Genel

BARIŞ MI DEDİNİZ?

Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan

Son dönemlerde yine bir “barış“ lakırdısı başını almış gidiyor. Barıştan kim ne anlıyor bir muamma olsada kimi Türk egemenlik sistemine biraz nefes aldırmak, sanki sorunu çözecek algısını yaratmaya çalışırken, kimi insanlarada bir umut aşıladığıda görülüyor. Artık bu ölümler yeter diyor. Haklılarda. Karşılıklı az can verilmedi. Az çocuk yetim kalmadı. Az kadın ve erkek eşsiz kalmadı. Az ana, baba, akraba, eş, dost kara bağlamadı. Yanı sıra canla beraber coğrafyamız yandı, kül oldu. Çare barıştan aranıyor. Fakat anlaşılan şimdilik barış bizden çok uzak bir mevzi. Bir daha geri gelmemek üzere karşılıklı silahları kınına sokmaya daha epey zaman var. Sorun Türk egemenlik sistem sahiplerinin sorunu bir “terör“ sorunu olarak görmeleri, bunuda ancak silahla haledecekleri politikasına inanmalarından kaynaklanıyor. Bu nedenle Kürdler barış için bir muhatap bulamıyor. Mesele bu olunca yaşanan bu süreçte ve hatta önümüzde uzun bir süre söz silahta olacaktır. Bu koşullarda Kürd cenahtan “barış“tan bahsetmek Kürdlerin savaş gücünü dejenere etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bundan kaçınmak gerekir.

Türk egemenlik sistem sahiplerine göre, “Kürd sorunu yoktur, terör sorunu vardır, bu da silahla hal olacaktır“ politika sahibidirler. Ki adamlar Kürdlerin varlığına karşıdırlar. Kürdlerin bir hak sahibi olmaya tahammülleri yoktur. Türklerin sadece kendi devlet sınırları içinde egemenlikleri altındaki Kürdlerle sorunları yoktur. Dünyanın neresinde olursa olsun Kürdlerin bir hak kazanımları karşısında “karşılarında bizi bulacakları“ vaz geçmedikleri politika sahibidirler. Kürdistan’ın Güneybatısında Kürdler bazı haklar aldı, bunu ortadan kaldırmayı devlet politikası haline getirdiler. İşgal etmeyi programladılar. ABD alanda olmasa idi çoktan işgale kalkışırlardı. Japonya Kürdçe eğitim kararı aldı. Dünyanın öbür tarafı. Türkiye bunu bile milli bir mesele olarak ele aldı, engelemeye kalkmaya çalıştı. Bu politika sahibi olan bir sistemle neyi çözeceksiniz? Teslim olmanın dışında burada bir çözüm çıkarılamaz. Oysa Kürd millleti geçmiş bir yana 1970’lerden bu yana ağır bir bedel ödedi. Bu bedelin karşılığı Türk egemenlik sistemine entegre olamaz. Bu bedelin karşılığı millet olmadan doğan doğal haklarına kavuşma olmalıdır. Bunca ağır bedel ödemenin nedenide budur.

Savaşmanında, barışmanında nedeni açık ve nettir. Barış düşmanlar, dahası savaşan güçler arasında olur. Ki savaş durduğu yerde başlamaz ve de durup dururkende bitmez. Çünkü savaşın nedeni var ve barışmak için bu nedenlerin ortadan kalkması gerekir. Barışalım demekle barışılmıyor. Barışmanın yolu tarafların birbirinin hak ve hukukuna saygı duyma noktasına gelmesi gerekiyor. Kendisi için hak gördüğünü, karşıdakininde bu hakka sahip olmasını kabullenmesi gerekiyor. Kürd-Türk, Kürd-Arap, Kürd-Fars arasında var olmayan ilişki budur.

Önce şunu bilince çıkarmak gerekiyor. Kürd-Türk, Kürd-Arap, Kürd-Fars niye savaşıyor? Canları sıkıldıklarından mı? Başka bir işlerinin olmadığından mı? Kuşkusuz bunlar değil. Nedeni açık ve nettir. Türk, Arap ve Farslar Kürd/Kürdistan’ı kendi aralarından bölmüş, paylaşmışlardır. Kürd millet egemenliğini gasp etmişlerdir. Tüm insani ve milli hakları ellerinden alınmıştır. Kendilerine kölelik dayatılmıştır. Bu da yetmemiş olsa gerek soykırım dahil her türlü insanlık dışı muamelelere tabi kılınmışlardır. Tarihte silmek üzere kendilerine karşı her yol ve yönteme baş vuruyor. Kürdler, işte buna isyan ediyor. Biz bir milletiz, bir ülkemiz var, millet olmadan doğan doğal haklarımız gereği devletleşme hakkımız var ve bunun için elde silah savaşıyor. Bu hak alınıncaya kadarda Kürdler silahı bırakmayacaklar. Savaş ancak Kürdlerin tüm haklarına kavuşmasıyla biter. Bunun dışında geçici silah bırakılmalar olsada buldukları ilk fırsata silaha sarılınır. Kürd millet tarihi bu gerçekliği bize gösterir.

Şimdi düşünelim. Kürdler ile ezeli Kürd millet düşmanları arasında barış olur mu? İki şartla olur. Biri geçici, biri kalıcı. Geçici olan bir taraf ezilir, yenilir, teslim bayrağı çeker. Bu aslında yenilen taraf açısından bir soluklanma dönemidir. Yeniden savaşmaya hazırlık yapma dönemidir. Kendini toparladığı anda savaşı yeniden başlatır. Çünkü haklarına kavuşmamıştır. Ezeli barış ise taraflar karşılıklı artık savaştan bıkar. Takattan düşerler. Savaşma gücünü kendilerinden bulamazlar. Bu koşullarda oturur anlaşırlar. Birbirinin hak, hukukunu kabullenirler. Bunu Kürdler ile ezeli düşmanları arasındaki savaşa indirgersek ilk etapta Türk, Arap ve Farsların Kürdlerin bir millet, ülkeleri Kürdistan olduğu realitesini teslim etmekten geçer. Kürdlerinde her millet gibi, dahası kendileri kadar bağımsız devlet olabilme haklarını teslim etmekten geçer. Düşmanlarımız bunu kabul ederlerse işte o koşullarda kalıcı bir barış mümkündür. Bunun dışındaki tüm barış arayışları yalan ve tuzaktır. Tecrübe ile sabittir. Kürdler sahte barış çağrılarının acısını defalarca çektiler.

Bu arada uzun süreden beri dilendirilen barış görüşmeleri düşman tarafından Kürdlere teslimiyet dayatılmıştır. Kürd tarafıda barış olsunda ne olursa olsun gibi kabullenilmez bir politika izlemiştir. Kimse hayal görmesin bu mantıkla Kürd-Türk barışı olmaz. Olması için tarafların sorunun nedenlerini tam anlamıyla kabullenmeleri gerekiyor. Türk tarafın Kürd/Kürdistan üstünden “hak“ iddiasından vaz geçmesi gerekiyor. Ki bundan çok uzaktırlar. Bırakın Kürdleri bir millet olarak kabullenmeleri yok sayıyorlar. Yok saydıkları Kürdleri tarihte silmeye çalışıyorlar. Kürd tarafı ise millet olmadan kaynaklı tüm haklarının ki buna devletleşme hakkı dahil olmak üzere sahiplenmesi gerekiyor. Bir hakkın var veya yoktur. Varsa bir hakkın ki bu hak milletselse bu hak üzerinde pazarlık olmaz. Bu hak sulandırılamaz. Geri istemlere kurban edilemez. Edilirse bu teslimiyettir. Buna koşullar elvermiyor diye gerekçelerde gösterilemez. Kuşkusuz koşullar her zaman tüm istemleriniz için uygun olmayabilir ama bu haklarınızdan vaz geçmeyi gerektirmez. Haklarınızı dayatırsınız, onlardan vaz geçmezsiniz ama o aşamada gücün neyi almayı yetiyorsa onu alırsınız. Ve bu düşmanın bir lütfü değildir. Senin gücünün sonucudur. Yaklaşım bu olmalıdır. Ama her halükarda Kürdler devletleşme politikasından vaz geçmemelidir.

Yanı sıra Kürd tarafın barış çağrısı yapması doğru değildir. Bu düşman tarafından bir zaafiyet olarak algılanmaktadır. Bu nedenle ciddiyede alınmamaktadır. Barış haksız taraftan gelirse bir anlam kazanır. Geldiği zamanda kendilerini söylenecek söz belidir. Varlığımı, yani millet olduğumu ve Kürdistan’ı ülkem olarak kabulleniyor musun? Bağımsızlık hakkıma saygı gösteriyor musun? Bu sorular sorulmalı. Evet diyorsa demek ki barışın koşulları oluşmuştur. Geriye uluslararası bazı güçlerin gözetiminde barış masasına oturmak kalır. Bu yol dışında öngörülen barış sahtedir, tuzaktır. Kürdler bu oyuna gelmemelidir.

Bu anlattıklarımız olması gerekenlerdir. Fakat bu ortam henüz oluşmuş değildir. Oluşması içinde epey bir zaman vardır. Duruma bakılırsa ne Araplar, ne Farslar, ne de Türkler Kürdlerle bir barış masasına oturmaya henüz hazır değildirler. Onlar hala yakma, yıkma, kırma, yok etmede çare arıyorlar. Bu koşullarda Kürdlere tek bir yol kalıyor. O da savaşmaktır. Kendini geleceğe taşımanın yegane yolu da budur. Çünkü düşman Kürdlere başka bir seçenek bırakmamıştır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu