Genel

Althusser’in Öznesiz Ve Ereksiz Tarih Tezi Tarihsel Materyalizm Bilimine Aykırı Anti- Marksist Bir Tezdir

Althusser’in Öznesiz Ve Ereksiz Tarih Tezi Tarihsel Materyalizm Bilimine Aykırı Anti- Marksist Bir Tezdir

Althusser’e göre her kuram kavramlardan oluşur. Fakat ”özne” bir kavram değildir. Bu tema ” Marks’ın Hegel’le ilişkisi Üzerine” başlıklı metinde
irdelenmiştir. Söz gelimi, ”süreç kavramı bilimseldir; özne mefhumu ideolojiktir.” Özne, bir kavramın adı değil bir mevhumun adıdır. Yani, bir varolmayışın
göstergesidir.. Özne diye bir şey yoktur zira yalnızca süreçler vardır.
Althusser şöyle yazar: ”Özne= Nenenin aynadaki yansıması” Ohalde nesne bir varolmayışın imgesidir. Öznesiz süreç, nesnesiz süreç kadar etkin bir
biçimde işler. Bu durumda şu soru ortaya çıkar Özne yoksa siyaseti öznesiz süreçlerin biliminden , yani, Tarihsel Materyalizm biliminden nasıl ayırt ederiz?
Burada, Althusser’in temel yanılgısı kendisini gösterir. Althusser, Tarihsel Materyalizm bilimini öznesiz süreçlerin bilimi olarak değerlendirmektedir. Oysa,
Tarihsel Materyalizm bilimi öznesiz süreçlerin bilimi değildir. Tarih, sınıf mücadeleleri tarihi olduğuna göre ve tarihi yapan sınıfların üretim araçları karşısındaki
konumlarına göre değişen erekleri olduğuna göre, ereği olan her şey gibi tarihi hareket ettiren sınıflarda tarihin hem öznesi ve tarih tarafından hareket
ettirildikleri biçimi ile de onun nesnesidirler.
Siyasetin ne bilim ne de ideoloji olduğu Althussser’in sürekli ileri sürdüğü bir noktadır. 1965’te siyasal pratiği ideolojik pratik ve bilimsel pratikten ayırır.
1968’de her sürecin ”ilişkilere tabi” olduğunu ve bunların üretim ilşkileri kadar başka ilişkiler de olabileceğini söyler.
İlişkilere tabi süreç düşüncesini yalnızca devrimci sınıf militanlarının idrak etmiş olduklarını söyleyen Althusser, hakiki süreç düşüncesine sahip olanların
siyaset icra edenler olduğu görüşündedir.Althusser, felsefenin en az iki tanımını yapmıştır. Birincisi, felsefe, ”kuramsal pratiğin kuramı”dır. Althusser’de
felsefenin diğer bir tanımı: ”bilimler nezdinde sınıf mücadelesinin temsili” şeklindedir.Althusser’e göre, her kim ki felsefenin doğrudan siyaseti
düşündüğünü iddea ederse, felsefeyi devletin nesnelliğine tabi kılmaktan başka bir şey yapmamış olur.Felsefe, siyasette vuku bulanı kaydedebiliyorsa, bunun
sonucu felsefenin bir siyaset kuramı değil, koşulları gerçek siyasetin olayları tarafından belirlenen kendine özgü bir düşünce etkinliği olmasındandır. Althusser,
düşünülebilir siyasetin gerçek hareketlerine nazaran felsefeyi, sismografik işlevini yerine getirmesi olarak siyasetten ayrı olarak kategorilendirir.
Yine, Althusser’de felsefenin nesnesi yoktur. Bilhassa ”siyasi” nesne onun için yoktur. Felsefe bir eylemdir, etkileri de kesin sürette kendine içkindir.
”Fiilen var olan” yeni olanaklılar felsefenin siyasi koşula doğru burkulmasına yol açar. Felsefe, kendisi de tarihten yoksun olduğundan, tarih ile siyaseti
(dolayısıyla bilim ile siyaseti) bir birine karıştırma tehlikesinden muaftır. Felsefe, siyasal olayların tarihselci olmayan bir şekilde algılanmasını mümkün kılar.

” Hatta (insan) bilimsel bir etkinlikte bulunduğum zaman bile, bunun insanal bir etkinlik olması sonucu, etkinliğim toplumsal bir nitelik taşır.Sadece
etkinliğimin konu ve aleti -düşünürlerin aleti olan dil dahil- bana toplumsal ürünler olarak verilmiş olmakla kalmazlar ama benim varoluşum bile toplumsal bir
etkinlik oluşturur, çünkü, ben kendim ne yaparsam, toplumsal varlık niteliğimin bilincinde olarak, toplum için yaparım.”

K.Marks 1844 Elyazmaları
”Üretim çerçevesindeki insanal etkinliğin ve bu etkinlik ürünlerinin değişimi, somut bilinçli ve gerçek dışavurumunu toplumsal etkinlik ve her bireyin toplumsal
yaşama katılmasında bulan insanın ve insanal tinin cinsil etkinliğinin belirtisidir. Kendi etkinlikleri aracılığıyla, insanal varlıklar olarak, insanal türün ete kemiğe
bürünmesi olarak insanlar, insanal topluluğu, kendi toplumsal varlıklarını yaratırlar. Toplumsal varlık, bireylere karşıt, soyut bir erklik oluşturmaz; tersine, her
bireyin kendi özü tarafından, etkinliği, yaşamı, tini, zenginlikleri tarafından oluşturulmuştur. Gerçek insanal topluluk bir düşünce eyleminden doğmaz; o,
bireylerin boyun eğdikleri zorunluluğun, onların bencilliklerinin meyvesi, etkinliklerinin araçsız ürünüdür. Bu topluluğun olup olmaması insanlara bağlı değildir;
ama insan kendi insan niteliğinin bilincine varmadığı ve dünyayı insanal biçimde örgütlemediği sürece, bu topluluk kendini yabancılaşma biçimi altında gösterir;
çünkü, öznesi olan insan, yabancılaşmış bir varlıktır. Onun özünü soyut biçimleri altındaki değil ama gerçek, yaşayan, tikel bireyler olarak insanlar oluştururlar,
bu insanlar ne iseler, bu topluluk da odur.” age.
Bu satıların yazarı Marks, hiç de Althusser gibi düşünmemektedir.Althusser, siyaseti felsefeden, bilimi ideolojiden soyutlamakta ve bunların tarihsellikle
olan bağlarını ortadan kaldırmaktadır.
Althusser’e göre bilim, nenelerin kavramsal inşasıyla tanımlanır. Genel anlamıyla ( ve öznenin varolmayışıyla ilintili ”nesne” ideolojik bir mefhumsa, başka
bir anlamda ( bu sefer öznenin yokluğunda ”nenellik”le ilintili olarak) ”nene” bilimsel pratiğin bizzat çekirdeğini ifade eder..Bilim öznesiz ama nesneleri olan bir
süreçtir, nesnellik de onun kendine has normudur. Siyaseti bilimden ayırt etmek, öncelikle siyasetin, aynı felsefe gibi, nesnesi olmadığını ve nesnellik normuna
tabi olmadığını kabul etmek anlamına gelir. Althusser, siyasetin nesnel olmayan normunu ”safına geçme”, ”sınıf konumu”, ” (devrimci) militan etkinlik”
tabirleriyle ifade eder.
Felsefenin siyasetten , dolayısıyla tarihselliklten izole edilmesi gibi nesnelliğin öznelikten izolasyonu da Althusser’e özgü bir biçim alır.Althusser, bununla da
kalmaz, siyaasal eylemde özneyi de nesneden izole ederek siyasal etkinliği tarihsel ilişkilerinden soyutlar. Oysa, özne belirli bir tarihsel nesnellik içinde
hareket eder ve bu nesnel ilişkiler tarafından kuşatılmıştır. Siyasal öznenin devrimci bir niteliği mi yoksa tutucu bir niteliğe mi sahip olduğu kuşatılmış olduğu
nesnelliğe karşı siyasal tutumu tarafından belirlenir.
Althusser’e göre bütün mesele şudur: Siyaset özneden olduğu kadar (siyaset ideoloji değildir) nesneden ve nesnellikten de ( siyaset bilim değildir)
eksiltilirse tekil siyaset alanı nasıl gösterilecek? Althusser, bu belirleyici soruyu şu iki yoldan ele alır:
1) Sınıf ve sınıf mücadelesi, siyasetin uçucu kimliğini sürekli ”tamponlayan” gösterenlerdir. Bunlar siyasetin adlarıdır. ”Mücadele” kelimesi siyasi nesne diye
bir şey olmadığını (mücadele bir nesne değildir) ”Sınıf” kelimesi de özne diye bir şey olmadığını gösterir. ( Zira Althusser, tarih alanında her türlü özne
proletarya fikrine karşıydı.) Adlarla ilgili bu saptama, kaçınbılmaz olarak geçici nitelikte, hatta kuşkuludur.
2) Althusser, ”safını seçme”, ”tercih”, ” karar” veya ”devrimci militan” gibi tabirlerle siyasette pekala öznel olan kabilinden bir şeyin olduğu sonucunu
çıkarır.Althusser’in yapısal model diyebileceğimiz tertibatı da siyasetin felsefe içi göstergesi olarak kavranan bu ”öznesiz öznel olan” muammasına yönelir.
Bu noktada, öznesiz ve nesnesiz ”öznel olan”ı nasıl anlamak gerekir? ”Öznel olan” maddi fimilitan figüründe bilimsel nesnellikle belirlenmemiş olup
ideolojik özne etkisine de bağımlı olmayan türdeş bir düşünce sürecidir. Bu süreç üst belirlenim yerine olanaklıya doğru kayar. ve bunu nensel ekonomi
düzeninde ve devlete bağlı özne düzeninde herhangi bir teminatı olmayan ama durum dahilinde gerçek bir güzergah çizmeye muktedir bir safını seçme, bir
kural koyuculuk uyarınca yapar.
Althusser, süpekülatif bir yapısal model arayışındadır.Oysa, ”’öznesiz öznel olan” diye bir şey olamaz.Öznel olan, kendi öznelikleriyle bir öznedir. Bu ,
tıpkı siyasetle bilim arasındaki farka, yani, öznellikle nesnellik arasındaki farka karşılık gelir.Öznel olanın bütün öznelliği onunla çatışmalı nesnellik tarafından
kuşatılmış olmasından gelir.Bu, toplum bilim için düşünüldüğünde ekonomipolitiğin yarattığı nesnelliğin özneyi kuşatarak onda yarattığı öznelliğe karşılık
gelir.Öznel olanın nesnel olanla çelişkisi, Öznel olanın nesnel olanla ilşkisi, yani, siyasal olanın bilimle ilişkisi, tekil olarak öznel olanın bir etkinliği değil, ama
çoğul olarak farklı öznelikleri özneleştiren bir sürecin sonucu olarak, bilimle çelişen nesnelliğin bilimselleştirilmesi eylemidir.Burada, siyasal özne, farlı
öznellikleri özneleştiren ve onları nesneliği değiştirmek üzere harekete geçiren siyasal öncüdür.Öznellikle nesnellik ve özne ile nesne arasındaki çelişkinin
çözümü bir siyasal etkinliği gerektirir. Dolayısıyla, siyasal etkinlik ”öznesiz özne olan”ın bir etkinliği değil, kendi öznelikleriyle özne olanın bir
etkinliğidir.Althusser’in felsefe ile siyaset ve siyasetle bilim arasındaki ilişkide kopardığı tarihsel bağlam Marksist yöntemle ancak böyle onarılabilir.
” Din, aile, devlet, hukuk, sağtöre, bilimler, sanat vb. üretimin özel biçimlerinden başka bir şey değildirler ve onun yasaları tarafından yönetilirler.”
K.Marks
” Sanayi, doğayı tarihe ve dolayısıyla doğa bilimlerini insana bağlayan gerçek bağıi oluşturur. Onu insan güçlerinin dışlaşması olarak göz önünde tutarak,
doğanın insanal özü ile insanın doğal özünün kavrayışına erişilir. Doğal bilimler o zaman soyut maddi niteliklerini, ya da, daha doğrusu idealist eğilimlerini yitirir
ve insanal bilimlerin temeli durumuna gelirler; tpkı daha önce- yabancılaşma biçimi altında olsa da- insanın somut yaşamının temeli biçimine gelmiş
bulundukları gibi. Oysa yaşamın bilimlerinkinden ayrı bir temeli olduğunu düşünmek, çelişkiye düşmektir.’
K.Marks
Althusser’in yanılgısı şurdadır ki, Althusser Marksizmi sistamatize etmeye çalışır. Oysa Marksizm genel olarak bir bilim, özel olarak tarih bilimidir. Bilim
sistematize edilemez: tersine bilim var olan sistemleri çözümler. Tarihsel materyalizm bilimi tarihsel olguları çözümler.Althusser, tarihsel materyalizm biliminin
tarihselliğini materyalinden ayırıyor ve her birini ayrı ayrı ayrı sistematize etmeye çalışıyor. Oysa, materyalin diyalektiği tarihselliğindedir. Örneğin , proletaryayı
tarihselliğinden soyutlarsak ve onu yalnızca ekonomipolitiğin bir verisine indirgersek şöyle bir eşitlik kurmak mümkündür; Prolterya= art-emek zamanı= kar
Ancak, proletarya yalnızca artı -emek zamanı demek değildir. Proletaryanın yaşadığı coğrafyaya göre farklılaşan bir tarihi vardır. Bu tarih, yaşanılan
coprafyanın kültürel dokusunu oluşturur ve bu kültürel yapı, kendisi ile etkileşim içindeki bütün üretim ilşkilerini biçimlendirir. Proletaryayı çevreleyen siyasal
yapı, üretim ilişkilerinin içinde bulunduğu bu tarihsel kültürel dokudan bağımsız değildir.Öyleyse, siyasetin bir fonksiyonu olarak ideoloji de tarihseldir. Bütün
tarihsel olgular birbiriyle diyalektik bir etkileşim içindedir. İdeolojiyi siyasetten , proletaryayı toplumsal emek niteliğinden soyutlayarak ayrıştıramayız. Böyle bir
ayrıştırma Marksizmi pozitivizme, yani, ölçülebilir olguların bilimi düzeyine indirger. Oysa, örneğin feda ruhu gibi proletaryanın siyasetinin argümanlarından
birini ölçebilecek bir ölçü bilimi yoktur. Ama feda ruhu, soyut değil somuttur ve pratiğe dönüştüğünde tarihsel diyalektiğe devrimci bir etki yaratır.Bunun gibi,
emek etkinliğini ,yalnızca, kapitalist ekonomi politikteki piyasa karşılığı olarak emek-zamanına indirgeyemeyiz,
Emek etkinliğinin bir de devrimci, kolektif nitelikleri vardır. Bu kolektif nitelikler insanlar arasındaki ilişkilere etki eder bu ilşkilerin niteliğini
devrimcileştirir.Oysa, emeğin piyasa değeri olarak emek-zamanı kapitalist ekonomipolitiği yeniden üreten bir değişkendir.Emek -zamanının bu muhafazakar
niteliğine karşılık emeğin fedakarlık, özveri, vefa gibi kolektif nitelikleri devrimcidir. Dolayısı yla,bir sınıfın ideolojisi o sınıfın üretim araçları karşısındaki konumu
tarafından biçimlendirilir. Öyleyse, sınıflar kendi tarihsellikleri ile ele alınmalıdır. Dolayısıyla, proletarya içinde yaşadığı toplumun kültürel dokusundan ve
bu kültürel dokuya bir nitelik olarak etkin bir biçimde katılan ideolojiden soyutlanamaz Althusser, toplumsallaşmış emeği herhangi bir emek biçimine
eşitlemekte, böylece de sosyalizm için mücadeleyi diyalektiğinden soyutlamaktadır Çünkü, Marksizmin bütün tarihsel diyalektiği emeğin toplumsallaşmış niteliğ
üstüne inşa edilmiştir. Oysa, zanatçi emeği ile örneğin, sosyalizm mümkün değildir. Sosyalizmi mümkün kılan emeğin toplumsallaşmadır. Çünkü, zanaatçi
emeği ürünün bütününü üretir ve dolayısıyla, ürün ve emek süreçleri üstünde bütün tasarruf zanaatçinin kendisine aittir. Oysa, proletarya toplumsal ürünlerin
yalnızca bir parçasını üreterek artı-değeri yeniden üretir. Dolayısıyla, toplam toplumsal üründe kolektivizm olanağı emeğin toplumsal niteliğinin bir

fonksiyonudur.
Toplumsal olgulara dair olarak öznesiz süreç olmaz; süreç özneye ilişkindir.Tarihsel bir süreçten bahsedildiğinde bu süreçle etkileşen öznelerden de
bahsedilmelidir.”safını seçme”, ”tercih”, ”karar” gibi kavramlar politik öznenin tavırlarıdır.Althusser, tarihsel süreci politik özneden izole etmekle Marksizmi
pozitivizme indirgemekte, politik öznenin tarihsel süreçlere iradi müdahalesini hiçleştirmektedir.”safını seçme” eylemi tam da ”politik özne”nin etkinliğidir.
Politik özne, bunu,,kendiliğinden değil, kendi gerçekliğinin farkına vararak yapar. Toplum, aralarında uzlaşmaz karşıtlık bulunan sınıflardan oluşmuştur. Politik
öznenin safını seçebilmesi için kendi dışındaki gerçeklikle bir çelişkisi, bir sorunu olmalıdır. Bu çelişki, örneğin, emeğin toplumsal niteliğiyle mülk edinmenin
özel biçimi arasındaki çelişki olabilir. Althusser, ”safını seçme” etkinliğini bir tercih sorununa indirgiyor. Oysa, politik özne, safını, toplumda sınıflar arasında
bulunan uzlaşmaz karşıtlık bağlamında, kendi gerçekliğinin bilincine vararak zorunlu bir biçimde seçer.Politik öznenin ”safını seçme” etkinliği bir tercih değil
bir zorunluluktur.
Tarihin, tarih olarak bir ereği olmadığına dair tesbit, Marks tarafından, Hegel’in tarihi mutlak tinin kendisini yabancılaşmış bir biçimde gerçekleştirmesi olarak
tanımlamasına karşı ,Hegel diyalektiğinin bir eleştirisi olarak, tarihin mutlak bir öznesi olamayacağı anlamında yapılmıştır.Hegel’e göre tarih, yabancılaşmış
zamanın tinidir.Tarihin mutlak bir öznesi olmaması, yani, tarihin bir yaratıcının eseri olmaması, tarihin, sınıflar savaşımı tarihi olarak, karşıt sınıfların da hiç bir
amacı olmadığı anlamına gelmez.Karşıt sınıfların, üretim araçları karşısındaki konumlarına göre değişen amaçları vardır ve bu durum, çatışan sınıfları tarihin
çatışmalı özneleri yapar.Aksi halde, politik özneden bahsedilemez; politik öznenin yadsınması ise bizi kendiliğindenciliğe götürür.Yine, politik öznenin ve tarihe
iradi müdahalenin yadsınması Marksizmi pozitifizmin öznesiz bilim anlayışına indirger.Tarihin tarih olarak bir ereği yoktur; ama tarihi yapan sınıfların erekleri
vardır. Marks’ın söylemiyle, ” Tarihi, kendi erekleri peşinde koşan insanlar yapar.”
Doğadaki her şey gibi emek etkinliğinin kendisi de çelişiktir. Emek etkinliğinin bir kullanım_değeri bir de değişim değeri vardır.Emek etkinliğinin değişim
değerini eşitsiz gelişme yasasının dolaylı ya da dolaysız etkisi altında gelişen doğuştan gelen ya da edinilmiş bireysel nitelikler belirler.Bu bireysel nitelikler, meta üretimi koşullarında başka şeylerle değişilen birer değişim değerine dönüşerek meta ekonomisinin yeniden üretimine katılırlar.Emek etkinliğinin, eşitsiz
gelişme yasasının üretici güçlerin gelişme diyalektiği üstündeki dolaylı ya da dolaysız egemenliğine karşıt olarak gelişmiş yasa karşıtı nitelikleri, örneğin, feda
ruhu, özveri,dürüstlük gibi nitelikler ise metalaşmaz ve birer kullanım-değeri olarak kalırlar.Değişim değerine dönüşen yasal nitelikler ise kendi niteliklerinden,
yani, kullanım-değerlerinden soyutlanarak birer metaya, değişim değerine dönüşürler.Meta ekonomisi, emeği emek-zamanı biçiminde basit emeğin bir
niceliğine indirger. Ancak, bu indirgeme, toplumsal soyut emeğin niteliği tarafından belirlenen bir soyutlamadır.
Gerçekte, emek etkinliği üretim ilişkilerinde basit emeğin karmaşık bir biçimleşi halinde etkinlik gösterir.Basit emeğin bu karmaşık biçimlenişi ise eşitsiz
gelişme yasasının üretici güçlerin gelişme diyalektiği üstündeki dolaylı ya da dolaysız etkisi altında gelişir..Emek etkinliğinin eşitsiz gelişme yasasına karşıt
olarak gelişmiş yasa karşıtı nitelikleri ise metalaşmadıkları için birer kullanım değeri, yani, kendi nitelikleri ne ise o olarak kalırlar.Bu nitelikler başka bir niteliğe
takas edilemezler. Bu sebepten, proleter öncü, kapitalizm karşıtı mücadelesini bu yasa karşıtı niteliklere dayandırmak zorundadır.Sosyalizm mücadelesinde
volantarizm ( iradecilik) ile nesnellik arasındaki ilişki buradadır.İrade , nesnel olgular üstünden geliştilmediği koşullarda nesnelliğin kendisi tarafından yadsınır.
Emek etkinliğinin yasa karşıtı nitelikleri, meta ekonomisinin yeniden üretimine katılmazlar.Bu nitelikler, aksine, meta üretimi sistemine karşı bir varoluşu temsil
ederler ve kitleler arasında metalaşmamış insancıl nitelikleri temsil ederler.Bu nitelikler, öznelleşmiş nesnel niteliklerdir. Bu nedenle, proleter öncü, sistem
karşıtı mücadelesini bu nitelikler üstünden şekillendirir.Bu nitelikler yaşama etki eden ve onu değiştirme potansiyeli olan nesnel niteliklerdir.Bu nedenle,
komünist hukuk da emek etkinliğinin bu yasa karşıtı nesnel nitelikleri üstünden gelişir.Sosyalist inşa sürecinde de bu yasa karşıtı nitelikler sosyalist toplumun
üst yapı kültürünü ve siyasal niteliğinin içeriğini oluşturur.
Althusser’in, Marksizmin, tarih felsefesini tarih bilimi halinde yeniden sentezlerken yarattığı epistomoljik kopuştan bahsederken haklıdır.Bununla birlikte, bu
tesbite bir şey daha eklemek gerekir ki Marksizm, yalnızca tarih bilgisini tarih bilimi haline getirmemiş ama genel olarak bilgi kuramında devrim yaratacak bir
epistomolojik kopuş gerçekleştirmiştir.Marksizm, bilgi kuramımlarını sarsan bu epistomolojik kopuşu emek faaliyetinin değer yaratan yegane insani etkinlik
olduğunu belirleyerek yapmıştır.
Marx öncesi teorik eserler, Alman felsefesi, yani, hukuk ve tarih felsefesi, İngiliz siyasiiktisadı ve Fransız sosyalizmi gibi başlıklar altında toplandığını
belirten Althusser, bu arada geriye dönüşü olmayan bir tarihsel olayın aniden ortaya çıktığını belirtir. Bunu Althusser bir metaforla açıkladığı ‘‘Tarih kıtasının
açılışı’’ olarak adlandırır. Marx teorisi ile birlikte bir ‘‘zemin değişikliği’’ne tanık olunmuştur. Şöyle der Althusser: ‘‘…Ve bu zeminde, yeni kavramlar bilimsel
bir teorinin temellerini uzun bir hazırlık çalışması pahasına atacak veya zorunlu olarak bir bilim, hem de olağanüstü devrimci bir bilim haline gelecek olanın,
gelişimine yol açacaktır. Ama bilimlerde bulguladıklarımıza bağlı bir teoridir, çünkü nesnel bilgiler üretmektedir. Ve nitekim, bu yeni zemin üzerinde, somut
tarihin gerçek sorunlarını, bilimsel problemler halinde, tek tek ele almak ve bunlarla ispatlanmış, yani siyasal ve bilimsel pratik tarafından teyid edilebilen ve
belirli düzeltmelere açık, kuramsal sonuçlara varmak (Marx’ın Kapital ’de yaptığı) ilk kez mümkün olur.’’
Emek faaliyetinin yegane değer yaratan insansal etkinlik olarak belirlenmesi, yalnızca, tarih bilgisini tarih bilimi haline getirmekle kalmamış, aynı zamanda,
bilgi kuramınında zeminini değiştirmiştir. Epistemoloji, bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen felsefe dalıdır. Bilgi felsefesi olarak da
adlandırılmaktadır.
İlk çağlarda Thales gibi filozoflar metafizik ile ilgileniyorlardı. Evrenin salt maddesinin bulunması temel bir amaç olmuştu. Ama bu konularda herkesin
vardığı farklı fikirler, fikirler arasındaki çelişkiler filozofların insana, dolayısıyla akıl ve bilgiye yönelmesine yol açtı. Bu da insanın bilgilerinin doğruluğunun
sorgulanmasına neden oldu. Böylece bilgi felsefesi doğmuş oldu.Bir kez emek faaliyeti yegane değer yaratıcısı olarak belirlendiğinde, emek faaliyetini
toplumsallaştıran sınıf olan proletaryayla birlikte, emeği tüm doğal ve sosyal yasalardan özgürleştirmeye yönelmiş siyasal pratik, aynı zamanda, kendi amacını
her koşulda doğrulayan- verili pratiği çevreleyen tarihsel değişkenler ne olursa olsun- bir eylemlilik niteliği taşıyacaktır ki bu olgu proletaryanın siyasal
eylemliliğini, dolayısıyla, ideolojisini, sınıfsız toplum ereği ile kendisiyle birlikte tüm insanlığı toplumsal yasaların boyunduruğundan özgürleştirmeye yönelmiş
bir pratik olarak, amacı itibari ile doğrulayacaktır.Proletaryanın tarih sahnesine çıkmasından önce hiç bir siyasal pratik, amacı itibariı ile böylesine açık seçik,
bilimsel niteliği olan bir siyasal pratik niteliğine sahip olamamıştır.
Her siyasal ideoloji kendisini çevreleyen tarihsel nesnellliğin bir parçasıdır. Bu anlamda, siyasal kavramlarla bilimsel doğrular arasındaki bilgi kuramsal
fark, siyasal kavramların, kendilerini çevreleyen tarihsel nesnelliğin taraflı, sübjektif varyantları olmalarından dolayıdır.İşte, Marksizmin, proletaryanın siyasal
eylemliliğine dair devrilişini bilimsel olarak ilan ettiği, siyasal pratiğin bu epistomolojik niteliğidir.Örneklemek gerekirse, proletaryanın siyasal öncülerinin
pratiğinde feda ruhu nasıl tanımlanabilir? Feda ruhu, soyut bir kavram mıdır yoksa maddi bir olgu mudur? .Feda ruhu, proletaryanın, kendiğinden bir sınıf
olmaktan, kendinde ve kendi bilimsel amacını gerçeklemeye yönelmiş bir sınıf olma yolunda tarihsel ilerleyişinin en üst siyasal biçimidir.
Böyleyken, proletaryanın siyasal eylemliliğinin pratik ve ideolojik bir agümanı olan feda ruhunu, örneğin, sahte cennet vaadleri ile aldatılmış bir cihadçının
siyasal pratiğne eşitleme anlayışı, her şeyden önce, siyasl pratikler arasındaki amaç farkını ve bundan da önemli olarak bilimsel tutarlılık farkını eşitlemek
anlamına gelecektir.Proletarya, diğer bütün tarihsel var oluş biçimlerinden farlı olarak, tarih sahnesine çıktığı andan itibaren, tarihsel serüveninin sonuçları
bilimsel olarak önceden doğrulanmış yegane sınıfsal varoluş biçimini temsil eder.İşte, bu niteliği iledir ki proletaryanın siyasal eylemliliği, bilgi kuramının
zeminini değiştiren ve ilk kez bir sınıf ideolojisini, sonal amacı itibarı ile bilimsel doğruluğun kesinliğine yükselten niteliğe sahiptir.Bu demek değildir ki sınıfın
siyasal pratiği bir matematik problemine indirgenebilir.Buradaki kesinlik, proletaryanın, kendisiyle birlikte bütün insanlığı insanın insan tarafından sömürüldüğü
üretim ilişkilerinden özgürleştirme potansiyeli taşımasından gelir.
Görelilik yasası ,evrende mutlak doğru olarak tanımlanabilecek bir şeyin varlığının reddidir.Doğru bilgi, ancak, göreli olarak doğrudur.Nesnel gerçekliğe
ilişkin bilgilerimiz göreli bir doğruluğu ifade ediyorsa, epistomolojik olarak, bir bilginin bilimsel olarak doğru olması o bilginin kullanılabilir olması için yeterli
neden teşkil etmez. Bilginin doğruluğu ile birlikte, kullanılabilir olması için haklı da olması gerekir.Örneğin, atom bombası, atom fiziğininin doğru bir kullanınımı
sonucunda üretilmiştir.Ancak, atom bombası, hedef gözetmeksizin tüm canlı yaşamı yok etme potansiyeli taşımaktadır.Atom bombasının kullanılabilirliliğinin
insancıl olarak bir haklılığı yoktur.İşte, burada, epistomolojinin adalet kavramıile ilişkşisi ortaya çıkar. Üretici güçlerdeki niteliksel gelişmenin sanayi
proletaryasını ortaya çıkarması ile emeğin, yalnızca, bireysel bir faaliyet olma niteliği, nasıl toplumsal bir faaliyet niteliğine dönüşmüşse,emeğin bu toplumsal
niteliğinden sınıfsız topluma ilerlemenin nesnel öncülleri de oluşmuş demektir.Dolayısıyla, proletaryanın siyasal eylemi olarak iktidar mücadelesi, nesnel
olarak, sonuçları itibarı ile sınıfsız toplum ereğini temsil eder.Althusser’i öznesiz tarih tezine götüren şey, Marks”ın, bireyin tarihsel koşullar tarafından
kuşatılmış olması sebebi ile tarih yapamayacağına dair tesbitidir.
Evet, birey tarihsel koşullar tarafından kuşatılmıştır ve kendisi de tarihsel bir varlıktır. Bu nedenle, birey, ancak, kendi kişisel tarihini yapabilir. Tarih, sınıf
savaşımları tarihidir ve tarihi sınıflar yapar. Ama bu, tarihin, öznesiz bir tarih olduğu anlamına gelmez. Her sınıfın, kendi varlık koşullarını yansıtan bir tarih
felsefesi ve tarihsel özne anlayışı vardır. Burjuvazi için tarihin öznesi bireydir. Burjuvazinin, aydınlanma çağı ile birlkite yarattığı eşitlik, özgürlük, adalet gibi
kavramlar irdelendiğinde, bu kavramların, bireyin, nesnel koşullardan soyutlanmış bir özgür birey olarak tasarlanmış bir varoluşuna dayandığı görülür. Burjuva
eşitlik ilkesi ,aslında, eşit olmayan bireyleri , mülkiyete sahip olma anlamında eşit olmayan bireyleri, soyut olarak eşitler. Böylece, burjuva eşitlik ilkesi, aslında,
eşitsiz gelişme yasasının üretim ilşkilerindeki yansıma biçimi olarak, soyut eşitlik ilkesi ile somut eşitsizliği onaylar.Yine, burjuva özgürlük ilkesine göre,
örneğin, seyahat özgürlüğü kısıtlanamaz. Ama seyahat özgürlüğünün pratikte kullanılabilirliği cebinizdeki para kadardır.Yani, özgürlük, somut koşullar
tarafından, üretim ilişkilerinin kapitalist niteliği tarafından eşitsiz dağıtılmıştır. Burjuva özgürlük ilkesi, üretim ilişkileri tarafından somut olarak eşitsizlenen bu

özgürlük hakkını, yalnızca, soyut olarak eşitlemekten ibarettir.
Evet, tarihi sınıflar yapar ve her sınıfın kendi varlık koşulları tarafından şekillendirilmiş bir ideolojik kimliği vardır. Burjuvazinin ideolojik kimliğinin
tutarsızlığının onun emek etkinliği karşısındaki haksız konumundan kaynaklandığını gösterdik. Proletarya ise emeği toplumsallaştıran sınıf olarak, tarihsel materyalizm bilimi karşısında en tutarlı var oluşa sahip sınıf olarak, ideolojisi ile bilimi arasında bir çelişki olmayan, tarihin gördüğü yegane sınıftır. Tarihsel
özne ise proletaryanın örgütlülüğüdür.Öznesiz ve ereksiz bir tarih anlayışı Marksizmi pozitivizme indirgeme anlayışının bir yansımasıdır. Marksizm, pozitifizmi
kapsayarak aşar, ona indirgenemez. Tarihsel öznenin nesnesi belirli bir tarihsel süreç boyunca varolan üretim ilişkileri ve sınıflardır. Tarihsel özne olarak
Komünist Partisi, verili tarihi, sınıfsız toplum ereğine doğru değiştirme mücadelesi verir. Komünist Parti, bu sınıf mücadelesinde tarihsel materyalizm bilimini
kullanır. Ereksiz bir komünist partisi olabilir mi? sosyalizm ve sınıfsız toplum ereği olmadan proletaryanın iktidar mücadelesinin örgütlenmesi mümkün
değildir.Öznesiz ve ereksiz tarih anlayışı ,tarihi iradesi olmayan nesnelerin hareketi olarak görür ve tarihi kendiliğinden ilerleyen bir süreç olarak görür. Gerçekten de proletaryadan önce, yani, emeğin toplumsallaşmasından önceki tarih kendiliğinden bir süreç olarak gelişmiştir. Emeğin toplumsallaşması ile
birlikte, ilkel toplumun sınıfsız kimliğini bu kez çok daha gelişmiş üretici güçler zemininde yaratma olanağı tarihsel olarak ortaya çıkmıştır. Bu
tarihsel olanağı yaratan, emeği toplumsallaştıran , böylelikle, emek faaliyetini bireysel bir tasarruf olmaktan özgürleştiren sınıf olarak proletaryadır. Her
hareketin bir felsefesi vardır. Felsefesi olmayan bir tarihsel hareket olamaz. Sınıf hareketlerinin felsefesi onların üretim araçları karşısında
konumlanışlarının dolaylı ya da dolaysız bir yansımasıdır.. Marksizm, tarih felsefesinden tarih bilimine varmıştır.Ama bu demak değildir ki Marksizm, bütün
bir tarih felsefesini yadsımıştır. Marksizmmin yaptığı tarih felsefesinin sınıfsal kimliğini ortaya çıkarmaktır. Yoksa, tarihsel hareketin felsefesini yadsımak değil.
Her şeyin hızlı tüketildiği, esnek üretim ve tüketime dayalı, bir ekonomik modelin, egemen olduğu, dünyanın bir küresel köye dönüştüğü çağımızda,
kaçınılmaz olarak, üstyapı kurumlarıda, hızlı bir nitel dönüşüme uğramıştır. Eski üstyapı kurumları olan, din, kutsal aile, kültür ve cinsellik de, hızlı bir şekilde,
dönüşüme uğramış, sembolik alanlarını yitirmiştir. Cinselliğin karlı bir metaya dönüştüğü( fuhuş-porno vb) kültürün safarileştiği, dinin bir ticari nesneye
indirgenerek, anlamını yitirdiği bir gösteriş çağındayız
“ Sembolik alan kamusal alandan ayrılsa da, onun tarafından istila edildi. Cinsellik, karlı bir meta, olarak ambalajlandı.Buna karşın kültür, çoğunlukla kar
peşinde koşturan, kitle iletişim araçları demekti.Sanat, para, iktidar, statü ve kültürel sermaye meselesine dönüştü.Kültürler, artık yabancıl biçimlerde,
ambalajlanarak turizm endüstrisi vasıtasıyla, kapı kapı pazarlanıyordu. Televizyon evanjeliklerinin, dindar ve safdil yoksulları, dolandırarak zar zor, kazandıkları
paraları ,ellerinden kapmalarında olduğu gibi, din bile karlı bir endüstriye dönüştü. Her iki dünyanın en kötüsüyle baş başa bırakıldık.”
Terry Eagleton- Hayatın Anlamı
Post modern birey, hakim üretim biçimine ve üst yapıya göre kodlanmış, kültürel mantığın nesnel bir sonucudur. Geç kapitalizmin çıktısı, olan post modernizmin ürünüdür.O, esnek üretim ve tüketim çağında, metaların pazardaki konumuna ve dolaşımına uygun biçimde formüle edilmiş bir kültürel kalıptır.
Pazarın ihtiyacına, cevap verecek biçimde, aşırı yoğunlaşmış bir itkidir.
Post modern toplumda, üretici güçler mücadelesinin yerini, cinsel kimlik, ekoloji vb nosyonlar almıştır. Kadın sorunu, lgbt, ekoloji vb yapılar, sınıf mücadelesinin önüne geçmiştir. Bu elbette post modern bir yanılsamadır. Post modern dönemde, özgürlük bir belagatan başka bir şey değildir. Post modernizm. öznenin buharlaştığı iddiasını, bağrında taşır, özne yapı çatışmasını ve filli bir sınıf savaşımını şiddetle red eder, sınıf diyalektiğine karşı, metafizik
bir posta bürünür ve sınıfları ortodoksi üretmekle suçlar. Böylece sınıflar mücadelesinin yerine, güdük, temelsiz, bir radikal çoğulculuğa sarılır. Sınıfların yerine,
çeşitli kimlik kolâjlarını koyar, negatif özgürlük, tam bu noktada, post modernlik nosyonun sloganı haline dönüşür. Sınıf savaşımına hayır, yaşasın bireyin, yada
bireylerin kurtuluşu.
Öznenin buharlaştırılmaya çalışıldığı bu çağda, anti-kapitalist mücadelenin sürdürülebilirliği için politik öznenin yeniden kurulması bir zorunluluktur. Politik
özneyi yeniden kurma işi, yani, sınıf mücadelesi basit bir ”safını seçme” ye indirgenemez. Bu ”safını seçme” tarihsel bir haklılığa dayandırılmalıdır.
Proletaryanın tarihsel haklılığı, Marks’ın, Kapital’de çözümlediği ”gerekli emek-zamanı” ile ”artı emek-zamanı”, yani, ücretle artı-değer arasındaki karşıtlığa
dayandırılmıştır.Artı-değerin yaratıcısı proletarya sermaye boyunduruğundan kurtulmalıdır. Proletaryayı ve onun politik öznesini tarihin öznesi yapan çelişki
budur.
Kapitalizmin, toplumsal yaşamda yarattığı değişim değeri ilüzyonu ile insanlar arasındaki ilşkileri nesneler arasındaki ilişkilere dönüştürmüş olmasından
hareketle, tarihin öznesiz ve ereksiz bir süreç olduğu sonucuna varılamaz. Böyle bir yaklaşım, tarihsel materyalizm bilimine aykırı ,anti-Marksist bir
yaklaşımdır. Özneler, ister bireysel ister sınıfsal olsun belirli varoluş koşullarından kaynaklanan belirli ruh halleri, duygu ve düşünceleri olan ve hareketlerini bu
varoluş koşullarınnın belirlediği tarifsel varlıklardır.Örneğin, proletaryanın partisi, neden Pir Sultan gibi feodal çağa ait bir kimliği sahiplenir? Çünkü, Pir
Sultan’ın şahsında, bugünkü proletaryanın davası gibi haklsızlığa bir başkaldırı ve isyan vardır..Tarihi öznesiz ve nesnesiz bir hareket olarak değerlendiren
anlayış, rastgele ortalığa saçılmış boncuk taneleri ile insanların hareketi arasında bir ayrım farkedemeyen pozitivist anlayışlardır. Oysa , insan etten , kemikten
bir varlıktır. Belirli davranışlara belirli tepkiler veren duygusal salınımları olan bir tarihsel varlıktır. İnsanın bu nitelikleri, onun sanatına da siyasetine de yansır
ve sanatını olduğu kadar siyasetini de biçimlendirir.Dolayısıyla, burjuvazinin tarihinin de proletaryanın tarihinin de öznesi ve ereği vardır. Burjuvazinin ereği
kapitalizmi sonsuza dek sürdürmekken, proletaryanın ereği sınıfsız topluma varmaktır.
İnsan ilişkilerinin, kapitalizm tarafından böylesine nesnelliklten soyutlanarak yozlaştırıldığı bir tarihsel süreç için ereksiz tarih anlayışında ısrar etmek
felsefesiz bir sanatı benimsemekle aynı anlama gelir. Oysa, proletaryanın sanatınının da siyasetinin de felsefesİ ve ereği, insanlığa, toplumsallaşmış emeğin
sınıfsız toplumu olanaklı hale getirdiğini göstermektir.Proletaryadan önce bütün sınıfların felsefesi, siyaseti ve sanatı sömürünün meşruluğu üstünde
gelişmiştir. Proletaryanın sanatı, siyaseti ve felsfesi ise genel olarak felsefeyi değil kendisinden önceki gerici sınıfların sanatını,siyasetini ve felsefesini
yadsıyarak gelişir.
Tarihsel özne olarak Komünist Partisinin, proletaryanın öznel ve nesnel koşullarına iradi müdahalelerle sınıfsız toplum sürecini berileme mücadelesi
ereksel bir süreçtir.Marks’ın, komünist toplumun varılması gereken bir ülkü olmadığına dair vurgusunda, amaç, komünist toplumun üretici güçlerde belirli bir
gelişme düzeyine karşılık geldiğini belirlemek için nesnel determinantlara yapılan bir vurgudur. Ancak, nesnel determinantların , yani, toplumsal yasaların
değişmezliği anlamına gelmez bu. Komünist Parti tam da nesnel determinantları, yani, toplumsal yasaların belirlediği zorunluluklar ıaşmak için, dolayısıyla,
tarihi bir kendiliğinden süreç olmaktan bilimsel iradi bir süreç haline getirmek için vardır.
Sınıflı toplumda sanat da, siyaset de, bilim de politiktir. Dolayısıyla, politik olan her şey gibi sınıfsal kimlilklerine karşılık gelen bir felsefeleri vardır. Sanatın,
siyasetin ve bilimin bu politik niteliği onların sınıflı toplumlarda, sınıf savaşımları zemininde gelişmelerinden gelir.Marks, bize, Kapital’de, kapitalist
ekonomipolitiğin yasalarından bahsederken ne kadar bilimselse, Fransa’da Sınıf Savaşımlarınnda Paris Komününün protelerinin kahramanlıklarından,
fedakarlıklarından bahsederken de o kadar tarihçidir. Tarihsel materyalizm bilimi, tarihi, sınıf savaşımları olarak ele alır ve sınıfları da üretim araçları
karşısındaki konumları ile değerlendirir.Tarihin, proletarya ile birlikte, kendiliğinden bir süreç olmaktan iradi bir sürece doğru değişmesinin nesnel objektif
koşullarını yaratan emeği toplumsallaştırmış olan proletaryadır. tarihsel özne olarak, bu sürecin öznel , subjektif koşullarını ise proletaryanın öncü müfrezesi
olarak Komünist Parti yaratır.Marksizm genel olarak felsefenin bir yadsınması değildir: Marksizm, sınıflı toplumların sömürücü sınıflarının felsefesinin bir
yadsınmasıdır.
Tarihin, tarih olarak bir ereği olmadığına dair tesbit, Marks tarafından, Hegel’in, tarihi mutlak tinin kendisini yabancılaşmış bir biçimde gerçekleştirmesi
olarak tanımlamasına karşı, Hegel diyalektiğinin bir eleştirisi olarak, tarihin mutlak bir öznesi olamayacağı anlamında yapılmıştır.Hegel’e göre tarih
yabancılaşmış zamanın tinidir.Tarihin mutlak bir öznesi olmaması, yani, tarihin bir yaratıcının eseri olmaması, tarihin, sınıflar savaşımı tarihi olarak, karşıt
sınıfların da hiç bir amacı olmadığı anlamına gelmez.Karşıt sınıfların üretim araçları karşısındaki konumlarına göre değişen amaçları vardır ve bu durum,
çatışan sınıfları tarihin çatışmalı özneleri yapar.Aksi halde, politik özneden bahsedilemez;politik öznenin yadsınması ise bizi kendiliğindenciliğe götürür.Yine,
politik öznenin ve tarihe iradi müdahalenin yadsınması Marksizmi pozitifizmin öznesiz bilim anlayışına indirger.Komünist Parti, inşa edilen ve inşa edilmekte
olan, her an yenilenen politik bir öznedir. Althusser, öznesiz öznellik ve öznesiz tarih tezi ile politik öznenin tarihe iradi müdahalesini yadsımaktadır. Bu,
kendiliğindenciliğin Althusser’de aldığı biçimdir. Althusser, nesnellikle bilinç arasındaki ilişkide nesnel olmaya çalışırken, bilim-siyaset ilişkisinde siyasal
iradenin ve dolayısıyla politik bilincin rolünü hiçleştirmekle nesnel idealizme savrulmuştur..
Proletaryanın öncüsü, tarihsel özne olarak, kendisini, verili olandan hareketle inşa eder. Tarihsel olarak verili olan, üretim araçları karşısındaki haklı
konumuyla proletaryadır. Proletaryanın öncüsü, emeğin toplumsal bir nitelik almasına karşın mülk edinmenin özel koşullarına üretim araçlarını
toplumsallaştırak son verek, proletaryayı özgürleştirmekle, onu, tarihin nesnesi olma durumdan tarihin öznesi olma durumuna yükselterek, tarihsel rolün yerine
getirirken, özgürlük ve zorunluluk arasındaki diyalektik ilişkiyi, insanlığın önündeki tarihsel zorunlulukları aşarak, özgürlük alanının genişletmek için bilimsel bir
biçimde kullanır.
Öznesiz öznellik belirlemesi, nesnesiz nesnellik belirlemesi gibi bir saçmalıktır. Nasıl ki nesnesiz nesnellik olamazsa, öznesiz de öznellik olamaz.
Proletaryanın öncüsünün bilimsel siyaseti, bilimselliğini, tarihsel öncüllerden hareket ettiği için kazanmıştır. Proletaryanın öncüsü, tarih bilimini tarihi
değiştirmek için kullanır. Tarihi değiştirecek dinamikler de proletaryanın nesnel varoluş koşullarından üretilen mücadele araçlarıdır.
Politik özne= Nesnenin aynadaki bir yansıması değildir. Kuşkusuz, emek ürünü bir nesne olan ”meta” nın dili olsaydı. ”Ben, beni üreten emekçilere aitim”

diyebilirdi. Emek ürünü nesneleri sermaye tahakkümünden özgürleştirmek nasıl bir politik eylem gerektiriyorsa, nesneyle öznenin özdeşliğini kurmak da
kapitalist ekonomi politiğin verili tarihsel haksızlığına karşı iradi bir müdahaleyi gerektirir. Althusser’in öznesiz ve ereksiz tarih tezi, Marksizmin epistomolojik alt
yapısının dayandığı adalet kavramından yoksundur.
2000 yılında siyasi cezaevlerinde yaşama geçirilmek istenen F Tipi hücre uygulamasına karşı ölüm orucu başlatan tutsaklardan biri olan Ömer Ünal, ”Biz,
F Tipi hücre uygulamasına karşı ölüm orucu başlatmasaydık politik özne olamazdık” derken, politik özne olabilmenin olmazsa olmaz niteliklerinden en
önemlisinin tarihsel haklılık olduğunu vurgulamaktadır. Tarihsel bir haklılığı temsil etmek, coğu zaman, bedel ödemeyi göze almayı gerektirir.Dolayısıyla, feda
ruhu ve özveri gibi nitelikler politik özne olabilmenin olmazsa olmaz diğer nitelikleridir.
Çıplak nesnellik yalnızca doğada vardır. Toplumsal nesnellik farklı öznelliklerden oluşmuştur. Toplumsal nesnelliği oluşturan öznellikler, üretim ilişkileri
bağlamında, sınıf siyasetleri biçiminde birbiriyle çatışmalı bir ilişki içindedir. Politik özne, devrimci olan öznelliklerden hareketle toplumsal nesnelliği
değiştirmeye yönelir. Toplumsal nesnelliği değiştirmeye yönelmiş her siyasal yaklaşım, kendisinde, o toplumsal nesnelliğin tarihinden gelen belirli devrimci
öznellikler taşır.Toplumsal nesnellik, bu devrimci öznellikler dolayımıyla değişime tabi tutulur. Tarihsel materyalizm biliminin nesnellikle öznellik arasında
kurduğu ilişki böyledir. Örneğin, Anadolu coğrafyasında toplumsal nesnelliğin parçaları olan aidiyetlerin çatışmasında, alevilikle sunnilik arasındaki çatışmada,
tarihsel ezilmişliği olan alevi aidiyetinin devrimci olan öznelliklerinin esas alınarak, egemen sunni anlayışına karşı örgütlenmesi, keza , Kürt ulusu ile egemen
Türk devleti arasındaki çatışmada, ezilen Kürt ulusunun ulusal hakları için yaptığı mücadelenin desteklenmesi gibi olgularda, devrimci öznelliklerin gerici
öznelliklere karşı esas alınarak, toplumsal nesnelliği değiştirme mücadelesinde, politik öznenin tutumu böyledir.
Toplumsal olgular söz konusu olduğunda öznellik ve nesnellik içiçe geçmiş halde bulunur. Her toplumsal nesnellikte bir öznel taraf ve her toplumsal
öznellikte bir nesnel taraf bir aradadır. Nesnelliğin, insanla etkileştiği her olguda durum böyledir. Politik özne, farklı öznellikler arasındaki görelilik ilişkisinde,
devrimci öznellikleri esas alarak nesneliği değiştirmeye yönelir. Örneğin, özel mülkiyet toplumunda, burjuvazinin ereği birikim yapmaktır. Proletaryanın ereği ise
gereksinim gidermektir. Bütün emek nesnelerinin üreticisi olan proletaryanın gereksinim giderme ereği, hangi öznel biçime bürünürse bürünsün nesneldir.
Çünkü, proletarya bütün emek nesnelerinin yaratıcısıdır. Burjuvazi, birikim ereğini, proletaryanın emek nesnelerinden yoksunluğu pahasına gerçekleştirmek
istediği için, ereği gerici bir öznellik niteliğindedir. Proletarya, gereksinmelerini özgürce karşılamak için üretim araçlarını toplumsallaştırmakla, emek etkinliği
üstündeki sermaye tahakkümünü kaldırır. Böylece , proletarya burjuvaziyi yadsımakla , proletarya olarak kendisini de yadsıyarak emek etkinliğini özgürleştirir.
Proletaryanın emek etkinliğini sermaye tahakkümünden özgürleştirmesi ile toplumsal özne ile nesne arasındaki çelişki de çözülmüş olur. Böylece, toplumsal
özne nesnesi ile bütünleşmiş ve nesneyi gereksinmelerini özgürce gidereceği bir üretim ilişkisine ikame etmiştir.
Toplumsal olgularda öznesiz süreç olmaz. Süreçler öznelere içkindir. Althusser, öznenin bir mevhum olduğunu söylüyor. Özne, bir mevhum değil bir mevhuma, yani, niteliğe sahip olma durumudur. Proletaryayı tarihin öznesi konumuna yükselten şey onun emeği toplumsallaştıran sınıf olmasıdır. Ancak,
proletarya tarihsel özne rolünü doğrudan doğruya değil politik öznesi aracılığıyla oynayabilir. Çünkü , tarihsel materyalizm bilimi politik özne aracılığıyla
kullanılabilir.
”Toplumsal olarak etkide bulunan güçler tıpkı doğa güçleri gibi etkide bulunurlar: onları tanımadığımız ve hesaba katmadığımız sürece kör, zorlu, yıkıcı
güçler olarak. Ama bir kez onları tanıdıktan, etkinlik, yön ve etkilerini bir kez kavradıktan snra, onları gitgide kendi irademize bağlamak ve onlar sayesinde
ereklerimize erişmek sadece bize bağlıdır. Ve bu, bugünkü çok büyük üretici güçler konusunda, özellikle böyledir.Biz, bu güçlerin, özlük (mahiyet) ve
niteliklerini anlamak istememekte direndiğimiz sürece -ve kapitalist üretim biçimi ve onun savuınucuları işte bu anlayışa karşı çıkarlar- bu güçler ayrıntılı bir
biçimde açıklamış bulunduğumuz gibi, bize karşı tüm etkilerini gösterir, bizi egemenlikleri altına alırlar.Ama özlükleri içinde bir kez kavrandıktan sonra,
birleşmiş üreticilerin elinde şeytan ruhlu efendiler durumundan uysal hizmetkarlar durumuna dönüşebilirler.Bu, fırtına şimşeğindeki elektriğin yıkıcı gücü ile
telgraf ve elektrik arkının evcilleştirilmiş elektriği arasında varolan farklılıktır.Bugünkü üretici güçleri, aynı biçimde sonunda onların özlüğünü tanıdıktan sonra
kullanınca, üretimdeki toplumsal anarşi yerine, üretimin topluluğun olduğu gibi her bireyin de gereksinimine göre toplumsal olarak planlanmış bir
düzenlemesinin geçtiği görülür; böylece, ürünün önce üreticiyi sonra temellükçüyü egemenliği altına aldığı kapitalist temellük biçimi yerine, ürünlerin, modern
üretim araçlarının özlüğüne dayanan temellük biçimi geçer. bir yandan üretimi sürdürme ve geliştirme aracı olarak dolaysız toplumsal temellük, öte yandan
yaşama ve zevk alma aracı olarak dolaysız bireysel sahiplenme.”
Engels- Anti Dühring
Engels, burada, tarihi biçimlendiren toplumsal yasaların bilgisine sahip olmanın tarihi değiştirmek için zorunlu bir nitelik olduğunu vurguluyor. Proletarya,
tarihin nesnesi olma durumundan tarihin öznesi olma durumuna toplumsal yasaları kullanma bilgisine sahip olan politik öznesi aracılığıyla geçebilir. Althusser,
öznesiz ve ereksiz tarih teziyle politik öznenin, yani örgütlülüğün tarihi değiştirme sürecindeki iradi niteliğini hiçleştirirken kendiliğindenciliğe düşüyor.
Marksizmde bilim olan tarihsel materyalizmdir ve diyalektik de bu bilimin ve tüm diğer bilimlerin yöntemidir.Marksizm, aynı zamanda ideolojidir.İşçi
sınıfının (ki buna emek gücü ya da emek kitlesi de diyebiliriz ) ideolojisidir.Toplum bilimde, bilimsel olanla ideolojik olan arasındaki fark siyasete tekabül
eder.Herhangi bir tarihsel süreçte izlenen siyaset, öngördüğü tezleri patikte doğrulayabilirse bilim düzeyine yükselir.Bir başka söylemle, bilimsel olanla ideolojik
olanın sınandığı mihenk taşı pratiktir.Siyasal pratik, bir siyasal tezi kendi deneyiminde sınarken, onu, çoğunlukla değişimden geçirirdiği haliyle doğrular ya da
yadsır.Tez,anti tez, sentez diyalektiği, böylelikle, tarihsel materyalizm bilimini yeniden üretir.Eğer, bir siyasal tez bilim haline gelmeden önce pratiktiğin
sınamasına muhtaçsa, toplum bilimin bir yönünün de siyaset olması ve her siyasal tezin de bir ideolojiye tekabül etmesi kaçınılmazdır.Marks ,bu olguyu,
“filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindiler esas olan onu değiştirmektir” şeklinde formüle ederken felsefi idealizmle diyalektik materyalizm arasındaki ilkesel
farklılığı da pratiği öne çıkararak belirtmektedir.Özcesi, toplum bilim olarak diyalektik tarihsel materyalizm dünyayı değiştirmenin bilimidir.Dünyayı değiştirme
eylemi de bir siyasal pratiktir ve herhangi bir siyasal pratik kendi tarihsel sürecinde doğrulanmadan önce bir ideolojiye tekabül eder.Tarihsel materyalizm
biliminin yöntemi olan diyalektiğin her somut olguya yeniden uygulanma gereği, Marksizmin, her yeni toplumsal olguda yeniden sentezlenmesi gereken
yaşayan içeriğidir.
Althusser’de siyaset sınıfsal içeriğini yitirerek muğlaklaşıyor. Siyaset bilimle olan ilişkisinden yalıtılarak ayrıştırılıyor.Althusser, genelleştirilmiş bir siyaset
kavramından hareket ettiği için siyasetin sınıfsal niteliğini belirsizleştiriyor. Bilim ve siyasetin pratikle olan ilşkisi de Althusser’de muğlaklaşıyor. Althusser,
bilimle siyaset arasında pratik dolayımıyla kurulan ilişkiyi yadsırken her türlü bilginin epistomolojik temelinin pratik olduğu gerçeğini unutuyor. Bu gerçeliği Mao
bize şöyle hatırlatıyor:
”Marksistler, insanın toplumsal pratiğinin, dış dünya üzerine olan bilgisinin doğruluğunun tek ölçütü olduğu düşüncesindedir. Gerçekte de insan bilgisinin
doğruluğu, toplumsal pratikte (maddi üretim sürecinde, sınıf savaşımında, bilimsel deneylerde) beklenilen sonuca ulaşırsa anlaşılır. İnsan, işinde başarıya
ulaşmak, yani beklenilen sonuca varmak istiyorsa, düşüncesinin, kendisini çevreleyen dünyanın nesnel yasaslarına aynen uymasını sağlaması gerekir. Bunlar
birbirine uymazsa, pratiktte başarıya ulaşamayacaktır. Başarıya ulaşamıyınca bundan ders alacak, nesnel dünyanın yasalarına uyacak biçimde düşüncelerini
değiştirecek ve böylece başarısızlığı başarı haline getirecektir. ”Başarısızlık başarının anasıdır” ya da ”Bir müsibet bin nasiyattan iyidir” derken, işte bunu
demek isteriz. Diyalektik materyalizmin bilgi teorisi, pratiğe ilk yeri verir ve insan bilgisinin pratikten hiç ayrılamayacağına inanır. Pratiğin önemini yadsıyan ya
da bilgiyi pratikten ayırmak isteyen bütün yanlış teorileri reddeder. Bu konuda Lenin şöyle der : ” Pratik, teorik bilgiden daha üstündür; Çünkü, yalnız evrensel
olmakla kalmaz, aynı zamanda gerçeklikle içiçedir.” Marksist felsefenin, diyalektik materyalizmin, iki belirli özelliği vardır : Biri, sınıfsal oluşu, diyalektik materyalizmin proletaryanın hizmetinde olduğunu açıkça ilan etmesi, öteki, uygulanabilir oluşu, teorinin pratiğe bağlılığı üzerinde durması, dönüp dolaşıp
pratiğe hizmet edecek teoriye temel olarak, pratik üzerinde durması. Bir bilginin ya da teorinin doğruluğunu araştırırken, insan, kendi öznel duygularına değil,
bilgi ya da teorinin toplumsal pratikteki nesnel sonuçlarına dayanabilir. Doğrunun tek ölçütü, yalnız toplumsal pratik olabilir. Pratik, diyalektik materyalizmin bilgi
teorisinde baş ve temel görüş noktasıdır.”
Mao Ze Dung Teori ve Pratik
Marksizm, tarihin hareket ettirici gücünün sınıf çelişkileri tarafından belirlenen ve sınıfların üretim araçlarıyla ilişkilerine karşılık gelen ereksel neden
olduğunu sık sık vurgular.
”Modern topluma hâkim olan itici güç, kâr etme dürtüsüdür ve modern toplumun taşıyıcısı olan sınıf ve tabakalar tarafından temsil edilmektedir. Modern
toplumda modern toplum olarak üretimin asıl dürtüsü kâr etmektir. Fakat modern toplumda en derinde işleyen dürtü, insanlığın varolma dürtüsüdür ve
insanlığın varolması için gereksinim için üretmesi gerekmektedir (maddi neden). Modern toplumda burada söz konusu olan varolma ve gereksinim dürtüsü, modern toplumun asıl dürtüsü olan kâr etme dürtüsü tarafından bastırılmaktadır.
“Proleter”, yani mülksüzler olarak belirlenen ve emek gücünden başka satacak bir şeyi bulunmayan işçi ve emekçi sınıf ve tabakaların varolma ve bunun

için gereksinim giderme dürtüsünden başka bir dürtüsünün olması mümkün değildir. Bu bakımdan insanlığın genel dürtüsü ile işçi ve emekçilerin dürtüsü
biçimsel farkların dışında genel olarak örtüşmektedir. Bu nedenle Marx ve Engels’e göre işçiler ve emekçiler insanlığın genel kaygılarının da taşıyıcısıdırlar.
Fark edildiği gibi modern toplumda bir etken neden (kar etme ve gereksinim giderme/böylece varolma) çelişkisi yaşanmaktadır. Eduard Bernstein bu
çelişkinin artık geçerli olmadığını, modern toplum demokratikleştikçe kendiliğinden aşılacağını düşünmektedir. Luxemburg ise bu çelişkinin üretimde ancak
insanlığın orijinal dürtüsüne, yani gereksinim için üretim ilkesine/amacına/ereğine dönülmesiyle aşılacağını düşünmektedir. Bu nedenle modern toplumda
insanlığın ereğini gerçekleştirebilecek olan “proleterler” olarak belirlenmektedir (formel neden). Zira işçi ve emekçiler potansiyel olarak kendi erekleriyle
insanlığın genel ereğini birleştirebilecek duruma, çıkara ve bakışa sahiptirler. Burada başvurulan Aristotelesçi neden teorisinin diğer adı “ereksel neden”dir.
Bernstein’ın “benim için nihai hedef (Endziel) hiçbir şeydir” belirlemesi bu ereksel neden ile ilgilidir. Bernstein’a göre ereksel nedenin açıkça
hedeflenmesine gerek bulunmamaktadır. Ona göre bu, Marksizmde varlığını sürdüren ütopyacı düşünme tarzının kalıntılarıdır. Bernstein bu nihai hedefin
açıkça amaç edinilmesini reddetmektedir. Ona göre anlık ve günlük hedefler peşinde koşulursa, bu, zamanla hem sınıf ve tabakaları buluşturacak ve hem de
genel ereğin bir gün kendiliğinden gerçekleşeceğini sağlayacaktır. Buna karşın Rosa Luxemburg nihai hedefin açıkça belirlenmesi ve gerçekleşmesi için takip
edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Bernstein’dan farklı olarak Luxemburg ereğin gerçekleşmesi için tarihsel öznenin sürekli müdahalesi, yani çok farklı
şekillerde sürekli eylemesi gerekmektedir. Luxemburg’a göre, Bernstein’ın önerisi, ereksel neden olmadığı için, tarihsel öznenin çözülmesine ve yok olmasına
sebep olacaktır. Tarihsel öznenin özne olabilmesinin önkoşulu ereksel nedeni açıkça ve bilinçli bir şekilde formüle edip takip etmesi gerekmektedir.”
Doğan Göçmen
Doğan Göçmen’in, Bernstein ile Rosa Lüxenburg Arasındaki polemik üstünden vurguladığı gibi tarihin hareket ettirici dinamiği, sınıfların üretim araçları ile
ilişkileri tarafından koşullanan erekleridir. Althusser ereksel nedeni ortadan kaldırarak tarihsel hareketin dinamiğini muğlaklaştırırken, Proletaryanın politik
öznesinin ereksel neden etrafında tarihsel özneyi yeniden kurma misyonunu da hiçleştiriyor.Böylelikle, Althusser’de, proletaryanın sosyalizm ve sınıfsız toplum
ereği de ortadan kaldırılarak, tarihsel hareket muğlak bir ”safını seçme” kavramı altında öznesiz ve ereksiz bir sürece indirgeniyor.
Althusser’in tarihin hareket ettirici dinamiği olarak ereksel nedene ilişkin Marks’ın şu belirlemesi oldukça açık ve nettir:
” Tarih, kendi öz ereklerinin peşinde koşan insanın etkinliğinden başka bir şey değildir.”
K.Marks Kutsal Aile syf: 144
Proletaryanın sınıfsız, sömürüsüz bir toplum ereği kendisinin üretim araçları ile nesnel ilişkisinin bir yansımasıdır. Ancak,, proletaryanın sınıfsız, sömürüsüz
toplum ereğinin gerçekleşmesi üretim araçlarını toplumsallaştıracak bir siyasal eylemi gerektirir. Proletarya, bu ereğini politik öznesi aracılığıyla gerçekleştirir.
Proletaryanın sosyalist devrim mücadelesinde, karşısında, tarihsel bir haksızlığı sürdürmek isteyen burjuva devlet ve onun ideolojik argümanları vardır.
Proletarya, müttefik olduğu diğer toplumsal sınıfları yedeklemek ve tarihsel ereğini gerçekleştirmek için politik öznesi aracılığıyla bir siyasal devrim siyasetini
yaşama geçirmek zorundadır. Dolayısıyla, proletaryanın sınıfsız, sömürüsüz toplum ereğinin bilimsel içeriğinin gerçekleşmesi onun siyasal eyleminin
başarısına bağlıdır.Althusser, proletaryanın siyaseti ile bilimi arasındaki bu ilişkiyi yadsımakta ve siyaseti bilimden izole etmektedir. Oysa, sınıflı toplumlarda
bilim de politiktir. Sınıflı toplumlarda bilimin gerek üretilmesi ve gerekse pratik kullanımı egemen sınıfın ekonomi politiğinin hizmetindedir.Proletarya, üretim
araçlarını toplumsallaştırma eylemi ile bilimi burjuvazinin egemenliğinden kurtararak insanlığın hizmetine sunar.
Özneye ilişkin olarak şöyle der Althusser:
”Üretim ilişkilerinin yapısı, üretim ajanlarının işgal etttiği yerleri ve üstlendiği fonksiyonları belirler. Üretim ajanları sadece, bu işlevlerin ”destekleyicisi”, bu
yerlerin işgal edicileridirler.Bu nedenle doğru ”özneler” (sürecin kurucusu özneler anlamında), bu işgal ediciler ve ya işlevde bulunanlar değil, başka bir deyişle,
”somut bireyler”, ”gerçek adamlar” değil fakat bu yer ve işlevlerin tanımlanması ve dağıtılmasıdır. Doğru ”özne”ler bu tanımlayanlar ve dağıtanlardır. Üretim
ilişkileridir.( ve politik ve ideolojik sosyal ilişkilerdir).
Althusser, gerçek özne olarak üretim ilşkilerini ve politik ve ideolojik sosyal ilşkileri görmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Althusser, toplumsallaşmış
emek etkinliğini herhangi bir üretim ilşkisindeki emek etkinliği ile aynılaştırmaktadır. Oysa, proletaryayı ve onun politik öznesini tarihsel özne durumuna getiren
etken tam da bu ”toplumsallaşmış emek” etkinliğidir. Toplumsallaşmış emek, üretim araçları üstünde özel mülkiyeti kaldırarak ilkel komünal toplumdaki gibi
sınıfsız, sömürüsüz toplumun ön koşullarını hazırlar. Ama bunun için bir politik devrim gerekir. Proletarya üretim araçları üstünde özel mülkiyetin kaldırılması
eylemini politik öznesinin öncülüğünde bir politik devrimle gerçekleştirir. Bu, kapitalist üretim ilşkilerinin yerine kolektif üretim ilşkilerinin ikame edilmesidir.
Böylece, proletarya, politik öznesi aracılığıyla kapitalist üretim ilişkilerinin nesnesi olma konumundan kolektif üretim ilişkilerinin öznesi olma konumuna yükselir.
Althusser’in ihmal ettiği şey, proletaryanın ve onun politik öznesinin gereksinimleri sermaye ve kar dolayımından özgürleştirme eyleminin iradi niteliğidir.
Proletaryanın politik öznesi kapitalist üretim ilişkilerinin taşıcısı değil onu değiştirmeye yönelmiş iradi bir birliği temsil eder. Böyle bir devrimci iradeyi yaşama
geçirecek bir politik özne kurulmadan kapitalist üretim ilikilerinin değiştirilmesi mümkün değildir. Ama Althusser’in üretim ilişkilerini ve bunları koşullayan
yasaları gerçek özne olarak gösterdiği koşullar ,proletaryadan önceki, yani, emeğin toplumsallaşmasından önceki tarihsel süreç için doğrudur.Emeğin
toplumsallaşmasından ve böylelikle üretim araçları üstündeki özel mülkiyetin kaldırılmasıyla sınıfsız, sömürüsüz bir toplumun ön koşullarının ortaya
çıkmasından önce tarihsel özne herhangi bir sınıf ya da bireyler değil üretim ilişkileri ve bunları koşullayan yasaların kendisidir. Proletarya ile birlikte tarihin
kendiliğinden bir süreç olarak gelişimi kendinde bir süreç olarak iradi nitelik kazanır. Trihsel süreçlere bu iradi müdahale olanağını yaratan etken
toplumsallaşmış emek etkinliğinin ta kendisidir.
Jobn Urrry’nin, Bilim Olarak Sosyal Teori yapıtında belirttiği gibi, ”Maddi üretim analizinden diğer pratiklerin analizine doğru bu tartışılmamış ve kesin
olmadığı açıkça belirli olan (çünkü parantez içine alınmıştır) genelleme, Althusser’de yapısalcı etkinin bir sonucudur.Marks’ı madddi üretimdeki sosyal ilişkilerin
nedensel etkisini inceleyen biri gibi görmek yerine, Althusser maddi, politik ve ideolojik üretimdeki sosyal ilişkilerin izomorfik (şeklen benzerlik gösteren)
yapılarını belirlemek istemektedir”
Yine, Althusser’de, üretim ilişkileri ”özne” olarak ele alınırken toplumsal yapının hangi dinamiklerle değişebileceği sorunu muğlak kalmaktadır. Oysa, sınıflı
toplumda her olgu gibi ”özne” kavramı da sınıfsaldır. Verili bir toplumda üretim ilişkileri ancak egemen sınıfın ”özne” kavramının içeriğini doldurabilir.
Dolayısıyla, kapitalist toplumda ”devrimci özne” üretim ilişkilerinin kendisi değil proletaryanın politik öznesidir.Althusser, özne ile onun nesnesi arasındaki
ilişkide siyasetle bilim arasındaki ilişkinin diyalektiğini yitirmiştir.Oysa, sınıflı toplumda bilim de politiktir ve gerek üretiminde gerekse pratik kullanımında
siyasetin alanına tabidir.
Althusser, ”özne”nin üretim ilişkileri olduğunu söylemektedir. Gerçekten de emeğin toplumsallaşmasından önce ”tarihsel özne” üretim ilişkileri değil ama
üretim ilişkilerinin yasalarıdır. Üretim ilişkileri, üretici güçlerin tarihsel düzeyine karşılık gelen bu nesnel yasaların işlemesi sonucu kendiliğinden gelişmektedir.
Emeğin proletarya şahsında toplumsallaşmasıyla ”tarihsel özne” nitelik değiştirir ve iradi bir nitelik kazanır.Üretim ilişkilerinin nesnel yasaları üretici güçlerdeki
gelişmeye bağlı olarak kendiliğinden ortaya çıkar. Dolayısıyla, emeğin toplumsallaşmasından önceki tarihsel süreç bir kendiliğindenlik gösterir.Ancak,
proletarya ile birlikte sınıfsız, sömürürüsüz bir dünya yaratmanın nesnel koşulları ortaya çıkar.Sınıfları ortadan kaldırmanın ve ilkel komünü bu kez çok gelişmiş
üretici güçler zemininde yeniden gerçekleştirmenin bu tarihsel olanağını yaratan olgu emeğin toplumsallaşmasıdır. Proleterya ile birlikte tarih kendiliğinden bir
süreç olmaktan iradi bir süreç olmaya doğru değişir. Proletarya, tarihi kendi ereği doğrultusunda iradi olarak değiştirme işini politik öznesi aracılığıyla
gerçekleştirir.Proletaryanın sınıfsız toplum ereği aynı zamanda tarihsel gelişmenin iradileşmesi anlamına gelir.
Proletaryanın emeği toplumsallaştırmasından önceki bütün tarihsel gelişme bir sömürücü sınıfın yerini bir başka sömürücü sınıfın alması biçiminde
gerçekleşmiştir. Proletarya sınıfsız, sömürüsüz bir toplum yaratma paradigmasının taşıyıcısıdır.Ancak, bu paradigmanın hayata geçebilmesi için üretim
araçlarını toplumsallaştıracak bir devrim, yani, tarihsel sürece iradi bir müdahale zorunludur. Stratejisiz, taktiksiz, yani, siyasetsiz bir devrim mümkün
değildir.Proletarya, üretim araçlarını toplumsallaştırma eylemini politik öznesinin bir dizi siyaseti aracılığıyla gerçekleştirebilir.
Toplumsallaşmış emek etkinliği, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin zorunlu uygunluk yasası gereği üretim araçlarının da toplumsallaştırılmasını gerektirir.
Böylelikle, kapitalist toplumun temel çelişkisi olan üretimin toplumsal niteliğine karşılık mülk edinmenin özel biçimi arasındaki çelişki çözülür.Althusser’de
bilimle siyaset, bilimsel olanla siyasal olan arasındaki bağ koparılmıştır. Althusser, siyasetten yalan, dolan ve sahtekarlıktan ibaret olan burjuva siyaseti anlar.
Proletaryanın, üretim araçları ile nesnel ilişkisine karşılık gelen bilimsel bir siyaseti olabileceğini düşünemez.
Lenin, Felsefe Defterlerinde Hegel diyalektiğini tahlil ederken şöyle der: ”Mantıksal anlayışa kazandırılan bu içerik’le birlikte, materyalist anlamda özne
şeylere değil, öze ya da şeylerin kavramına, şeylere değil, şeylerin hareketinin yasalarına dönüşür.” Proletaryanın siyasal eylemi olarak üretim araçlarının
toplumsallaştırılması, bu anlamda, onun üretim araçları ile ilişkisinin toplumsal niteliğinin bir yasasıdır. Proleterya, bu eylemiyle emeğin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel biçimi arasındaki çelişkiyi çözerek üretici güçlerin önündeki engel olarak üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırır. Yani,
proleteryanın siyasal eylemi üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki diyalektiğin nesnel yasalarına karşılık gelir; proleteryanın siyaseti ile bilim arasındaki
özdeşlik de buradadır. Proletaryayı ve onun politik öznesini tarihsel gelişmenin öznesi yapan da siyasal eyleminin bu bilimsel niteliğidir.

”Bu bağlamda Hegel, mantığın konusu ve inceleme nesnesi de olan ”kendinde” (an sich) düşünce ile halihazırda kendi işleyişinin şemaları, ilkeleri, biçimleri
ve yasalarının bilincine varmış olan ve bütünüyle bilinçli bir biçimde onlara göre çalışan, ne yapmakta olduğunun ve nasıl yapmakta olduğunun tam anlamıyla
açık bir biçimde farkında olan ”kendisi için” ( für sich selbst) düşünce arasında yaptığı en önemli ayrımlardan birini ortaya koymuştur. Mantık aynı zamanda
bilinçtir. ”kendinde” düşünme sürecinin uygun olarak çalıştığı yasa ve biçimlerin kavramlarının ve kategorilerinin ifadesidir. Kendinde düşünce mantıkta aynı
zamanda kendisi için nesne haline gelmiştir.
Mantıkta düşünce daha önce yalnızca ”kendinde” olduğu gibi nihayetinde ”kendisi için”de aynı duruma gelmek zorundadır.
Dolayısıyla Hegel, mantığı gerçek konusuyla, gerçek düşünceyle, bilimin, tekniğin ve ahlakın gelişiminin hakiki evrensel biçimleri ve yasalarıyla aynı çizgiye
getirme görevini de formüle etmişti.
Başka bir deyişle Hegel, düşüncenin kendisi hakkındaki öznel bilincini nesnesiyle, (bireysel değil) evrensel düşüncenin hakiki evrensel ve zorunlu (nesnel)
biçimleri ve yasalarıyla özdeşleştirmek istemişti. Bu aynı zamanda öznel ve nesnelin özdeşliği ilkesinin mantığın en üst ilkesi, yani, düşüncenin gerçek biçim ve
yasalarının mantıkta kesin, yeterli ve doğru bir biçimde betimlenmesi ilkesi olarak betimlenmesi anlamını taşımaktadır.Özneyle nesnenin özdeşliği ilkesi
bundan başka bir anlam taşımamakta ve hiç bir şekilde öznel düşüncenin biçimlerinin ”putlaştırılması” anlamına gelmemektedir.Çünkü mantıkta aynı düşünce
hem nesne hem de öznedir ve mesele bu düşüncenin (bilinçli olarak gerçekleştirilen bir etkinlik olarak) kendisiyle, bilinçsiz bir biçimde gerçekleştirilmiş üretken
etkinlik ya da şimdiye değin kendi eyleminin yanlış binciyle gerçekleşen etkinlik şeklinde uzlaşması, uyuşması ve özdeşleşmesi ile ilgilidir.”
Diyalektik Mantık- Evald Vasilyeviç İlyenkov, yazılama Yayınevi, 2009, sayfa :144-145
İlyenkov’un Hegel diyalektiğinin yorumundan da görüleceği gibi düşüncenin kendisi hakkındaki öznel bilinci nenesiyle, bireysel olmayan evrensel
düşüncenin hakiki evrensel ve zorunlu nesnel biçimleri ve yasaları ile özdeşleşmeden diyalektik mantıktan bahsedilemez. Bu öznel ile nesnelin zorunlu
özdeşliği ilkesidir. Bu ilkeyi, proletaryanın üretim araçlarını toplumsallaştırarak emeğin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel biçimi arasındaki çelişkiyi
ortadan kaldırma eylemine, yani, siyasal devrim eylemine uyguladığımızda diyalektik mantığın öznenin nesnesiyle ilişkisinin diyalektiğinden başka bir şey
olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla, özneye ait öznel eylem, ancak, nesneliğin çelişkisinden hareket ederek onu değiştirmeye yönelmişse aynı zamanda nesnel
bir nitelik kazanmaktadır. Proletaryanın siyasal eyleminin öznelle nesnelin bu zorunlu özdeşliğini yansıttığı ve dolayısıyla nesnel ve bilimsel olduğu böylece
açık bir biçimde ortaya çıkar. Althusser, özne ve öznel olanla nesnellik arasındaki diyalektik bağı kopardığı için öznenin ve nesnelliğin hareketini birbirinden
soyutlamaktadır. Mantık aynı zamda bilinçtir ve kendinde düşünce mantıkta aynı zamanda kendisi için nesne haline gelmiştir. Althusser’in yadsıdığı tam da
proletaryanın politik öznesinin bu bilinçli siyasal eyleminin nesnel bilimsel niteliğidir.
Proletarya, siyasal devrim eylemiyle politik öznesi aracılığıyla var olan nesnelliği, yani, emeğin toplumsal niteliğine karşılık üretim araçlarının özel mülkiyetini, üretim araçlarını toplumsallaştırarak kendisinin üretim araçları ile nesnel ilişkisine uygun hale getirerek değiştirdiğinde, bu bilinçli ve bilimsel bir
etkinliktir. Althusser, özne ve ve bilinçle nesnellik arasındaki ilişkiyi bunların birbiriyle diyalektik bağını kopararak ayrı ayrı katagorize etmeye çalışırken
yapısalcılıktan etkilendiğini gizleyemiyor.
Hegel, ”Mantık aynı zamanda bilinçtir” diyor. Proletarya, üretim araçlarıyla ilişkisinin niteliğinin bilincine vardığında emeğin toplumsal niteliğine uygun olarak
üretim araçlarını toplumsallaştırmaya yönelir. Bir devrim eyleminde proletarya kendi eyleminin hem öznesi hem de nesnesidir. Üretim araçlarının
toplumsallaştırılması proletaryanın özgürlüğünün zorunlu koşuludur. Proletarya kapitalist üretim ilişkilerinden özgürleşme eylemini politik öznesi aracılığıyla
gerçekleştirir. Burada, proletarya bir devrim eylemiyle bir zorunluluğu yerine getirirken nesnelliğin çelişkilerinden hareket eder ve üretim araçlarıyla nesnel
ilişkisinin zorunluluğunu yerine getirir. Proletarya zorunlulukla hareket eder. Onu tarihsel gelişmenin öznesi yapan özgürleşme eyleminin bu nesnel
zorunluluğudur.Althusser’in ”safını seçme” ye indirgediği tarihsel süreç tasfiri özgürlükle zorunluluk arasındaki diyalektiği de keyfiyete bırakmaktadır. Oysa
özgürlük bir zorunluluğun yerine getirilmesinden başka bir şey değildir. Üretim araçlarının toplumsallaştırılması eylemi proleteryanın ücretli kölelliğin ortadan
kaldırılmasının bir zorunluluğudur.
Tarihsel olgularda çelişki ortaya çıkmadan ne çelişkinin öznesinden ne de nesnesinden bahsedilebilir. ”özne” ve ”nesne” çelişkinin öznesi ve nesnesidir.
Kapitalist üretim ilişkilerinin yasaları proletarya için değiştirilmesi gereken ”’burjuva özne” ye karşılık gelir. Proletarya, burjuvaziyle arasındaki çelişkinin öznesi
olabilmek için üretim araçlarını toplumsallaştırma eylemine girişmek zorundadır;”proleter özne” bu eylemi gerçekleştiren proletaryanın ”politik özne” sidir.
Althusser’de ”özne” kavramı tarihsel çelişkilerinden ayrıştırılmış ve sınıfsal içeriğinden soyutlanmıştır.Althusser, Feuerbach’ın tarihsel çelişkilerden ve sınıfsal
içeriğinden soyutlanmış bir genelleme olarak ”insan doğası”ndan hareket ettiği gibi tarihsel çelişkinin ”özne”sini çelişkinin kendisinden ayrıştırarak yok
edeceğini sanır. ”özne” bilinç düzeyindeki gelişmeye bağlı olarak sürekli olarak yeniden kurulur. Öznenin yeniden kuruluşu ve yenilenmesi tarihsel gelişme
boyunca hiç bitmeyen sonsuz bir süreçtir ki o bilimin gelişmesine karşılık gelir.
Tarihin öznesi ”karşıtların birliği”dir. Tarihsel çelişkilerden soyutlanmış bir ”özne” tasfiri muğlak kalır.Emeği toplumsallaştırmış sınıf olan proleterya ”tarihsel
özne”nin de ham maddesidir. Politik özne bu ham maddeyi işleyerek sınıfsız toplum ereği yolunda ilerler.
“İyi ama Alman kurtuluşunun bu olumlu imkânını nerede
bulmalı? Cevap: Tüm düzenlerin yok oluşunun bir düzeni
olan, yani evrensel acılarıyla evrensel nitelik taşıyan bir tabaka olan; kendisine yönelik özel bir haksızlığın yapılmadığı
ama mutlak bir haksızlık yapıldığı için özel bir hak istemeyen;
tarihsel bir sıfatla değil ama insani bir niteliğe uygun olan;
nihayet bütün diğer tabakalar kurtulmaksızın ve bu yüzden
onları kurtarmaksızın kendini de kurtaramayacak olan; tek
kelimeyle insanın toptan kaybı ve ancak insanın geri kazanılmasıyla bizzat kendini yeniden keşfedecek bir tabaka olan,
köklü zincirlere vurulmuş bir sınıfın oluşumunda. Burjuva
toplumun yok oluşu, özel bir durum sıfatıyla proletaryadır.”
K.Marks Alman İdeolojisi
Marks’ın açık biçimde formüle ettiği gibi proletarya bütün insanlığın tarihsel bir sınırlılıktan, üretim araçlarının özel mülkiyetinin yaratığı tarihsel haksızlıktan
kurtuluşunun potansiyel öznesidir. Proletarya praksisin yani teori ile pratiğin birliğinin taşıyıcısodır; Kendi özgürlüğünü gerçekleştirmek için dünyayı değiştirmek
zorundadır. Proletarya kendi durumu hakkında bilinç kazandıkça ve bilincini eyleme dönüştürdükçe gerçek bir özne haline gelir. Proletaryanın bilinç taşıyıcısı
onun politik öznesidir.Althusser, proletaryanın üretim araçları ile ilişkisi itibarıyla verili tarihin hammaddesi ve potansiyel öznesi gerçeğini olduğu gibi onun
politik öznesinin de tarih yapıcı iradi misyonunu ”öznesiz ve ereksiz tarih” tezi ile yadsırken Marksizmin tarihsel materyalist zeminini de terk ediyor.
Althusser’de ideoloji ile bilim arasında kurulan ilişki de sorunludur.Gerçekliğin siyasetle ilşkilendiği zemin olarak ideolojinin Marksizme kadar gerçekliğin
çarpıtılmış biçimine karşılık gelmesinden ( ki burjuva ideolojisi böyledir) Althusser, genel olarak hiç bir ideolojinin gerçekliğin bilimsel bir ifadesi olamayacağı
sonucunu çıkarıyor.
Örneğin, Artı- değer, artı- emek zamanı olarak tanımlandığında bu gerçekliğin bilimsel bir ifadesine karşılık gelir.Artı- değer karşılığı ödenmemiş emek-zamanı
olarak hak kavramı öne çıkarılarak tanımlandığında bu da gerçekliğin ideolojik bir ifadesidir.Marx, artı- değer için bu iki ifade biçimini de kullanır.Yani, Marksizmde gerçekliğin siyasetle kurduğu ilişkisel zemin olarak ideolojik ifadesi de bilimsel ifadesi kadar doğrudur.; bu da Marksizmde ideolojik söylemin aynı
zamanda bilimsel söylemden köken almasından ve ona karşılık gelmesinden dolayı böyledir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu