Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan
Joe Biden ABD Başkanlık koltuğuna oturur oturmaz yaptığı ilk konuşmasında; “ABD geri geldi“ vurgusunun altını kalın çizgilerle çizdi. Buna uygun bir strateji oluşumuna yöneldi. İç ve dış sorunlar tespit edilmeye başlandı. Dost ve düşman ayırımı tanımlandı. İhtiyaç ve atılması gereken adımları belirlemeye koyuldu. Buna uygun olarak dönem stratejisini tayın etme bağlamında dört hedef üzerinde netleşmeye gidildi.
1-ABD dolarının rezerv para olarak kalması, dünyada değer ölçü birimi olarak kulanılmasının devam ettirilmesi. Bretton Woods Sistemi’nin güncel dünya şartlarında sürdürülmesi anlamına gelen bu kadar, dolar krallığının ekonomik döngüde devam etmesi anlamına geliyor.
2- Teknolojinin geliştirilmesi.
3- Ordunun güçlendirilmesi.
4- Dünyada demokrasi ve insan hakları mücadelesi verilmesi ve egemen kılınması.
ABD‘nin genel stratejisi bu dönem belirtilen hedefler üzerinde oluşturuldu. Her devlet ve güce karşı değişik düzeyde bir politika izleyeceği öngörüldü. Buna uygun olarak bazı devlet ve güçlerle belli düzeyde kısmi ittifak bazılarına ise direkt yönelmeyi öngörmektedir.
Bu politika temelinde herkesle görüşmektedir. Çin ile konuşuldu. İstediklerini Çin’e kabul ettirdi. Rusya’ya sert çıkıştı. Joe Biden’in “Putin bir katildir, bunun hesabını verecektir“ demesi yabana atılacak bir mesaj değildir. Bunun gereğini yapacakları kesin. Bu sadece Rusya’nın ABD Başkanlık seçimlerinde hile karıştırma olayıyla alakalı da değildir. Esas mesele Rusya’nın Türkiye ve İran’a askeri teknoloji satarak ABD’nin faaliyetlerini zorlaştırmasıdır.
İran’a karşı politikası değişmedi. Hedef Molla rejiminin tasfiye edilmesidir. Zaten uyguladığı askeri, ekonomik ambargo ve Orta Doğu’daki militer güçlerine vurduğu darbelerle İran’ı içine kapattı. İran halkı bugün açlık ile karşı karşıyadır. İç koşullar bir isyana yol verecek kadar olgunlaştı. Sadece bir dış müdahaleye kalmıştır. Bunun da zamanı gelecektir.
ABD’nin Türkiye politikası ise giderek netleşmektedir. Türkiye’ye yöneleceğinin sinyallerini insani ve stratejik kurumların raporları ile verdi. Ciddi bir şekilde uyarıldı. CAATSA yaptırımları, Atlantik Konseyi’nin Türkiye’ye ilişkin raporunu yol haritası yapması ile politikasını belirlemiş oldu.
ABD’nin dönem stratejisi uzun süreli bir stratejidir ve bugünden yarına hemen tüm hedeflere ulaşacağı beklenilmemelidir. Fakat elindeki ekonomik, teknolojik ve askeri güçle önemli araçlara ve güce sahiptir. Uzun sürece yayılarak hedef alınan ülke ve güce öncelik sırasına göre yönelecektir. Çin, Rusya, İran ve Türkiye ilk sırada yer alan devletlerdir. Özelikle bugün Orta Doğu’da sömürgecilerimiz hedeftir.
Bilindiği üzere ABD; Çin, Rusya, İran, Türkiye gibi ülkelerle aynı anda yüksek düzeyde mücadele etmeyecektir. Kiminle geçici işbirliği, kimine daha sert yöneleceğinin öncelik sırasını belirlemiştir. Bu zaten attıkları adımlar ve verdikleri mesajlarla ortaya çıkmıştır. Dikkat edilirse ABD’nin hedef aldığı devletler de buna göre politikalarını belirlemekte ve kendini buna göre konumlandırmaktadırlar.
Joe Biden, Başkanlık koltuğuna oturmanın üzerinden aylar geçmesine rağmen henüz Türkiye ile konuşmadı. Telefon etmediği devlet başkanı kalmamasına karşın Türkiye devlet başkanını aramadı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken “Zamanı gelince kendileriyle konuşulacaktır“ dedi. Ne zaman mı konuşulacak denilirse; Çin, Rusya, İran politikalarını netleştirdikten ve AB ile konuşulduktan sonra Türkiye ile konuşacaklar. Kendileri bir kez daha uyarılacaktır. Duruma bakılırsa Türkiye ABD ile uzlaşmayacaktır. Bu da Kürdler açısından çok olumludur.
ABD ile Türkiye arasında uzun süreden beri görüş ayrılıkları vardır. Her ne kadar birçok neden sayılsa da esas neden Kürd/Kürdistan sorununa bakış açılarındaki farklılıktır. 1991 yılında ABD’nin Irak’a karşı başlattığı savaş ve sonraki süreçte Kürdlerin hak kazanımı Türklerin kabul edeceği bir durum değildi. Türkiye buna itiraz etti. ABD onları dinlemeyince aralarındaki çelişki her geçen gün giderek büyüdü ve artık geri dönüşü olmayan bir noktaya vardı. Buna bir de Kürdistan’ın güneybatısının (Rojava) konumu eklenince çelişki giderek derinleşti. Bu durum Türkiye’yi farklı arayışlara yöneltti. Rusya, Çin, İran ve ne kadar ABD karşıtı güç varsa onlarla iş tuttu. ABD’nin Orta Doğu’da uygulamaya koyduğu planı boşa çıkarmak için her yola başvurdu. Bu arada Donald Trump döneminde epey başarılı da oldu.
Fakat Trump politikası ABD devlet politikası değildi. Oysa Trump, ABD için bir yol kazasıydı. İzlediği politikalarla ABD çıkarlarına büyük darbeler vurdu. Bu nedenle birçok ABD yetkilisi O’nu “ABD çıkarlarına ihanet etmek“le itham etti. Bu arada Trump ABD çıkarlarına çok zarar vermenin yanı sıra Türklere de çok alan açtı. Türkler de bunu fırsat bilerek sardırmadığı devlet ve Kürd gücü bırakmadı. Hatta ABD ve AB’ye bile meydan okudu. Kendilerini çok önemsediler. Hay-huy ile herkesi korkutacaklarını sandılar. Ama bu işler böyle olmuyor. Böyle bir dünya yoktur. Birilerinin Türklere ‘stop’ demesi gerekiyordu. Bu da Joe Biden’a denk geldi.
Joe Biden, koltuğa oturmasıyla ekibinin verdikleri mesajlar ve uyguladıkları ambargolarla Türkiye ciddi olarak uyarıldı. Türkiye mesajı aldı. O gün bugün Türkiye sessizliğe büründü. Çok korkuyorlar. Korkunun ecele faydası yok ama mevcut duruşlarıyla teslim olmayacakları da kesin. Kendisine dayatılana sosyolojileri gereği direneceklerdir. Bu da onun Yugoslavyalaşmasına, Iraklaşmasına, Libyalaşmasına, Suriyeleşmesine yol açacaktır.
Türkiye NATO üyesi. Fakat önüne konulan ev ödevlerini yapmadıkları gibi Batı dünyası çinde görünerek Batı karşıtı bir politika izledi. Bundan dolayı ABD‘nin hedefine girmeyi başardı. ABD’ye gelince öteki güçlerle anlaşmaların seyrine göre Türkiye‘ye karşı mücadelenin dozajını belirledi. ABD, şu an Türkiye’ye karşı sıcak savaş dönemi gibi bir açık zıtlaşmayı düşünmüyor. Böyle bir durum kimsenin çıkarına değil diye düşünüyor. Fakat ABD hem mütefikleri ve de düşmanları ile ilişki ve mücadele yöntemlerini tam olarak netleştirdikten sonra Türkiye’ye karşı izleceği politikası daha da netleşecektir. Bugün netleşen bir durum varsa, o da Türkiye‘yi bu şekilde kabul edemeyeceği ve hedef aldığıdır.
Bu, Türk egemenlik sistemi ile sorunu olan herkes için iyi bir durumdur. Bu durumun desteklenmesi gerekirken kimi çevreler -ki bunların başını kendine sol diyen çevreler çekiyor- bunu boşa çıkarma politikasını izliyorlar. Bunu da anti-emperyalizm adı altında yapıyorlar. Bu şuna işaret eder. Demek ki, bu çevrelerin anti-demokratik uygulama ve de Türk egemenlik sistemiyle bir sorunları yoktur. Sosyal devrim bir yana sistemin değişmesini istemiyorlar demektir. Bu olan bitenden sonra sistem sahiplerini anlamak mümkün ama sistemle sorunu olan ve özelikle de sol tandanslı kesimleri anlamak mümkün değildir.
Dünya değişiyor. Eski klasik argümanlarla dünya tahlili yapılamaz. Hele hele her şey anti-emperyalizm ilkesi içine hapsedilerek sorunlara doğru çözüm bulunulamaz. Dünyada olan biteni anlamak için ortadaki veriler baz alınmak zorundadır. Bunun bir başka yolu yoktur.
Bakınız! NATO’nun ilkelerine insan haklarını koruma, hak ve hukukun egemen kılınması maddesi konuldu. Yanı sıra yeni oluştulan ABD stratejisinin dört maddesinden biri dünyada demokrasiyi egemen kılma hedefi yol haritası olarak kabul edildi. Türkiye’nin hedef alınmasının bir nedeni de budur. Boşuna Türkiye’ye “haydut devlet“ denilmedi. Türkiye’ye değişim dayatıldı. Türkiye’nin değişmesi sosyolojisi gereği mümkün görünmüyor. Değişmesi halinde ‘tek-yek’ler üzerine inşa edilen sistem çöker. Bunu da Türk devlet aklı istemiyor ve bunu korumak için kendini örgütlemiş bulunuyor.
Geriye Anadolu halkı kalıyor. Onlar da bunu yapmaktan çok uzak bir yerde duruyorlar. Madem Anadolu halkı sistemi demokratikleştiremiyor, başkaları bunu yapmak istiyorsa niye karşı çıkalım? Bundan Anadolu halkının ne zararı var? Hiçbir zararı yok. Türkiye’nin demokratikleşmesinin kime zararı var? Halka bir zararı olmayacağı kesin. Daha ötesi halka alan açılır. Örgütlenme, mücadele şansı doğar. Niye bu engellenir? Bunu engelleyen sistem sahipleri olmasına karşın, kendine sol diyen çevreler soyut “anti-emperyalizm“ tavrı ile bu içtimada niye yer alır? Bunu anlamak mümkün değildir.
25 Mart 2021
NOT: Bir Sonraki Makelemiz Yayınladığımız Bu Makalemizin Devamı Niteliğindeki “Sosyal Devlet ve Leninist Devrim Teorisi‘nin Çöküşü“ Olacaktır…