamuoyu ve Türk Silahlı Kuvvetleri kadroları, bölgesel güç yaklaşımından ziyade, vatan toprağını ( Misak-ı milli) korumak anlayışıyla yetişmiştir. Türk askeri doktrinlerde bu yaklaşımda ısrar edilmektedir.
Türkiye, bölgesel ve lokal politikalarında bugüne kadar kararlı ve tutarlı davranmayı başaramamış ve genelde çoklu İşbirliği ve ittifaklar anlayışı politik bir argüman olarak savunulmuştur…
Suriye’yi rejim değişikliğine zorlayan politikasından islamist, paramiliter, ihvancı, Daış, Isıd, El kaide, El Nusra gibi örgütlerinin ortaya çıkması ve Rusya’nın ” garantör ” alana müdahalesine Türkiye, buna karşın hala eski paradigmaya dönüş yapabilmiş değil…
Türkiye’nin kırılgan etnik yapısı ve güç durumu, bölgesel güç olmak için yeterli nitelikler taşıması önünde engel olmaya devam ediyor…
Bölgesel güç olmak için Türkiye’nin yeterli bir sosyo-ekomomik yeterlilikler de olması gerekmektedir. Bu alanda Türkiye’nin maddi- ekonomik- soyo-ekonomik durumu yeterince gelişmiş değildir. Bunun için Türkiye’nin güçlü bir Demokratik Devrime ihtiyacı vardır…
Salt askerileşmiş güçlü ordularla bu süreci yönetmek mümkün değildir.
Son yıllarda milli savunma sanayisine büyük önem veren Türkiye, ürettiği hiç bir Siha, İha, ATAK. MMU vs. motor ve parça üretebilecek kapasiteye ulaşamamıştır. montajcılıkla bu süreci yönetmeye çalışmaktadır. Bütün bu sorunlar bağlamında Türkiye, teknolojik gelişmişlik düzeyinde rekabet edebilecek güçten çok çok uzaktadır.
Demokrasisi sakat, aile eğemen bir yönetim, daha da önemlisi 85 milyon nüfusuyla ve bu nüfusa rahat yaşam koşulları oluşturabilecek, Türkiye’yi bölgenin cazibe merkezi haline getirebilecek güçlü bir ekonomik yapıdan yoksun bir ülkenin bölge gücü olma şansı çok zayıftır…
Dünya ekonomik büyüklük sıralamasında 17’nci sıradan son yıllarda 21’nci sıraya düşen bir ülkenin ekonomik cazibe merkezi olmasını beklemek gerçekçi değildir. Rusya, Kısmen batı ve Ortadoğu halkları için Türkiye, son yıllarda daha çok ucuz bir turizm ülkesi ve üretim merkezi olarak iştah kabartmaktadır…
Türkiye bölgesinde, bölgesel ülkelerle ekonomik, siyasi, askeri ve diplomatik ilişkilerde kurumsallaşma yolunda bazı adımlar atsa da, İslam İşbirliği Teşkilatı’nda bir dönem bir takım adımların atılması, Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulması, Şanghay İşbirliği Örgütü’yle diyalog, en son ( BRICS üyeliği), ortak pazar, askeri iş birliği vs. konularında ileriye dönük bir gelişme yaşanmamıştır. Bu alanda Bir dönem Ekmeleddin İhsanoğlu ciddi lobi faaliyeti ve çalışmalar yapmış olsa da etkili olamamıştır.
Türkiye’nin bölgesel güç olma potansiyeli, ekonomik, siyasi ve stratejik bir olgunluğa sahip değildir.. Türkiye’nin kendi bölgesel havzasındaki etkisi, bölgesel güç olma kriterlerini taşımamaktadır… Türkiye hala bölgesinde İnsan hakları ve temel özgürlükler konusunda karnesi çok kırık ve bu nedenlerle hala Türkiye, bir orta-doğu ülkesi olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye’nin yüzyıl vizyonu, bölgesel güç kimliğinin kabullenilmesi için ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, insan hak ve özgürlükleri konusunda, değişime açık kimliği ile öne çıkması ve bu konuda ileriye dönük çabalar göstermesi gerekmektedir… Türkiye ekonomik ve siyasi olarak henüz işbirlikçi niteliklerini aşmış değil, tam tersine küresel dünya sermayesinin sömürgesi konumundadır. Bu yapısı nedeniyle Türkiye ”Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun içine alınmamıştır…
Türkiye’de, toplumsal değişimin tarihsel koşulları ve bu alana ilişkin çalışmalar, devrimci hareket tarafından hiç bir dönem yeterince araştırılamamış ve bu alanda büyük bir yetersizlik olduğu bilinmektedir. Devrimci sosyalist hareketin bu alana ilişkin söylemleri hep ampirik düzlemde kalmış, ve devrimci hareket bu konuda bütüncül bir bilimsel çaba içinde olamamıştır.
Bu halka Türkiye devriminin ciddi bir kayıp halkasıdır. Bir toplumu genel geçer, kalıplaşmış bir takım söylemlerle analiz etmek, ve bütün sosyo ekonomik ilişkileri bağlamında anlamak ciddi bir sosyolojik çalışma gerektirir. Bu alana ilişkin hızla değişim geçiren bir ülkenin ve genelde bölgenin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel arka planı mutlaka yeniden ve kapsamlı bir çalışmayla analiz edilmelidir…
Erdoğan ATEŞİN
19.06.2023

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu