Genel

ABBAS YOLCU

Birinci Bölüm

@tombak_salih

Salih Zeki Tombak

AKP-MHP rejimi, ekonomiden, uluslararası ilişkilere; Suriye sorunundan, hepsi de AKP bağlantılı market zincirlerini fiyat artışlarının sorumlusu ilan etmeye, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü ve öğrencilerin barınma sorunundan, Erdoğan ve Emine hanım adıyla, astronomik maliyetlerle kitap yayınlamaya kadar, akla gelecek her konuda yanlış, saçma, ahlak yoksunu ve başarısız politikalar izliyor.

“Abbas yolcu” görünüyor.

Bu görünüm üzerine, kendi ölçülerime göre kısa yazılar yazayım istedim. Bugün Merkez Bankası’nın faiz indirimiyle başlayalım.

“SİNYALİ VERDİM”

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu Eylül ayı toplantısını yaptı ve politika faizinde 100 baz puan indirme kararı verdi; faizi 19.25’ten 18.25’e çekti.

Kurul bu kararını, “çekirdek enflasyon” oranına dayandırıyor. Çekirdek Enflasyon, bugüne kadar uygulana gelen enflasyon hesaplamasından gıda ve enerji kalemlerinin hesaplama dışı tutulmasıyla ayrılıyor.

“Gıda ve enerji gibi fiyat artışlarıyla halkın canını en fazla yakan iki büyük kalem neden hesaplama dışına çıkarıldı?”

Veya “Zaten eski hesaplama yöntemiyle de, toplumun yaşadığı enflasyonun yarısı kadar bir enflasyon rakamı açıklanıyordu; bu nedir böyle?” diyebilirsiniz.

Bir bağımlı ülke Merkez Bankasının hakim sınıfın iktidarını temsil eden devletten, uluslararası sermayenin çıkarlarından “bağımsız” olması elbette mümkün değildir.

Ama mümkün olduğu kadarıyla da, “bağımsız bir kurum” olma vasfını tamamen kaybetmiş bir Merkez Bankası’yla karşı karşıyayız.

Hatırlayın, özellikle kamu çalışanlarının maaş zamlarının belirleneceği zamanlarda, Merkez Bankası’nın açıkladığı enflasyon neredeyse sıfıra yaklaşıyordu.

Hepimiz biliyoruz ki, Merkez Bankası da, onun verilerinden faydalandığı Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK de, uzun süredir, “gerçeği nasıl örteriz”, kurumlarıdır.

Tıpkı Diyanet İşleri Başkanlığı gibi.

“Mesajı Kendiniz Alacaksınız”

İktisatçı Eser Karakaş hocadan duydum:

Erdoğan, geçmişte bu sözde “bağımsız” kurumların başına atadığı isimleri arar veya “Külliye”ye çağırır, talimatlarını verirken; yakın zamanda artık böyle yapmayacağını bildirmiş. “Siz beni takip edecek, mesajı kendiniz alacaksınız” demiş.

Her gün ve günün pek çok saatinde konuşan bir insan. Saraylarının birinde, uçakta, hava alanında uçağına binmeden önce, parti grubunda, parti toplantılarında, bir grup AKP’li gençle ve muhtarlarla buluşmasında; şehirlerimizden birinde halka hitap eder, çay paketi fırlatırken konuşuyor. Kurumların başkanları her gün bu konuşmaları takip edecek ve içinde kendilerine verilen bir “mesaj” var mı, atlamayacaklar.

Belki de bu kurumlarda, “mesaj yakalama” müdürlükleri oluşmuştur şimdiden.

Tabii bugünkü bürokratlar bakımından mesajı almak kadar, istenenin büyüklüğünü doğru anlamak da önemli.

Acaba faizi düşürün mesajının içinde , “şu kadar puan düşürün” şeklinde bir ince ayar mesajı da var mıydı? Erdoğan’ın “mesajı”, 100 değil 200 baz puanlık bir indirimdi belki de.

Sonuçta faiz, ekonominin gerçekleriyle uyuşmayan bir kararla düşürüldü.

Pandemi nedeniyle ABD’de ve AB ülkelerinde yaşanan parasal genişleme politikalarının yarattığı enflasyonist eğilimi kontrol altına almak amacıyla hükümetlerin birer ikişer faiz yükseltme kararı aldıkları günlerde alındı bu karar. Dolayısıyla dünyadaki genel eğilimin de tersineydi.

Dolayısıyla dolar aldı başını gitti. 8.20’lerden, 8.80’lere yükseldi.

“Yaptı Ama Neden Yaptı?”

Çok şükür çok sayıda değerli iktisatçımız var. Onlar ne diyor diye, önce sosyal medyada, sonra youtube kanallarında takip etmeye çalıştım.

Benim cevabını aradığım soru, Erdoğan’ın faiz indirimiyle neyi amaçladığı sorusunun cevabıydı.

İktisatçılarımızın üç tanesinin üzerinde anlaştığı bir açıklama yok.

İnşaat sektörünü canlandırmaktan, döviz piyasasında spekülasyon yapıp para kazanmaya, bankaların batık kredi stoklarını yüzdürmek ve böylece bankaların krizini ertelemekten, faiz karşıtı tarikatlara mesaj vermeye ve böylece son günlerde içine girdiğimize dair alametlerin çoğaldığı seçim döneminden karlı çıkmaya kadar pek çok görüş var.

Hocaların ortak bir tahminde bulunamaması, hocaların yetersizliğinden değil; tam tersine Erdoğan’ın ekonomi konusundaki bilgisizliğinin derinliği konusunda farklı yaklaşımları olmasından.

Sorunun özüne gelecek olursak, iktidarın bu aşamada ekonomide, krizden çıkış yönünde veya krizin sonuçları yüzünden kitlesel yoksulluk ve kitlesel açlık yaşayan milyonların hayatında zerre kadar bir iyileşme sağlama yönünde, niyeti de yok; böyle bir iyileştirmeyi gerçekleştirme kapasitesi de yok.

Toplumun giderek genişleyen kesimleri bu hakikatin her geçen gün daha çok bilincine varıyor. Anketlerde her geçen gün iktidarın toplumsal desteğini kaybettiğini biz de görüyoruz, kendileri de görüyor.

Yalana ve faiz indirimi örneğinde olduğu gibi şuursuz ve cahilane yönelişlere her gün daha çok yönelmeleri bundandır.

Cin Şişeden Çıktı: Seçim Süreci Başladı.

İktidarı kaybetmekten çok korkuyorlar. Çünkü suçlarının çok ve ağır olduğunu biliyorlar.

Bu yüzden bir başka yönelişlerine hazır olmalıyız.

7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Kasım 2015 seçimlerine kadar yaşanan katliamları ve zalimlikleri hatırlayalım.

İktidarın “ihtiyaç var” mesajı üzerine, kendi örgütü tarafından görevlendirilmiş İŞİD bombacısı yola çıkıyor. İstihbarat ve güvenlik ağı, bombacıya bütün makasları açıyor ve bombacı Sultanahmet’te, Suruç‘ta, İstanbul Hava alanında, Reina’da ve Ankara Garında kalabalıkların içinde bombasını patlatıyor. Alman turistler dahil, yüzlerce insan bu şekilde katledildi, bir yandan Alman devletine ve AB’ye, bir yandan Türkiye toplumuna “akıllı ol!” mesajı verildi.

Koltuğu kaybetme korkusu, o günlerin tekrarı arzusunu yaratabilir.

Bu dönemin o dönemden farkı, o günlerde AKP ile ittifak halinde hareket eden devlet içi odakların, en azından bir bölümünün, AKP’nin yeniden iktidar olması için bu tür kirli işlere bulaşmaya dair isteğini kaybetmiş olmasıdır.

Demokrasiye ve hukuka bağlılıktan, insan hayatını korumayı vazife bildiklerinden değil; kaybedenin yanında yeni suçlara ortaklık etmeyi istemediklerinden böyledir.

Millet İttifakı seçim kazanma yönünde başarılı bir süreç inşa etti ve ediyor.

HDP, anketlerde görünenlerden de yüksek bir oy almayı başaracak, bu bilgi de neredeyse kesin.

Millet İttifakının parlamentoda çoğunluğu kazanabileceğini çok sayıda anket sonucundan okuyoruz. Bu çok önemli ve değerli. Ancak anayasayı değiştirmek ve Erdoğan rejiminden çıkarak, nispeten demokratik bir rejime geçebilmek için, Millet İttifakı’nın mecliste HDP ile birlikte hareket etmesi de zorunlu.

Bu aritmetik öngörüler doğru ve olumlu. Ancak yeterli değil.

Çok önemli bir örgütlenme alanı, seçim sürecinin ve seçim günü sandıklarda tecelli eden halk iradesinin korunması alanıdır. Adil Seçim Platformu kaçıncı toplantısını yaptı, haberiniz var mı?

Her Demokratik Kitle Örgütü‘nün, her STK’nın, her yurttaşın bu çalışmaya ilgi duyması ve katılması çok önemli. Neredeyse bütün muhalefet partileri o zeminde dayanışma içinde. Zaman zaman bu konuda bilgi vermeye ve irtibat konusunda yardımcı olmaya devam edeceğim.

Seçim sürecinde ve seçim gününde adaleti ve güvenliği sağlamayı başarmak önemli, ama yeterli değil.

Muhalefetin iktidar olması ve iktidar olduğunda rejimi demokratikleşme yönünde değiştirebilmesi için, ülke coğrafyasında, geniş yerel, toplumsal örgütlerin yaratılması ve bu örgütlülüğün demokrasi yönünde atılan her adımın kaynağı ve güvencesi olması çok önemlidir.

Böyle bir toplumsal örgütlülük zemini yoksa, muhalefet sadece seçim dönemlerinde ve iktidarın ilk günlerinde demokratik hedefleri benimsiyor görünür, asla bu hedefler için ileri adımlar atamaz. Devlet içindeki ittifaklar her iktidarı çok kısa sürede devletin bir parçası haline getirmeyi başarırlar.

Unutmayalım, AKP-MHP rejiminin her icraatının arkasında duran bir veya birden çok devlet odağı vardı. Sedat Peker ve ait olduğu devlet “parçası” kısa bir süre öncesine kadar AKP iktidarının bir parçasıydı. AKP-MHP koalisyonundan kopmaları, onların artık halkçı, demokrasiden yana bir tutumu benimsedikleri anlamıma gelmez. Demokrasi, devlet güçlerinin değil, halkın ve halktan yana ilerici aydınların ve siyasi hareketlerin ihtiyacıdır, bizim sorunumuzdur.

Devlet içindeki “kara parçaları” kaybetmekte olandan hızla uzaklaşırlar. Siyasette ve basında da iktidardan uzaklaşan ve eleştirel lakırdılar edenler çoğalıyor, çoğalacak.

Dikkatlerimizi iktidar saflarında ne oluyor konusunu gözardı etmemekle birlikte; halkın hayatında ne oluyor konusuna odaklamalıyız.

Çünkü kitlesel işsizlikle, kitlesel açlıkla sınanan, iktidar sahiplerinin sadece baskı ve tehditlerine değil; kibirli aşağılamalarına ve halkı umursamadan sürdürdükleri lüks hayata tepki biriktiren halk yığınları, hiç beklenmedik anda kendi sözünü söyleyebilir.

(Yoksulluğun derinleşmesiyle beraber pazarlarda atık sebze meyve ile karnını doyuran insan sayısı her geçen gün artıyor-editör)

İktidar seçim işaretleri vererek, halkın sözünü sandıkta vereceği oya indirgemeye çalışıyor. Çünkü sınıf hafızası, halkın nihai sözü temsili mekanizmalar üzerinden değil de, sokaklarda ve meydanlarda söylediğinde neler olacağını endişeyle hatırlıyor.

Biz halkın öfkesinin her düzeyde örgütlenmesine odaklanmalıyız. Sandık, sokak, meydan, bunlar öfkenin kendisini ortaya koyduğu zeminlerdir. Önemli olan örgütlülüğün nüvelerini yaratmaktır. Gerisini hayat tamamlar.

Aslolan hayattır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu